"Gâvur ermeninin evlâdı seni!"
Çocukken bu sözü annemden ne zaman işitsem anlardım ki, tepesi fena atmış, mümkünse önünde durmamak lâzım.
Çünkü annen seni "gâvur ermeninin evlâdı" diyerek azarlıyorsa, anlıyordun ki merhamete uzak şaplağa yakınsın.
Çocuktum, "Ermeni"nin ne olduğunu pek bilmezdim, ama söyleniş şeklinden kızgın bir annenin o an aklına gelebilecek ağır bir sövgü olduğunu yine de hissederdim.
Kayserili bir komşumuz vardı, o da kızınca "Kürt" diye söverdi oğullarına.
Çingeneler oldum olası haşerat gibi görülürdü. Bir de "komünist"ler… Kızılbaşlar ise bir çeşit porno yıldızı… Sapıklığın aşkın hali…
Çocukluk yıllarımın geçtiği Giresun yöresinde "nebri" diye bahsedilirdi gayrımüslim çocuklarından. O da bir tür küfürdü.
Ama yine de en ağırı "Ermeni" idi bu tarz küfürlerin.
Onların hepsi bir biçimde "gâvur" du. Sinek kadar bile değerleri yoktu.
Bugün de pek farklı değil galiba zihin dünyamız.
* * *
Yıllar sonra televizyona bakarken bir şey fark ettim: Çatışmada öldürülmüş ve sıram sıram dizilmiş PKK'lı cesetlerinin pantolonları ayak bileklerine indiriliyor ve sevgiliden başkasına haram olan mahrem yerleri uluorta açılıp sergileniyordu. Bunun ne için olduğunu merak ettiğimde bir kez daha fark ettim ki, bizim resmî algımıza göre bir insanın devlete baş kaldırabilmesi için mağdur olması değil, "Ermeni dölü" olması gerekiyordu.
Sünnetsiz çük arıyordu ülkemin "kahraman" ları öldürdükleri kardeşlerinin pantolonlarının içinde. Biz bunları televizyondan seyrediyor, çekirdek çıtlatıyorduk.
Her birimiz birer vicdan ve sağduyu abidesiydik belli ki.
Aslında sebebin ne olursa olsun, eğer "Ermeni" isen bittin demekti. Artık ne sözünün ne isyanının ne ölümünün bir değeri kalıyordu.
Otuzlu yaşlarımı sürüyordum. Hâlâ sırılsıklam cahildim. "Ermeni" kelimesi çoğunluk gibi bana da sayıca hiçlik sınırına kadar gerilemiş ve itilip kakılmasında hiç bir sakınca bulunmayan Hıristiyan bir azınlığı anımsatıyordu. Ermeni varlığı söz konusu olduğunda, her türlü hoyratlık ve kabalık "sevimli bir yaramazlık" olmaktan daha fazla anlam taşımıyordu Türk'ün dünyasında.
Bir zamanlar dirsek dirseğe yaşadığımız bir millet, ne olmuş nasıl olmuşsa buharlaşıp ortadan yok olmuştu. Ve biz, değil hesap vermek, ne olup bittiğini merak etmek gibi sıkıcı vicdanî yüklerden bile varesteydik.
Çünkü biz Türk'tük. Öyle doğmuştuk. Burası Türkiye'ydi. Bizim memleket. Ermeni dedikleri şey de "gâvur" olduğuna göre buralı değildi demek ki. Sığıntıydılar. Gün gelmiş canları nereye istemişse oraya gitmiş yerleşmişlerdi her halde. Mevcuttan düşmüştüler.
Aslında Ermeni meselesi diye bir meselemizin olduğunu -çoğu Türkiyeli gibi ben de- ilk kez 1975'te fark etmiştim.
Asala diye bir örgüt çıkmıştı ve bizim deplasmandaki memurlarımızı öldürüyordu.
