Patronsuz Medya

Hayat Oburu

Necdet Şen - 7 Haziran 2010  


Sorma yav kanka, hangi gazeteyi açsan "ölmeden önce yapılması gereken bilmem kaç şey" gibi listeler çıkıyor. Fakat, ne ilginç, hepsi de parayla satılan şeyler, anca bitin kanlıysa kalkışabilirsin bunlara.

"Falanca Avrupa kentindeki bilmemne bistrosunda kapuçino yudumlamak…"

"Filanca tropik adanın kumsalında çırılçıplak denize girmek…"

"Fişmekân dağın yamacından güneşin doğuşunu seyretmek…"

"Dubai'de yaşamak, seks hayatını teşhir etmek…"

"Eş değiştirmek…"

"Eskargo yemek…"

"Tekila içmek…"

"Tango dersi almak…"

"Pinbol oynamak…"

"Bebek yarıştırmak…"

"Tavernada tabak kırmak, ceket yakmak…"

"Paraşütle atlamak, banci camping yapmak, boğanın önünden kaçmak…"

"Safariye katılmak…"

"Kutup ayısı vurmak…"

"Everest'e tüpsüz tırmanmak…"

"Yelkenliyle dünya turu yapmak…"

"Budist manastırına kapanıp keşiş olmak. Sonra geri dönüp anılarını yazmak, gazetenin birine yüksek fiyata satmak."

"Amazon ormanlarındaki ilkel yerli kabilelerle hatıra fotografı çektirmek…"

"Ormanda yabani ayı yakalayıp evcilleştirmek…"

"Sponsor bulup motosikletle Trans-Afrika turu yapmak…

"Mulen Ruj'daki revü kızlarını izlemek…"

"Havana sokaklarında dolanmak ve Fidel Kastro'yu ölmeden önce son kez görebilmek…"

"Şerın Ston'la röportaj yapmak…"

"Cumhurbaşkanı'nın sofrasında konuk olmak…"

"Kitap yazmak…"

"Boy boylamak… Soy soylamak… Teke zortlatmak…

"Patronuna astir çekmek…"

* * *

Hah haaa! Bu sonuncuyu biraz zor yaparız.

Ya da anca yüzüncü seçenek olarak yaparız.

Yoksa hayatımızın geri kalanı -eğer kıyıda köşede istiflenmiş dünyalığımız yoksa- ay sonunu nasıl getireceğim diye kara kara düşünmekle geçer.

Öyle bir gaz üretiyor ki bu medya, "hayatta mutlu olmanın bir tek yolu vardır, o da etkinlik sapığı olmak ve hayatının her saniyesini o köşeden bu köşeye seğirterek ve bulduğu her noktaya siğerek geçirmektir" diye düşünüyorsun ister istemez.

Gugıl Mep olduk yav valla kanka!

Kazanabildiğin kadar çok para kazanıp, harcayabildiğin kadar çok para harcayacaksın. Bu arada ağzı iyi lâf yapan birileri arada bir sırtını sıvazlayıp "aferin, bayaa iyi yaşıyorsun" diye gaz verecek.

Hayat bu işte kanka, ne yapacaksın?

Bindik bi alâmete. Ulus'ta site içinde lüks apartman dairesinde oturmak yetmez, Zekeriyaköy'den villa alacaksın. Ve tabii ortalama bir memur maaşı kadar parayı her ay aidat, sosyal etkinlik, bahçe düzenlemesi diyerekten harcayacaksın…

Ki "yaşadım" diyebilesin.

Hayatımızın en değerli yıllarını para cukkalamakla heba ediyoruz be kanka! Elimize geçen tek şey, ağzını açmış mütemadiyen "ver ver ver" diyen bir eş ve birkaç veletten başka ne?

Bunu anca midendeki ülser çok fena acıtmaya başladığında kavrayıp, o yaştan sonra bir de ressam, yazar, müzisyen falan olmaya hevesleniyorsun. Ama ha deyince de olmuyor. Millet kapmış o işleri.

En iyisi, bunları daha şimdiden listeye koymalı ki sonra ofsayta düşmeyelim.

Bak, söylemedi deme, gençliğinde kıramadığın cevizleri iş işten geçtikten sonra kırmaya hevesleneceksen, eve acilen kondisyon bisikleti al. İyisinden. İki pedal çevirip kaldırırsın gerçi bir yere ama sen gene de al.

