Patronsuz Medya

Balka Bağı

Necdet Şen - 3 Eylül 2022  


"Bir deli bir kuyuya bir boş lâf atmış, kırk akıllı kopyalayıp yapıştırmış" mıydı, neydi, öyle bir lâkırdı vardı galiba.

Web sitelerinin -en başta da popüler haber kanallarının- yazar ve editörleri ve konukları sadece kendi ahbap mecralarını ve aynı kulvardaki muadil yayınları okuyor, ana dillerini ve kavramlar setini bu şekilde ezber ediyor olabilir mi?

O kadar çok göz tırmalayan yanlış kullanımlar var ki, bir kenara not edip tek tek yazmaya üşeniyor insan.

Yaşlı amca kontenjanından paylamak geliyor bazen içimden, "size hiç kimse öğretmedi mi ağzınızdan, klavyenizden çıkan sözleri azıcık tartmayı, akıl irfan süzgecinden geçirip ondan sonra kullanmayı, ne zaman bu kadar ezberci ve yalapşap oldunuz" diye.

Teşbihte hata bal gibi olur, üzerinde üç beş saniyecik de olsa düşünülmeden ödünç alınıp ortalığa boca edilen kalem sürçmeleri ve sallama malûmat kırıntıları ışık hızıyla yayılıyor ve gerçeğin yerini alıyor.

Örnek mi? Çok aslında. Aklıma hemen gelen birkaç tanesini sıralayayım:

* * *

"Muhafazakâr kesim"

Bu aslında başka -ve kapsamlı- bir tartışmanın konusu ya, gene de ucundan kıyısından değinip geçelim.

Bakıyorum, hemen herkes "muhafazakâr" denen bir yurttaş türü olduğunda ve bu kesin inançlı kitlenin iktidardaki malûm partilerin seçmeni olduğunda hemfikir. Yani sanki bir insan ya "muhafazakâr" ya da "modern" olmak zorundadır ve bu iki zıt anlamlı kategori zinhar bir araya gelemez, aralarında geçişkenlik ya da "biraz o biraz bu" seçeneği mevcut değildir.

Her şey bu kadar net ve berrak olunca, hikmetinden sual olunamayan bir memleket büyüğünün de zamanında buyurduğu gibi, "ne mozayiği lan, mermer mermer" evsafında bir toplumsal yapıyı ön kabul olarak bir yere not ediyor ve piramidi onun üzerine bina ediyoruz. Bu netlik ortamında tabii ki "geri sar makinist" diye şarkı yazan "ilerici" olabildiği gibi, müesses nizamı bükmeye, kanırtmaya, tepip yıkmaya ve "başka neyi tepetaklak etsem" diye sağa sola bakınana da "muhafazakar" denebiliyor.

Kelimeler ve kavramlar (en genel anlamıyla KÜLTÜR) bizim tapulu arazimiz olduğuna göre onu nasıl tadil ve tebdil edeceğimiz tamamen keyfimize kalmış.

Dediğim gibi, bu hamur çok su kaldırır ve kısmetse başka bir emekli amca gevezeliğinin konusu olarak dürüp büküp bir kenarda muhafaza edelim. Hatta bakarsın, yanına mütemmim cüz kabilinden, "sağın ve solun kemikleşmiş oy oranı" konusunu da iliştiririz.

* * *

"Türkiye'de sol sağdır sağ da sol"

Bunu söyleyenler belli ki İdris Küçükömer'in "Düzenin Yabancılaşması" kitabını okumamış; ama her halde mavradan geri kalmak da istememiş. İdris hoca o kitapta -özetin de özetini yaparak geçiyorum- Türkiye'deki sağ partileri (DP, AP, YTP, MP, vd, yani bahse konu kitabın yazıldığı 1967 yılında ve evvelinde hangileri var idiyse onları) kast ederek sağ partilerin dünyanın diğer yerlerindeki sağ partiler nasılsa öyle (yani bildiğin sağ) olduğunu; ama kendini "ortanın solunda" diye takdim eden İsmet Paşa'lı CHP'nin bu sağ partilerin daha da sağında, hatta aşırı sağda, tekçi otoriter bir parti olduğunu; bu yüzden de ilk paranteze giren sağ partilerin -durdukları yer esasen SAĞ olduğu halde- gene de göreceli olarak CHP'nin solunda kaldığını söylüyor. Yani ille de bu tespiti dillendirecek ve üzerine ahkâm inşa edeceksek, hiç değilse şöyle söyleyebiliriz:

"İdris Küçükömer der ki, Türkiye'de sağ sağdır, o dönemin (1967) CHP'si ise aşırı sağ."

