Patronsuz Medya

At izi, it izi, dut izi

Necdet Şen - 7 Haziran 2011  


Kıskandırmak gibi olmasın ama hamakta sallanarak ve arada bir başını kaldırıp karşıdaki lacivert koya bakarak memleket meselelerine kafa yormak çok zevkli oluyor.

Buralardaki düzenini çiftini çubuğunu bozup büyük şehre göç eden bir dostuma ara sıra da onun yerine hamakta uyuyakalma sözüm var, fakat şu mendabur karasinekler aman vermiyor ki yayılıp uyuyalım.

Onlar yetmezmiş gibi, bir de kasabanın sokaklarını yeri göğü inleterek arşınlayan seçim minibüsleri var. Bari ne söyledikleri anlaşılsa, safi takaza.

Sanki onlar bu gürültüyü yapmazsa biz gidip oyumuzu onlardan daha fazla gürültü yapan minibüsün partisine vereceğiz. Akıl işte. Atmış delinin biri zamanında kuyuya bir taş, diğer aklı evveller de onun ardı sıra sürüklenip gidiyor.

Bu vaveylâdan anladığım bir tek şey var: Memleket "seçim sathı mailine" girmiş. (Bu klişe lâfı herkes kullanıyor, ben de kullanmazsam bir yerim şişerdi.) Çok uzun zamandan beri ilk kez oy kullanacak olan bir TC vatandaşı olarak, "bunların hangisine versem" diye minibüslerin bordasından gülücükler dağıtan damat adaylarının kaşını gözünü incelemekten bir hal oldum bu aralar.

Bakma sen Boş Oy Partisi idare meclisi azası Seçmettin Özdelege'ye "emrin olur abicim, başım gözüm üstüne, ne demek, oyum tabii ki sizin partiye" diye gaz verdiğime; aslında hâlâ kararsızım.

Kimlere vermeyeceğimi biliyorum sadece. O konuda kafam net. Sadece birkaç kara kuru çulsuz damat adayı kalıyor geriye. Hangisine vermeli?

Önce elediklerimi -neden elediğimi de anlatarak- ele alayım:

AKP

Egosu şişe şişe topatan kavunu gibi olmuş, terbiye ve zarafet konusunda düşmanıma bile örnek gösteremeyeceğim zatı muhtereme ve onun partisine benden kapik çalışmaz.

Tamam, şu son sekiz yılda en bağnaz ulusalcının bile "aferin" diyebileceği bazı işler yapmadılar değil. Ama artık onlar için deniz bitti, taban genişlerken onlar büzüştüler, uzatmaları oynuyorlar.

İdris Küçükömer'in ünlü tespitine gönderme yaparak anlatacak olursak: Kuruluşundan beri ilkeleri ve istimalleri ile yolun en sağ şeridini işgal eden CHP, daha sağda geçilecek şerit bırakmadığı için, bu sağ partiler ister istemez onu sollamak zorunda kalıyorlardı.

O nedenle de hocanın "Düzenin Yabancılaşması" adlı kitabını göz ucuyla okumuş bazı zevat tarafından zaman zaman "sol" diye adlandırılmakta olsalar da bu (CHP dışı) partiler gerçekte solcu falan değiller.

AKP de bal gibi sağcı bir parti. Basbayağı neo-liberal politikalar uyguluyor. Hem de kanırta kanırta. Bu gidişle anamızı da alıp gideceğiz daha uzak diyarlara.

Takır takır takiyye yaptılar şunca yıl. Ama din devleti konusunda değil, demokrasi ve insan hakları konusunda. Tayyip beyefendinin sahiden demokrat olabilmesi için üç beş tane daha 28 Şubat bile az gelir. Naturasında yok. Kültüründe ve geleneğinde hiç yok demokratlık. Hevesi de yok zaten. Literatürü pek merak eder gibi bir hali de yok. Soğuk savaş klişelerinde takılıp kalmış, sevemediği her şey ve tabii sokaktaki insanların her türlü yalvarmayan talebi ona "çelme takmak" + "komünistlik" + "başıbozukluk" gibi görünüyor.

