Patronsuz Medya

Süpermarket Edebiyatı

Necdet Şen - 4 Şubat 2002  


Kültürel tehcir

Belki bilmeyen bir iki kişi çıkabilir diye söylüyorum, Tehcir, "göçe zorlanmak" demek.

Bir halkın doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı ve orada ölmeyi arzuladığı geleneksel yaşam alanından koparılıp topluca sürgün edilmesi yani.

Bugünün Türkiye'sinde fikir ve sanat insanlarının maruz bırakıldığı davranışın aslı budur.

Aydınlar, yazarlar, çizerler, gazeteciler, kültür ve moral üreticileri topraklarından koparılıp kıraç alanlara sürülüyor. Ve onlardan arındırılan yerler metreslerle, ahbaplarla, dindaşlarla, yoldaşlarla, suç ortaklarıyla dolduruluyor.

Kar ve kâr

Yeni çıkan romanı Kar nedeniyle bir kez daha medya starlığı vazifesini ifa eden Orhan Pamuk üstadımızın "sanatsal" duruşu söyletti bana bunları.

Edebiyat tarihinde bir yeri olacak mı bilmiyorum ama herhangi bir üniversitedeki "pazarlama stratejileri" derslerinde bir kürsü sahibi olmayı hak etti bu çalışkan süperstarımız.

Belki Orhan Pamuk çok iyi bir yazardır, belki balondur. Ama hangi şık gerçek olursa olsun, şu anda bir yazar ve onun kitaplarının üzerinden izlenen satış stratejilerinin kültürel değil, ticarî, hatta ticarî bile değil, (borsa/arsa spekülasyonu gibi, insider trading gibi) gayrı-edebî ve gayrı-dürüst olduğu kanısındayım.

Bütün bunlar söz konusu yazarın rızası dışında yapılmadığı, hatta bizzat yazarın bu satış politikasının en hevesli uygulayıcısı olduğu gözleminden yola çıkarak, onun kendisine yönelik eleştirileri bal gibi hak ettiğini düşünüyorum.

Bu pazarlama ahlâkını eleştirenlerin karşısına da "ama Orhan Pamuk iyi bir yazar" diye dikilmek, etik tartışmasını bulandırmaktır.

Bir hayatı damıtma yolu olan Edebiyat'ı, reklam stratejileri izleyerek, aslında talep etmediğimiz, ilk tercihimiz olmayan bir şeyi, telkin, kandırmaca ve göz boyama yoluyla satmak, reklamcının, hatta iş adamının mantığına ve hayat anlayışına aykırı düşmeyebilir, ama "kendimizle" ilgili hakikati araştırırken, ayak izlerine basa basa yürüdüğümüz rehberler olan kitapların sinsi, kurnaz yöntemlerle sokuşturulması ve kâr denen şeytanî kavramın kültürümüzü, insanî değerlerimizi silindir gibi ezmesi karşısında ayranım kabarıyor.

Çevremde bazı insanlar tanıyorum. Hiç kitap okumuyorlar; ama yine de bu tarz süpermarket yazarlarının her yeni çıkan kitabını satın alıyor, raflara yerleştiriyor ve onu da okumuyorlar.

Kültür, hem safdışı bırakılıyor, hem de yerine ehlileştirilmiş örnekler ikame edilerek, işsiz kalan ve bırakın okunmayı, kitabını yayınlatmayı bile başaramayan sahici yazarlardan arta kalan boşluk, sinsice bir yöntem izlenerek artistlerle şarkıcılarla dolduruluyor.

Bir nevî kültürel tehcir ile karşı karşıya fikir ve sanat insanları; doğal ortamlarından sürgün ediliyorlar. Yerleri "atanmış" yazarlarla dolduruluyor.

Kitaplarının nasıl da çok sattığını, diğer yazarlara bacak arasından gol atmış gibi, sırıtkan bir suratla anlatan ve bundan haz duyduğu her halinden belli olan adama ne saygı, ne de sempati besleyemiyorum.

Bu beyfendi ola ki iyi yazarsa bile, "iyi" yazarlar arasındaki tercihimi birileri kolumu bükmeden ve o taraftaki rafa doğru itelenmeden özgürce yapmak isterim.

Anthony Burgess'in Otomatik Portakal (A Clockwork Orange) romanındaki kahramanın finalde dile getirdiği umutsuz isyanı taşıyorum:

"Bana dayattığınız şey iyilik bile olsa, buna itirazım var; çünkü ancak zorla değil, kendi rızamla seçtiğim iyiliğe iyilik denebilir."

Kimse kızmasın ama, karınca kararınca yazıp çizen ve bir vakitler pazar yerini kendi isteğiyle terk etmiş, dahası, geri dönmeyi reddetmiş biri olarak, kendi hesabıma bu talan imparatorluğuna biat etmektense marjinal kalmayı yeğlediğimi bir kez daha ilân etmek zorundayım.

Bu meydan okuyuşu asla yapamayacağını bildiğim için de Orhan Pamuk benim gözümde herhangi bir süpermarket mamulünden, tıraş bıçağından, gofretten daha değerli değil.