Tabii ki vakti zamanında devlet aklına uyup solun arsasına kaçak yapı kondurmuş olan CHP'nin, o günden bu güne geçen 55 yıllık süreç içinde hiç değişmeden kalabilmesinin gayrı mümkünlüğünü, özellikle Bay Kemal döneminde dönüşmekte olduğu yeni hali bu tanımın neresine oturtabiliriz, oturtabilir miyiz, orası artık bizim insafımıza, ferasetimize kalmış.

Neyse, geçelim, uzamasın.

* * *

"Seçim sathı mahalli"

Sağır işitmez uydurur, diğer sağırlar da bakmadan etmeden papağan gibi tekrarlar. Özetle, satıh "yüzey" demek genç arkadaşım, mahal ise "yer, yöre". Bir de "ma'il" var, uzun a ile söylenen, "meyilli, eğik" anlamında (ma'il yazarken oraya aksanı ben koydum, kural değil, doğru okutma denemesi). Bu kalıbın aslı "seçim sathı maili", yani "seçime giden eğimli zemin", yani o an içinde bulunulan ve seçimle sonuçlanacak olan süreç.

* * *

"İlliyet bağlantısı"

Eski dilden gelen bu kalıbın orijinal hali "illiyet rabıtası", günümüz türkçesindeki muadili "nedensellik bağlantısı". (O da şu anlama gelir diye kafa şişirmek istemem, gugıl orada.) Fakat son zamanlarda adeta konfeksiyona dönüşmüş bir şekilde bu ifade yarı türkçe yarı arapça bir melez yavru doğurmuş, aslına uygun haliyle ya da türkçeleştirilmiş haliyle kullanmak varken biraz ordan biraz burdan yapıp ara başlıktaki formda söyleniyor (illiyet bağlantısı). Bir gün de birisi dili sürçüp "nedensellik rabıtası" dese bari, dilimiz daha da renklenirdi.

* * *

"Bir kişinin keyfiyetine bağlı olarak…"

Eski dilden gelen "keyfiyet" sözcüğünün günümüz türkçesindeki karşılığı "nitelik" oluyor. (Bir de "kemiyet" var, o da "nicelik" demek.) Yalapşap entelijansiyasının konuşkanlarının bu kelimeyi (keyfiyet) "keyfine göre" gibi bir anlamda kullandığını ve bu yanlış kullanımın artarak yaygınlaştığını görüyorum.

Genç kuşağın osmanlıcaya aşinalığının biz dinozorlara göre daha az olmasında fazla acaiplik yok belki, ama ilk kez karşılaştığı bir kelimeyi araştırıp doğrusunu öğrenmeye çalışmak yerine malûm mıntıkasından anlam atayan bu münevver zevat, insanı acı acı gülümsetiyor. Buna gene de kibarca "karineden çıkarmak" diyelim; yani bilmediği bir kelimeye rastlayınca karında (sözel arşivde) bulunan benzer bir kelimeyi referans kabul ederek tahminde bulunmak. Ama artık yapay zekâ hatta metaverse çağındayız, hayatın anlamı, hatta simülasyon cennet bile bir tık ötede. Tamam, biz gene fikir jimnastiği kabilinden karineye başvuralım ama akabinde bir de gugıllasak daha iyi olmaz mı teyit açısından?

* * *

"Giderek…"

Benim gençliğimde bu kelime (ay pardon, sözcük) tu kaka osmanlıcanın tozunu gübürünü sözlükten ayıklayıp yerine öztürkçe (yani "çağdaş") sözcükler atamayı dava edinmiş TDK tarafından "hâlâ" kelimesinin yerine önerilmişti. Ama tencere kapağını anten, telsiz antenini de kulak kaşımak için kullanabilen biz bura ahalisi, o kelimeyi de aldık ve zaten türkçe olan "gitgide" kelimesinin üstüne yapıştırdık etiket yeniler gibi. Helâli hoş olsun, alan razı kullanan razı, bize uzaktan nazar eylemek düşer.

* * *

"Organize Suç Örgütü"

Pek çoğumuzun az biraz da olsa batı dillerine aşinalığından güç alarak, "organize" kelimesinin aslında "örgütlenmiş" anlamına geldiğini karineden çıkarabiliriz. Bu durumda otomatik pilota bağlanıp kanepede şekerleme moduna geçmiş olan entellektimizin bize "örgütlenmiş örgüt" dedirttiğini uyku mahmurluğuyla fark edemeyebiliyoruz.

