Patronsuz Medya

Madem Başbakan'ım ağzıma geleni söylerim

Necdet Şen - 9 Eylül 2008  


"Senin maaşlı köşe yazarların, silâhşörlerin var, benim o kadar yok."

Bu akıllara ziyan cümleyi sarfeden kişi Camialtı Spor'da futbol oynayan bir yeni yetme değil, bu ülkenin başbakanı olan muhterem.

Büyük bir ülkenin lideri olduğunu unutup tüm halkın gözü önünde bir medya patronuyla kayıkçı kavgasına tutuşan Recep Tayyip Erdoğan.

Karşısında da her eleştiride kendi televizyonlarına çıkıp saatlerce konuşan ağız kavgası şampiyonu Aydın Doğan.

İkisi de birbirinden merdane.

İkisi de ülkenin kaderine hükmediyor.

İkisi de artık sussalar çok iyi olacak.

Havada uçuşan tehditleri ve örtülü hakaretleri ağzı açık dinleyen biz sıradan insanlar, bu kavgacı horozlardan hangisine daha az güveneceğimiz konusunda şaşırıp kalmış durumdayız.

Medya grupları arasında ikide bir patlak veren ağız dalaşlarına, patronunun fedaisi gibi öne atılan köşe bıçkınlarına, o güne kadar kasalarda bekletilip uygun zamanlarda ortaya çıkarılan yolsuzluk dosyalarına ve sular durulduktan sonra hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam eden kudret simsarlarına alışabilecek miyiz?

Sokaktaki insanlardan hangisine sorsan hem siyasetçi hem de gazeteci için taşıdığı "hepsi yiyici" yargısını şaşmaz bir kararlılıkla dile getirecektir. Ama yine de seçimlerde oyunu gidip o "yiyici" partilerden birine verecek ve öteki "yiyici"nin gazetesini de her gün satın alıp okumaya devam edecektir.

Ve tabii ki gazete/televizyon sahibi iş adamlarıyla siyasetçiler arasındaki fırtınalı ilişki yüzünden en temel değerlerimizin aşındığını söyleyen üç beş entelin sesi davulcu pırtlatması gibi gürültüye gidecektir.

* * *

Büyük paralardan, imtiyazlı ilişkilerden, gizli pazarlıklardan, dil altında tutulup "ifşa ederim haa" diye ucu gösterilen mahrem sırlardan söz ediyoruz.

Memleketimizde olan biten hakkında bilgi sahibi olabilmemiz için bunun gibi krizlerin patlak vermesini beklememiz gerekiyor. Sair zamanlarda bizim de öğrenmeye hakkımız olan şeyleri sadece çok dar bir çevrenin biliyor ve bunu bize taze taze değil de "pişirerek" açıklıyor olmaları ahlâken hiç sorun teşkil etmiyor.

Tamam biz bunlara alıştık. Daha beterine de alışabiliriz. Ama evvelden silâhşörler vasıtasıyla yapılan bu ayarı düşük kavgalar şimdi niye bizzat başbakan ve patron düzeyinde yapılıyor, bunu çözemiyoruz.

Özellikle de başbakanın kahvehane muhabbeti kıvamındaki söylemi, elleriyle kollarıyla yaptığı acemi artistlikler, yüzündeki kurnaz ifade, kullandığı tehditkâr sözcükler, asabî hitabet tarzı bıkkınlık veriyor.

Bilmek istiyorum, "senin maaşlı köşe yazarların, silâhşörlerin var, benim o kadar yok" cümlesi ne demek?

Örneğin, Doğan yayın grubunda çalışan yazarları muhabirleri editörleri topyekûn emir kulu ve patronun dikte ettiğini yazan satılık kalemler olarak mı görüyor sayın Erdoğan?

Öyle görüyorsa bundan sonra nasıl bakacak onların yüzüne? Bu ağır hakaretin arkasını getirebilecek mi?

* * *

Peki ya sayın Erdoğan'ın "kendi silâhşörü" olarak gördüğü medya çalışanları kimler?

Örneğin damadının gazetesinde yazan yazarları mı kastediyor bu sözlerle?

Ya da diyelim bu gazetenin yazarlarını da "kendisinin" olarak mı algılıyor?

Emin mi o kadar?

