Patronsuz Medya

Bıktıran klişe: "Necdet Şen'in Bacı'sı gibi"

Necdet Şen - 14 Ağustos 2015  


Sosyalist düşünce, ifade edilmeye başladığı ilk günden itibaren, insanlara hep adil bir düzen ve halihazırdakinden daha yaşanılası bir gelecek vaad etti.

Ne var ki, parsel parsel bölünmüş ve legal haydutlar arasında pay edilmiş bir yağma sofrası olan dünyamızda, tavrını güçsüzden ve mağdurdan yana koyduğu için, hep karalanan, kaynağında boğulmaya, zihinlerden silinmeye çalışılan bir kurtuluş ütopyası oldu.

Kuramsal anlamda boşlukları ve uygulamada büyük günahları olsa da gelmiş geçmiş en soylu ütopyadır bence sosyalizm. Desiseyle, baskıyla, kanla bastırılan bir adalet arayışıdır.

Devlet aygıtını -zorla ya da rızayla- ele geçirme ve bu gücü sömürüsüz bir düzen kurmaya seferber etme düşü, menfaat tekelini elinde tutan ve satılık ruhları devrişip fedai yapabilen büyük habaset tarafından -şimdilik- yenilgiye uğratıldı. Ama gene de insan olan insanların içindeki zulümsüz ve sömürüsüz bir gelecek özlemini yok edemedi, edemez de.

Bugün de sosyalistler var. Darp ediliyor, öldürülüyor, hakaretin ve iftiranın en adisiyle linç ediliyorlar. Düzenin muktedirleri dün olduğu gibi bugün de bu soylu insanlık idealinin, yüreğindeki cevheri diri tutabilen pırıl pırıl genç kuşaklar tarafından benimsenip geleceğe taşınmasına engel olamıyor.

Yukarıdaki cümleleri zikreden bu münzevî de ilk gençlik yıllarından başlayarak, hiç bir kararsızlık yaşamaksızın, kendini "sosyalist" olarak tanımladı. Bugün de aynı çizgiyi sürdürüyor. Toplumcu düşünceyi sadece coşkulu ve prestijli günlerinde değil, ezildiği, şeytanlaştırıldığı karanlık dönemlerde de sahiplenen biri olarak, bugüne kadar yazıp çizdiği her sözün arkasında duruyor.

Keşke küsmeyip çok daha fazlasını yazıp çizseydim. Keşke holding medyasında açıktan akan kanalizasyonun verdiği tiksinti duygusuyla sarsılıp, o kirliliğe daha fazla maruz kalmamak adına çekip gitmek yerine soluk alınabilinir bir basın için tüm enerjimle katkıda bulunsaydım. Ama olmadı, çekip gittim. Dönmeyi de düşünmüyorum.

Daha sonra yıllarca rüyalarıma girdi hayatımın bu dönemi. Daha hâlâ giriyor. Ter içinde uyanıyorum ve "çok şükür, neyse ki rüyaymış" diyorum. Oraları terk edeli 20 yıl olduğunu hatırlayınca da bu kötü tortuların bu kadar derine nasıl nüfuz edebildiğine ve bunca yıl sonra bile tadımı nasıl kaçırabildiğine şaşırıyorum.

Bu gayya kuyusundan şunca yıl sonra bile bahsediyor olmak içimi acıtıyor. Unutmuş, tiksinti duygumu sıfırlamış olmayı diliyorum. Ama ne yazık ki bu çirkefe başarıyla uyum sağlamış birilerinin beni unutası gelmiyor. Zaman zaman adıma ya da yazıp çizdiklerime referans veren ve ağzımda pil yalamışım gibi berbat bir tat bırakan yazılar kaleme alınabiliyor.

Bu bağlamda istismar edilen sözlerimin en başında, 1980'li yılların sonunda Cumhuriyet gazetesinde 200 küsur gün boyunca tefrika edilen "Bacı" adlı çizgi roman ve onun kahramanı Fazilet üzerinden hayli çarpıtılarak oluşturulmuş bir şehir efsanesi var. Nedense, saray kapısına bekçi yazılmış birileri, muhalif bir kadına söveceği zaman, "Necdet Şen'in Bacı'sı gibi; çirkin, paçoz, şirret" ve benzeri cümleler kullanarak, sövgüsüne yazıp çizdiklerimi şahit gösteriyor, yerleştiği çukurun içine beni de çekiştirmeyi deniyor.

