Patronsuz Medya

Lâtif Hoca'nın başarılarla dolu siyaset hayatı

Necdet Şen - 14 Haziran 2011  


12 Eylül sonrasındaki ilk genel seçimler. Yıl 1983. O vakitler gazetenin birinin spor servisinde karikatürist olarak çalışıyorum.

(Spordan da bir anlarım ki sorma gitsin.)

Kalabalık bir kadrosu vardı çalıştığım bölümün. Bir çeşit ünlüler karması. Bugünün -ve dünün- ne kadar sükse sahibi spor yazarı, yorumcusu, emekli futbolcusu varsa, kâmilen orada. Turgay Şeren'den Sabri Dino'ya, Metin Oktay'dan Coşkun Özarı'ya, Togay Bayatlı'dan Şansal Büyüka'ya, kimi ararsan. Necmi Tanyolaç müdür, Güven Taner şef.

Bir de dünya şekeri Lâtif Hoca'mız var. Doktor. Dahiliyeci. Bir üniversite hastanesinde bölüm başkanı. Dışarıdan maç yorumları yazıyor spor sayfasına. Arada bir bizim servise uğruyor, biraz sohbet edip gidiyor.

60'lı yaşlarda şen şakrak bir amca. Kapıdan girerken "selâmladıııık" diye bir nara atıışı var ki bu bile onu nevi şahsına münhasır biri yapmaya yetiyor. Masaları tek tek dolaşıp rastladığı herkesi öpüyor. Tonton yanaklı babacan biri. Gönül adamı. Büyük küçük demeden herkesin yardımına koşuyor. Haliyle seveni çok.

* * *

Günün birinde, nereden estiyse, milletvekili olmaya karar verdi Lâtif Hoca. Parti beğenemediğinden mi bilmem, bağımsız aday olarak katıldı seçime. Seçim bölgesi de İstanbul 2. Bölge. Hatırlatayım, sene 1983.

Hoca'nın sosyal bir kişiliği var. Kendi çapında ün sahibi. Telefon defteri kabarık. Çevresi geniş (malûm, sağlıkçı). Üstelik -yukarıda zikrettiğim gibi- koskoca üniversite hastanesinde bölüm başkanı ve de gazetede yazıları yayınlanıyor. Popülarite konusunda pek eksiği yok yani.

Karşısındaki adaylar desen, o zaman itibariyle çok fazla bilinen kişiler değil.

Şimdi sadece bir tanesini hatırlayabiliyorum: Turgut Özal adında gözlüklü şişman bir eski bürokrat. 12 Eylül cuntasının ekonomiden sorumlu maliye bakanı. Ekranlara çıkıp "köprüyü satıcam" filân diyor. İtici biri.

* * *

Seçim yaklaştıkça Lâtif Hoca'nın kampanyasının sözü aramızda daha çok edilir oldu. Hafta sonları spor servisin kapısından içeri bermutad "selâmladıııık" diye seslenerek giriyor Hoca. Herkesle tek tek sarılıp öpüştükten sonra kampanyasındaki son gelişmeleri açıklıyor:

- "Tamamdır. Turgut Özal denilen şahıs bitmiştir. Karşısında Dr. Lâtif Akça var. Öyle anapmış-manapmış havagazı. Hepsi sandıkta silinecek. Özal efendi hüsrana uğrayacak."

Lâtif Hoca hayal gücü geniş bir insan, sanata yatkın bir tarafı da var, seçimlerde kullanacağı sloganları kendisi üretiyor. Genellikle taşlama kıvamında, akılda kalıcı, ilginç şeyler:

"Madem yaptırdın geçit
Halkı oradan geçirt
Geçirtemiyorsan eğer
Neden yaptırdın geçit?"

