Patronsuz Medya

Tommiks

Necdet Şen - 25 Şubat 1997  


Dört beş yaşlarındaydım sanırım, benden dört beş yaş daha büyük olan ablamdan bana masal anlatmasını isterdim her akşam uykuya dalmadan önce.

O da bildiği tüm masalları anlatmaya başlardı bir bir. Ama beni meraktan uyku tutmazdı, "daha, daha" derdim. Masallar biter başka masallar anlatılır, onlar da biter diğerleri anlatılırdı. Sekiz on yaşlarındaki bir kız çocuğunun dağarcığında kaç tane masal olabilir? Kırmızı Şapkalı Kız, Çizmeli Kedi, Pamuk Prenses Ve Yedi Cüceler, yine Çizmeli Kedi, yine Kırmızı Şapkalı Kız, sonra yine Pamuk Prenses Ve Yedi Cüceler…

Ve gözleri faltaşı gibi açık "daha, daha" diyerek düş yutan bir ufaklık. Bu kez de o güne kadar okuduğu Tommiks'lerdeki maceraları anlatmaya başlardı ve ben "daha, daha" demeyi sürdürürdüm. Ablam, gözlerinden uyku aka aka anlatır anlatır ve hikâyenin en heyecanlı yerinde "devamı gelecek sayıda" der, keserdi. Yattığım yerden fırlar, "uyuma, anlat anlat" diye yalvarırdım. "Nasıl anlatayım, ondan sonrasını bilmiyorum ki" derdi; "anlattığım, bu hafta yayınlanan en son sayıdaki maceraydı, devamı sahiden gelecek sayıda" .

Emziğim ağzımdan çekilmişçesine hayal kırıklığı içinde yorganın altına büzülür, meraktan çatlayarak uykumun gelmesini beklerdim. Hayallere doymayan küçük bir çocuk için "gelecek hafta" öyle uzak bir zamandı ki, beklemek işkenceden farksızdı. Ben de kafamda devam ettirirdim hikâyenin gerisini. Sonra uykuya dalardım.

Kulver Kalesi

Ne çok hastalanırdım çocukken; kızamık, kabakulak, alerji, soğuk algınlığı, kırık-çıkık, oyunda yaralanmalar, kavgada hırpalanmalar, gene soğuk algınlığı, gene yorgan döşek yatıran bin bir sebep. Yıllar sonra okuyacağım bir kitap "çocuklar çoğunlukla mutsuzluktan hastalanır" diyordu. O zamanlar bilmiyordum bunu; aile çevresinde bulamadığım şefkat ve hoşgörüyü okulda öğretmenlerimde arıyor, daha da beter bir katılık ve hoyratlıkla yüzyüze geliyordum.

Arkadaş çevresi ise ince uzun bedenimi ve renkli hayal dünyamı bana pahalıya ödetmeye kararlıydı zaten. Neredeyse her sokağa çıkışta kavga edip, eve yüzüm gözüm morarmış, üstüm başım çamura bulanmış, yırtık pırtık dönüyordum. Evdeki karşılama da sokaktaki kadar hoyratça oluyordu; üstüm başım için annemden azar işitiyor, şişmiş gözüm için de babamdan temiz bir sopa yiyor, sonra odama çekilip yatak altlarına dolap arkalarına zulaladığım yasaklanmış Tommiks'lerime sığınıyordum.

Mutsuzdum, zırt-pırt hasta oluyordum.

Hasta yatağımda hep aynı düşü kuruyordum: Bir uçak evimizin tam üstünden geçerken karnındaki ambar kapağı ansızın açılıveriyor ve içi tıka basa Tommiks ciltleriyle dolu devasa bir sandık evimizin çatısını ve tavanı delip güm diye yatağımın yanına düşüyordu ve ben kalan bütün zamanımı yattığım yerde Tommiks okuyarak geçiriyordum.