Malum, başka hazlar da var. Anlarsın ya. Heh heee. Kadınsan dudağına silikon göz altlarına botoks gömüp İstinye Park'ta ya da Şaşkınbakkal'da piyasa yapacaksın. Erkeksen cipinin anahtarlarını göstere göstere çıtır avına çıkacaksın.

Hayat kısa iştah sınırsız be kanka. Zamanını boşa harcamayacaksın. Gün gelecek, cebindeki cüzdan içine tıkıştırdığın kredi kartlarından duble çizburger gibi şişecek. Bir televizyona bir internete bir gazetelere bakacaksın "kaçırdığım bi şey var mı?" diye. Şimdiden başla dersini çalışmaya, erken yol alırsın.

Facebook'a, Twitter'a, LinkedIn'e üye ol. Cıvık Sözlük'e bir şeyler yaz. Mail forvırdla. Kendini maksimum "görünür" kıl. Böyle genişletilir dost ahbap çevresi. Sonra lâzım olur bi gün.

Leman Penguen Uykusuz oku, fıkra ezberle, yeri gelince anlat. Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Ahmet Hakan falan da oku ki lafı kodun mu oturtma becerin gelişsin. Bunlar adamı her ortamın dominant kişisi yapar. Ezik takılma, tam tersine, havan 1500 olsun.

Topladığın kartvizitler çekmecene sığmamalı, her kurum ve kuruluşta mutlaka birkaç tane hatırlı ahbap edinmelisin kanka, dostlukları soğumaya bırakmamak için gün boyu telefonla konuşmalısın. Kendine şu kulaklıklı olanlardan al ki ellerin boşta kalsın.

Arabanın markası kadar adamsın kanka, bunu unutma. Doğan görünümlü Şahin'le başlamış bile olsan, Mersedes'in direksiyonuna oturana kadar marka ve model yükseltmeye devam et.

Ülkün yükselmek, ileri gitmektir. Mutlaka adının yanına parlak sıfatlar ekleyecek uğraşlar içinde olmalısın. Sadece müdür, sadece tüccar, sadece besteci olmak kime yeter? Mümkünse biriktirdiğin ahbaplıkları akılcı yatırımlara dönüştürüp, bir gazetede köşe yazarı, bir vakıfta yönetici, milletvekili, müsteşar, sinema yönetmeni falan da olmalısın.

Bak ne güzel öğütler veriyorum. Kıymetimi bil kanka.

"Bu dünyanın hayhuyunu terk edip güney sahillerinde inzivaya çekilme" seçeneğini de boşlamamak lâzım tabii ki. Biriktirdiğin paraları akıllıca değerlendirip Ege kıyılarında taş ev, o da olmazsa şık bir siteden tripleks yazlık almalısın.

Hayat hızla akıp gidiyor kanka. Çalış çalış nereye kadar? Şu dünyadan bir Hindistan-Nepal turu yapmadan mı geçip gideceğiz? Sitar çalan Hintli dilberler falan. Neyimiz eksik elin zibidisinden? Onlar yayan yapıldak gidiyorsa sen motosikletle git, karizma olsun.

Pekalâ, Hindistan'ı daha sonraya bırakalım, hafta sonunda evdeki hayat arkadaşına "seminer" falan diye maval okuyup manitayla iki günlük Viyana ya da Prag gezisi de mi yapmayacaksın yani?

Veletlerin kapıcı çocuklarıyla birlikte sokakta oynaması hiç hoş değil; okul çıkışı şoför onları okul kapısından alıp piyano kursuna, oradan dalgıç okuluna, oradan kayak dersine, oradan ikinci yabancı dil kursuna, oradan zekâ ölçüm testine, oradan Hışırcan'ların doğum günü partisine, oradan rakınkok festivaline, oradan Madonna konserine, oradan dosdoğru eve… Yarına hazır olması gereken ödevler var. Okusun adam olsun kerata.

Çocuk yapmak çok zevkli de kanka, sonradan ayak bağı oluyor. Bilemedik.

Çocuk işte, tutturdu, köpek istiyor. Almam demek de olmaz ki şimdi. Bütün komşuların var. Almazsan onlarınkine imrenir. Gittim petşopa, dedim, pıst, sar şurdan bir retriivır falan. Fiyatı önemli değil.

Çocuk sıkılırsa atar başka bir şey alırız nihayetinde. Kaç para ki?

Ne diyor üstad?

"Erkekler artık tuvalete porno dergilerle değil, ikea kataloğuyla giriyor."