Gibi…

O zamanlar her yerde üst geçitler var. Fakat merdivenden çıkıp inme işini pek sevmeyen halkımız, tellerin üstünden atlayıp geçmeyi tercih ediyor. Askeri yönetim bile engelleyemiyor bu başıbozukluğu. Lâtif Hoca bu ve benzeri toplumsal sorunlara karşı duyarlı, siyasî programında bu pürüzleri çözecek etkili formüller var.

Çevresi Lâtif Hoca'ya, Lâtif Hoca da bize nasıl bir ruh haleti aşıladıysa artık, ufak ufak inanmaya başladık onun kazanacağına.

Derken seçim günü geldi çattı.

Lâtif Hoca zaferinden emin, kutlamaları peşinen kabul ediyor.

Pazar günü gidildi oylar atıldı.

Fakat akşama doğru sonuçlar açıklanmaya başlanınca bir de ne görelim? Rakip aday Turgut Özal kazanmamış mı seçimi? Yani, olacak iş değil! Saçmalık!

İstanbul genelinde bizim Lâtif Hoca'ya çıka çıka üç tane oy çıkmış. Biri kendi oyu, diğeri karısının. Üçüncüyü kimin verdiğini bilen yok. Herkes birbirine bakıyor "sen mi verdin" dercesine.

Uzun zaman merak konusu olduysa da o kahramanın kim olduğunu öğrenmek kısmet olmadı.

Gönül adamı Lâtif Hoca'nın yaşadığı gönül kırıklığını anlamak için müneccim olmaya gerek yok sanırım. Seçimden önce "aslan Hoca, kaplan Hoca, arkandayız, atıl parçala" diye gaz verenlerin hepsi arazi. Ağzı lâf yapabilen birkaç kişi de güya Lâtif Hoca'yı teselli ediyor.

Olgun adamdı Hoca, kimseye hesap sormadı. Gücenmemiş gibi yaptı. Ama gene de servisten içeri girerkenki "selâmladıııık"larının eskisi kadar gür çıkmadığını farkedebiliyordum.

Sonra ben o gazeteden ayrıldım. Bir daha da görmedim ne onu ne de diğerlerini.

2006 yılının Temmuz ayında aramızdan ayrılmış Lâtif Hoca. Öldüğünü ve hakitaten sevenleri olduğunu bunları yazarken internetten araştırınca öğrendim. Nur içinde yatsın. Ola ki bir hakkım geçmişse eğer, fazlasıyla helâl olsun.

Siyasetten öyle uzun boylu anlamam. Kenarından bile geçmek istemeyeceğim, ihanetlerle, pusularla, dalaverelerle dolu, kılıçtan keskin bir yol gibi görünür bana.

Zaten anamın vasiyeti var "aman ha oğlum, sakın milletvekili olma" diye, o yüzden - "ne olur bize gel" diye yalvarandan geçilmese de- tüm teklifleri geri çeviriyorum.

Zaman zaman Lâtif Hoca geliyor aklıma ve düşünüyorum, "acaba siyasî literatürde Lâtif Hoca olgusunun bilinen bir izahı var mıdır" diye.

* * *

Bir itiraf: Ben bu yazıyı aslında üç yıl önce, Star gazetesinde yazar olarak çalışmaya başladığım ilk günlerde yazmış, elim varıp da yayınlayamamıştım. Tırsmıştım açıkçası, "Lâtif" adından yola çıkarak "bak görüyor musun, yandaş gazetede yazmaya başladı, Tayyipçi oldu" diyecek ağızların hepsini torba gibi büzebileceğime aklım kesmediği için.

Ama bugün, yukarıda naklettiğim olaydan yaklaşık 30 yıl sonra, başka bir Lâtif Hoca'nın bağıra bağıra "geliyorum" diyen ve sanırım kendisinden başka herkesin gördüğü, bir kendisinin aymadığı benzer bir seçim hezimeti yaşadığına tanık olunca, üç yıl önce yazıp bir kenarda unuttuğum bu yazıyı hatırladım.