Kimdir sayın Erdoğan'ın "Aydın Doğan'ınkilerden daha az sayıda olan" silâhşörleri? Açıklasın, hepimiz öğrenelim.

Gazete patronuyla hısım ya da ahbap olmayı o gazetelerde yazan insanların koşulsuz itaatini satın almak mı zannediyor başbakan?

Bu nasıl bir hamlık?

O gazetelerdeki tüm kanaat önderlerinin aşiret törelerine uyar gibi kendisine yontarak yazacağına nasıl hükmedebiliyor?

Bu talihsiz ifadeleri bir dil sürçmesi olarak mı yoksa sayın Erdoğan'ın demokratik kültürünün hâlâ gelişememiş olduğunun kanıtı olarak mı algılayalım?

Bu çaptaki bir ülkeyi yöneten kişinin bu kadar yalınkat bir dünya algısına sahip olması normal mi?

* * *

Umarım yanılıyorumdur ama sayın Erdoğan'ın egosu artık kalıbına sığmayacak kadar devleşmiş gibi görünüyor.

Ağzından çıkan her söze büyük bir kelâm değeri atfediyor sanki.

Ama kendisine hatırlatmak isterim, mevki makam sahibi insanların çevresinde oluşan ve her yaptığını onaylayan dolgun kabuk, aynı zamanda o kişiyi baştan çıkaran ve kendi dar çevresinin söylemini dünyanın gerçeği zannettiren bir akıl tutulmasına da vesile olabilir.

Kendi sesinin tınısıyla sarhoş olan insanın konuştukça konuşası gelir bazen.

Ve bazen insan konuştukça batar.

Biliyorum, sayısı bini bulan kanaat önderinin hepsini okuyacak ne zamanı ne de arzusu vardır sayın Erdoğan'ın. Ama yine de onun yakın çevresinden birilerinin gözden düşmeyi de göze alarak ona şu basit uyarıyı yapmasını ümit ederim:

"Sayın başbakanım, mümkünse daha seyrek daha öz daha vakur konuşunuz. Ve konuşurken ağzınızdan çıkan her bir kelimeyi Kasımpaşalı bir kabadayı sıfatıyla değil de Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakan'ı sıfatıyla sarfediniz. Saygıyla arz ederim efendim."

Yorumlar

Sayın Necdet Şen, yazınızı tesadüfen görüp ilgiyle okudum ve çok beğendim üslubunuzu. Yalnız yayınlanalı hayli zaman geçmesine rağmen nedense hiç 'yorum' yapılmamış. Neden acaba?

Çoğunluğun -hele bu ülkede- ne dediği ve yaptığıyla ilgilenmeyen biri olarak ben size tebrik ve teşekkürlerimi sunmak istedim.

Aklınıza, fikrinize, yüreğinize sağlık…

Şiyma Aksekili - 12 Haziran 2009 (00:08)

Yazınızın başından sonuna kadar güzel tespitlerde bulunmuşsunuz, kaleminize sağlık…

Demokrat Forum - 22 Temmuz 2009 (02:39)

Necdet Şen'in yorum almamış daha nice yazısı vardır bu sitede. "Ben-şahsen-bizzat-kendim olaraktan" bazılarını yedi-sekiz defa okumuş, hattı bazısını gayr-i ihtiyari- ezberime almış biri olmakla birlikte pek çoğuna yorum yazmaya cür'et edememişimdir.

Okuduğumda bana tılsımlı gibi gelen, efsununa kapıldığım pek çok şiirin birileri tarafından meali verildiğinde, yoruma tabi tutulduğunda o büyülü halenin dağıldığını, o esrarengiz şiirin bir anda sıradan bir nazma dönüştüğünü görmüşlüğüm vardır.

Ne yazsam eğreti duracak, dokunsam "bir martı misali uçup gidecek" diye endişe ediyorum.

Ahmed Cezir - 17 Aralık 2010 (21:40)

Eh, ben de dikkatli bir medya izleyicisi olarak, bu yazıyı yazdıktan bir gün sonra, Necdet Şen'in Star gazetesindeki köşesinin buharlaşıp kaybolduğunu not edeyim, eksik kalmasın.

O gün bu gündür hep merak ederim; acaba niye?