Ve sanırım hazret, kendini rüyalarında padişah olarak görüyor.

Üstelik AKP, uğraşarak da olsa, CHP'yi en sağ şeritten ortalara doğru savurmayı ve ondan boşalan "Devlet" şeridini iğreti de olsa kapmayı başardı ya, bundan sonra bu partiden müzakereye yatkın ve demokratik bir siyaset beklemek daha da zorlaştı.

Geçelim… Bana yaramaz.

Onlara cemiliyle vecdisiyle abdülkadiriyle mesut günler dilerim.

CHP

Valla ne yalan söyleyeyim, çok gençken bir iki kez oy vermiştim bu partiye. Sonra akıllı ve baliğ oldukta "hay ellerim kırılaydı da vermeyeydim" dedim. Ve sahiden de o günden sonra CHP benim için bitti. Halen de öyle. Üç beş seçim vaadine kanacak değilim bu saatten sonra.

MHP

Gençlik yllarım bu partinin sokaklara saldığı sarkık bıyıklı katiller tarafından öldürülme korkusuyla geçti. Adını duymak bile hâlâ bünyemde alerjik tepkiler yaratıyor. Kronik alerji bu, geçmez.

Kalsın, onu da almayayım. Mümkünse adını bile duymayayım.

DSP, DP, SP, BBP, HEPAR, ulusalcılar, kuşlar, böcekler, kafadanbacaklılar ve diğerleri…

Lafını etmeye bile değmez hiç birinin.

Adlarını sona sakladığım iki tanesi hariç…

* * *

Açıkçası, hayatımın son 40 yılını "ben sosyalistim" diyerek geçirmiş olan ve solculuğu, en yalın şekliyle, "mazlumun, yoksulun, mağdur edilenin, dışarıda bırakılanın yanında olmak" diye özetleyen biri olarak, dağdaki çobanınkinden daha kıymetli, şehirdeki profesörünkinden daha kıymetsiz, ama yine de benim olan oyumu verebileceğim damat adaylarının sayısını bayağı aza indirmiş durumdayım.

Bizde yalan yok, 1995 seçimlerinde oyumu HADEP'e vermiştim. Hürriyet'te çalışıyordum o zamanlar, Kürtler hakkında yazıp çizdiklerim yüzünden "seni gebertip adapazarı şeytan üçgenine atacağız" diyen okur mektupları alıyordum. Önümüze sanki kaderimizmiş gibi tansuları mesutları necmettinleri koyan düzene inat, onların her fırsatta aşağıladığı ve tepelemek için hiç bir fırsatı es geçmediği Kürtlerin partisi, tüzüğüne programına aldırmaksızın koltuk çıkabileceğim bir seçenek olarak görünmüştü o zaman bana.

Pişman değilim. Gene olsa gene yaparım.

Birkaç sene evvel belediye seçimi mi referandum mu ne öyle bir şey vardı, o zaman da elime tutuşturulan bir tomar kâğıt arasından, kendisi Türk olduğu halde Kürt kardeşlerine omuz veren Akın Birdal'a ait olanına mühürü basıp, gerisini boş olarak ve hatta elimi sürmeye dahi iğrenerek sandığa tepiştirmiştim.

Galiba bu sefer de öyle yapacağım.

Kürt siyasetçilerin son haftalarda sertleşen, hatta tehdit kokan üslupları nedeniyle bir miktar kararsızlık yaşadığımı itiraf etmeliyim. Öyle sünnetçi korkuları, "15 Haziran'dan sonra kan gövdeyi götürecek ha, haberiniz olsunlar" falan, ne yalan söyleyeyim, "bunlar da kendi hegemonyalarının sevdasında" diye düşünmeme neden oldu ve o ara gittim kadim tercihim Boş Oy Partisi'ne delege yazıldım.