Ruhunu "ödül" ile takas eden kişilere dair hikâyelerin ne ilki ne de sonuncusudur şu sıralarda olan biten. Goethe'nin Faust'unu okumadınızsa şimdi okuyun, orada Orhan Pamuk'a ve türdeşlerine benzeyen bir kahraman bulacaksınız.

'Mamul 'yıldızlar galerisi

Üstelik bir tek o değil bu süpermarketin bol reklamlı spot ürünleri.

Metin Erksan'ın neden 30 yıldır film çekmediğini soran yok; ama gazeteler Mustafa Altıoklar'ın, Sinan Çetin'in boy boy fotograflarından geçilmiyor.

Televizyon sunucuları "bu film Amerika'da şu kadar gişe hasılatı topladı" deyince, koşa koşa gidip kuyruğa giriyoruz sinema kapılarında. Sonra da "Türk sineması neden atılım yapamıyor?" diye soruyoruz.

Yıllar önce, duayen gazeteci Mete Akyol, işten kovulduğunu, kimlik kartı plazanın turnikelerine takıldığında kapıdaki güvenlik görevlisinden öğrenince tepki göstermeyen plaza ahalisi olarak bizler, şimdi kendimiz öbek öbek kapının önüne konurken, sesimizi yükseltebileceğimiz bir ahlâkî dayanaktan ve toplum desteğinden nasıl yoksun kaldığımızı görüyoruz.

Bu ülkenin en değerli filozoflarından Nermi Uygur, üniversitede okuttuğu ders başına (geçen yıl itibariyle) sadece 4 milyon lira alırken ve özel üniversitelerin tekliflerini, "bu ülke beni Avrupa'da okuttu, topluma borcumu böyle ödüyorum" diyebilirken, trilyonluk transfer ücretleriyle kanal kanal dolanan Ali Kırca, işsiz kalır kalmaz üniversitelerimiz tarafından kapışılıyor.

Naapsın, evini geçindirecek.

Eh artık, şimdi de sıra Reha Muhtar'da. Üniversitelere duyurulur.

Allahın ses ve kulak konusunda alabildiğine cimri davrandığı, ama Kemal Sadık Göğceli'nin "yürü yâ kulum" dediği Zülfü Livaneli'nin konserleri her seferinde tepeleme dolarken, Erkan Oğur, Cem Karaca, Bülent Ortaçgil aç mıdır tok mudur diye sormuyoruz.

Barış Manço'nun ölümünü ulusal yasa dönüştüren medya, Fikret Kızılok öldüğünde bunun farkında değilmiş gibi davranıyor, bu cinayeti protesto etmiyoruz.

Bağrımıza bastığımız Şener Şen'lerin, Teoman'ların, Mazhar Alanson'ların reklamlarda konu mankenliği yapmasını bu kadar olağan karşılarken, ne gibi bir aşınmaya maruz kaldığımızı da sorgulamıyoruz.

Ödün vermeden dimdik durmaya çabalayanlara dayanak olmamız gerekirken, sapla samanı birbirine karıştırıyorsak, elimizde televizyon kumandası, ekran karşısında pinekleyip duruyorsak, bir başkasını "ruhsuzlukla" suçlama hakkına sahip miyiz acaba?

Sokaktaki insanı boşver, mürekkep yalamışlara bile "bir yazar adı söyle" desen Orhan Pamuk, "bir ressam adı söyle" desen Bedri Baykam, "bir şarkıcı adı söyle" desen Tarkan, bir yemek adı söyle" desen Big Mac der. Bunda bir tuhaflık yok mu? Robotlaştırılmaya neden direnmiyoruz?

Acaba bize sıradanlığımızı unutturacak medyatik ikonlar mı lâzım?

Çapımız mı bu kadar yoksa?

Kapat şu televizyonu!

Örnekler saymakla bitmez. Ama hepsinin tespih taneleri gibi dizileceği eksen aynıdır:

Biz hakikati aramıyoruz; mış gibi yapıyoruz. Orhan Pamuk ve diğerleri bu mış gibi sergisinden nadide parçalar.

Hakikat televizyon ekranlarında, her biri birer kliğe kapılanmış köşe yazarlarının maksatlı yazılarında bulunamaz. Ruhumuzu gürültüden ve şaşaadan uzak yerlerde aramalıyız.

Edebiyatı bulmak için duvar ilânlarının yapıştırılmadığı sapa sokaklarda keşif gezintilerine çıkmamız, sadece gözümüze sokulanları değil, gözümüzden saklananları, canlı canlı gömülenleri, umursamazlığın kara deliğinde yok edilenleri de bulmamız gerekiyor.

Toplumun tek tipleştirilmesine olanca gücümüzle direnmezsek, yakın bir gelecekte iki buçuk parti, iki buçuk gazete, iki buçuk fikir, iki buçuk sanatçıya fit olmak zorunda kalacağız.

İşte asıl o zaman gör yoksulluğu.

