Patronsuz Medya

Herkesle Kavgalı!

Necdet Şen - 19 Mayıs 2003  


2001 yılında, bir yaz akşamı, çizer bir dostumla sohbet ediyorduk. Bir ara, uzun bir tereddütün ardından, o günlerde tanık olduğu bir konuşmayı nakletme ihtiyacı duydu.

Konu kısmen beni de ilgilendiriyordu.

Bazı sanatçılar ve gazetecilerle birlikte bulunduğu yemekli bir toplantıda söz dönmüş dolanmış, kendi başarılarına karşı sanat dünyasının takındığı ilgisiz tutuma gelmiş. Arkadaşım çizimlerinin dünyanın büyük dergilerinde kapak olmasına rağmen, Türkiye'deki kültür-sanat camiası tarafından görmezlikten gelindiğinden yakınmış.

Neden sonra karşısındaki zevata meramını anlatamadığı duygusuna kapılıp, konuyu kendisinin dışındaki bir örnekle özetlemeyi denemiş;

- "Örneğin necdet şen" demiş, "bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir sanatçıdır" (çok özür dilerim, ben değil o öyle düşünüyor), "basını terk ettiği zaman o köşeyi dolduracak ikinci bir necdet bulunamıyor" (tekrar özür dilerim), "ama yine de şunca yıldır hiç bir gazete onu arayıp bizimle çalışır mısın diye sormuyor".

Bunun üzerine masadakilerden biri, büyük bir gazetede "sanat-kültür" muhabiri olarak çalışan hanımefendi, demiş ki:

- "Ama o da herkesle kavgalı."

* * *

Bu şahsın adını sordum, arkadaşım önce çekindiyse de sonra dayanamayıp söyledi.

Yazılı basından herhangi biri. Ne tanırım, ne de kendisiyle bir kavgamız olmuştur. Bugüne değin onunla aynı ortamlarda bulunmadım bile. Neler yazar, nelerden söz eder, yazdıkları okumaya değer midir, hiç bilmem. Hakkında olumlu ya da olumsuz hiç bir fikir ve duygu sahibi değilim. Bu kişi merak ve ilgi alanımın tamamen dışındadır.

Ama o, her nedense, hayatında hiç görmediği, bilmediği birini sadece mensup olduğu klandaki dedikodulardan, genel yargılardan yola çıkarak mahkûm ediyor ve medyadaki kudret sahipleriyle (her kimse onlar) "kavgalı olduğu" için yok sayılmasını, diri diri gömülmesini doğal karşılıyordu.

Bu değerli hanımefendi, sanırım farkında olmadan, içinde bulunduğu ve sorgulamaksızın biat ettiği camianın şahsımı algılayış biçimini özetlemiş olmalı. Bunu ben de hissediyordum da kendime yontuyor gibi algılanmamak için pek dile getirmiyordum. Aslında geçmişte hiç biriyle kavgalı değildim, şimdi de değilim. Ama yine de zülfüyare dokunan çizgi romanlarımdan ötürü hep bir boyalı kuş olarak kaldığımın farkındayım.

Şimdi öğrendim ki, son toplu işten çıkarmalar nedeniyle artık o da işsizmiş. Umarım kavgasız olmaya özen gösterdiği seçkin ve muktedir klan ona insanlık elini uzatır, sınırlı birikimini içine gömmek zorunda kalmaz. Çok acıtır çünkü biriktirdiği ışığı diğer insanlarla paylaşamamak.