Hah hah haaaa! Çok haklı kesinlikle. Acaip şık şeyler yapmışlar. Evdeki mobilyaları komple değiştirdik bu kış! Eskileri atmadık canım, Bodrum'daki yazlığa koyduk. Ha, ordakileri attık tabii. Zaten eskiydi (3 senelik).

* * *

Fakat biliyor musun kanka, içimde daha hâlâ bir boşluk var. Ama bu neyin boşluğudur pek çözemiyorum. Doldurdukça büyüyen bir boşluk. Solaryumda yandım, olmadı. Saçımı kızıla boyattım, olmadı. Yeni bir güneş gözlüğü, terlik pabuç aldım, gene olmadı. Yani dolmadı. Boşluk.

Bendeki telefonu sekretere verip kendime en son çıkandan aldım, gene olmadı. Arkadaşlarla buluştum bovling oynadım, olmadı. Oradan çıktım skuaş, tenis, fitnes, golf, rok büsür takıldım, gene olmadı. Olimpik havuzda yüzdüm, o da kesmedi. Eve giderken birkaç tane dividi aldım, ilk on dakikasını anca seyredebildim. Aklıma bin tane konu geldi. Kanlı bir biftek ve pahalı bir şarap beni açar dedim, yok, açmadı. Bifteği çöpe attım, şarabı döktüm lavaboya.

Geçenlerde bizim ufaklık (3 yaşındaki) baktım oflayıp pufluyor. "Nooldu bıdık?" dedim yanından geçerken. Ardımdan "canım bir şeyler istiyor ama ne istediğini bilmiyorum ki" diye seslendi.

İşte benim muudum da aynen böyle kanka. Bi şey yapmalı ama ne yapmalı, işte onu bulamıyorum.

En iyisi, 100 şey yapmalı. Birinden biri mutlaka işe yarar.

Sonra ölürüz.

* * *

Ya hakkaten ya! Hayat çok kısa, seçenekler sonsuz. Ben 99. maddedeyken listenin adı "ölmeden önce yapılması gereken 10.000 şey" diye değişir, yaya kalırım diye tırsıyorum.

Yav yaşamak çok manyak bir iş be kanka! Bin yıl yaşasak yetmez bu hayat bize!

* * *

Pardon, kapatmam lâzım. Öbür hattan arıyorlar.

Bir ara buluşalım kanka yav seninle. Birbirimize geleceğe ilişkin projelerimizi anlatırız. İçimizde ukde kalan şeyleri, alacaklarımızı, satacaklarımızı falan…

Ne zaman mı? Hımm, defterime bir bakayım. Bu ay ful… Gelecek ay da… Hımmm… Ama bir sonraki yılın Şubat'ı 29 çekiyormuş bak. Bu hiç hesapta yoktu. Bi gün kazandık. Yazıyorum adını 29 Şubat'a. Sakın o gününü doldurma, olur mu? O gün iş çıkışı bir yerde buluşup lâflayalım.

Görüşmek üzere. Öptüm. Hayatın dolu dolu geçsin.

Yorumlar

Bu doyamama ya da her şeye yetişme durumlarına bir iki çarpıcı örnek vermek istiyorum.

Televizyondaki bir söyleşi programında başarılı ve ünlü iş adamı abi konuşuyordu. Nasıl da her an dünya ile bağlantıda olduğunu övünerek anlatıyordu (elbette bağlantıda olmalıyız zaten ama, aması var işte).

Verdiği örnek şuydu. Pazar günü oğlunun beyzbol maçlarını seyretmeye gidiyor ve bu arada elleri boşta bırakan telefonu ve de elinde de Blackberry'si ile (elleri boşta tabii) o anda yani oğlunun maçı oynanırken, dünyanın öbür ucuyla Japonya ile Çin ile bağlantıdaymış, görüşebiliyormuş. 12-13 saat arada fark olduğu için işleri hiç kaçırmıyormuş. Uzakdoğuda pazartesi olduğundan daha pazar gününden abi yetişiyormuş. Şu teknoloji harika bir şeymiş.

Hakikaten hiç bir şeyi kaçırmıyor mu? Yoksa kaçırmadığı sadece işi mi? Çocuğu sadece "bir kere" o yaşta olacak ve o oyun tam o zaman var sonra yok.

Diğer bir örnek; buradan temelli giden bazı arkadaşlarımızın ülkeye dönüşlerinde telefonlarını filân değiştirme çabaları. Eski model olmamalıymış, sen önemsemesen bile yine de yenilemeliymişsin. Çünkü etrafındakiler buna önem vererek sana değer veriyorlarmış.