Ama içim rahat etmedi. Şu son günlerde sıkı bir vicdan muhasebesi içindeyim. Diyorum ki, "e peki, onca zulüm ve taciz sana yapılsa senin dilin de hançer gibi sivri olmaz mı? İktidardakiler bu insanları kışkırtmak ve şiddet sarmalının içine çekmek için elinden geleni ardına koymuyor. Bu insanların şunca hoyratlığa maruz kalıp da böyle zehir zemberek konuşmalarında şaşıracak ne var?"

20 küsur yıl önce tanıdığım, munis ve sevecen bir insan olduğunu bildiğim gazeteci/siyasetçi Filiz Koçali bile bu kadar sert konuşabiliyorsa, bu insanların sahiden de gırtlağına kadar gelmiş demek ki. Acaba niye?

Dahası, adı bugün BDP, yarın alfabedeki kim bilir hangi harflerin bir karışımı olacak olan ve adalet timsali mahkemelerimizin kapatmaktan büyük haz duyduğu Kürt partilerinin üslubu şusu busu beni neden bu kadar ilgilendiriyor ki? Onlar sert konuşmuşlar, yumuşak konuşmuşlar, bu durum devletin Kürtleri dellendirecek kadar bunalttığı gerçeğini değiştirir mi?

Buna rağmen 12 yıldır yattığı hücreden devletli başbakanımıza kıyasla çok daha dikkatli ve mutedil mesajlar veriyor Abdullah Öcalan. Ne kadar ilginç! Silahlanıp dağa çıkmış, bu yola kelleyi koymuş Kürt gençlerinin halihazırdaki askeri önderi Murat Karayılan da, hakeza…

* * *

Şimdi anlaşıldı mı bu yazının başlığının neden "at izi, it izi" olduğu? Sadece üsluplara bakarak değerlendirme yapıyor olsaydık, büyük bir olasılıkla "hangisi devlet adamı hangisi bölücübaşı" türü anketlerde yanlış şıkkı işaretlerdik.

* * *

Özetle, bu ortamda Öcalan ve Karayılan'ın kullandıkları alttan alan dili hepimiz adına umut verici buluyorum. Barış ve Demokrasi için azımsanmayacak bir fırsattır bu.

"Terörist" dediklerimizin kelimeleri bu kadar seçerek konuştuğu bir siyaset ortamında, hangi saiklerle olursa olsun (seçim, oy kaygısı, gaza gelme, aşka gelme vecd, extasy, histeri) bağırganlığın ölçüsünü böylesine kaçıran parti başkanlarına, kusura bakmasınlar, devlet adamı gözüyle bakamıyorum. Eğer son anda şeytana uyup da mühürü Boş Oy Partisi'ne basmazsam, bilinsin ki bu kez de oyumu barış adına, vicdan, adalet, sağduyu adına, karşıma çıkan ilk "Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku" adayına vereceğim.

Sen bana bakma tabii şekerim, kafana göre takıl. Etkim altında da kalayım deme sakın ha. Ben yoldan çıkmış, dingili kaymış, hata üstüne hata yapan biriyim. Sadece haftalardır kendi kendime yaptığım iç konuşmalarımı üç beş insan evlâdıyla paylaşayım istedim. Hani söyleyeyim de benden çıksın, haftalardır "ekonomi politik, sınıf çelişkisi, artı değer, sömürgecilik, jakobenizm, bonapartizm" diyerekten kafasını ütülemekte olduğum uzun kirpikli haspa da buradan okusun, şu yaz sıcağında başka sual sormasın, yoğurduyla çökeleğiyle ilgilensin diye.

* * *

Dut izine gelince… Ülen bahçevan emmi, dut ağacı oraya dikilir mi hiç? Çarşafı neyin altına sereceğiz biz şimdi? Güzelim dutların yarısı merdivenlere, yarısı bahçe duvarının ötesine, kalanı da maydanozların arasına dökülüyor. Yazıktır. İsraftır. Her gün süpürgeyle süpürüyoruz etrafa dökülen o dutları. İçim gidiyor. Rızık bu yav. Yiyebilen var yiyemeyen var. Pazarda anasının nikâhına, burada bal gibi dutlar ziyan zebil oluyor.