Gerçi devletin yüksek bürokratlarını -örneğin- Dev-Genç falan tepelerse bu "devrimcilik" oluyor ve pes perdeden takdirlerimize mazhar bile olabiliyordu; ama "içeride" canının pek kıymeti olmayan bu devlet memurları "dışarıda" Ermeniler tarafından öldürülünce kıymete biniyordu. Çünkü Asala "terör" örgütüydü. Hem de en rezilinden. Yaptıkları hem kahpece hem de gaddarcaydı. Ne de olsa Ermeni idiler.
Gün geldi, buharlaşıp kayboldu Asala. "Hallettik" onu da bir şekilde. Ya da o bir nedenle kendisini halletti. Ama Ermeni meselesi diye bir konu biz kara cahillerin gündeminde bir "şer odağı" olarak da olsa ufak ufak yer bulmaya başlamıştı artık.
Öyle mikrop bir insan türüydü ki bu Ermeni denen kişi, şimdi de dünyanın her yerinde türlü çeşitli ayak oyunlarıyla "soykırım" diye bir yalanı yayıyor, Asala ile yapamadıklarını diplomasi ve lobicilikle yapıyorlardı.
Biz masumduk. Nedenini bilmiyorum ama masumduk işte.
Bu herifler, Osmanlı'nın bir "hata"" sını bizim sırtımıza yıkmaya çalışıyorlardı. Vurmuşsun zaten Talât'ı, Cemal'i, daha ne istiyorsun, değil mi? O Osmanlı bizim "Ulu Önder"" imiz için bile idam fetvası vermemiş mi o zamanlar? Babam mı sürdü onları çöllere? Niye Osmanlının, İttihatçının, Hamidiye Alaylarının işlediği söylenen bir suçun faturasını bize dayatıyorsun şimdi Haçik Efendi?
Ama içimizdeki cızırtı susmuyordu bir türlü. Demek ki yaşanmıştı bir şeyler. Ama ne? Sahiden o kertede kötü şeyler olmuş olabilir miydi?
Yok canım! Ne münasebet. Ermeni yalanları… Sözde soykırım…
Sağda solda mırıltılar duyuluyordu. O seslerle büyüdük. Daha babalarımız bile dünyaya gelmemişken ya da minicik çocuklarken buralarda bir şeyler cereyan etmişti. Ne acaba?
"Hallettiği" gayrımüslimlerin mallarıyla bir gecede zenginleşen taşra eşrafından ve Ermenilerle doldurulup denize açılan ve sonra boş dönen teknelerden, inşaatların temellerinden, ağaç diplerinden çıkan sahipsiz kemiklerden söz ediliyordu.
Ermeni mezarlığının üzerinden Karadeniz sahil yolu geçirilmişti ben çocukken. Zaten her yanını otlar bürümüş ziyaretçisi olmayan delik deşik mezarlardı. Kemik bile kalmamıştı içlerinde. Cesetlerdeki altın dişleri insanlar, kemikleri köpekler alıp götürmüştü.
Memleketimin neredeyse her köy ve kasabasında aklını toprağa gömülü definelerle bozmuş olan insanların aradıkları o "vaad edilmiş" altınları acaba Hititler ya da Karyalılar mı gömmüştü toprağa?
Düşünmek, rahatımızı kaçıracaktı besbelli. Buralarda kötü şeyler olmuştu ama hiç birimiz bunu açıkça dillendirmeye, hatta üzerinde kafa yormaya yanaşmıyorduk.
Kimilerimiz açıkça ırkçıydı zaten. Onlar -bırak Ermeni'yi Kürt'ü Rum'u- solcuyuz diye bizi bile "gâvur" olarak görüyor, katlimize ferman çıkartıyordu.
Biz de Allah için, çok meşguldük. Memleketi burjuvaziden, emperyalizmden, sabetaycılardan falan kurtaracaktık. Ermenilerin başına gelenler değildi tek derdimiz.