* * *

1983 yılında bizim rahmetli Lâtif Hoca'mızı baştan çıkaranlar belliydi: Etrafındaki eyyamcı taifesi. Sadece gazetelerden tanıdığım bugünki Lâtif Hoca'yı kimlerin baştan çıkarmış olabileceğini de aslında seziyor ama -komplo teorisi olmasın diye- uluorta dillendirmek istemiyorum.

Sadece bir tanesini, buzdağının görünen kısmını, kendini çok fazla açık ettiği -ve boyunun ölçüsünü aldığı- için, zikredeyim:

Yanlış hatırlamıyorsam, beş altı sene öncesinden başladı Lâtif Hoca'ya gaz vermeler. Bayram değil seyran değilken gün aşırı "aslan Lâtif Hoca kaplan Lâtif Hoca" başlıklarıyla bu gösterişsiz silik adamı haber yapıyor, keramet ve hüddam sahibi bir lider adayı olduğuna kolumuzu büke büke bizi ikna etmeye çalışıyordu Aydın Doğan Medyası.

Sahip oldukları gazeteleri "lider bostanı" zanneden medya patronlarının hadlerini bilemeyip toplum mühendisliğine soyundukları bir ülkede yaşadığımızı öğreniyorduk bu haberlerden.

Her fırsatta bunun bir "lider sokuşturma" ve mevcut liderin ayağını kaydırma operasyonu olduğunu farkettiğimizi ve yemediğimizi haykırıyorduk, ama belli ki Aydın Bey sadece kendi gazetelerini ciddiye alarak okuyor, sadece kendi sesine kulak kabartıyordu.

Ah, kibir!

Halk arasında "uyanık keriz" diye bir söz vardır ya hani, ben bu toplum mühendisliği girişimlerini de o açıdan ele alıyorum. Sen bunu yutmadığını her seferinde belli etsen de, tokat üstüne tokat yese de, uyanık keriz taifesi durumu kavrayamıyor, bir kendini akıllı geri kalanları avanak zannetmeyi sürdürüyor. Olan, baştan çıkarılıp elâlemin maskarası yapılan memleket evlâdına oluyor.

Benim gibi yarı apolitik kişilerin bile sezebildiği o yaş tahtayı yılların siyasetçisi, bakanlık falan yapmış AbdülLâtif Bey'in nasıl olup da sezemediğini inan olsun ki hiç anlayamıyorum. Basiret bağlanması böyle bir şey demek ki.

Kendilerini taktik ustası zanneden bu kalantor taifesi "Mesut'a oynadık Tansu'nun şeş kapısını aldık. Çevik'e oynadık Necmettin'in pulunu kırdık. Şimdi de Lâtif'le işi bağlar Recep'e iki mars bir oyun yaparız" diye düşünmüş olmalı herhalde. Bu işlerin o kadar basit yürümediğini anlayamadıkları da aynı ucuz ayak oyunlarını halen sürdürmelerinden anlaşılıyor. Daha kaç hezimet lâzım akıllarının başlarına gelmesi için, bunu sadece Allah biliyor.

Lider bostanı filonun amiral gemisinde bir haber, "70 bin km yol gitti, 15 kilo verdi, seçilemedi" diyor AbdülLâtif Bey için. Garibim, atı alan üsküdarı geçmiş, o hâlâ şu saatten sonra kendisine siyasî ikbal ummuş demek ki. Velev ki seçilip meclise girebilse bile, bundan bir adım daha ötesi olabilecek mi sorusunu ise anlaşılan o ki, sormamış.

Hezimetten sonra, ilk iş olarak Barrington Moore'un Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri isimli kitabını okuyacağını söylemiş "bilge" mağlubumuz lider bostanının muhabirine.