Hayata, dolayısıyla bir yazar-çizerin medyadan dışlanmış olmasına, böyle evcilleştirilmiş bir biçimde bakan söz konusu medya aydınına karşı hiç bir kişisel eleştirim yok. Dediğim gibi, tanımıyorum. Adını daha önce de duymuşluğum yoktu. Şimdi de rastlamıyorum bir yerlerde. Meraksızlığıma verelim. Kitaplığımda herhangi bir eseri bulunmadığına göre, adını bundan sonra da aklımda tutamayabilirim. O nedenle kendisine anonim bir kişi gözüyle bakmamda sakınca yoktur sanıyorum. Tek bir cümlesiyle bana bu yazıyı -ve izleyen sayfayı- yazmam için bir anlık esin kaynağı olduğu için kendisine müteşekkirim. O nedenle, sonraki sayfanın içeriğini bu anonim gazeteciye ithaf ediyorum.

* * *

Her fırsatta dilim döndüğünce anlatmaya çabalıyorum, artık bilen biliyor; yetenek ve benzeri hasletlerin şahsî mülkümüz sayılamayacağını, hepimizi içeren ve hepimizin içinde olan sonsuz bütünün minik yansımaları olduğunu, bu nedenle taşıyıcısı olduğumuz her türlü maddî ve manevî zenginliği ihtiyaç duyan herkesle paylaşmak zorunda olduğumuzu; gelip geçici bir insan olarak BENDEKİLERİ VERMEK dışında hayattan beklentim olmadığını, minik neco'yu var eden genetik ve toplumsal rastlantılara olan borcumu yazıp çizerek ödemeye çalıştığımı ifade etme derdindeyim.

Tüm dünya nimetleri, para pul, eğlence, şan şöhret, saygınlık, güç, iktidar, hepsi, ama hepsi, bunları bencilce arzulayanların olsun. Bir sokak itine yeten şeyler bana da yeter. Ama diyorum ki, "Ne olur, zaten size ait olanı süzüp damıtıp geri ödememe engel olmayın. Göz diktiğiniz dünya nimetlerinde gözüm yok. Tıkınmak için değil, pişirmek için ihtiyacım var mutfağa. Hiç olmazsa dirseklemeyin."

O insanlara işte bunu anlatmaya çabalıyorum bıkıp usanmadan.

Plaza binalarını, bahşedilmiş sütunları, vergilendirilmemiş yüksek kazançları onlara bıraktım. Çömezi ve efendisi olmayan, yazarlarına maaş ödeme gücü olmayan, sessiz bir ortak tavırla YOK sayılan bir mecrada, Derkenar'da anlatmaya çabalıyorum meramımı.

Sivri dilli ve muhalif olabilirim. Ama hiç kimseyle kavgam yok. Olmadı. Benimle kavgalı olduğunu düşünen varsa, muhtemelen şahsımla değil dile getirdiklerimle kavgalıdır.

Bugüne kadar her türlü grubun dışında ve uzağında durdum. Bozacılardan ve şıracılardan biri olmayı arzulamadım. O camiadan hemen hemen hiç kimseyle kişisel bir meselem de olmadı. Ama nedense yine de necip matbuatımızda çok sayıda hasım edinmiş olmalıyım ki, adım gıyabımda "aksi" ve "kavgacı"ya çıkmış. Bu iftirayı seçtiğim yolun bir cilvesi olarak algılıyorum ve sanırım bundan sonra da katlanabilirim.

Onları, gıyabımda linç girişiminde bulunanları anlayabiliyorum. Sözcük dağarcıkları cılız olduğu için olsa gerek, "biz onun görme ve gördüğünü tenzilâtsız söyleme huyundan rahatsızlık duyuyoruz" demek yerine, "herkesle kavgalı" demeyi yeğliyorlar. Ne kadar sakin ve uzak olursam olayım, duruşumdan, yalnızlığımdan ve yazıp çizdiklerimden tehdit algılıyor olmalılar. Oysa tehditkârlık, sevgisizlikle olasıdır. Ben herkesi ve her şeyi koşulsuz sevenlerdenim.

* * *

Nedir peki bu kan uyuşmazlığının sebebi?