Hem de taşların üstünde mor mor iz bırakıyorlar. O zaman da gelsin sinek, gelsin arı, gelsin kulağagiren.

Kulağa girmek dedim de, biz böyle yeri göğü inleterek mi gireceğiz 2023'e?

Şu seçim bir geçse de kafamızı dinlesek azıcık. O zaman, söz, beton ormanlarında yollara revan olup vezneyle yazarkasa arasında plastik kart kuryeliği yapan -ve aslında hiç bir zaman sahip olamadıkları parayı kazandığını zanneden- bütün kapitalizm kurbanlarının yerine birer kez uyuklarım şu hamakta.

Yorumlar

Vay hocam kıskandım sizi. En sevdiğim şeydir tatilde hamakta yatıp denizi seyretmek. Dediğiniz gibi bir de şu seçim kampanyaları olmasa daha güzel dinlersiniz kafanızı. Evet inşallah seçim dönemini hayırlısıyla atlatırız. İnşallah ülkemiz için hayırlısı olur.

Melâhat - 7 Haziran 2011 (16:09)

Sayın hocam, araştırma şirketlerinden biri, geçenlerde deneklerine 2 soru sormuş.

İlk soru: Sizce Türkiye'nin en önemli sıkıntısı nedir?

Bu soruyu katılımcıların yüzde 41.6'sı işsizlik, yüzde 28'i ülkenin bütünlüğü, yüzde 17'si sağlık, yüzde 7'si hak ihlâlleri, yüzde 5.9'u da derin yapılanmalar şeklinde cevaplamış.

İkinci soru: 12 Haziran 2011 seçimlerinden aklınızda en çok ne kalacak?

Bunu da katılımcıların yüzde 41'i kaset skandalları, yüzde 28'i liderlerin seviyesiz atışmaları, yüzde 16.5'i çılgın projeler, yüzde 14'ü de seçim öncesi şehirlerde yaşanan kaos şeklinde cevaplamış.

Sizin işsizlikten, ülke bütünlüğünden, nazar değmesin sağlığınızdan yakındığınızı görmedik ama, diğer sıkıntılarda halkla aynı düşünüyorsunuz anlaşılan.

Bir de 95 seçimlerinde HADEP'e, bir diğerinde Akın Birdal'a mühür basmışsınız. Kürt kardeşlere koltuk çıkmaktan falan bahsediyorsunuz, yoksa siz halkçı mısınız hocam?

Ama nasıl olur? Türküyle Kürdüyle kültürel verimi, düşünsel becerisi, mangal yellemekten, çekirdek çitlemekten öteye gitmeyen, örfüyle adetiyle güdük, seviyesi yerlerde sürünen bu toplumun düzeyine nasıl inersiniz hocam? Hem o ikinci grubun ya çocukları örgüt üyesidir ya da ana babaları onlara yardım ve yataklık suçu işlemiştir. Aman hocam, bu bir hamak rüyası mı yoksa, doğruyu söyleyin, gözünüzü seveyim.

Belgin Kaktüs - 8 Haziran 2011 (11:58)

Muhterem Belgin Kaktüs hanımefendi, dilimin altındaki baklayı sezdiğiniz belli oluyor. Sizi gidi, rio bravo sizi.

Kürtlere karşı empati gösteriyor gibi yapışım tamamen taktiksel, kuramsal, kılgısal. Esas amacım, halkçı ayaklarına yatıp aralarına sızmak ve onlara mangalda -köfte ya da tavuk kanadı değil de- balık ızgara yapmayı ve yüzlerine botoks, sırtlarına ağda yaptırtmayı, moderen parizyen olmayı öğretmek. Kendime böyle asil bir vazife biçtim.