* * *

Orhan Pamuk'la ilgili bir yazı daha: Ofis basması yıllarının fikir hayatı - Necdet Şen →

Yorumlar

Necdet Şen, kışkırtmak gibi olmasın ama, geçen cumartesi günü Taksim'de bir kitapçıda kulağıma şöyle bir diyalog çalındı:

Müşteri kadın -- Çok da pahalıymış ama…
Kitapçı adam -- Doğru ama yeni çıktı biliyorsunuz…
Müşteri kadın -- N'apalım, mecbur, alacağız…

Bir dakika sonra kadın elinde Orhan Pamuk'un son kitabı Kar ile birlikte kasaya doğru seğirtti… Kitabı alıp huşû içinde çıktı…

Valla ben bilmem gerisi size kalmış yani…

Fergün Atalay - 27 Ocak 2002

Kestaneyi başkaları ateşten alıyor, bunlar pencerenin bu tarafından gördükleri karın serinliğini anlatıyorlar. Türkiye'nin sosyo kültürel, sosyo ekonomik, sosyo cart curt tahlili oluyor.

Okumadım, okumam da.: -) O parayla otuz kere tatlı yaparım çocuklarıma. Zamanında Harrold Robbins'lere, Konsalik'lere, Leon Uris'lere çok para verdim, aynı tuzağa düşmem. Hepsinin kafa aynı basıyor zaten.

Ali Türkan - 28 Ocak 2002

Orhan Pamuk'un "Kar" ı hakkında medyadaki bu gürültünün sebepleri ve konu hakkında sizin ne düşündüğünüzü de çok merak ettim doğrusu.

Bence durum rezalet, çünkü insanlar adeta beyinsiz yerine konularak, seçme hakkı bile tanınmadan zoraki bir kitabı okumaya yönlendiriliyor. Ayrıca, bu kampanyayı hangi parasal güç düzenliyor? Ne tür beklentileri var ki? Şehrin içinde kocaman afişler, tüm kitapçı vitrinleri silme KAR dolu, tüm TV kanalarında Orhan Pamuk'tan geçilmiyor? Neden?

Doğrusu ben anlayamadım ve çoğunluğun okuduğu kitapları okumamak gibi bir alışkanlığım nedeniyle de okumayı düşünmüyorum. Bazen bir bakıyorsunuz tüm insanlar aynı kitabı okuyor. Bu durum da, kitap güzelse bile okunmaması demek bence.

Kitabın bu biçimde pazarlanma yöntemi de yavan ve tatsız geliyor. Bir sürü değerli edebiyatçının, sanatçının eserleri dururken bir adama ve bir kitaba verilen bu olağanüstü değer neden? Konu vıcık vıcık ortalıkta, okumadan biliyorsunuz kitapta olanları. Oysa ben kendim okuyup, kendi sonucumu kendim çıkarmak istiyorum. Yoksa bu pazarlama yöntemleri de insanları tek tipleştirme, seçme olanağı bırakmama çabalarının bir parçası mı? Edebiyat bile bu oyunlara alet mi ediliyor?

Sizin kaleminizden, sizin yorumunuzu okumak için sabırsızlanıyorum.

İnci Başpınar - 28 Ocak 2002

"Türkiye'de kitap baskısının orta sayısı iki binle üç bin arasındadır. Bu sayı ülkedeki okur yazarlara göre, azın azıdır gibi geliyor bana.

İki de bir ortaya kitap satışının bu azlığı sürülür. Yazılar yazılır, düşünceler ortaya atılır. Sebepler araştırılır. Bana kalırsa, yılların eliyle ortadan kalkacak olan derin ve büyük sosyal sebepleri bir yana bırakırsak, kitap okunmasını çoğaltmak için vakit geçirmeksizin başvurulacak yollar da yok değildir.

İlkönce, kitapçı anlamalıdır ki, bugünkü alışveriş sistemi içinde, kitap da tıpkı kundura, kumaş, diş macunu gibi bir maldır. Kunduracı, kumaşçı ve diş macuncusu nasıl malının sürümü için reklam yapıyorsa kitapçı da her çıkardığı kitap için, en aşağı, bir tıraş bıçağı satışında yapılan kadar reklam yapacaktır. Oysa ki, kitap reklamı, o kitap için bir iki gazetede yazılan sudan kritiklerle çerçevesini çizmiş oluyor.

Sonra mal satışı her şeyden önce bir organizasyon, bir alıcı ve pazar yerleri bulma işidir. Mal alıcının ayağına götürülür, alıcı malın ayağına gelmez. Oysa ki, bizde bir kitap almak için Ankara Caddesi'ndeki kitapçıların ayağına kadar gelmekten başka yol yoktur. Bunun önüne geçilmeli. Kitabı gazete gibi her yerde sattırmalı. Bu yazımı okuyanlar arasında, bugün kitabı diş macunu, kundura çeşidinden bir mal gördüğüm için belki kızanlar olacaktır.

Ne yapalım, olanı olduğu gibi görmek gerektir."

Orhan Selim (Nazım Hikmet) - 6 Ağustos 1935

Merhaba Necdet Şen, Orhan Pamuk'u henüz daha ünlü olmamışken okumaya başlamıştım. Önce ilk kitabını sonra sırasıyla tüm kitaplarını okudum. (Kar'ı henüz okumadım. Okumaya da karar vermedim daha. Ama sanırım okurum.)

Kara Kitap'la birlikte şöhret ve onu takip eden kitaplarıyla artık bi star Orhan Pamuk. Bundan hoşnut.