Konuyu en iyi özetleyen cümle, plaza binasında çalıştığım yıllarda bir yazar arkadaştan gelmişti. Bulunduğum yazarlar koridorundaki plaza aristokratlarını kastederek:

- "Bunlar seni tabii ki sevmez, " demişti, "vicdan gibi dolanıyorsun koridorlarda, sana baktıkça kendi yüzsüzlüklerini görüyorlar."

Sanırım yine de gurur duymam gerekiyor, onlar tarafından "huysuz" bulunduğum için. Bu camianın hakkımda yapabildiği tek karalayıcı yorum buysa, adamlıktan sınıfı geçtim demektir.

Kiminle "kavgalı"yım sahiden bilemiyorum ama belli ki varlığım ve ağzımı açma ihtimalim o sektördeki birilerinin canını sıkıyor.

Kim olduklarını bilsem, tek tek karşılarına dikilip "korkma dostum, seninle bir meselem yok; meselem senin de içinde bulunduğun ve bizzat mağduru olduğun değer piramidiyle" derdim, ama o kişilerin kendilerinden menkul iç fırtınalarını dindirebilir miydim, bilemiyorum.

Düşünsene, hangi yazarın egosu kabullenebilir, üç beş kemik uğruna er geç belleklerimizdeki çöp tenekesine atılmayı garantileyeceği gazetelerde "sahibinin sesi" kadrosundan mide bulandırıcı yazılara imza atıp kredisini sıfırlamayı? Mağlubiyet değil de nedir bu? Küspeleşmeyi seçen kişi sahiden özgür müdür?

* * *

Kısacası, hasımlarımı tanımadığım bir "kavganın" tarafı olduğumu bu vesileyle tesadüfen öğrenmiş oldum iki yıl evvel. "Demek buymuş dışlanmamın sebebi, demek ben herkesle kavgalıymışım!" dedim.

O akşam eve dönünce elim gitara uzandı…

* * *

Bir sonraki sayfada yer alan uzun metin, şiiri andırsa da şiir değil, matbuat tarafından yok sayılmamı açıklayan "herkesle kavgalı" yorumunu duyduğum gece bir çırpıda çıkıveren zincirleme şarkılarımın sözleridir.

Bugüne değin hemen hemen hiç şiir yazmadım. Denesem becerebileceğimi de pek sanmıyorum. Şiir pek ilgi duymadığım başka türden bir duyarlılığın ve becerinin yansıması. O nedenle biri onları şiir gibi algılarsa, muhtemelen tatsız tuzsuz bulur. Ben kendi çapımda şarkılar yazıp besteleyip çalıp söyleyen, belki bir gün kulaklara ulaşır, değeri bilinir diye bir köşeye atıp unutanlardanım.

Biraz teknik ayrıntı vereyim işin mutfağına ilişkin. Şarkı sözü yazarken, daha doğrusu, sözleri ve bestesiyle bir şarkı oluşurken, bambaşka bir biçimsel zorunluluk kendini dayatır. Müziğin kuramını bilmediğim için, bunu kendi gündelik lisanımla açıklamaya çalışacağım.

Şiir olarak çok şık duran bir metin bestelenmeye kalkışıldığında müzisyene olmadık zorluklar çıkarabilir. Bazen bir iki hece fazla gelir, onları ne yapacağını bilemezsin. Konuşma dilinde çok hoş duran bir sözcük şarkıda sırıtabilir. Melodiye uysun diye bazı yerlerini tıraşlamak, bazı yerlerde de tekerleme gibi aynı basit sözleri yineleyip durmak zorunda kaldığın olur. Şarkıda güzel duran sözler, müziksiz okununca basit, hatta salakça gelebilir.

Zaten benim şarkılarımın sözleri de bildik şarkı formlarını zorlayacak kadar uzun ve kitabî. Ama ne yapalım, onlar marketlerde satılsın, "top bilmem kaç" listelerinde liste başı olsun diye yazılmadı. Gitarın yamacında söyleyecek çok sözü olan, haksızlığa karşı tepkili, dilinin ucuna geleni yutmaktansa bütün dünyayı kendine hasım etmeyi göze alabilen asi ruhlu bir oğlan çocuğu vardı, sözler ve akorlar dökülüverdi.