İyi okumalar dilerim. Madem siyasî literatüre merakı var, kendisine mahalli sanatçı Necdet Şen'in 1990'da gazetede tefrika edilip 1992'de kitap olarak yayımlanmış olan Keloğlan adlı worst-seller eserini de tavsiye ederim. Cümle aleme madara olana kadar inat etmeyip yol yakınken çekilmesini bilen genç bir siyasetçiyi anlatır. Remzi Kitabevi'nden rica ederse, deponun alt katlarındaki satılmayan kitap yığınlarının altından bir tane bulup verebilirler kendisine.

Hatta iki tane alıp birini de bu tür çapraşık yollardan yürümekte ısrar eden ve benzer kaderi paylaşacağı şimdiden abdala malûm olan konu mankeni Mustafa Sarıgül'e hediye edebilir.

En iyisi, -kaldıysa eğer- daha fazla sayıda alıp, kendisini baştan çıkartan taifenin tamamına birer adet hediye etsin, amme hizmeti yerine geçer.

İçgörüden gayrı müsellâh bir hırsın insan evlâdını ne durumlara sokabileceğini gene de anlamak istemeyenlere yapabileceğim en son tavsiye, Alman felsefeci Goethe'nin Faust adlı eseri olacaktır. Biraz sıkıcıdır ama gene de siyasî vizyonu üç mars bir oyun yapıp padişah sarayına kurulan Keloğlan masallarıyla sınırlı kalmış siyasetçiler açısından okumasında sonsuz fayda olabilir.

Yorumlar

Hocam kaleminize sağlık. Her zamanki gibi çok doğru teşhislerde bulunmuşsunuz. Yazınızı okurken gülmekten kendimi alamadım. Çok hoş çok komik bir dille dile getirmişsiniz gerçekleri. Bence Abdüllatif Bey ak partiden ayrılmamalıydı.

Zavallı abdüllatif bey. Nasılda Medyanın gazına geldi. Kendisinde liderlik vasfı olmadığını, kitleleri peşinden sürükleyemeyeceğini farkademedi gariban. Çok yazık. BDP liler ergenokoncular bile meclise girerken o giremedi. İnsan bunca yıl siyasetle uğraşır bakanlık yapar sonrada nasıl böyle bir gaflete düşer vallahi anlayamadım. Akıl denilen sermayeyi iyi kullanmak lâzım. Ak partiden ayrılmamalıydı. Medyanın gazına gelmemeliydi. Çok düşünmeli ondan sonra icraata geçmeliydi. Bindiğin dalı kesmek diye buna derler zavallı adam.

Melahat - 16 Haziran 2011 (10:49)

Abdullatif Bey'in AKP'den ayrılması işi aslında biraz daha derin bir işti. Söylentilere göre işin içinde son dönemlerde popüler olan türden bir "şantaj" söz konusu. Bu şantaj malzemelerini kullanarak (muhtemelen tehditle) ayrılmasını sağlayıp cilalamaya başladılar. Diğer siyaset mühendisliği çalışmaları (Yaşar Nuri Öztürk, Haydar Baş, İsmail Cem vb) gibi bu da akim kaldı. Bakalım sırada kim var? Doğan medyasının parlattığı kişilere dikkat etmekte fayda var.

Cumali - 24 Haziran 2011 (11:58)

Gerçek aydınlar ortaya çıkarak halkı aydınlatmalı. Maalesef Türkiye geneli olarak değerlendirirsek, halk bağımsızlara oy vermiyor. Ama mevcut partiler, 30 sene önce çıkarılmış parti ve seçim kanunu ülkenin sorunlarını çözme konusunda bir ümit vermiyor…

Nizamettin Yıldız - 13 Temmuz 2011 (09:03)

Birader, yaz bitti bayram geçti hâlâ tatil mi yapıyorsun? Bi zahmet parmaklarını kütürdetip Tommiks'i, Kaptan Swing'i, Ken Parker'ı veya keyfinin kel kâhyasının istediğini yazmaya başlasan iyi olur.

Jedi Master - 27 Eylül 2011 (19:37)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

549
Derkenar'da     Google'da   ARA