İşsizlikten bahsetmeyişimin sebebi ise, hayatının son 15 senesini zaten işsiz dolanarak geçiren biri olarak, bu hali bir yaşam tarzı olarak içselleştirmiş bulunmamdır. Necip basınımız tarafından ıskartaya çıkarılmış olmanın iç dünyamda yarattığı depremleri, kasırgaları, derin kompleksleri "hah haaa, aslında ben dizimin üstünde ceviz kırıyorum" falan diyerek kamufle etmeye çalışıyorum.

Yoksa istemez miyim ben de seçimi kazanacak olan partiye yamanıp sahildeki döner büfelerinden birinin işletme hakkını kapmayı?

Düzen bozulmuşsa ben mi yarattım?

Necdettin Efendi - 8 Haziran 2011 (12:16)

Yazılanları şaşırarak okuduğumu belirtmeliyim. Egoya gelince bu kadar çok başarıyı yakalayan bir parti bırakın da egosu şişsin. Siz o mevkide olsaydınız sizin de egonuz tavan yapardı unutmayın.

İdealist - 8 Haziran 2011 (14:15)

Hocam mangala hiç gerek yok. İşte tütsülenmiş somon füme ne güne duruyor? Bordeaux bölgesinin Sémillon şarabıyla harika gider. Keza, okyanus mahsullerinin hepsi çok güzel. Geçenlerde Maldivler'de yediğim papaya yağıyla derdest edilmiş ahtapot bacağını özellikle tavsiye ederim.

Ah hocam parizyen de, canımı ye. Paris'te geçirdiğim mutlu günlerin anılarına gark ettiniz beni. Neden bizde de öyle bir Ville Lumière (ışıklı şehir) yok? Işıktan kastimin sokak aydınlatması olmadığı anlaşılıyor değil mi?

Oh mon dieu! Işık derken büsbütün karanlıkta kalmayalım? Neden bu Kürtler eskisi gibi kart kurt diyerek dağlarda dolaşmıyorlar? Ya o takunyalı gericilerle, türbanlı zevcelerine ne demeli? Nereye gidiyoruz biz böyle, sakın cevap vermeyin hocam. Siz susun, gözleriniz konuşsun.

Ayrıca sizin gibi biri neden işşizlikten bahsetsin, artık bizler de işçi gibi çalışacaksak, toplumun geri kalanı ne yapacak? Tabii ki diz üstünde ceviz kıracaksınız (pardon hocam, bu tabiri pek anlayamadım ama siz söyledinizse TDK'ya gerek yok). Bakınız ben meselâ, Galatasaray Lisesinden baccalauréat (nasıl diyorsunuz siz, bakalorya mı?) alır almaz, Sorbonne'da mühendislik okumaya gittim. Üstüne 7 düvelin 7 ilmini tahsil ettim. Döndüm geldim buraya. Gelmez olaydım. Çok kültürlüyüm, çok başarılıyım, çok hırslıyım, benim oyumla kürdün oyu bir mi?

Hocam sizi son günlerde sıkkın görüyorum, bizim lisenin bu aralar pilav günü var, ne dersiniz, birlikte gidelim mi?

Belgin Kaktüs - 8 Haziran 2011 (16:26)

Ben de olsam muhtemelen sizin gibi düşünürdüm. Bu ülke daha ne kadar bu abdurrahman çelebiler tarafından yönetilecek bilmiyorum. Gerçi onları bulamadığımız zamanlar da oldu ama Allah o günleri geri getirmesin. Keşke herkes Kürtlere karşı sizin gibi empati yapabilse. Partilerine ve siyasetçilerine bizzat devletin en yüksek hukuk kurumları tarafından yıllardır gözümüzün önünde yapılanlara bakınca, doğunun hukukun adının bile ulaşmadığı köylerinde, kasabalarında yapılanları hayal bile edemiyorum.