Önce telefon ile sonra araba, ev, hatta elektronik dünyasından bir de Ipad ile de taçlandırırsan durumu süper havalısın işte. Kafede otururken parmağınla fırt fırt sayfaları sanal olarak çevirirsin ki ne güzel bir hava verir.

Başkaları için yaşamak bu olsa gerek.

Alper Uzun - 7 Haziran 2010 (20:26)

Çok güzel ifade etmişsiniz Necdet Bey. Fakat aşağıdaki paragrafa sıkıştırdığınız kelime oyunu gözümüzden kaçtı sanmayın.

"Bak, söylemedi deme, gençliğinde kıramadığın cevizleri iş işten geçtikten sonra kırmaya hevesleneceksen, eve acilen kondisyon bisikleti al. İyisinden. İki pedal çevirip kaldırırsın gerçi bir yere ama sen gene de al."

Burada "kaldırılan" şey nedir? Kondisyon bisikleti midir? Kondisyon bisikleti olduğunu umuyoruz. Yok değilse nedir?

Seyit Niyetikötü - 8 Haziran 2010 (09:15)

Aslında algılarını doğru çalıştırmayı bilene, dünya ilginçliklerle dolu. Bir insanın yaşayabileceği en olağanüstü tecrübelerinden birisi bence bir uçakla bulutların üstünde uçmaktır. Her seferinde hayretle izlerim bir çarşaf gibi bir uçtan bir uca yayılmış bulutların, sanki üstüne bassan seni tutacakmış hissi vermesini.

Bir o kadar ilginç olan şey ise, yüz yıl önce insanların uğruna servetler dökeceği bir şeyin şimdi, sıradan, sıkıcı bir uçak yolculuğunun, hiç bir anlam ifade etmeyen bir unsuru haline gelmesi. Eminim insanlar bundan yüz yıl sonra da Mars'a ya da bilmem ne gezegenine çıktıkları kozmik seyahatte, yolculuk boyunca perdelerini çekip bilgisayarlarının içine gömülecekler.

Bu arada itiraf edeyim. Benim de vakti zamanında bir Mulen Ruj maceram olmuştu. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen ne zaman hatırlasam hâlâ yediğim kazığın sızısı kulaklarıma vurur.

Yalçın Şahin - 8 Haziran 2010 (10:54)

Hüsnü niyetinizi elden bırakmamaya çalışınız Seyit Bey, benim aklıma öyle sanatsal cinlikler gelmemişti. O cümlede kaldırılan ve gözden ırak bir yere koyulan şey sahiden de kondisyon bisikletidir.

Necdettin Temizkalp - 8 Haziran 2010 (11:14)

Recep İhsan Eliaçık sayesinde biz bînamazlar "infak" kavramından haberdar olduk. Emine Karahocagil Arslaner de kendi web sitesinde bu konuda çok güzel şeyler yazmış. Derkenar okurlarıyla paylaşmak istedim.

"Zamanla Kapitalist angaryaya, sınırlarını insanî ihtiyaçların çizdiği üretim ve tüketim şablonu dar gelmeye başladı ve mesaisini artık yeni ihtiyaçlar yaratmak için harcamaya başladı. İnsanlar ihtiyaçları nispetinde değil, tüketim toplumunu ayakta tutacak özel sektörün ihtiyacı nispetinde harcamalıydı. Yenisi varsa, daha yenisinin talep edilebilmesi için bahaneler uydurulmalıydı. Moda denildi, trend denildi; daha yenisi daha az harcıyor, daha yenisi çıkmadan hemen al, eskisini ver bunu al, bunu yoksula ver daha yenisini al, şimdi ucuzluk var hemen al; ihtiyacın yoksa da al, varsa da al ama ihtiyacın yoksa daha ucuz, kaçırma al, al, al denildi.

Tüketim, hayatın devamı için bir gereklilik halinden çıkmış, hayat tüketimin emrine amade kılınmıştı artık."