Bir zamanlar belli ki onlardan da kurtarmıştık memleketi. Hem de ne kurtarma ama…
Hem, Ermenilere yapılanlar (her neyse) neden bizim sorunumuz olsundu ki? Biz daha dünkü çocuklardık. O işleri biz doğmadan çoook önceleri -yaptıysa- başka birileri, muhtemelen eşkıyalar öcüler falan yapmıştı.
Üstelik Ermeni çetecileri de zavallı Türk köylülerini topluca katledip gitmemişler miydi? Üstelik de Ruslardan falan yardım alıyorlarmış, hep kesmişler bizimkileri. Hamile kadınları, çocukları süngülemişler. Öyle okumuştuk takvimin arkasında.
Kendimizi böyle zararsız açıklamalara inandırarak ve ötesini pek merak etmeyerek bugüne kadar gelebildik.
Ama belli ki artık bu hamur daha fazla su kaldırmıyor. Toplumun vicdanı artık daha fazla baskı altına tutulamıyor.
Son aylarda durup durup "Ermenilerden özür diliyorum" diye bir yazı yazmalıyım diyor ama üzerime çökmüş olan bıkkınlığın ve "yazacaksın da ne olacak" sorusunun üzerinden aşıp yazmaya oturamıyordum.
Üç beş gün önce baktım, birkaç aydın benim yapamadığımı yapmış. "Ermenilerden özür diliyorum" kampanyası açıp imza toplanacağı yazıyor gazetelerde. Sevindim.
Eh, ne de olsa internetteki bir forma adını mesleğini yazıp tıklamak yazı yazmaktan daha kolay.
Ama bu kolaylık bile -öyle sanıyorum ki- çok fazla imza toplamaya yetmeyecek bu günlerde. Belki de atılan taş ürkütülen kuşa değmeyecek.
Kimbilir ya da belki de değecek.
Okuryazar kesimin en "demokrat" olanlarından bile itirazlar yükselecek muhtemelen bu girişime karşı.
Vatanın sarkık bıyıklı zincirli sopalı kahraman evlâtlarının nelere kalkışacağını söylemeye gerek bile yok. Çoğu insan tırsacaktır böyle bir gözü karalığa arka çıkmaktan.
Sonucu ne olacaksa olsun, bu özür aslında gecikmiş bir özürdür. Ama yine de özür özürdür, değil mi?
Her insanca talebin arkasında beynelmilel bir komplo arayan ve dünyayı çizgi roman kahramanı Kinova'nın kör nefretiyle algılayan insanlara rağmen, bu memlekette "Ermenilerden özür dilemenin" zamanının geldiğine inanan vicdan sahibi insanlar çıkabiliyor ya, işte budur bizim kazancımız. Nobel almak kadar değerlidir.
Az sayıda insanla da olsa, vicdanımız bir yerlerden uç veriyor, fena mı?
Bana gelince, "benim ailemde Ermenilere kötülük yapmış kimse yok ki, neden özür dileyecekmişim" diyen mutedil insanlara inat, peşinen -ve tüm kalbimle- Ermenilerden özür diliyorum.
Kendi adıma, milletim adına, beğensek de beğenmesek de bize ait olan yaşanmış ortak tarihimiz adına, hem "suçsuzum" deyip hem de "gene yaparım" diyebilenleri mazur gören şoven ve iki yüzlü resmî ideoloji adına, kamu vicdanı adına, utanmadan aynaya bakabilmek adına, huzur ve sağduyu adına…
Herhalde benim ailemde de yoktur Ermeni kanı akıtan, Ermeni malıyla zenginleşmiş olan bir kimse. (Ailemde zengin yok ki zaten, talan zengini de olsun.)
Ama gene de özür diliyorum. Suskunluğu ve körlüğü seçen tüm yılgın insanların adına da yapıyorum bunu…
Hem bu konu "benim babam suç işlemedi, o halde özür dilemem" denebilecek kadar basit bir çentikle geçiştirilebileceğe de benzemiyor.
