Allah zeval vermesin, devletimizin ve yüce yargımızın görevini doğru düzgün yapmadığını ya da yanlış yaptığını iddia eden kendini bilmezlerin ne kadar yanıldığını her gün bir daha idrak ediyoruz.
Yok demokrasi, yok insan hakları diyerek kafa ütüleyen entel dantel taifesi ne zaman "tamam, bu sefer tuttuk kelin perçeminden" demeye niyetlense, sistem bir kez daha fabrika ayarlarına geri dönüyor. Bir bakıyorsun ki fonda yeniden "tam mutlu oldum derken yıktın bütün dünyamı" şarkısı. Tüm zamanların "best-of" u. Sonsuz döngüye girmiş ve bir türlü açılamayan bir web sitesi gibi hayatlarımız. Aradığımız sayfa (demokrasi.html) bulunamıyor.
Dur, önce gazeteci İsmail Saymaz'ın 28 Aralık 2006 tarihli şu haberine -özetleyerek- göz atalım, sonra hep beraber cozutıruz.
"Savaş Kör, 1999 yılında yasa dışı TKP-ML / TİKKO yöneticisi olduğu gerekçesiyle tutuklanıp Bayrampaşa Cezaevi'ne konulduğunda 23 yaşındaydı.
19 Aralık 2000'deki 'Hayata Dönüş 'adlı operasyondan sonra Sincan F tipi Cezaevi'ndeydi. Operasyondan sonra ölüm orucuna başladı. Eyleminin 153. Günü geldiğinde müdahale edildi.
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin 17 Temmuz 2001'deki raporuna göre bulgular WK'ya (Wernicke Korsakoff) işaretti, Kör'ün cezasının infazı ertelenmeliydi.
İstanbul 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, talebi kabul etti. (Savaş) Artık Sefaköy'deki evindeydi. Anne Aynur Kör, oğlunu haftada bir hastaneye götürüyordu. Psikolojisi düzelmeyen Kör, bağırıyor, camları kırıyor, evden çıkmak istemiyordu.
Üç yıl böyle geçti.
Bu arada, Ankara 1 No'lu DGM, Kör'ün de bulunduğu örgüt üyeleriyle ilgili davayı 26 Ağustos 2003'te bitirdi. Kör'ün cezası indirimlerle 1. 5 yıldı.
Kör, 12 Ocak 2004'te Bayrampaşa Cezaevi'ne konuldu. 17 Şubat'ta Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne yatırıldı. Hastane, raporunu 16 Haziran'da verdi:
"Bir ay yürümedi, tuvalete gidemediği için altı bezlendi, birden konuşmaya ve yürümeye başladı, sonra camları kırdı…"
Bu saptamalara rağmen hastane, yaşamsal tehlike yaratacak hastalığa rastlamadığını bildirdi."
* * *
Haberde bahsi geçen Wernicke Korsakoff hastalığının "aşırı alkol tüketimi veya açlık (B1 vitamini eksikliği) nedeni ile meydana gelen, beden işlevlerinde oluşan hafıza kaybı gibi düzensizlik durumu" olduğunu ve "cezaevlerinde ölüm orucuna yatan mahkûmlarda sık görülen hastalık" diye tanımlandığını belirtip, yukarıdaki haberin müellifi olan gazetecinin 6 yıl sonra bir daha yazmak zorunda kaldığı bir diğer haberine geçelim:
"Mahkeme, 10 Eylül 2013'te kararını açıkladı. Sanıkların 2 TL'lik kurum zararını karşılamadıklarını belirterek, Kör ve Şahmo'ya birer yıl hapis cezası verildi.
Mahkeme, "Sanıkların geçmişi, sabıkalı oluşları, olumsuz kişilikleri, eylem anı ve sonraki davranışları ile suçun işlenmesindeki özellikler nazara alınarak" verdiği cezayı indirmedi ve ertelemedi. Ayrıca "Sanıkların sabıkalı olmaları, dosya içerisindeki bilgi ve belgeler ile yargılama sürecinde edinilen kanaate göre ileride bir daha pişmanlık duyup suç işlemekten çekineceklerine dair yeterli ve olumlu kanaat oluşmadığından" hükmün açıklanması geri de bırakılmadı."