Bu arada merak ediyorum, Tayyip Erdoğan'ın egosunun bu kadar tavan yapmasında hürriyet tayfasının bitmek bilmeyen yaygaralarının bir etkisi olmuş mudur? "Senden korkuyoruz" diye diye adamı ne oldum delisi yaptılar gibime geliyor.

Yalçın Şahin - 8 Haziran 2011 (23:34)

Amaç insanların mutluluğu ise bilinmelidir ki; demokrasi kişiyi mutlu etme adına idare sistemleri arasında birinciye değil üçüncüye gelmekte imiş. Birincisi 'bilge bir kralın yönettiği' monarşi imiş. İkincisi 'adil bir kralın bilge bir meclis ile yönettiği' meşruti monarşi imiş. Sonrasında da demokrasi gelir imiş ki yalancı dünyada rast gelindiği yer çok azmış.

İki lâf da yaklaşan seçimler için edeyim. Kimse kendini zorlamasın bu seçimler bizim değil dışımızdaki alemin seçimi. Yeni bir düzen, farklı idare sistemine (federasyon) evrilip etrafındaki küçük ülkeleri gölgesi altına almış bir ülke ve değişen Ortadoğu sınırları hiç uzak değil. Bunlar gerçekleştiğinde (pardon, bu kadar özgüven fazla, gerçekleşirse) dostlar beni hatırlasın.

Ahmet Faruk Yağcı - 11 Haziran 2011 (17:50)

Bugüne kadar Türkiye'de milletvekili denince, makam odasında masanın gerisine kurulmuş, bir eliyle tespih çekerken öbür eliyle tuttuğu telefonun gerisindeki her kimse ona, kendi ya da yakınlarının özel işlerine dair bir takım direktiflar yağdıran kalın enseli koca göbekli adamlar hayal ederdim.

Bunun acımasız bir önyargı olduğunu biliyorum ama bu önyargının oluşmasında ve derinlere kazılmasında haklı nedenler olduğunu da gözardı etmemek gerek.

Bu seçimlerden sonra, nedense ilk defa bunun geçerli bir genelleme olmayabileceğini hissettim. Genelde yukarıdaki profili yaratan cebi para görmüş, iş bağlayıcı, tüccar esnafına mensup biri olmaktan ziyade, belli bir eğitim çemberinden geçmiş olmak, çoğu parti için, aday seçerken uygulanmış bir kriter gibi duruyor. Bilmiyorum bu belki hep böyleydi de ben farkında değildim. Seçilenlerin okumuş olmaları değil tabii ki mesele. Artık meclisin sırf milletvekilliğini güç ve nüfuzunu artırmak için fırsat olarak gören ve hayatında bir işi severek ve seçerek yapmamış adamların konak yeri olmadığına dair bir işaret var gibime geliyor. Umarım ülke için önemli işlerin yapılacağı bir dönemde hayırlı olur.

Bu seçimde beni en mutlu eden şeyse Leyla Zana'nın, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder ve Sebahat Akkiraz'ın seçilmesi oldu. Hiç değilse halden anlayan birileri de o koltuklarda oturuyor olacak.

CHP için de naçizane bir yorum: Bir zamanlar cümle alemin kendilerinden sorulduğu, şimdi ise elinde avucunda bir şey kalmamış ailenin, büyüyünce bir baltaya sap olamamış şımarık çocuğu gibi. Baba elden ayaktan düşünce iyice naçar kaldı. Babanın terki diyar edişi belki bir umut olacak kaderini eline almak için. Ben yine de Sinan Aygünüyle, Oktay Ekşisiyle, Haberaliyla gani başarılar dilerim.

Yalçın Şahin - 13 Haziran 2011 (23:42)

Yaklaşık 20 yıldır yakın çevremde seslendirdiğim bir şaka (aslında bir tür zihin jimnastiği) var.