Mustafa Sarıvelioğlu - 18 Aralık 2010 (01:03)

Sayın Şen'in 9 Eylül 2008 tarihli yazısını okuduktan sonra, bugün yaşananları kıt aklımla bir kez daha değerlendirdim… Özellikle Erdoğan ile Altan dalaşmasını. Değerli Necdet Şen'in yorumlarına; "öngörü" mü, "uzgörü" mü her neyse… İşte bu mudur, budur dedim. Saygıyla.

Macit Cününoğlu - 21 Ocak 2011 (17:07)

Gazetelerden okudum ve konunun etrafında dönen lüzumsuz geyiğe kendi meşrebimce güldüm.

Efendim, CNN int sunucusu bizim Erdoğan sultana "siz rock starı mısınız" diye sormuş, o da ebesine sövülmüş gibi kızgın bir tavırla "ben rock star değil siyasetçiyim" demiş.

Tamam, bunu anladık, adamın ne rock müzikle ve ne de "van minüt" düzeyinden öte ingilizce ile işi var, tamamen otantik. Peki ama şu 24 saat nöbet tutan sosyal medya geyikçilerine ne oluyor?

Gündelik Amerikan ingilizcesinde "rock star" diye aynı zamanda işini çok iyi yapan kişilere derler diye biliyorum. İster bir şirketin ceosu ol ya da bir cerrah ya da bir modacı; işini virtüözite derecesinde iyi yapıyorsan sana birileri "rock star" diyebilir övgü kabilinden.

Çünkü kimse durduk yere "rock star" olamaz. Çaldığın zımbırtı her neyse (gitar, org, kaşık, tamburin) çok iyi çalanlardan değilsen, rektumunu harap etsen de kimse sana "rock star" demez.

Bizim Erdoğan neyi iyi çalıyor bilemiyorum ama belli ki merkez şubedeki reklamcılar iyi çalışıyor.

Bir de zavallının kulağına "sana birazdan iltifat edeceğiz, aman yanlış anlayıp gene şarlama" diye fısıldasalar…

Wakkas Rock - 26 Eylül 2011 (21:27)

Başbakan Erdoğan'ın kürtaj ile Uludere kepazeliğini kıyaslayan, bir tutan sözleri son zamanlardaki tüylerimi ürperten izansızlıklar silsilesinin kalın bir halkası oluverdi.

Tam bu konuda ayrıntılı bir şeyler yazacaktım ki, Cüneyt Özdemir'in Radikal'deki yazısını okudum. Benim söylemek istediklerimi 3 aşağı 5 yukarı söylemiş: Tehlikenin farkında mısınız? (Cüneyt Özdemir - Radikal)

Oflayıp puflayıp duruyorum. Biz, kuşaklar boyunca memleketin anasını ağlatan jakoben kemalist sultayla, onlar gitsin, boşalan tiranlık koltuğuna bunlar otursun diye mi gırtlaklaştık şunca yıl?

Derdimiz, Roberpiyer'lerden Robespiyer beğenmek miydi? Sahiden müstehak mıyız bu kadar berbatına?

Bugünlerde hiç haber okumak gelmiyor içimden.

Necdettin Efendi - 27 Mayıs 2012 (14:21)

Ben rock starı değilim, ben bop eşbaşkanıyım deseydi daha doğru olurdu. Ya da CNN sunucusu siz bop eşbaşkanı mısınız diye sorsaydı acaba ne yanıt alırdı?

Bunak Moruk - 28 Mayıs 2012 (12:41)

Hepsinin ötesinde, bir ülkeyi idare etmekte olan kişinin bundan daha farklı bir tavrı olmak gerekmez mi? Zengin enişteler vardır, kafaları çalışmaz, küstahtırlar, bilgisizdirler ama paraları sayesinde misafir gittikleri evlerde kural koyucu olurlar. Evin oğluna "oğlum al şu elliliği kavun al, şeftali al, kola al, iki de 'malbora'" (bilerek yazıldı) demeler mi istersin, aile reisine "kayınço, salla gitsin şu memuriyeti, benim dükkânda kasada dursan iki katını veririm" (nah verir, orası ayrı) demeler mi?

Başbakan olmak aynı zamanda kırk düşünüp bir söylemek gerektirir. Gündemin orasını burasını dağıtacağım diye her konuya göbekten girmek sizi günün birinde hamamda peştemalının ucuna basılmış ademoğlu misali ortada bırakıverir. Hangi eli hangi tarafa kapatacaksınız şaşırırsınız.