Bir diğer hayalim de, oku oku bitmek bilmeyen bir Tommiks külliyatıyla ıssız adaya düşmek, insansız bir dünyada mavi gökyüzüyle yeşil çimenler arasında yalnızca Tommiks okuyarak yaşamaktı. Çocuk ruhumun ihtiyaç duyduğu merhamet, tutarlılık ve özgürlük orada, resimli roman sayfalarındaydı. Elimde bir Tommiks kitapçığı tuttuğum müddetçe kaçıp saklanacağım canımı acıtmayan bir dünyam var demekti. Ben Tommiks'tim, Konyakçı ve Doktor Salloso kadim dostlarımdı. O kitapçıklarda beni, yani Tommiks'i, her türlü hunharlıktan esirgeyen iyi bir ruh vardı ve onun kayırması sayesinde girdiğim tüm mücadeleleri kazanıyordum. Çünkü ben de o dünyaya (incitilemezler dünyasına) aittim.

Ve her yorucu serüvenin sonunda atım Napolyon beni Kulver Kalesi'nin güvenli dost ortamına, sığınağıma götürüyordu. Ana kucağı gibi bir yerdi Kulver Kalesi. Orada Tommiks'i, yani beni, yanağımdan öperek karşılayan Suzi, belki de kimliğimin bebek bedenimde bıraktığım öbür yarısı, kasıklarımda körelmekte olan "öteki" tarafımdı. O nedenle ben, yani Tommiks, sonraki yıllarda da zaman dışı bir dünyanın hünsa çocuk kahramanı olarak yaşayacaktım. Kadınlara karşı duyduğum önlenemez sevişme arzusunun acı meyvalarını hep içimdeki Tommiks'e karşı işlenmiş bir kabahatin bedeli olarak algılayacak ve her seferinde arzularımı kuru mantıktan kılıflarla sarıp sarmalayacaktım.

Göbeğimin altındaki üçgen bölgedeki kılları ilk fark ettiğim an duyduğum şaşkınlık ve utancı anlatabilecek kelimeleri bulabilsem keşke. İçimdeki genetik takvim Tommiks'e ihanet ediyor, onun zaman dışı çocuk dünyasıyla aramda açık duran geçiti yavaşça kapıyordu. Oysa Tommiks sonsuzluktu; buradan kurtuluşun yastık altındaki gizli kapısıydı; o olmak istediğim bendim.

Beynimdeki çocuk, kendisi için yaratılmış olan masalsı boyuttan kopup dışarıdaki dünyanın ruhsuz kalabalığına karışmak istemiyordu.

Bugün de istemiyor. Neden acaba?

Yorumlar

Neden, çünkü dışarıdaki dünya da her zaman iyiler kazanmıyor. Göz göre göre kötülerin de kazanabildiği ve adaletin her zaman yerini bulmadığı gerçeği ile yüz yüze olunan bir yer dışarıdaki dünya. Ve en önemlisi, o güzel kitaplardaki her macera kahramanını yüceltirken dışarıdaki dünya bazen kahramanına insafsızca davranıp onu unutulmanın, terk edilemenin eskiyip yaşlanmanın ve nihayet yok olmanın kapısından içeriye itiverebiliyor. Yüzbaşı Tommiks her uzak maceradan sonra geriye döndüğünde KULVER kalesinin ve kalede sıcacık pastalar yaparak soğuması için pencerenin kenarına bırakan tatlı SUZİ'sinin orada olacağını biliyor, oysa bizler bazen arkada bıraktıklarımızı geri döndüğümüzde bulamayabiliyoruz. Yani adına gerçek dedikleri dünya berbat boktan ve aslında hiç kimseye hiç bir şey vaad etmeyen bir yer. Sanırım o yüzden oradan kopmak istemiyordun o zaman. Yazının üzerinden çok zaman geçmiş şimdi ne düşünüyorsun bilemem.

Eren Kandemir - 8 Aralık 2009 (00:35)

Bu yazı aslında 1998 yılında yazdığım Nereye adlı kitabımın içindeki bir parçaydı. Nedense, daha sonra bastırmak için yayıncı aramaya başladığımda bazı parçalarla birlikte bunu da kitaptan çıkarttım.

Sanırım kitabın hacmi yayıncıları ürkütmesin diye.

Ya da belki yazmayı düşündüğüm -ama bezginliğe kapılıp yazmadığım- bir sonraki kitabın kapsamı içine girdiğini düşündüğüm için.

Sadece bu yazıyı -ve diğerlerini- değil, kitaba koyduğum birçok fotografı ve çizgiyi de -yayıncının kitabı ucuza getirme kaygısı yüzünden- kitaptan çıkartmak zorunda kaldım.