Bir gün meclis TV'de şöyle bir anons işitebileceğimize dair bir öngörü bu:

- "Sayın Öcalan, lütfen oturduğunuz yerden konuşmayın. Ne söyleyecekseniz buyurun meclis kürsüsünden söyleyin."

Böyle bir tablo, kendisini milliyetçilik-otoriterlik hastalığına kaptırmış insanlar için halen irkiltici olabilir. Bence suların durulmaya başladığının, annelerin acılarının son bulduğunun, yaraların sarılmakta olduğunun göstergesidir mecliste yapılabilecek böyle bir anons.

Benim kuşağım (50'li ve 60'lı yıllarda doğanlar) Ertuğrul Kürkçü'nün adını sempatiyle zikretmenin bile tutuklanma, işkence görme, itilip kakılma sebebi olabildiği bir Türkiye'de yaşadılar. Devletin sürek avlarında onar-onbeşer katledildi o dönemin sosyalistleri.

Ertuğrul Kürkçü, 1972'deki Kızıldere katliamının hayatta kalabilen tek kişisiydi. 15 yılını hapiste geçirdi, gençliği iftiralar, aşağılanma ve zulüm altında geçti gitti. Şimdi milletvekili olarak meclise giriyor. Dünya yıkılmadı. Memleket de elden gitmiş değil.

Bir gün -farzımuhal- Öcalan'ı da o mecliste milletvekili olarak görürsek, ne dünya yıkılır, ne de memleket elden gider. Sadece biraz daha demokratikleşmiş oluruz.

Necdettin Efendi - 14 Haziran 2011 (00:31)

Cık cık cık. Benim için de sallanın şu hamakta malûm seçim bitti.

Çınaraltı Söğütüstü - 16 Haziran 2011 (15:12)

Yıldırım Türker her zamanki pervasız diliyle nefis bir Recep Tayyip Erdoğan portresi çizmiş. AKP'ye neden oy vermediğimi benden çok daha iyi ve kendisine yakışır bir akıcılıkla özetlemiş bir anlamda. Her kelimesinin altına ayrı ayrı imzamı atıyor, tebrik ediyorum:

Güçlü olanın barış elini uzatması liderliğin şanındandır elbette.

Güçlü olanın ilk özürü dilemesi.

Biz de hakkımızı helâl ediyoruz hep birlikte.

Bunca uzun iktidarın süresince halkı boşa sevindirdiğin ve Kürt sorununu barışa bağlamak konusunda hiç bir başarı elde etmediğin halde toplumun yarısının oyunu aldığın için sana helâl olsun.

Özgürlük vaatlerinden çoktan caydığın ve özgürlük taleplerinin hepsini büyük bir saygısızlıkla yok saydığın halde yine oyunu çoğaltabildiğin için sana helâl olsun.

Rakiplerinin zaniliğini, Alevîliğini öne çıkararak oy istediğin ve kazanabildiğin için sana helâl olsun.

Ucube deyip 'Allahuekber'lerle heykel yıktırdığın, sonra Azerbaycan'a selâm yolladığın ve bunlara rağmen samimiyetinle sivrilebilmeyi başardığın için sana helâl olsun.

Basın özgürlüğüne hiç yüz vermediğin, gazetecileri ve gazeteleri sonunda toptan hizaya getirebildiğin için sana helâl olsun.

Sana muhalif bir göstericinden "Kadın mı kız mı bilmiyorum" diye söz edebilip bunu bir de bir güzel açıklayıp milyonlarca kadın seçmenden oy alabildiğin için sana helâl olsun.

Vahşi polisinle gurur duyduğun, onun öldürdüğü muhalifini ardından öfkeyle anıp da inançlı seçmenden bunca oy alabildiğin için sana helâl olsun.

Bunca şefkatsiz, bunca nobran, bunca nadan bir lider olarak baş tacı edildiğin için sana helâl olsun.

Helal olsun! (Yıldırım Türker - Radikal)

Necdettin Efendi - 19 Haziran 2011 (12:22)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

500
Derkenar'da     Google'da   ARA