Zamanında sahiden de iddia ettikleri bağlamda bir şeyler söylemiş yazmış çizmiş olsam, diyeceğim ki, ee ne yapalım, o günahı işledim, şimdi de ceremesini ödüyorum. Ama böyle izansızca çarpıtılan ve sövgü malzemesi yapılan şey, rüzgârlı bir rıhtımda hazretin kulağına fısıldadığım özel bir söz değil ki, basılı kitap. Muhtemelen hâlâ birilerinin raflarında, en azından yayınlandığı gazetenin arşivinde duruyor.

Bazen "belki de hata ettim, bu tür çarpıtmalara daha ilk yazılan yazıdan itibaren tepki gösterip yalanlasaydım, belki daha sonrakileri yazacak olanlar bir an durup düşünürdü, suskunluğumla -galiba- bu tür demagogları üzerime basmaları için cesaretlendirmiş oldum" diyorum.

Ne var ki, çocukluğumdan beri şahsıma yönelik yersiz suçlamaları yanıtsız bırakmak ve "yanlış anlamayı" yanlış anlayanın sersemliğine vermek gibi kararlı (belki de yanlış) bir huyum var. Kişiliğimin bir bileşeni bu. Daha sonraki yıllarda da kendi yazıp çizdiklerimle ilgili ek açıklamalar ve düzeltmeler yapmamaya özen gösterdim. Anlatının da anlatısını (ya da açıklamasını) yapmak, okurla metin arasına girerek o öznel akışa dışarıdan müdahale etmek, kişileri ne düşünmesi, neyi nasıl algılaması gerektiği konusunda yönlendirmek ve dolayısıyla hem kendimin hem de okurun çapını hafife almak gibi göründü bana.

Bundan sonra da bu tutumumu sürdürürüm sanıyorum. Ama şu an, epeydir birikmiş olan bir ufunetin zorlamasıyla, kendimi Bacı konusunda -bu seferlik- açıklama yapmaya mecbur hissediyorum.

Yazılıp çizilmesinin üzerinden çeyrek yüzyılı aşkın zaman (27 yıl) geçmiş olan ve uzun zamandır yeni baskısı yapılmayan Bacı çizgi romanının neyi anlattığını, yaşı elliye dayanmış veya geçmiş az sayıda Cumhuriyet okuru dışındaki gazete okurlarının, özellikle de genç kuşağın biliyor olması pek mümkün değil. Zaten şart da değil. Bir öyküydü işte. Rahatının kaçmasından çekinmeyen solcu bir çizerin yazıp çizdiği, kendisini de bağlayan dünya tasavvuruna içeriden eleştiriler getirdiği, dikenli, kılçıklı, balık sırtı bir çizgi roman.

Hadi gene de film fragmanı gibi birkaç cümleyle özetleyelim, hiç bilmeyenler fikir sahibi olsun: 12 Eylül darbesinin 8 yıl hapiste misafir ettiği ve tahliye edildikten sonra karşısında tanımakta zorlandığı bir Özal Türkiyesi bulan, mimlenmiş, yoksul, devrimci bir genç kadının öyküsüydü bu. Bir yandan iş ararken bir yandan da o zamana değin baskı altında tuttuğu kadınlık haliyle hesaplaşıyordu. O arada "hızlı" bir gazeteciyle ilk ilişkisini yaşıyordu. Devrimci mücadeleden tanıdığı bir arkadaşının önerisiyle o zamana değin okuduklarından farklı kitaplar da okumaya başlıyor, kendine sorular soruyordu. Özetle, gerçeği arayan, hayatın içinden, dürüst ve ince ruhlu bir insandı bu kız. Ufak tefek, güzel yüzlü. Devlete kafa tutabilse de etrafındakileri incitmekten kaçınan biri. Adı Fazilet. İsmiyle müsemma.

Ben bu romana göz atınca kendi zaviyemden böyle şeyler görüyorum. Burada bile çirkin, acuze, kötücül bir kadın görenler, aslında kendi hayatlarını bir sorgulasa meselâ.

Bana sorarsan bu kadar teferruat da gereksiz aslında. Karakterin ya da "bacı" tipolojisinin adını ilk kez duyan biri bile, sadece internette yapacağı basit bir araştırmayla, öyküde anlatılan solcu kadının öyle biri olmadığını görür. Okumuş olanlar da -eğer budala ya da rezil değilse- orada tasvir edilen karakterin, uğruna ağır bedeller ödemeyi göze aldığı dava da dahil, tüm hayatı sorgulayabilme kapasitesine sahip, zeki, dürüst, değişime açık bir roman kahramanı olduğunu idrak eder.