Ahmet Faruk Yağcı - 29 Mayıs 2012 (07:59)

Başbakan'ın dilinde ve üslubunda benim en çok takıldığım nokta tam da bu: Ne kendisine ne de memlekete faydası dokunmayacak bir çocuksuluk, kör eden bir kibir, şöhreti ve iktidarı taşıyamama, zamanında ezilmiş insanlara özgü "güç bende artık" tavrı, hoyratlık, rabıtasızlık…

Hani bilsem ki, bir ara kendisinin de iddia ettiği gibi ("öfke de bir hitabet tarzıdır" diye buyurmuştu) böyle konuşursa tribünler daha da coşacak, bir sinerji oluşacak ve sorunların üzerinden daha da kolayca atlanabilecek… Tabii ki gene de çiğ bulurum, ama hiç değilse "hazretin bir hesabı var" derim.

Oysa Erdoğan'daki gün geçtikçe daha da belirginleşen bu hazımsızlık kontrolsüzce açığa çıkıyor. 10 yılı aşkın zamandır ülkeyi yönetiyor, ama sanki hâlâ muhalefet lideriymiş gibi davranıyor; sürekli şarlayan, her eleştiriye horozlanan baykalvari bir asabiyet haliyle meselelere dalıyor.

Yaptığı gafları esip gürleyerek boğuntuya getirmeye çabalayan tipik bir "Türk erkeği" gibi davranıyor Erdoğan.

"Birileri bu kişiye mahalle kabadayısı değil de Başbakan olduğunu hatırlatsa" diyeceğim ama pratikte bu pek mümkünmüş gibi görünmüyor. Zira Başbakan ve yakın çevresi yandaş medya dışında dile getirilen hiç bir kanaate değer vermiyor. Hatta maksatlı ve düşmanca buluyor. Yandaş medyada kalem oynatan birinin bunları söylemesi halinde ne olacağına da zaten yukarıdaki 4 sene önce yazılmış yazı ve onun müellifinin budanma hikâyesi kâfî ipucu teşkil ediyor.

Necdettin Efendi - 29 Mayıs 2012 (12:58)

Başbakan Erdoğan'ı eleştiren Yeni Şafak yazarı Ali Akel de onca yıllık emeği hiçe sayılıp kapının önüne konulmuş. Şu yazıyla: Özür açıklanmaz, özür dilenir! (Ali Akel - Yeni Şafak)

"Yandaş Medya" damgasını bundan sonra ne yapsalar silemeyecek olmak Yeni Şafak'ın patron ve yöneticilerine bence yeter de artar.

Bir de "eleştirilen" kişinin konumu var ki asıl kritik olan o.

Gerçek bir demokratın, kendisini eleştiren yazarın bu nedenle işinden olduğunu öğrendiğinde ilk yapması gereken şey, hemen telefona sarılıp, o gazetenin yönetimine böyle bir uygulamayı tasvip etmediğini, adının tarihe kendisini eleştirenlerin işsiz bırakıldığı bir başbakan olarak geçmesini istemediğini nazikçe belirtmesi, üstelik bunu vitrin adına değil, samimiyetle yapması gerekir.

Oysa bizim Başbakan tam tersini yapıyor ve en tehditkâr üslubunu takınarak, gazete patronlarına "daha ne duruyorsunuz, neden kovmuyorsunuz o tür yazarları" diye kamuoyu önünde baskı yapıyor.

Herhalde kendi partisine oy veren kitlenin de bu despotik tutumu koşulsuz destekleyeceğinden emin olduğu için bu derece pervasız. Nitekim, bitmek bilmez söylevlerinden birinde "halkım beni anlıyor" gibi bir lâf ettiğini hatırlıyorum.

Doğrudur tabii, Başbakan'ı tam da onun arzuladığı şekilde "anlayan" bir kitle var bu ülkede. Ama "anlamak" dediğimiz şey, her zaman öyle kolayca manipüle edilemeyebiliyor.

Üstelik, bizim buralarda bu "anlama" halinin gayet oynak ve kısa zaman aralıklarıyla 180 derece yön değiştiren bir şey olduğunu da birçok kez gördük.