Konumuz İnfak - Emine Karahocagil Arslaner

Hilal Güven - 9 Haziran 2010 (18:13)

Demek herkesin bir bilgisayarı var ki buraya yorum yazabiliyor. O halde herkes kapitalizme bulanmış haldedir. Kimse kusura bakmasın. Bilgisayarsız kalmayı, otomobiliniz varsa onsuz kalmayı bi deneyin bakalım. Ya da en boktanından bile olsa cep telefonsuz kalmayı. Kendimizi kandırıyoruz sadece buralarda hepimiz, belki de kendi kendimize atıp tutup bir kırk kişiyiz hesabı rahatlıyoruz. Evet tuvalete porno dergi ile girmiyoruz buralara yorum yazıp varlığımızı ispatlamak ve tatmin olmak peşindeyiz. Ben de buna dahilîm tabii, yaşasın sosyalizm…

Çağatay Öz - 23 Haziran 2010 (16:19)

Necdet Bey, kaleminize sağlık. Bu aktardığınız yaşam tarzı benim ayranım kabararak izlediğim bir yaşam tarzıdır. Neylersiniz ki ben buna erişemedim, olsun ama erişenler de erişsinler. Bu arada, Nepal'e yayan mı yoksa motorla mı gitmek konusu yazınızda yer almalı mı? İkisinin de yer ayrı olsa gerek!

Ahmet Sönmez - 25 Haziran 2010 (09:35)

İlahi Nejdet Bey insanı okurken güldüren bir üslubunuz var. Aslında ağlamak gereken halimize gülmek gibi bir şey bu. Aynen dediğiniz gibi o ölmeden önce yapılması gereken şeyler ne boş şeyler değil mi? Demekki para harcadıkça, olmadık bir şeyler yaptıkça ölüm yolu daha bir huzurla geçecek. Acaba yüz kere düşünmeyi deneseler diyorum yapmak yerine. Daha manalı şeyler bulamazlar mı? Vicdanın rahatlığı değil midir, paylaşmak değil midir bir sonda insanı mutlu kılacak. Biz gülümsememizin yarısını bölüşürüz dostlarımızla. Ekmeğimizi bölüşürüz açlarımızla. Elimizi bölüşürüz tutmak isteyenle. Gücümüzü bölüşürüz güçsüzlerle. Ve ölmeden önce yapacak 100 şeyimizin hepsinde de bunlar vardır. İnsan Kapitalist doğup, rantla beslenen ve emperyalist ölen bir varlık mıdır.

Güzel yazılarınızı okumak dileğiyle.

Filiz Özdemir Gönüllü - 10 Temmuz 2010 (11:16)

"İtirafname ve sevinç!"

Müthiş keyifle okuduğum değerli Necdet Şen'in "Yaşam Oburu" yazısını bir-iki dostumla paylaşmak amacıyla sayfama koydum. İçimden de dedim ki; "Facebook'ta yayınladığın denemelerin zaten bir boka benzemiyor, belki Necdet Usta'nın enfes yorumlarını eş dost okur!" Niyet bu!

Daha aradan bir-kaç saat geçmedi ki… Küt "Manifesto!" Arkadaş, bilgisayarla tanışalı iki-üç yıl oldu. Yaş 60'ı geçti. Suçum ne, ne gibi bir günah işledim de manifestonun muhatabı oldum?

Ayrıca hayatım boyunca Marks ve Engels amcalarımın manifestosundan başka da kuş tanımadım. Neyse, gelen iletiyi şaşkınlıkla okudum tabii ki… Baktım ki yaptığım iş bırakalım "suç" özelliğini, koskoca bir AYIP.

Üstelik arakladığım yazının altına "Derkenar'dan alıntıdır ve sevgili Necdet Şen'indir" açıklamaları da günahlarımı temizlemiyor! Ne yapalım, başa gelen çekilir, istemeden de olsa bir herze yemişiz… Anında döşendim Necdet Usta'ya bir "özür" mektubu, "ne olur beni affet…" diye.

Sağolsun, var olsun engin hoşgörüsü ûstadın, görüldüğü gibi yine değerli "Derkenar" dayım.

Not: İnanın saygıdeğer Derkenar dostları, daha önce de ifade ettiğim gibi yaklaşık bir aydır tanışıyorum sitemizle… "Bir görüşte aşk" olmasa bile, yakındır hissettiklerim. Cehaletten de olsa, işlediğim ayıbın cezası ya "kırmızı kart" olsaydı?

İnanın bir ceza da ben verirdim, ölene kadar yasaklardım interneti kendime.

Tamam 71'de, 80'de hakîm önüne çıktık ama… Bu iş bambaşka!

Macit Cününoğlu - 23 Ocak 2011 (15:28)

Azizim Macit Bey, cömertçe kullandığınız övgü ve iltifatlarınız karşısında mahçubiyetimden yerin dibine geçtiğimi bilmenizi isterim.