Sonuçta Nereye, gönlümce yazdığım ilk halinin epeyce kırpılmış bir haliyle yayınlanabildi.

Ve ticarî açıdan başarısız oldu. Piyasa ağzıyla söylersek; "satmadı" .

(Ya da beklenen hızda satmadı diyelim.)

Ben de bu vesileyle yayıncılık sektörü açısından kâr vaad etmeyen bir yatırım sermayesi olduğumu öğrenmiş bulundum. Boynum eğik.

(Bu konunun bakiyesi şurada: Bir yiğit bir kitap yazsa, gör başına neler gelir!)

Tommiks'in sunduğu pastoral ve hijyenik hayal dünyasına kaçma konusuna gelince; bu konudaki tavrım, çocukluk yıllarıma ve bu yazının yazıldığı yıllara göre biraz farklı.

Öncelikle, dünyanın sırf kötülükle dolu bir yer olduğunu düşünmüyorum. Daha çok bir ordövr tabağı; içinde ne ararsan mevcut.

Hayattan öğrendiğimi sandığım bir şey var: Beni inciten şeyleri "kötülük" diye adlandırmaktan titizlikle kaçınıyorum. İnsanları "iyiler" ve "kötüler" diye sınıflandırınca, yapılan tahlil "hissî" oluyor. Durumlara ve insanlara yakıştırdığımız bu tür sıfatlar çoğunlukla bizim egomuza göre eğilip bükülebilme özelliği taşıyan gayet öznel etiketler olup, belki birazcık gazımızı alıyor ama görüntüyü netleştirmek açısından pek bir anlam taşımıyorlar.

Artık nelere kırıldığım ve niçin kırıldığım konusunda daha net fikirlere sahibim. Kırıldığımda beni kıranları "kötü" diye adlandırmak yerine, onun egosunun benimkinden daha şişkin olduğunu ve hoyrat davranma konusunda benden daha rahat olduğunu düşünüyorum.

İçi nefretle dolu insanlar gördüğümde "ne kadar güçlü biri" diye düşünmüyorum, "kendisini kısır bir döngüye hapsetmiş" diyorum.

Beni mutsuz eden ilişkilerden korunmak için bugün de aklıma ilk gelen şey, insanlardan (daha doğrusu, sıkı fıkı ilişkilerden) uzak durmak. Daha akıllıca bir yol varsa da şimdilik bilmiyorum. Öğrenmeye açığım.

Haa, bir de, unutulmak o kadar korkulası bir şey değil. Hep göz önünde olup arsızca didiklenmekten, o baskıyla uyuyup o baskıyla uyanmaktansa, kendimi unutturmayı tercih ederim. Bana kalırsa, asıl ürkütücü olan, ilgi bağımlısı olmak. Bu beklenti insanı fena yamultuyor. Konformist biri olup çıkıyorsun.

Necdet Şen - 9 Aralık 2009 (09:06)

Kaleminize sağlık necdet şen. Yazıyı büyük bir keyifle okudum, çok güzeldi. Ben de çocukluğumda teksas tommiks zagor ve kızıl maske okurdum. Evet insan mutsuzsa kendi dünyasına onu mutlu eden şeylere sıkıca yapışmalı. Necdet hocam insanlardan uzak durmak en iyisi en hayırlısıdır. Sizinle bu konuda hem fikirim. Onların hepside birer yılan. Çok yakın olduğunuzda sokup zehirliyorlar. Bir konuda daha size yürekten katılıyorum. Gerçektende çocukları hasta eden mutsuzluktur, hatta büyükleride hasta eden mutsuzluktur.

Melâhat - 28 Nisan 2011 (09:34)

Hayatı gerçek anlamıyla sorguladığınız ve farkındalığınızı bir toplumsal öğretiye dönüştürdüğünüz zaman sistem sizi cezalandırıyor. Ama yılmak yok yoldaş. Yaşadığımız karabasanı hep haykırmak zorundayız insansak eğer. Zaman zaman susup kendi iç dünyamızda sükûneti bulsak bile. Bunu siz zaten biliyorsunuz. Sorunuza cevap bulamayanlar içindir bu karalamalar.

Yakup Kamer - 10 Kasım 2014 (18:21)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

62
Derkenar'da     Google'da   ARA