Hatırlıyorum, biz çocukken cenaze gördüğümüzde "ölü ölmüş" derdik. Çocuktuk işte. Doğal olarak, papağandık. Neyse ki o zamanlar televizyon ve internet yoktu, bu naif gaflara sadece kişisel belleğimiz tanık oluyordu. Şimdi cümle alem duyuyor görüyor, ama ne gam… Sosyal medyadaki takipçi sayımıza bak sen.

* * *

"Gelişmiş" ülkeler ve biz

Çok sık kullanılan ve kişinin sathî özgüvenini yansıtmak dışında pek bir manası olmayan genellemelerden biri de bu. "Seçkinlerin dünyasına ışınla beni Skati" demenin kestirme yolu belki; takvim arkası felsefesi, kuşaktan kuşağa aktarılan folklorik bir söylence, şıklığımızı pekiştiren kullanışlı bir aksesuar... Ama fikir değil. Hangi ülkeler gelişmiş ülkedir, diye sormak da gereksiz, ağzının çalımından anlayabiliyoruz: Batı ve Kuzey Avrupa, Kuzey Amerika, kısmen Okyanusya... G-20 diyelim, el sıkışalım. Niye? Öyle... Malum, Trump moğol, polisin yere yatırıp boğarak ya da kafasını kaldırım taşlarına çarparak öldürdüğü siyah tenli yoksullar buralı, o polisler de. Hiroşima, Nagazaki, Zyklon B, bisküvi markaları. Hitler, Mussolini, LöPen, Buşt, Çeyni, Dahmer, Breivik, onların hepsi taklamakan çölünde yaşıyan keçi çobanları; sadece bizim buralarda bulunur onlardan, gelişmiş ülkelerde bulunmaz.

"Oryantalizm" dediğin de bir meyve kokteyli zaten kankacığım; içince serbest uçuşa geçiriyor.

* * *

Daha yığınla örnek var bu yalapşap dil kullanımına ve kulaktan dolma tespit sallamalara dair, "sahra çölü" ve "umman denizi" gibi. Oysa sahra zaten çöl, umman da zaten deniz, çift dikiş yapmaya ne gerek var? Ha, bir de "bunalım" dururken "depresyon", "kuşak" varken "jenerasyon" demek neyin nesi? Ya "naif" ile "nahif"i, "söylem" ile "söylev"i birbirine karıştırmalar? Ya Mualla'yı sandala atıp "ruhumda hicranım"ı söyletmeler? Say say bitmez bu tür inciler de bunaltmadan tadında bırakayım en iyisi.

Bu emekli amca gevezeliğini -şaşıp yanılıp yolu buradan geçmiş- okurun orasında burasında açılmış ısırık izleriyle bitirmeye gene de gönlüm elvermez. O nedenle konunun bir diğer yönünü de -"es" değil- pas geçmeden hatırlatmakta yarar var.

Üzülsek de sevinsek de kendi şahsiyetimizi ilmek ilmek örmekle mükellef olduğumuz "hayat boyu seçim" sathı mailinde, işimiz önceki kuşaklara nazaran hem daha zor hem daha kolay. Anadilimize karşı takındığımız bu özensiz tutum, dileriz ki "vakayi adliye" olmasın (ki onun doğrusu da zaten "adliye" değil "adiye").

ZOR; çünkü beyinlerimiz kaldırabileceğimiz ve lâyıkıyla işleyebileceğimizin kat be kat fevkinde uyarana maruz kalıyor. Neredeyse kesintisiz yayında olan ve sesini/görüntüsünü kısmayı pek beceremediğimiz elektronik araçlardan üstümüze sağanak gibi "bilgi" yağıyor. O yığının içinden bize sahiden lâzım olanla çerçöp kabilinden olanı ayırmak çoğu zaman mümkün olamıyor. Eskiden -bazılarımız- gazeteleri atamaz, yatak altında biriktirirdi, zaman yetiremediği için ertesi güne ve sonrasına devreden yazıları belki bir gün okurum, belki üç beş kupür kesip arşivlerim diye. Devran ve teknoloji değişti, önümüzden hızla akan yorucu bir gündemi kaçırmayalım telâşıyla ekranlara tutsak olduk. Kafamızda biriken, bizi ahmaklaştıran onca yığıntıya geri dönüp bahar temizliği yapmaya ne vaktimiz var ne mecalimiz.

KOLAY; çünkü bu işlenmemiş malûmat seline kapılıp kapılmamak son tahlilde gene bizim seçimimize bağlı. O cihazın kapatma tuşu hemen oracıkta, parmağımızın ucunda. Elimizi tutan mı var manevî oburluğumuzun ve kalabalığa yamanma zaafımızın dışında?

Vira bismillâh!

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

49
Derkenar'da     Google'da   ARA