Yıllar var ki gazete mazete okumuyorum. Bundan sonra da okumamakta kararlıyım.
Taa ki gazeteler sahiden gazete olana değin.
Bu gazeteleri okumamakla hiç bir şey kaybettiğimi sanmıyorum; aksine kazancım büyük, güne sinirlenerek başlamama lüksüne sahibim.
Yaklaşık 30 yıl evvel Babıali yokuşunu tırmanmaya başladığımda bu ülkede iyi kötü gazeteye benzer gazeteler vardı. Çoğunluğu işlerine otobüsle gider gelirdi gazetecilerin ve iyi kötü bir sendikaları vardı.
Ama sonra bir şeyler değişmeye başladı. Önce her değerin üzerinden silindir gibi geçen 12 Eylül faşizmi ve ardından basınla iktidar arasında hesaplı bir ensest ilişkisi ortaya çıktı. Nereden ve nasıl zenginleştiği tam olarak anlaşılamayan birtakım müteahhitler, yedek parçacılar, bankacılar, söğüşçüler, hortumcular, vaybabamcılar, nereden buldukları ikna edici bir biçimde açıklanamayan çuval dolusu paraları bastırarak gazetelere sahip olmaya başladılar. Ardından "benim işim patronuma para kazandırmaktır" diyebilen "gazeteciler" peydahlandı ortalıkta.
Hızla zenginleştiler.
Ve onların peçetecileri ile tetikçileri birer ikişer köşe bilmem nesi olmaya ve parayı bastıranın düdüğünü öttürmeye, sınıf atlamayı gazetecilikten üstün gören kuklalar terfi etmeye, kendi kokuşmuş değerleriyle birlikte "yükselmeye" başladılar.
En adisinden ırkçılık, pornografi, siyasî ve ekonomik manipülasyon, çarpıtma, kokuşma, seviyesizleşme, karanlık odaklara angaje olma, kelle koparma, yoksulu hakir görme, sirkatin söyleme, puştluğuyla böbürlenme silsilesi artık gazetelerin manşetlerinden inmez oldu.
"Her şey kötüye gidiyor" diyenlerden değilim. Hiç bir şey ne iyiye ne de kötüye gidiyor. Bizler kendi küçük dünyalarımızda yaşlanıyor ve karamsarlaşıyoruz sadece. Su bazen bulanıyor bazen duruluyor, ama akış berdevam. Bugünlerde konuya medya özelinde bakacak olursak, suyun balçıklaştığı ve kokuşmanın en üst noktasına doğru gittiğini görmemek için kör olmak gerekiyor.
Ama bu sular tekrar berraklaşacak. Suya bulaşmış dışkılar temizlendikten sonra.
Farkındayım, bunları bilmeyen yok gibi. Aynı bayat tespitleri tekrarlamak için açmadım bilgisayarı. Az önce uyandım ve eve yanlışlıkla girmiş bir günlük gazetenin ana sayfasındaki bir başlığı görünce nevrim döndü, daha kahvaltı sofrasına oturmadan klavyenin karşısında aldım soluğu.
Bugün benim delirme, nişadırsız kalaylama günüm! Kusuruma bakma!
* * *
Kendisi orta büyüklükteki bir ülkenin trilyoner peçetecisi olmuş ya, yoksul Afrikalı'yı aşağılamaya hakkı var sanıyor. En aşağılığından bir ırkçılık gazetenin sayfalarından sızıyor. Bu gazete bunu hep yapıyor maalesef. Vaktiyle de karnını doyurabilmek için bin bir meşakkate katlanarak bu kente sığınan Afrikalıya "Defol pis yamyam!" diyebilen bir gazete yönetimi bu!
O zavallıları -belki de kendi efendilerinin kara paralarını akladığı- uyuşturucu mafyasının ta kendisiymiş gibi gösterme iğrençliğini de esirgememişlerdi bir zamanlar ve o zaman da almışlardı hak ettikleri yanıtı.
Neymiş, bizim milli takımın maçına futboldan bîhaber Benin'li bir hakem tayin edilmiş, "Kim bu düdük?" diye başlık atıyor. Peki ya sen kimsin düdük oğlu düdük? Ben de sana soruyorum! Bu ülkede doğmayı ve beyaz tenli olmayı kendin mi seçtin? Hangi sınavı kazandın da hayata Afrikalı olarak atılmaktan kurtuldun? Nasıl bu kadar habersiz olabilirsin insanı insan yapan temel değerlerden ve nasıl bir gazetenin ana sayfasına başlık atabilecek imtiyazlı konuma gelebilirsin?
Sakın işin sırrı "banka hortumcusunun kulluğunu içine sindirebilen kusmuklaşmış herif işinin başında kalır, sindiremeyen ise işsiz kalır" gerçeği olmasın?
Tam beş buçuk yıldır gazetelerden uzaktayım ve aldığım her solukta "Allahım sana şükürler olsun, beni bu çürümenin bir parçası olmama neden olacak sağduyusuzluk illetinden koruduğun için" diyorum.
Mutluyum çocuklar, bu düdükleşmeden uzakta olduğum için. Yoksulluğumu bir taç gibi taşıyorum.
Kuşları, kedileri, Haziran'ın kokusunu, yağmuru, karıncanın yürüyüşünü, her seferinde bir kez daha şaşırışımı, Asyalıları, Afrikalıları seviyorum.
Ama bu çürümüş leşleşmiş matbuat midemi bulandırıyor.
Bu paçavraları hâlâ para verip gazete diye satın alanlardansan, sana da "yazıklar olsun" diyorum, başka bir şey demiyorum.
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.