Onu biraz tuhaf buluyorum aslında. Zeki. Ürkek. Hayatın ve olan bitenin farkında ama bunu az umursuyo. Önceliği romanları. Hayatını roman yazmaya adamış, romancı olarak "kariyer" yapmayı çok önceden kafasına koymuş ve yola koyulmuş. Edebi kaygıları var. Ama formulün terkibi bunu gerektiriyo da ondan gibi. Çok çalışkan. Kendisini böylesine motive edebiliyo olması şaşırtıcı.

Eleştirdim gibi oldu ama yalnızca izlenimlerimi söylüyorum. Aslında sözlerim Orhan Pamuk'u (naçizane) takdir ettiğim anlamında da okunabilir. Kitaplarını (Yeni Hayat hariç) seviyorum.

Seni Orhan Pamuk hakkında bişiler yazasın diye kışkırtmak istemiştim. Pek olmadı galiba…

Nihat C - 1 Şubat 2002

Çok da iyi yaptın. Sanırım bu konuda azıcık yumuşamaya ihtiyacım var. Çünkü tüm yeteneğine karşın, o adamda beni iten bir şeyler var.

Birincisi, hırs.

Bu duygu, sanırım hepimizde olan, o nedenle de (eğer adam olmak istiyorsak) dizginlememiz gereken bir duygu.

Yarışmak ayıp benim felsefeme göre, çünkü özünde düşmanlık içeriyor.

O nedenle bazı kişilere ve Orhan Pamuk'a kıl oluyorum.

Diğer yazarları dirseklediği için.

Necdet Şen - 1 Şubat 2002

Merhaba Necdet Şen,

Orhan Pamuk yirmili yaşlarının başında romancı olmaya karar vermiş ve bu kararını uygulamış. İlk romanı yirmili yaşlarının sonuna doğru yayınlanmış. Daha sonra bunu ikinci ve üçüncü romanı takip eder ve yola koyuluşundan onbeş yıl sonra yayınlanan dördüncü romanı Kara Kitap ile şöhrete, takibeden romanları ile de starlığa ulaşır.

Evet, bi edebiyat starı olmaktan hoşnut. Evet, bu "hırslı çocuk" hırsını romancı olarak "kariyer" yapmaya yönlendirmiş. Hırsını öyle yönlendirmesi, yapayalnız yola koyuluşu, tercih ettiği yolun kolaycılıktan uzak oluşu evlâ diil mi?

Sana henüz okumadığımı söyledikten sonra bi armağan olarak geldi Kar bana. Okumaya başladım yani.

Orhan Pamuk'un romanlarını okumuş olmanı isterdim. Titizlikle, göz nuruyla, çalışkanlıkla, kafa patlatarak, akıllıca, özene bezene yazıldıklarını düşüneceğini ve onları (Yeni Hayat hariç) beğeneceğini sanıyorum. Galiba biraz da Orhan Pamuk'la senin aranda benzerlikler olduğunu düşünüyorum.

Sanırım hakkında yazmadan önce seni Orhan Pamuk'a karşı biraz yumuşatmak istedim: -)

Nihat C - 2 Şubat 2002

Sanatçı olsun olmasın, bir işe emek veren herkesin en azından emeğine saygı duymaktan yanayım. Ama kültür ve sanatı bir süpermarket nesnesine dönüştüren anlayışa bu denli biat eden hırslı çocuk için de birkaç acı sözüm olacak.

Necdet Şen - 1 Şubat 2002

Selâmlar…

Bugün (3 Şubat 2002) Hürriyet gazetesi ekonomi sayfasında "Ali Atıf Bir" imzalı şöyle bir haber çıktı aynen yazıyorum:

Orhan Pamuk' u kutlarım

Orhan Pamuk'un son üç haftada gitmediği gazete, çıkmadığı televizyon kanalı kalmadı. Gittiği her yerde de aynı şeyi tartışmaya açıyor. "Kitabın pazarlaması, reklamı olur mu?" Belli ki Pamuk'un iletişim danışmanları "Kar" isimli yeni kitabın mesaj stratejisini "Kitabın pazarlaması, reklamı olur mu?" kavrami üzerine kurmuşlar. Bence çok zekice, Pamuk' u ve yol arkadaşlarını kutlarım.

Bu yazılanlar gerçek olamaz, kantarın topuzu bu kadar kaçmamıştır, bunlar haberi yazanın kuruntularıdır değil mi?

Seyit Balkuv - 2 Şubat 2002

Hızlı Gazeteci hangi kitapçılarda? Hepsinde olması gerekir öyle değil mi? Ankara ile İstanbul'da aynı anda sunulmuyor mu satışa? Remzi, Dost, İmge ve Turhan'a baktım. Hepsi "Nereye" yi çıkarıp gösterdiler.

"Oooo bu eski kitabı, ben en son çıkanı istiyorum" diyerek ayıplayıcı nazarlarla baktım yüzlerine. Burası Ankara be. Balığın bile en tazesi burda bulunuyor da nasıl olur da kitabınki olmaz?

