Patronsuz Medya

Alkol ve Demokrasi

Necdet Şen - 29 Ağustos 2008  


AK Partili bazı belediyeler kendi yetki alanlarındaki bazı lokantalarda içki satma yasağı uyguluyorlar.

Bizim Çağdaş'lar da haliyle çok bozuluyorlar buna.

"Şeriat provası" olarak algılıyorlar.

Hatırlardadır, kıymetli bir fikir adamımız Üsküdar Belediyesi'nin koyduğu içki yasağını Salacak'ta şarap yudumlayarak delmiş, Türkiye'ye çağ atlatmıştı.

Şimdi de onun türdeşleri Şeriat vaporu Moda iskelesine yanaşamasın diye eylemdeler.

Dayan bre yiğidim! Yobazlığa geçit verme. Haydi şerefe!

Annem bunun gibilere "zıkkım içesiceler" der ya, ben biraz farklı düşünüyorum.

Bence Demokrasi, rakı sofrası demektir. Bakınız, Ulu Önder.

Hem olacak iş mi canım yirmi birinci yüzyılda Moda burnundan Kalamışa doğru kadeh kaldıramamak? Ayol İran mı burası?

Bir ay kadar önce bu tarz insanları anlatan bir yazı yazmıştım "Köktendinci Bir Cemaat" başlığı altında. O geldi şimdi yine aklıma.

Mavi gözlü sarışın bir puta tapınan ve gülünç ibadet şekilleri olan sapkın bir cemaatten söz etmiştim ya hani.

Okumamış olanlara ne demek istediğimi anlatabilmek için minik bir ipucu daha vereyim.

Bu cemaat için demokrasi, canının istediği yerde rakısını içebilmek, eğildiğinde göbeğine kadar teşhir eden askılı bluzlarla köprüden balık tutabilmek, yoksulları ve muhafazakârları hakir görmek, kendi çöplüğünde ayak takımını istememek ve itip kakabilmek ayrıcalığıdır.

Başı bağlı ve takunyalı karakoncolosların çamurlu ayaklarıyla Beyoğlu, Moda, Teşvikiye gibi çağdaş semtlerimizin kaldırımlarını kirletmesine kalbi dayanmaz doğal olarak. Oralar onun babasından kalma tapulu malıdır.

Haşemalılarla aynı plajları paylaşmak, kapıcısının oy verdiği bıyıklı adamlar tarafından yönetilmek bu kibar cemaatin tahammül sınırlarını aşar.

Bunun için tankları asfaltta yürütmek falan gerekiyorsa, demokrasi adına katlanılabilir (hatta tercih edilebilir) bir durumdur şekerim. Neyse ki aslan gibi generallerimiz var bizim.

Bir adam tanımıştım vaktiyle, kızlar sokakta mısır yiyerek yürüyor diye kendini eve kapatmıştı, beş yıldır sokağa çıkmıyordu.

"Aah, bozuldu güzelim Nişantaş" diyordu bîçare.

İçim kan ağlamıştı.

Keşke şu bidon kafalıların hepsini Afganistan'a ihraç etsek de onların yerine Fransa'dan seçerek vatandaş ithal edebilsek diyorum.

Şöyle Delon'lar, Belmondo'lar, Trintignant'lar falan.

İstiklâl Street'te, Bağdat Avenue'de falan onlar turlasalar.

Oooh mon dieu, hayali bile güzel!

A ta santé ma chérie! İçelim çağdaşlaşalım!

Yorumlar

Sabah gazetesinde yazsanıza siz. Engin Ardıç ve Emre Aköz ile birlikte ne güzel bir troyka olursunuz.

Selim Doğan Nebioğlu - 29 Mart 2011 (15:37)

Selim Doğan Nebioğlu, Tirebolu'da oturduğumuz evin bir alt katında oturan komşumuzun küçük oğlu idi. Benden tahminen 7-8 yaş genç olmalı.

Bu siteye yazdığı ilk yorumda hasret gideren bir üslup kullanmıştı. Ama ardından yazdığı yorumlarda nedense hep iğneleyici, düşmansı bir dil kullanmaya başladı.

Neden acaba? Ne oldu ki o zaman zarfında? Ne değişti?

40 yılı aşkın bir süre görmediği bir insanı tesadüfen internette keşfedip, yazısının altına "nostaljik" bir yorum yazan insan, ertesi sabah hangi saiklerle düşman olarak uyanır?

Fikir ayrılığı mı?

İyi ama fikirleri farklı diye insanlara hakaret etmek mi gerekir?

Haset mi peki bu? Kompleks mi? Dengesizlik mi? Densizlik mi? Önemsenme arzusu mu?

"İncitebiliyorum, o halde varım" durumu mu?

Acaba ilk yazdığı yorumun altına benden "ah, Selimciğim, eski komşum, seninle karşılaşmak ne güzel şey, hanemize şeref verdin, hoş geldin sefa getirdin" gibi bir cevap bekledi de ondan mı dostluktan düşmanlığa böyle keskin bir U dönüşü yaptı?

Ne oldu?

Anlamak zor.

Eski komşum Selim, belli ki beni öyle ya da böyle etkilemek, kışkırtmak, cevap almak, önemsenmek istiyor. Ama sanırım şunu hesaba katamıyor:

Ben şu geçen zaman içinde çok daha maraz ruhlu insanlar gördüm. Terbiyesizliğin ve sinsiliğin her çeşidiyle müşerref oldum. Şerbetliyim.

Bunun üstüne katacağın başka bir sermayen var mı canım kardeşim?

Necdet Şen - 29 Mart 2011 (17:04)

Hislerime yine tercüman olmuşsunuz. Şu ham elime kalem alışım, en çok da istikrarsız zat-ı muhteremlerden alınan çok sayıda yaradan muzdarip olmam hasebiyledir. (Bu cümleyi istediğiniz gibi düzeltebilirsiniz. Vallahi içimden böylece yazmak geldi.)

Bir bakıyorsunuz, zat-ı muhterem sizi yere göğe sığdıramıyor. Aman diyorsunuz ben o kadar da değilim kardeş. Biraz gerçekçi ol, abartma demeye kalmadan, yerden yere vurulmaya başlıyorsunuz.

Aman bre bu ne? Hele bir aman ver diyemeden bezmiş oluyorum şahsen.

Aman diyorum aman. Beni sevmeyin gözünüzü seveyim. Ne çektimse şimdiye kadar, beni çok sevenlerden çektim…

Derkenar'dan dertop edilmeden, fazlaca hiddetime yenilmeden usulcacık ayrılayım buradan.

Havva Özkara - 29 Mart 2011 (18:02)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

70
Derkenar'da     Google'da   ARA