AKP kendisine altın bir tasta sunulan (haydan gelen) bir yönetme imkânını mirasyedi gibi çarçur ediyor. Arada harcanan da bizim makus talihimiz oluyor.

Necdettin Efendi - 30 Mayıs 2012 (10:57)

Güzel adamlardan bir diğeri de, Cioran'dı yanılmıyorsam (şükürler olsun, hiç değilse birinin adını hatırladım), "İktidarı arzulamak, insanlığın uğradığı en büyük lânettir." diyordu. Katılmamak elde mi ya da durumun vahameti karşısında hüzne kapılmamak?

Bir şeyin arzusu böylesine lânetliyse, varlığının tezahürü kim bilir ne denli şiddetlidir? Bunun neye benzediğini görmek istiyorsanız, yasaklara bakmanız yeter. Süreç içinde nelerin yasaklanmış olduğunu uzun boylu bir araştırmayla veya güçlü bir hafızayla bulmanıza gerek yok, bugün "gene" neyi yasaklamışlar diye bakarsınız, olur biter.

Meselâ kürtaj konusu daha dün konuşulurken, "yasaklama" için akabinde jet hızlı bir yasa çıkarılacağını tahmin edebilir miydiniz, hani memlekette onca olumsuzluk bunca yıldır el atılmadan beklerken, tek derdimiz varmış o da kadınların apış arasındaymış gibi?

Benim asıl merak ettiğim Başbakan zaman zaman konuşmalarını (bazıları Yeni Şafak yazarı olan) yetenekli ve iyi niyetli profesyonel bir ekibe yazdırır, hatta sahici söylemlerle vurduğu yerden ses getirir, muhalefeti (haklı nedenlerle) iyice karikatürleştirdiği gibi, halkın da üzerinde doğrudan olumlu etkiler bırakır, en olmayacak adamın bile umutlanmasına sebep olurdu. O ekibe ne oldu? Onlar da bu jet hızlı iktidar uçuşunun ardından bakakaldılar galiba.

Ahmet Altan "Takrir-i sükun" demiş bu duruma. Şöyle oluyormuş:

"Başbakan'ı eleştirmek yasaktır. Erdoğan'ın ulaştığı son nokta bu. Başbakan her konuda karar verecek, herkes onu alkışlayacak. Çünkü "şef" her şeyi biliyor, heykeli biliyor, jinekolojiyi biliyor, mimariyi biliyor, sütçülüğü biliyor, "aşağıdakinin Ahmet mi Mehmet mi olduğuna" aldırmadan bombalamanın erdemini biliyor, gazeteciliği biliyor, televizyonculuğu biliyor, tarihi biliyor, "tasma takmayı" biliyor, komploları biliyor, "sezaryen" yapan ajanları biliyor. Ve, sadece o biliyor. Tabii o kadar bilince, "bilmeyenler" de sussun istiyor."

Hazır Sayın Altan da halimizi gayet net ifade etmiş işi kolaylaştırmışken, geriye bir tek yasasının çıkması kaldı. Hadi hayırlısı.

Mahmut Taha - 31 Mayıs 2012 (14:27)

Hükümetteki hissedilir eskime ve atalet, daha da vahimi bir dönüşme hali endişe verici. Bunun pek çok sebebi olabilir. Bu analizleri siyaset bilimcilerimiz yapacaklardır. Ancak ben kendi hesabıma bu partinin var olduğu iddia edilen gizli ajandasının açığa çıkmaya başladığını düşünmüyorum.

Ortadaki keyfiyet korkarım bir zaman Kemalizm adıyla anılan ama daha karmaşık bir yapı olan sistemin aslında sandığımızdan çok daha güçlü olduğunun bir göstergesi. Şeytani bir bilgisayar virüsü gibi her şeyi kendine dönüştüren bir sistem var derinde.

Tüm bunlar olurken yıllarca sistemin diğer yüzünü savunanların dediği "bakın biz dememiş miydik?" türündeki sözün bence hiç bir kıymeti yok. Kemalistlerin, imtiyazlarının ellerinden gitmesinin hırsıyla suçladıkları AK Partinin patlak çıkması Kemalistlerin doğru olduğunu göstermez.

Patlak çıkan bir partiyi eleştirip mücadele etmemiz, iktidarı tekrar Kemalistlere vermek istediğimiz anlamınaysa hiç gelmiyor.