Tehcir yollarında telef edilen bir milyon cıvarında Ermeni, o gün nasıl kişisel bir günahın değil sadece Ermeni olarak dünyaya gelmiş olmalarının bedelini ödüyor idiyse, anlayacağız ki, insan bu dünyada sadece kendi yaptıklarından değil halkının yaptıklarından da sorumludur.
Madem biz bir milletiz, madem bir bayrağımız var, ortak bir tarihimiz, vatanımız, sınırlarımız, istiklâl marşımız, millî takımımız, temsilî milis kuvvetlerimiz var. O zaman sadece kendimizin değil milletimiz adına yapılan iyi kötü her şeyin ucu bir biçimde bize de dokunur. 95 sene önce olanlardan bugün biz de sorumluyuz. Türk olmanın nimeti kadar külfetinden de sorumluyuz. Yüz akı kadar utancından da… Bu yüzden "millet" demiyor muyuz kendimize? O zaman, kazandığı savaşlarla, fethettiği topraklarla övündüğümüz atalarımız varsa, cinayetlerinden dolayı utanç duyacağımız atalarımız da var demektir.
Onların o toprakları fethederken ne kadar mazlum kanı döktüğünü, ne kadar zulüm yaptığını sorgulamamayı "vatanseverlik" zannederek daha ne kadar "mert" takılabiliriz?
Vatanseverlik, eğer vahşetin sorumlusu bizden birileri olunca vahşeti mazur görmekse, o türden vatanseverliği behemehal sorgulamak zorundayız.
Sorulabilir, "sicilinde fetih, talan, kılıç, balta, misket bombası olmayan devlet var mıdır dünyada" diye.
Yoktur sanırım. Ben aslında "iyi millet - kötü millet" diye bir ayrımın yapılamayacağına inananlardanım. Milletler bir biçimde itişip kakışarak kendine yer açar bu dünyada. Komşusunu inciterek, haramı helâl sayarak, kılıç gücüyle, tüfek gücüyle, süngü gücüyle yurt-yuva edinir.
Ya da yüzyıllar boyunca dirsek dirseğe yaşayan ve onca zaman dirsekleşip duran aşiretler boylar budunlar gün gelir bir bayrak altında toplanıp Millet olur.
"Haklı" ve "doğru" olan sadece çizgi romanlarda galebe çalar. Hayat öyle değildir. Son sözü Kuvvet söyler ve fatura Zayıf'a kesilir.
Ama gene de hepimizin içinde öyle ya da böyle var olan sağduyu, bizi arada bir böyle yol ayrımlarında sınıyor işte.
Bayrakları bayrak yapan sadece üstündeki kan değil, o bayrağı elinde tutan insanın içinde taşıdığı onur ve şefkattir de aynı zamanda.
Resmî tarihin anlattıklarıyla yetinip, bundan sonra da kendimizi "efendi" ve "haklı" başkalarını "kuru kalabalık" ve "cıfıt" olarak mı göreceğiz? Bu yalan topağının içine sığınıp etrafında oluşturduğumuz efsanelerle böbürlenmeye ve başka halkları hakir görmeye devam mı edeceğiz?
Ben Ermeni kardeşlerimden "dış mihrak" öcüsüne kanmaksızın özür diliyorum. Hem de tüm kalbimle özür diliyorum onlardan.
Suçlu olduğum için değil, suçluya yataklık etmek istemediğim için…
Bu özrün beni mahçup etmek şöyle dursun, yüzümü ağartacağına inanıyorum.
Hiç yakînen görüştüğüm Ermeni arkadaşım olmadı. Soyumda sopumda Ermeni kanına elini bulamış biri var mıdır, sahiden bilemiyorum. Umarım yoktur.
Ama "Ermeni" kelimesini hâlâ küfür gibi kullanan, bir yandan 1915 trajedisini ya hiç olmamış ya da "onların bizimkileri kestiği" bir olaymış gibi algılama ve anlatma eğiliminde olup, yeri geldiğinde de "yaptıksa yaptık, tepemiz atarsa gene yaparız" diyebilen bir "Türk" tipolojisinin ve bunu meşru gören bir zihinsel geleneğin var olduğunu biliyorum.