Bu arada İmge'de Nereye'nin baskısı tükenmiş. En çok satanlar standında Yılmaz Erdoğan'ın biyografisi, Gülay bilmemkim adlı bir şarkıcının Hayat Güzeldir adlı kitabı, % 100 düşünce gücü ve daha bir sürü töbe el atılmayacak kitap vardı.

Ha, Can Dündar'ın da bir "Nereye" si olduğunu biliyor muydunuz? 3 baskı yapmış! O da çok satanlar arasında.

Ben inanmıyorum bu çok satma numarasına. Benim kadar kitap alan yoktur. İlk kez görüyorum bu kitabı. Güya ilk baskıyı Ekim 2001'de yapmış. Bence satmayan ama popülaritesi olan yazarları bir kez de böyle pazarlıyorlar.

Dost'taki görevliye, kusura bakmayın ama ne kadar dandik kitap varsa, çok satıyor standına koymuşsunuz, bizi mi düdüklüyorsunuz dedim. Annem bir hışımla çekti kolumdan.

Orhan Pamuk'un Kar'ı, Migros'da, Toys & Rus denen oyuncak mağazasında kasaların yanında satıyor. Bütün kitapçılarda aynı şekilde kapı girişlerine ve kasa yanlarına konmuş. Tam amerikan usulû. Yakında bizim markette de görürsem şaşırmayacağım.

Amerika'da kitabın bulunduğu raf bile önemlidir. Kitapçının ilk giriş katında orta yere bir masa konulur. İskambil evler gibi kitap yerleştirilir o masanın üstüne. Sonra Kitap ne üstteki ne alttaki, tam göz hizanıza denk gelen raflara dizilir. Ayrıca kasaların arkası, önü, yanı bu kitapla doludur. Kitap bir üst kata çıktığında artık onunla işleri bitmiş demektir.

Bu nasıl beceriyorlar? Yayıncı para mı veriyor, kitabı her yere koysunlar diye? USA'da öyle yapıldığını biliyorum. Reklamsız, çığırtkansız raflara dizilmiş kendilerine uzanacak eli bekleyen kitapların yanında, Kar, kasabanın genelevine yeni gelen taze gibi pencere-kapı önüne çıkartılmış, milletin iştahını kamçılamaya çalışıyor. Ama millet yutkunmaktan öteye geçemiyor. Taze'nin fiyatı 11. 5 milyon TL.

Remzi'den çıkan diğer kitaplarınız da tükenmiş. Yeni baskısı olmayacak mı onların? Bu yeni kitabın diğer bölümleri de çıkacak mı Parantez'den peki? CNN'deki programı izlemiştim yoksa NTV miydi. 5N 1K idi yanılmıyorsam. Orada çekmiş olduğunuz görüntüleri vermişlerdi. Belgesel için de var mı kesinleşmiş bir program yoksa?

Çamay Özalp - 3 Şubat 2002

Ne çok soru sormuşsun. Hepsini tek tek yanıtlayayım.

Can Dündar'ın bu isimdeki kitabını bana hem yayınevim hem de bir okur haber verdi. Benim aklıma Can Dündar dendiğinde güzel yazılar yazan, kendime yakın hissettiğim bir insan gelir.

3. Baskı doğrudur. 1000'er adetten 2 bin küsur tane satmış (daha doğrusu, kitapçılara dağıtılmış) demek. O bir medya starı, normaldir.

Benim kitabım Parantez'den çıktı. Yayınevinin "patronu" işe belediye otobüsüyle gidip geliyor. Allah bilir cep telefonu da yoktur. Fakir yayınevinden çıkan kitap zor satar, standlarda fazla durmaz. Kitapçı dükkânı fakir yayınevini pek kaale almaz. Raflardaki kitap bitse yenisini istemez. Her ne kadar Nazım üstadımız kitabın tıraş bıçağı gibi pazarlanmasını savunuyorsa da, bence bu yozlaşmayı da beraberinde getirir, ki şu an olan da bu.

Mamafih, eskiden de Mecburiyet yazarları kiminle samimiyse onların kitapları satar, diğerleri hava alırdı. Bu işin mafyası var ve benim gibi adamların tek şansı, 40 yıl sonra bir sahafta anlayan biri tarafından keşfedilmek.

Orhan Pamuk ve benzerlerinden hazzetmeyişimin temel nedeni de bu; sözüm ona edebiyat denen bir havuza su taşıyoruz, ama şanslarımız eşit değil; o aileden zengin, para sıkıntısı nedir hiç tanımamış, üstelik hakkında Selânik dönmesi olduğu ve bu yüzden uluslararası Yahudi lobisi tarafından kayırıldığı iddiası var (bkz. Yalçın Küçük - Tekelistan). Onun kitabı çıkınca bütün İstanbul (belki diğer kentler de) dev duvar ilânlarıyla donatılıyor ve "mal" abartılı reklam kampanyalarıyla göze sokuluyor. İçi boş bile olsa benim necip milletim koşar alır, sonra okumaz, rafa kaldırır.

Orhan efendi de hırstan çenesi titreye titreye "başarılarını" sayıp döker ekranlarda. Yani "marketing" başarılarını.

Bana gelince, ağzımla kuş tutsam söz konusu mafiozi entellektüel camia görmezlikten gelir. Sadece sevenlerimin eşe dosta yaptığı tavsiyelerle de, değil bilmem kaçıncı, ikinci baskı yapmam bile zor.