Yukarıda bahsettiğiniz durum (bendeniz hakirin bir yazısını Facebook'daki sayfanızın takipçileriyle paylaşmış olmanız ve birkaç saat sonra da Derkenar'ın Manifestosu'nun o işlere bakan admin tarafından Facebook'a konulması), tamamen tesadüf eseri olup, bendeniz bu mevzudan zaten sizin "itirafınız" vasıtasıyla haberdar olmuş bulunuyorum. (Facebook ve benzeri "sosyalleşme" ortamlarının müdavimi değilim. Bütün bu işler olup biterken bahçede ağaç buduyordum.)

Samimiyetle ifade etmek isterim ki, zatıalînizin Derkenar'a renk ve anlam katan çok kıymetli biri olduğunu sadece ben değil, bu fakirhaneyi yakînen takip eden herkes teslim edecektir. Biz (yani ben ve omuzlarımdaki üç melek; Münker, Nekir, Angelina) sizi Derkenar için büyük bir kazanç olarak görüyoruz ve sempatik bir üslupla sözünü ettiğiniz o tarz nobran yaptırımları (kırmızı kart, vs), değil sizin gibi mahfiyetkâr bir ağabeyimiz için, düşmanımız için bile düşünmeyiz.

Burası, hiyerarşinin, cezalandırmanın, surat ekşitmenin olmadığı (ve olmaması için titizlendiğimiz) sınırsız ve duvarsız bir kardeş sofrasıdır. Ve de siz bu sofranın bereketini artıran değerli bir dostumuzsunuz. Siz sohbete dahil oldukça biz daha da keyifleniyoruz, ağzımızın tadı artıyor.

Lütfen ilginizi üstümüzden, bilginizi Derkenar'dan eksik etmeyin.

Not: Derkenar yazı işlerindeki tüm sayfa editörlerine (düzinelerce çalışkan genç) tek tek tembihlediğim bir husus vardır; "aman haaa, bendeniz hakire yönelik abartılı övgü ve iltifatları sakın ola ki yayınlamayın" diye. Ne var ki, bu kez onlara söz geçiremedim. Galiba size özel bir sempati duyuyor keratalar.

Necdettin Mahçub - 23 Ocak 2011 (18:01)

Çok değerli Mahçub, Haydi hırsızlık demeyelim de, yaygın söylemiyle "intihâl" fiiline istemeden, iyi niyetli de olsa bulaşmış bendenize gönderdiğiniz yıldızları gönlüme şerefle takdım… Özellikle bilmenizi isterim ki, hiç de haketmediğim hediyeniz zabîtan takımının omuzlarında taşıdığı bol yıldızlardan çok daha anlamlı ve değerli.

Ayrıca övgü ve iltifatlarınıza mazhar olduktan sonra kendimi "pamuk orhan" katında hissedersem, bunun baş sorumlusu da sizsiniz(!)

Yürekten teşekkürler "Derkenar" ve mahçubların en seçkini gönlü şen Necdettin Mahçub Beyefendi.

Saygılarımla.

Macit Cününoğlu - 23 Ocak 2011 (19:02)

Konu açılmışken şunu da eklemekte fayda var:

İnternet, her ne kadar hayatımıza kısa süre önce giren ve hakkında pek fazla hukuki-teknik bilgiye sahip olmadığımız bir alansa da, kanunlarla belirlenmiş bazı kuralları var ve hepimiz için bağlayıcı.

Bu nedenle, web siteleri bir tür "feragatname" (disclaimer) (basite indirgersek, birbirimizi suistimal etmeyeceğimize ve oluşabilecek ufak tefek sorunlar yüzünden birbirimizi dava etmeyeceğimize dair bir tür "uzlaşma metni") kaleme almak, bu metinde gerek yayıncının gerekse ziyaretçinin haklarını + yükümlülüklerini hatırlatmak, kayda geçirmek ve tabii ki sitenin her sayfasında, ziyaretçilerinin kolayca görebileceği bir yere, bu metnin kısayolunu eklemek zorunda.

Bu aslında, birçok internet yayıncısı ve kullanıcısı bîhaber olsa da, yasaların zorunlu kıldığı bir şey.

Bu tür metinlerin dili biraz resmi, kuru, hatta belli belirsiz otoriter bir ton taşıyor olabilir, takılmamak gerekir. Bu tür metinler Macit Bey gibi başımızın üstünde yeri olan kişiler için değil, ileride adliyeye yansıma ihtimali bulunan olası suistimallere karşı önlem olarak kaleme alınırlar.

Büdütör - 24 Ocak 2011 (12:27)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

294
Derkenar'da     Google'da   ARA