Ne olmuş? Ne gibi bir cürüm işlemiş bu "suça eğilimli, sabıkalı, olumsuz kişilikli" gençler?
Çok feci şeyler yapmışlar. Yoksulluğa ve sömürüye baş kaldırıp hapise düşmüşler. Oradaki gayrı insanî tecrit koşullarına da baş kaldırıp ölüm orucuna katılmışlar. Ölüm orucunda ölen arkadaşlarının ardından bu zulme de baş kaldırıp koğuş kapısının camını kırmışlar.
Neee? Cam haaa! Korkunç gerçekten de! Cam bu yahu, can değil ki "amaan sen de" diyelim.
Bu canilerin işledikleri suçları say say bitmez. Gazeteci İsmail Saymaz bile sayamamış zaten bu suçların hepsini, biz nasıl sayalım?
Devlete verdikleri zarar çok büyük bu canilerin: 2 TL. Evet evet, 2 (yazıyla iki). Cezası desen, hepi topu bir yıl. Yani 365 gün. Ne ki? Lâfı bile edilmez. Bu kadar merhametli ve müşfik bizim yargımız. Ahali nankör.
Peki ya sonra ne olmuş? Neresi haber bunun?
Ölüm oruçları esnasında Devlet babanın takındığı yiğit ve tavizsiz tutum meyvesini vermiş. Skor: Nakavt! Ölen ölmüş, kalan sağların yaklaşık 600 tanesi yukarıda da zikredildiği gibi, ağır açlıktan (ölüm orucu) ve vitamin eksikliğinden Wernicke Korsakoff hastalığına yakalanmış hapishanede.
Savaş Kör de bu hastalık yüzünden kendi annesini babasını eşini tanıyamayacak derecede zihnen ve bedenen harap olanlardan biriymiş.
Yüce devletimizin günahını almayalım. Ne eylerse güzel eyler. Nitekim eylemiş de. Ne yapmış? Affetmemiş. Basmış cezayı. Hem de ertelememiş.
2 liralık kırık camın parasını ödemeyen Savaş Kör, o hasta haliyle yeniden hapishaneye atılınca, sağlığı daha da kötüye gitmiş, sadece ismen değil cismen de kör olmuş.
Bir Devlet kendi insanlarına niye böyle yapar? Çok akıllı olduğundan ve iç düşmanları (muhalifleri) her ahval ve şeraitte telef etme işini sıkı tuttuğundan mı? Sadistliğinden mi? Akılsızlığından mı? Böyle dehşetengiz sonuçları önceden tahmin edemediğinden mi? Bilemiyoruz. Kafamız basmıyor.
* * *
Yiğidi öldür hakkını yeme. Bizim devletimiz devletlerin şahıdır. Devlet kavramının her türlü çapaktan ve cızırtıdan arındırılmış çırılçıplak tarifi, şahikası, başyapıtıdır. Yargımız da -nazar değmesin- tam bu devletin yargısıdır. "Devletin bekası bahis konusuysa hukuk teferruattır" diyebilecek kertede vatan sever insan sevmez savcılar ve yargıçlarla doludur cennet ülkemiz.
Ey Türk istikbalinin evlâdı, sen sen ol, sakın ha gaflete ve dalâlete düşme; Devlet budur işte. Başka türlü davranırsa ona devlet değil, başka şey derler. (Alafranga bir ismi vardı, unuttum.) Kafanı karıştırmak isteyenlerin yalanlarına kanma ve Devlet'te cafcaflı janjanlı vasıflar arama. Devlet haki renktir, öyle kalacaktır. Sakın ha boş hayallere kapılıp da demokrasiydi boktu püsürdü, o abur cuburlardan isteme. Kör olursun. Ölürsün. Tabutunun parasını da senden tahsil ederler.