Tavşanın suyunun suyu ya da dış kapının mandalı olarak, bendenizin dileyeceği özür biliyorum ki sembolik bir değerden daha fazlasını taşımaz. Ama eğer bu toplumun bir parçasıysam ve değer sıralamamın en üst satırına sağduyuyu yerleştiriyor, en çok bunu kaybetmekten korkuyorsam, egemen dilin hâlâ hesaplaşmadığı bu pervasız kırımı -aradan kaç kuşak geçerse geçsin- sorgulamak, hesaplaşmak, yanlışın adını koymak zorundayım, bunun farkındayım.
Biz bir zamanlar etle tırnak gibiydik. Komşuyduk. Bacanaktık. Yol arkadaşıydık. Kardeştik. Yüksek ulusal hedefler mi, emperyalist planlar mı, "mahvoluyoruz" paranoyası mı, talan mı, asimilasyon mu, etnik temizlik mi, göç ettirme mi, ölmeye zorlama mı, kırım mı, intikam mı, kaza mı, katliam mı, iftira mı, yalan mı, her neyse, o yıllarda olan biten her şeyi bilmek ve milletçe horladığımız incittiğimiz tüm kardeşlerimle helâlleşmek istiyorum.
Sadece Ermeniler ile değil, Kürt, Arap, Çerkez, Lâz, Gürcü, Pomak, Yörük, Çingene, Musevî, İsevî, Mecusî, Yezidî, Süryani, Keldanî ve diğerleri, kimin canını yaktıysa bu devlet ve hâlâ daha "sus bakayım, şaplak gelmekte ki yaman gelmekte" diye korkutmaya devam etme eğilimindeyse ve tüm ayıplarını yüz yıl öncesinden sürüp getirdiği "battık, bölündük" paranoyasının tantanasında boğuntuya getiriyorsa, kendimi tüm küskün ve sindirilmiş kardeşlerime elimi uzatmak zorunda hissediyorum.
En azından, artık "Ermeni" kelimesinin açık ya da örtülü bir hakaret olmaktan çıkması ve kendimi bir kırımın sessiz suç ortağı olmaktan azat etmek için, bugün hayatta olan ve olmayan tüm mağdurlardan ve kimliğini bir hakaret gibi taşımak zorunda bırakılmış tüm insanlardan özür diliyorum.
Aslında özür borçlu olduğumuz herkesten… İçtenlikle…
Biliyorum ki bu özür, kişisel bir kabahatin özürü değildir. Bu özür, aslında "Türk" kelimesinin neredeyse alt anlamı haline gelen ve her geçen gün daha da perçinlenmekte olan "barbar" sıfatını yüksek sesle reddetmenin de ilk adımı.
Kendi muhayyel sınırları içine kapanıp dünyaya kulaklarını kapamayı vatanseverlik zannedenlerle yolum zaten ayrı idi. Bunu şimdi bu vesileyle daha açık, daha yüksek sesle ilân etme ihtiyacı duyuyorum.
Ben dünyadaki tüm milletlerle barış içinde yaşamak isteyenlerdenim.
Silahsız ve nefretsiz bir hayatın mümkün olabileceğine inanıyorum.
Kimse benden korkmasın, hiç kimse adımı sıfatımı yılgınlık ve dehşetle anmasın istiyorum.
Ne kadar can acıtıcı olursa olsun, gecikerek de olsa işiteceğim her hakikati, yalan ve inkârdan daha değerli buluyorum.
Benim için bugün bu anlamları taşıyor "Ermeni" ve "özür" kelimeleri.
* * *
Özür dilemek isteyenler için: www.ozurdiliyoruz.com
Acaba nickle ozur kabul olur muydu? Imza: Bu vatanin yetistirdigi korkak dantellektuel.