Bırak reklam kampanyasını, şu andaki kültürel mafyaya yönelik eleştirilerimi bile söylemeyip yutsam, bu günkünden biraz daha şanslı olurdu kitaplarım.

Ne dersin? Yutmalı mıyım sence?

Ne yazık ki kitapların çok ya da az satması, yazarının medyatik davranma ve eserini PAZARLAMA konusundaki ilkeli ya da ilkesiz oluşuyla çok ilintili. Bütün bu ve benzeri durumlar, insanı yazmaktan çizmekten soğutan durumlar.

Her neyse, ben yine de yazdım, çizdim, saldım uzay boşluğuna, onu bulmak ya da bulmamak herkesin kendi kişisel adam olma/olamama serüveninin bir parçasıdır.

Necdet Şen - 4 Şubat 2002

Orhan Pamuk her halde Türk Edebiyatında en fazla tartışılan romancı. Solcular onu popülist, suya sabuna dokunmayan, kalemini toplum için kullanmayan vb Şeyler ile eleştiriyorlar, sağcılar ise doğuda yaşanan olaylar karşısındaki tavırlarından, Türkiye yi Avrupa ya şikâyet etmesinden vb Den dolayı sevmezler.

Ama adam her yazdığı kitapla öyle ya da böyle adından söz ettirir. Bence de iyi bir romancıdır, zaten adam da "ben buyum" diyor.

Ama bu sitede konu Orhan Pamuk un kitabı, pazarlama tekniği, medyanın yaklaşımı olmaktan çıkıp, "Necdet Abi şu adamı yazılarınla bi dövsene" ye gelmiş. Sizi de kışkırttılar, kalemizi bilediniz, HÜCUUUUM. Nasıl olsa size "sizin kaleminizden sizin yorumunuzu okumak için sabırsızlanıyorum "diyen hanımefendi de biliyor ki Necdet Şen saldırırsa acımasızca saldırır.

İnsanların sizden bu beklentisinde bir tuhaflık yok mu?

İnsanların "bir şey" ile ilgili kendi yorumlarına güvendikleri, başkalarının silâhlarının ardına sığınmadıkları günleri görmek dileğiyle…

Selim Meral - 5 Şubat 2002

Uyarıcı bir mektup oldu, sağol. İznini almadan yayına koyarsam bana kızmazsın umarım.

Yalnızca şunu söylemek isterim, bu yazı uzun zamandır kafamın içindeydi, erteleyip duruyordum. Biliyorsundur sanırım, kişileri hedefleyerek yazmaktan özellikle kaçınıyorum. Ama Orhan Pamuk sarmısak gibi, aşırı dominant, o nedenle, onu havadan sudan söz eder gibi yazamıyorsun.

Necdet Şen - 5 Şubat 2002

İyi niyetinden şüphem yok ama Selim Meral bir parça haksızlık ediyor gibi geldi bana.

En başta, o mektupları yazanlar yazar değil, okur. Elbette kendi fikirleri vardır Orhan Pamuk hakkında ve elbette dostlarıyla bir araya geldiklerinde anlatıyorlardır da düşüncelerini…

Belki bir yerlerde gizli gizli "minik neco şuna adam akıllı bir kafa oturtsun" gibi bir istek de olabilir, ama bundan önce, düşüncelerine önem verdikleri birinin, gündemin ortasına zorla yerleştirilmiş başka biri hakkındaki fikirlerini duymak istiyor olabilirler.

Yazara gelince, "ben buyum" demek, hiç bir şeyin mazereti sayılamaz.

Kanımca Orhan Pamuk, iyi yazar değildir. Neden iyi yazar olmadığını uzun uzun anlatırdım ama ben buyum, anlatmam.

Gene de onu iyi yazar bulanlar, keyifle okuyanlar olacaktır; neden olmasın? Ben iki romanından sonra okumama kararı aldım.

Ne "popülist, suya sabuna dokunmayan, kalemini toplum için kullanmayan vb Şeyler" yüzünden, ne de "doğuda yaşanan olaylar karşısındaki tavırlarından, Türkiye yi Avrupa ya şikâyet etmesinden, vb Den dolayı" bir husumet duyuyorum ona. Hatta kitabı "mal" haline getirmesi, böbürlendiği ticarî dehası bile ilgilendirmiyor beni. Onu şimdiye kadar eksikliği hiç çekilmemiş "düzenin yazıcısı" olarak görüyor ve "diğer taraf" takilerin, bu adamı bu kadar konu etmesine de şaşırıyorum. (Aynı hatayı ben de yapıyorum şu anda.)

Solcular sevmemekte haklı. Sağcıların Livaneli'yi bile sosyalist sandığını da unutmamak gerekiyor hem de o açık açık "ben sosyalist değilim" dediği halde.

Kitabın reklamının yapılmasına karşı çıktığımı sanmayın. Karşı çıktığım, hangi mal olursa olsun reklamın kendisi. İnsanlara en büyük kötülüğün reklamlarla yapıldığına inanıyorum. Kar kitabı mı daha iyi leke çıkarır, yoksa Omo kutusu mu daha keyifli okunur, karar veremiyorum. Kanatlı Kar mı iyidir, yoksa Orkid'de mi daha fazla derinlik var, bilemiyorum.