Dahası, bu anlatının yazar+çizerinin sosyalist ideale içeriden, örgütsel ilişkilere dışarıdan baktığını da açıkça fark eder.

Yüzlerce sayfalık romanın içinden cımbızlanmış bir iki kelime ya da cümlenin, o romanın ana fikri yerine koyulamayacağını da anlar.

Bir siyasî polemiği, insanların fiziksel özelliklerini ya da özel yaşamını diline dolayarak aşağı çekmenin ne çeşit bir kepazelik olduğunu ise sağduyusunu yitirmemiş herkesin yorumuna bırakıyorum.

Yorumlar

Yazarımızın hiç bir sosyal medya hesabı olmadığını ve yazılarının tırtıklanıp oraya buraya copy paste edilmesinden hoşlanmadığını dünya kamuoyu ile birlikte biz de biliyoruz.

Fakat kendisinden kopardığımız hususi izin ile, bu yazısının isteyen herkes tarafından sosyal medyada paylaşılabileceğini, oraya buraya forward edilebileceğini, ne kadar çok kişiye ulaşırsa ve okutulursa o kadar iyi olabileceğini bildirmeyi borç biliriz.

Adamcağızın sabrı fena taşmış belli ki.

Büdütör - 14 Ağustos 2015 (22:55)

Benim de içinde bulunduğum yayın grubunda çıkan yazıyı okudum. İçimden bir şeyler koptu. "Necdet buna hem kırılacak hem de kızacak" dedim. İnsani ilişkim olan bir yazarın bu cümleleri kendi fikri alt yapısına destek olarak göstermesi de üzülmeme sebep oldu. "Yahu Fuat" dedim, "insan bir takip eder, Necdet Şen nerelerde ve ne yapıyor" diye düşünür. Hepsinden önemlisi de şimdilerde neler yazıyor, ne anlatmaya çalışıyor, bir bakar. Bu bacı işi böyle devam edecek galiba sevgili Necdet. Şarkıdaki gibi "Beni anlamadın ya, ben ona yanıyorum" deyip duracaksın.

Ahmet Faruk Yağcı - 17 Ağustos 2015 (13:48)

Yazılarında "necdet'in bacı'sı", "nâzım'ın anası" "tevfik'in oğlu" gibi klişelere sığınmaları, sığınırken de satır aralarına yoz kelimeler sıkıştırmaları o kalemşörlerin acizliğe ve amansız bir kabızlık hastalığının pençesine düştüklerinin bir göstergesi olduğunu düşünüyorum.

Şüphesiz ki, sadece yandaş ve holding medyasının güzide gazetecilerinde ve köşe yazarlarında bu kabızlık hastalığı yok; bu kabızlığı solcu geçinen ulusalcı, sol kemalist, sosyal faşist köşe yazarlarında da sıklıkla görmek mümkün. Amma ve lâkin takıntılı bir düşmanlıkla çürütülmüş kabız kalemlerden çıkan yazılara ne "necdet'in bacı'sı", ne "nazım'ın anası" ne de "tevfik'in oğlu" derman olamıyor.

Bülent Karaköse - 18 Ağustos 2015 (11:42)

Sayın Necdet Şen,

Bacı'yı Cumhuriyet'te tefrika edilirken arkadaşlarımla takip ediyorduk.O zamanlar üniversite öğrencisiydik. Kantinde Necdet şen bacıda bugün ne çizmiş diye tartıştığımızı çok iyi hatırlıyorum. Sonra kitap haline gelince de bir tane aldım kütüphanemde duruyor hala.

Bacı çizgi romanı bence sadece Türkiye'de değil dünya çizgi roman tarihi açısından ayrı bir yere sahiptir. Politik çizgi roman diye bir kategori var mı bilmiyorum ama bacı bence bu kategorinin ilk ve en güzel örneklerinden biridir.

Bacı bana ve arkadaşlarıma klişelerden sıyrılarak düşünülmesi gerektiğini, aidiyet duygusu ile bağlı olduğun toplulukların veya örgütlerin sorgulanması gerektiğini düşündürmüştü. Doğrunun göreceli olduğu sorgulama yapmadan bir şeye inanmanın dogmatikliğini tartışmıştık hep…

Yazınızı okuyunca 18-19 yaşlarındaki gençler üzerinde önemli bir etkisi olan romanınızı yazdığınız için sizi geçte olsa tebrik etmek ve teşekkür etmek için bu maili yazma ihtiyacı duydum sevgiler…

Erkan Altunkan - 22 Temmuz 2016 (09:20)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

457
Derkenar'da     Google'da   ARA