Sheman - 15 Aralık 2008 (22:08)
İngilizce'ye sığınacak olsak ve: "I'm sorry" desek, hatta "I'm so sorry" desek olur mu? Zira benim bünyem "apologise" demeyi reddediyor. Onu İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin mirasından faidelenenlere bıraksak nasıl olur? (Evet; Gökhan Özgün bu fikri verdi.)
Ahmet Faruk Yağcı - 16 Aralık 2008 (17:01)
Yazının başlığına cevabımı hemen vereyim: Bozar, hem de fena bozar. Demagojik karşı taarruz başladığına göre zaten bozmuş bile.
Yıllarca Dışişlerinde Büyükelçilik yapmış, kocaman makamlar işgal etmiş adamların "onlar öldürdükleri diplomatlarımız için özür dileyecekler mi?" diye bir cümle kurmaları nasıl izah edilir bilemiyorum. Ne yani bizim Asala'dan özür dilediğimizi falan mı ima etmeye çalışıyorlar? Yoksa, bütün Ermeniler Asala yandaşı mı demek istiyorlar?
Galiba en iyisi insanlıktan nasibini almak herkese kısmet olmaz deyip geçmek.
Bu ülkenin vicdanı sonunda kendini gösterdi ve kardeşlerine elini uzattı. Bundan sonra nasıl taklalar atacaklarını Devlet-i Alî'nin akîl bürokratları düşünsün artık.
Kâmuran Kızlak - 16 Aralık 2008 (18:07)
Türkiye'nin 'en yaşlı canlı tarihi' olan 120 yaşındaki Yusuf Büyük, Ermeniler'in yaptığı katliamı anlattı. Yusuf Dede, "Komşularımız gözümüzün önünde canlı yakıldı" dedi. Elazığ merkezine bağlı Örençay Köyü'nde yaşayan ve Türkiye'nin en yaşlı canlı tarihi olan 120 yaşındaki Yusuf Büyük, Ermenilerin doğuda Türklere yönelik büyük katliamlar yaptığını söyleyerek, "Malımız gitti, canımız gitti. Yakınlarımız süngüden geçirildi. Komşularımız canlı canlı yakıldı" dedi.
Ermeni tehciri sırasında genç yaşta olduğunu söyleyen Yusuf Büyük, özellikle Erzurum, Harput ve Pertek'te Ermenilerin Türklere büyük katliamlar yaptığını belirtti.
İddiaların aksine Türkler yerine Ermenilerin katliam yaptığını savunan Büyük, "Ben o yıllar genç delikanlıydım. Ermenilerin ayaklanma yapacağını haber alan o zamanki hükümet çaresizdi. Halk karşılık verince kaçmaya başladı. Ermeni çeteleri bunun üzerine katliama başladı. Toplu olarak komşularımızı, yakınlarımızı süngüden geçirmeye başladılar. Çok insanımız öldü, çok. Dereler kan akardı, ölenlerin "Allahü Ekber" sesleri o gün bugündür hâlâ kulağımda yankılanır durur. Katliamlar devam ederken Ermenilerin büyük bir kısmı İpek Yolu'nu kullanarak Suriye'ye kaçarken, yine insanları öldürdüler. Tunceli'nin Hozat İlçesi yakınlarındaki derelerden kan akardı. Araştırma yapılırsa, o bölgelerde çok sayıda insan cesedi bulacaklardır. Ben o yıllarda Erzurum ve Kemah'ta daha büyük katliamlar da yapıldığını duymuştum. Bunlar Müslümanları bağırta bağırta öldürdüler…"
Tansu - 16 Aralık 2008 (19:58)
Her şeyi resmi tarihle anlatanların yanında, susmayan yaşayan tarih de var. Baba tarafından Diyarbakırlı olduğum için kulaktan kulağa gelen bir sürü acı hikâye biliyorum. Kuyu başına dizilip de ağladığı zaman dipçikle kuyulara itilen, canlı canlı öldürülen Ermeni bebekler… O kuyulardan gelen bebek sesleri bugün vicdanın sesleri olarak yankılanmaya başladı.