Özetle, ben de bu adamın hırstan çenesini titreten konuşmalarına ifrit olmam bir yana, Orhan Pamuk'un bana anlatabileceği çok fazla şeyi olduğuna inanmıyorum. Hangi köşe yazarlarının, Kar kitabına övgüler dizdiğine şöyle bir bakılırsa, bu kitapların kime yazıldığı da kolayca anlaşılır sanırım.

Sevgiler.

Ali Türkan - 6 Şubat 2002

Merhaba

Öncelikle estağfurullah, niyetim uyarmak değildi, durum sadece tuhaf.

Hatta yazdığım "acımasızca" sözcüğü sonradan bana biraz acımasızca göründü, ama demek istediğim ve insanların sende en beğendikleri şey olduğunu sandığım, kendini eleştirirken bile net olabilmen. "İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırabilme" durumu.

Küçük bir parantez açayım:

Diyelim ki bir arkadaşın var ve senin iyi bir gözlemci ve yorumcu oluşunu çok beğeniyor. Yaşam ve başkaları hakkında doğru tespitlerde bulunman çok hoşuna gidiyor. Ama ne zaman ki bu yeteneğini dostunun bir davranışı için kullanırsan, yandın.

Yani web sayfanı ziyaret eden her insan senin yorumlarını güzelce okuyor, kendisinin emek harcamadığı, üretilmiş yorumları alıp başkalarına havasını basıyor ve nasıl olsa biliyor ki "sanal ortamdan" dolayı bir araya gelme ihtimali ve senin bu yeteneğine maruz kalma tehlikesi neredeyse yok gibi.

Kimbilir belki de bir dolu gerçek dünyada görüşebilme teklifleri de alıyorsundur. Neyse konumuza döneyim.

Üstelik, eminim ki, bu insanlar Totem ve Tabu yazında "… Ve bekliyorsunuz ki necdet şen efendi hazretleri sizin bu sahtekârlığınıza 'geçerlilik' damgası vursun" cümlesini bir kaç kere okumuşlar ve belki de hiç üzerlerine alınmayıp; "doğru, bu tip insanlardan benim çevremde de bir dolu var" deyip, aynada kendilerine "Onlardan" olmadığı için hayran hayran! Bakmışlardır.

Bu insanlar sinema çıkışlarında bir şey anlamadıkları film için yorumlarda bulunan diğer insanlara yakın yürürler, ki o yorumlardan alıp başkasına satabilsinler.

Halkımız başkalarıyla, yöneticileriyle, partiyle, sanatçıyla vb Olan ilişkilerinde adeta "iman" ediyor ve laikim diyende bu dinsel tarzda davranıyor.

Sevgiler.

Selim Meral - 6 Şubat 2002

Merhaba Selim, tam Ali'nin yorumu geldi, yayına girdi, ardından senin yanıtını aldım. Bir nevî forum gibi oldu. Bence hoş oldu. Şimdi yeni yanıtını ve bu yanıtı da alel acele yayına koyucam.

Saptamalarının hepsini doğru bulmakla birlikte, bu saptamaları konuyla ilgili mektup yazanlar özeline indirgememekte yarar olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Ali konuyu etraflıca irdelediyse de ben de şunu eklemek isterim:

Önceki sayfalarda mektupları yer alan arkadaşların "hadi bana hazırişi düşünce üret" diye bir talepleri olduğu izlenimini edinmedim. Zaten kendilerinin de bayaa ayrıntılı fikirleri var; ama doğal olarak benim de ne söyleyeceğimi merak ediyorlar. Ben bunu daha çok birinin içine bakabilme yeteneği ve arzusu olarak görüyorum.

Bir de benimle ilgili yaptığın "iğne-çuvaldız" saptamasına çok sevindim. Doğrusunu istersen, hem kelle avcılarını eleştirip, hem de kelle avlayan konumuna düşmekten çekinirim.

Necdet Şen - 6 Şubat 2002

Merhaba Necdet Şen.

Haa, bu arada can alıcı bir konuyu işliyorsunuz: Orhan Pamuk ve Kar.

Okurlarınız da, siz de yılanı tam kuyruğundan yakalamışsınız.

Olay kimsenin başarısının kıskanılması ve kitabın tanıtımının yapılıp yapılmaması olayı değil tabii ki.

Sizin de belirttiğiniz gibi başkasının dirseklenmesi.

Açıkçası haksız rekabet birincisi.

Gücü, parası, işini bilen yayıncısı, mafyası olan kitap ve yazarı öbür garibana karşı muazzam bir üstünlük sağlıyor. Çok satan olarak yutturulup çok sattırılıyor.

Zaten parası, pulu olmayan gerçek yazar-çizer kesimi doğmadan ölüyor.

İkincisi, belki en önemlisi artık yazarlık ve kitabın satılabilirliliği de belli bir kesimin elinde tutturuluyor böylece. Bir fikir, kitap, yayınevi mafyası oluşturuluyor.