Birçok müzik türünü severek dinlesem ve söylesem de, kendime en yakın hissettiğim müzik dili daha çok rock geleneği. Onları okurken, asansör ya da dans müziği olmadığı, yeni yetme duyarlığıyla ya da hisli nağmelerle söylenmediği bilinsin yeter derim.

Kısacası, şarkı sözü ve şiir uzaktan birbirini andırsa da iki farklı disiplin. Sen, değerli okur, eğer düş kırıklığı riskini göze alıyorsan ve destan uzunluğundaki bir metni okumaya sabrın varsa, bu yazının sonundaki linki tıklayıp okuyabilirsin. Yok sıkılırım diyorsan, salla gitsin. İnsanları kollarını büke büke ikna etme arzusunda değilim.

Zaten bir şarkı sözünü bu şekilde yayınlamak hem anlamsız, hem de riskli. Ama gel gör ki, insan zaman zaman "ölüp gideceğim, bütün yazdıklarım bilgisayar disklerinde, tozlu gazete arşivlerinde kaybolup yok olacak" duygusuna kapılıyor. Her ölümlü gibi ben de neyim var neyim yoksa ortaya serip öyle çekilmek istiyorum hayal perdesinden.

* * *

Kısmet bugüneymiş…

Bu şarkıları yazalı yıllar oldu, ama gözlerden ırak kitabım "Nereye"'yi de yazdığım antika Mac'in içinden çıkaramadığım için daha önce yayınlayamamıştım.

Şimdi de paylaşmadan önce, sanırım "yanlış anlaşılır mıyım" diye bir tereddüt geçirmiş olmalıyım ki, onları birkaç yakın arkadaşıma okutup fikirlerini aldım. Bazıları "çok uzun, biraz kısalt" dedi, bazıları "şarkı sözünü yayınlama, çalınıp çırpılır" dedi, bazıları "o kadıncağız, her kimse, kendisini çok önemsediğini sanacak" dedi. Hatta yazdıklarımı "öfkeli" bulanlar ve "kavgacı olduğunu söyleyenlerin ekmeğine yağ sürmüş olursun" diyenler bile çıktı.

Bu yorumlardan etkilenip yazıyı ve şarkı sözlerini rafa kaldırdım, unuttum.

Ama iki yıl sonra tekrar, "ölüp gideceksin" dedim kendime; "onca yıl boyunca her türlü düşünceni boğazındaki dokuz düğümden geçirerek dile getirdin de ne oldu? Yine de it sürüsü kadar hasım edindin. Ne yapsan sevdirmeyi başaramadın kendini birilerine. Şarkını içine gömsen sanki iyi şeyler mi düşünecekler hakkında?"

Ve sonunda, henüz son noktası konmamış, tamamlanmamış bu şarkılar dizisinin sözlerini -varsa- meraklısıyla paylaşmakta karar kıldım.

Keşke onları bir biçimde kaydedip bu sitede bari dinletebilseydim. Ama ne yazık ki bunu yapabilecek teknik bilgiyi ve donanımı şimdilik haiz değilim. Stüdyolara girip kayıt yapacak ne param ne motivasyonum var. Elimde dosyayla, teyp bantlarıyla onun bunun kapısını aşındıracak yapıda biri değilim. Hiç olmadım. Kala kala bir tek burası kalıyor. İnternet.

Şimdilik sadece sözlerine göz at dostum, umarım günün birinde müziğini paylaşabilme fırsatımız da olur. Bir gün belki karşılaşırız, gitar tıngırdatarak çalar söyler, dinletirim azıcığını.

Şarkıları okumak için bu taraftan buyur →

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

558
Derkenar'da     Google'da   ARA