Devlet'le eskaza göz göze gelirsen, üzülen hep sen olursun. İnsan hakları falan, hepsi sağlığa zararlı şekerlemedir, iki emersin üç yalarsın, sonunda sapı elinde kalır.
* * *
Herhalde alıp başını çook uzaklara gitmek, dünyada Türkiye diye bir ülke olduğunu, bu ülkenin böyle "Testere 4" kıvamında gündemi olduğunu aklından silmek isteyen tek kişi ben değilimdir. En azından, bu iç daraltan gündemi bir süreliğine de olsa unutmak, hatta mümkünse yakın tarihe ilişkin bildiği her şeyi unutmak, ücra bir ülkenin dünyadan habersiz bir vatandaşı olmak isteyen başkaları da vardır her halde.
Ama bunun mümkün olmadığını da biliyoruz, değil mi? Özellikle de bu internet çağında. Nereye gidersen git, on bin amperlik hakikat bir tık uzağında.
Geriye "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" filmindeki gibi, hafızalarımızı resetleyebilecek bir teknolojinin hayalini kurmak kalıyor.
Ah, keşke! Cebimdeki son kuruşa kadar harcardım bunun için. Bankadan kredi bile çekerdim. Yeter ki bu ömür törpüsü gündemi hafıza kayıtlarımdan silebileyim.
En azından şu Türkçe'yi unutmayı başarabilsem. Ubıhça falan konuşabilsem sadece, başka dilden anlamasam. Gündemim ve ilgi alanım sadece kendi yavan hayatımla sınırlı kalabilse. Keçilerimi sağıp lâhanalarımı toplasam ve dağların ardında başka dünyaların olduğunu hiç bilmesem. Kuyruğu titrettiğimde beni köyümün yağmurlarıyla yıkasalar. Dokuz tahta altında ne cevap vereceğimin tasası şimdiden içimi tırmalamasa.
Ya da pek medyatik, pek kıvrak, pek civelek bir plaza hokkabazı gibi, özel uçaklarla, mihmandarlarla, foto muhabirleriyle Bhutan'a falan ışınlanıp, Budist rahip kostümleriyle çileci derviş müsameresi yapabilecek kadar kaşarlanabilsem. Dünya yıkılsa, ben dalgama baksam, zerrece yüzüm kızarmasa.
Yapamıyorum. Zamanında denedim, başaramadım. Başka bir şehre ve başka hayatlara ışınlanıp, sahiden de unutmayı başarabilene de rastlayamadım şu güne kadar. Şimdi şaka gibi gelebilir ama Taj Mahal'in avlusunda bile nefesi soğan kokan buralı bir foto muhabiri çıktı karşıma, dünyanın o ucunda 28 Şubat'la yüzleşmek zorunda kaldım.
Demek ki geriye tatsız gerçekle yaşamaktan başka seçenek kalmıyor ha! Tüh ulan! Kadere bak!
Bir dahaki sefer dünyaya -mümkünse- şrödinger'in kedisi olarak gelmek isterim. İnsan olmak insanı yoruyor.
* * *
Konuyla direkt ilgili okuma parçaları:
'Hayata Dönüş'le kararan bir hayat
Can kıyımına işleyen zaman aşımı, 2 TL'lik cam parasına işlemedi
Savaş Kör Tecridi Anlatıyor!
Kimyasal silâh ha! Hafazanallah!
Kısa bir süre önce tanıştım Derkenar'la. Geç kalmışlığımı büyük kayıp olarak değerlendiriyorum. Sorun da değil gerçi, her gün saatlerce okuyorum yazılarınızı. Yalnız olmadığımı anlıyorum, tıpkı bu yazınızda olduğu gibi. Sitenize girdiğimde, evime girmişim gibi huzur buluyorum. Daha ne deyim. Ellerinize, beyninize sağlık
Nurdan Kılıç - 8 Eylül 2014 (22:45)
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.