Onların olurundan geçen, bedeli onlara ödenen ve onların kurallarına uyan yazarlar ve kitaplar yaşatılıyor böylece.

Böyle bir pazarlama (artist-şarkıcı-kasetçi mafyasında olduğu gibi) ekseni "ayak izine basarak yürünülen" fikir hayatını da kısaca hayatı da yok edecektir.

Yani olay reklam, etik para kazanma hırsının, şöhretin çok ötelerinde tartışılmalı.

İçinde oluşturduğu (ister istemez oluşacak) kontrol güçleri ile eserleri ve yazarları denetlenebilir, tehdit ve şantaja açık yapan hali ile fikir hayatı açısından yaşamsaldır elbette. Manüpülasyona çok müsait. Eşyanın tabiatına uygun olmayan bir çelişki. Hele hele tek tip fikirlerin, beyinlerin fabrikasyonuna gidildiği bugünlerde ve bizde.

Sizin yazınızı okuyunca bu boyutu hemen yakalıyoruz.

İkinci ve daha açıcı, bu tehlikeyi yoğun işleyen bir yazınız daha olsa iyi olurdu.

Azmi Mavi - 6 Şubat 2002

Sevgili Necdet Şen'in öncelikle düşünen beynine ve yazıyı yazan ellerine sağlık diyorum.

Bu yazı Orhan Pamuk Nobel Ödülünü almadan yazılmış. Ben yeni gördüm.

"İleriyi görmek" de böyle olur işte.

Pamuk bey "pazarlama stratejileri" dersinde kürsü sahibi olamadı ama ABD'de bir üniversitede bir "kürsü" yü de "kaptı" Nobel ödülü ve 1 milyon dolar ile birlikte.

Solmaz Abilyondlu - 16 Mayıs 2007

Bence burada hassas bir nokta var. Her ne kadar yazar bu yazıyı Nobel ve malûm Kerinçsiz saldırısından önce yazmışsa da Orhan Pamuk bu aşamada en azından demokratik haklarımız açısından destek olunması gereken bir sanatçı.

Ayrıca, her ne biçimde olursa olsun, bu ülkeye bir Nobel ödülü getirdiği için de minnet duymak gerekir.

Selin Adatepe - 18 Mayıs 2007

Ben yazdıklarınıza tam olarak katılamıyacağımı söylemek istiyorum.

Nedenine gelince. Malesef yaşadığımız çağ Artık medyatik çağ. Televizyon icat oldu mertlik bozuldu, internet icat oldu mertlik tamamen yok oldu diyebiliriz. Orhan Pamuk bu ülkenin bir yazarıdır ve Nobel gibi bir edebiyat ödülünü kimilerine göre Türkiye'nin bazı hassas konularında yaptığı eleştirilerle almıştır ya da gerçekten bir edebiyat dahisidir buna tarih karar verecektir.

Sonuçta her yazar çok okunmak ister bu belki daha fazla para kazanmak için ya da ününe ün katmak için olabilir. Paulo Coelho Simyacıyı ilk satışa sunduğunda yalnızca 900 adet satmış ancak başka bir yayınevi tarafından medyatik olarak da pazarlanınca Simyacı -ki bana göra kötü bir kitapdır- milyonlarca adetlik satış rakamına ulaşmıştır.

Peki edebiyatta başarılı olan ile olmayan arasındaki fark satış ve o yazarın ne kadar bilindiğine mi bağlıdır? Burada başarıyı nasıl ölçeceğiz? Kime iyi yazar, kime "pazar yazarı" diyeceğiz? Bu sorular kanımca her zaman yanıtsız kalacaktır.

Tahir Çebi - 27 Ekim 2008 (12:31)

Orhan Pamuk bir "romanci" olarak, tarihcilerin hâlâ tartismaya devam ettigi "soykirim" gibi ciddi bir konuda "vahim suclamalar" yapma cesaretiini ve hakkini nereden buluyor ve nicin Nobel'i aldiktan sonra bu konuda sorulan sorulara cevap vermekten kaciniyor? Bu sorunun cevabî onemli.

Yaklasiminizdan su anlam cikiyor:" Amaca ulasmak icin her yol mubahtir" Devir boyle.

Iste tam da karsi cikmamiz gereken "anlayis" budur. Hem de "her devir" de.

Solmaz Abilyondlu - 17 Kasım 2008 (09:14)

Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un İngilizceye çevrilen son romanı "Masumiyet Müzesi", "2010 en iyi çeviri ödülü" adayları arasında ilk 10'a kalamamış. Niye acaba?

Hüsnü Çakır - 25 Şubat 2010 (11:42)

Bu yılın (2012) en çok satan/kazanan yazarlarının -ve kazandıkları meblağın- listesini gördüm az önce… İşin şaşılası yanı, ilk 20 sırada yer alan yazarların bir tanesini bile okumadığımı, 5-6 tanesinin ismini dahi duymamış olduğumu görünce cehaletimden hicap duydum. Ben de kendimi kültürlü biri sanırdım; meğer yaya kalmışım.

İşte Türkiye'nin en çok kazanan yazarları… (CNNTürk)

Durmuş Düşünür - 2 Mayıs 2012 (20:16)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

106
Derkenar'da     Google'da   ARA