Hiç niyetlenmesinler.

Efruz - 31 Mayıs 2012 (16:07)

Ben de tam "ne oldu bu Derkenar'ın okur yazar, yorumlar, eleştirir kadrosuna" diyordum ki "31 Mayıs günü buluşalım!" denilmiş meğerse.

Efruz beyciğim, acizane bendeniz de "bakın biz dememiş miydik?" türünden gürültü yapanlardanım. Ama sizin söylediğiniz anlamda sistemin diğer yüzünü savunanlardan ya da iktidarın elinden gitmesine kızan Kemalistlerden değilim. Beni kategorize ederken nereye yerleştirirsiniz bilemiyorum. Ben deniz sadece 10 yıldır güven sorunu yaşıyorum. Kaygılarımın doğru çıktığını görmekten de nefret ediyorum.

Gerçekten mecbur muyuz biz bu "kırk katır mı kırk satır mı?" ikilemini yaşamaya? Kemalistlere iktidarı tekrar vermemenin alternatifi patlak lastikle yolculuk etmek mi?

Mustafa Muammer Elöz - 31 Mayıs 2012 (21:57)

90' lı yıllarda Kürtler için "hata sonucu" öldürülmek olağandı. Şimdikinden farklı olarak o yıllarda öldürülenlerin yanına bir kaç kaleşnikof konulup fotografları çekilir ve "bilmem nerede yaşanan çatışmada şu kadar terörist etkisiz hale getirildi" denilip olayın üstü örtülürdü. O iklim meselenin bu kadar girift hale gelmesine epey hizmet etti.

Bu aralar olan ise aşağı yukarı şöyle algılanıyor Kürtler arasında: "Öldürdüysek öldürdük kardeşim, ne var yani. Paranız kadar konuşun!"

Kabadayı üslubu bazen kulağa hoş gelebilir, hatta sempatik karşılandığı durumlar bile olabilir ama bu durum o durumlardan değil. Burada fena halde rahatsız edici. Bu meseleye dair kaç defa yazıya oturduysam bitiremeden kalktım. Aylardır olan bitene Roboski'deki insanlarla birlikte bizler de maruz kalıyoruz. Her konuşan bir başka çam devirip bir kere daha içimizi acıtmayı başarıyor.

Son seçimlerden önce beni korkuttukları için adaylarını beğenmeme rağmen BDP'ye oy vermeyeceğimi beyan etmiştim Derkenar ortamında. Bu aralar AK Parti'nin tarzı fena halde korkutmaya başladı. Birisinin Başbakan'a -benim gibi- kendisine oy vermiş pek çok insanı korkuttuğunu söylemeli galiba. Bu yol yol değil.

Vahap Demir - 1 Haziran 2012 (09:02)

Öyle zannediyorum ki, AK Parti içinde de "biz ne yaptık, Erdoğan'ın tüm parti içi hegemonyayı kendi elinde toplamasına yol yakınken engel olmadık" diye bir hayıflanma alttan alta işliyordur.

Liderler de neticede insan. Böylesine mutlakiyetçi bir örgütlenme şemasının tepesine kimi oturtursan oturt, eninde sonunda kendi sesine, aynadaki görüntüsüne aşık olma noktasına gelecektir. (Biz ne mesutlar ne tansular gördük zamanında. Onlar bile… Onlar bile…)

Gelinen bu noktadan sonra Tayyip Erdoğan'ın devleşen egosunu olağan sınırlar içine çekebilecek (bunu denemeye cesaret edebilecek) bir AKP'li çıkabileceğini pek zannetmiyorum. Çıkarsa da, hesabı oracıkta görülür.

Bu saatten sonra ne Tayyip Erdoğan kendi gerçeklik algısının etrafında oluşmuş nedbeyi temizleyeblir, ne de o nedbe kendiliğinden saydamlaşır. Artık Başbakan, kendisine toplum tarafından verilmiş yetkiyi "seçilmişliğinin", dehasının, vazgeçilmezliğinin doğal sonucu olarak görme esrikliğinde yaşıyor. İktidar artık onun şahsî malı. Öyle bir egoya artık eleştiri işlemez.

Necdettin Efendi - 1 Haziran 2012 (11:34)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

330
Derkenar'da     Google'da   ARA