Ve bildiğim başka bir hikâye ise benim Büyükannem ve Büyükbabamın hikâyesidir. Bir ermeni kadın, büyükbabam ve büyük anneme "biliyoruz, şu dağın ardında öldürüleceğiz, bebeğimi size vereyim, o yaşasın" demiş. Büyükbabam devletten korkup, çekindiği için almak istememiş.
Ertesi gün mezradan bir yere giderlerken, çalıların arasından bir ses duymuşlar. Büyükannem merak etmiş, bakmak istemiş, Büyükbabam 'sincap sesidir" dese de Büyükannem sesin geldiği yere doğru gitmiş. Çalıların arasında başından kan akan ve ölmek üzere olan bir bebek görmüşler. Büyükannem o bebeği alıp eve götürmüş, yaralarını sarmış, süt vermiş. O bebeği, kendi çocukları gibi büyütmüşler. Adını Kezban koymuşlar.
Kezban halamın hikâyesi böyledir. O ölümden kurtulmuş. Benim ailemde Ermeni var ve ben atalarımla gurur duyuyorum. O bebeği ölüme terk edebilecek bir sülâleden gelmediğim için onur duyuyorum. Bütün bu hikâyeleri münferit olaylar gibi anlatmaya devam etsinler. İnsanlar ikiye ayrılıyor; gerçeğe, yalan gözlerle bakanlar ve gerçeğe, gerçeğin gözleriyle bakanlar. Hiç bir resmi tarih gerçekleri susturamaz. İşte bugün olduğu gibi vicdan sahibi erdemli insanlar çıkar ve özür diler.
Deran - 17 Aralık 2008 (09:57)
Ahmet Faruk Yağcı'ya cevaben: İsteyen "sorry" isteyen "apologise" diyebilir. Bence hepsi uyar. Önemli olan, bir yukarıdaki yorumun son cümlesinde ifade edilen şey bence.
Necdet Şen - 17 Aralık 2008 (12:51)
Kanında bir damla türklük kanı bulunan Türk evlâdı ermenilerden asla özür dilemez osmanlı devleti zamanda ermenilerin en üst makamlarda görev aldığını biliyoruz yedikleri ekmeğe nankörlük ettiler çok büyük katliam yaptıklarını da biliyoruz bunu tartışmak bile söz konusu olamaz.
Abdullah Ergin - 17 Aralık 2008 (00:06)
Ozur dilemek Turklugu bozmaz ama zaten konu Turklugun bozulmasi degil. Size en iyi yaniti Mustafa Balbay vermis:
"Bugün Türkiye-Ermenistan ilişkilerini iyileştirmeyi değil de, Ermenilerin yedi düveli arkasına alıp Türkiye'ye yönelik harekâtına omuz vermeyi yeğleyenlerin Türkçeye "3 T" diye çevirebileceğimiz bir hedefi var:
Tanıtma, tazminat, toprak…
Önce soykırım tanıtılacak… Sonra bunun karşılığında tazminat istenecek, ardından toprak…
Gerçek aydının burada görevi, gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamaktır…
1915'lerde olup bitenlerle ilgili özür dilemesi gereken biri varsa, o da dönemin emperyalist ülkeleri ve o politikaların bugünkü uygulayıcılarıdır!"
Azer İldeniz - 18 Aralık 2008 (05:27)
Yazinizdan dolayi sizi kutlarim. Ve gercektende, bu topraklara yakismayan ve yakin tarihimizde boyle bir olayin vuku etmesi biz yeni kusak icin utanc vericidir.
Atalarimizin yapmis oldugu bu munafikligi asla unutmiyacak ve gerekirse tum anadolu halki olarak oz elestirisini vermemiz gerektigini dusunuyorum.
Yoksa bu guzel kadinin (anadolu) boynuna, yakismaz bu birbirinden guzel incilerle yapilan gerdanlik (halklarin kardesligi)…
Kemal Akyol - 18 Aralık 2008 (22:31)
"Hay misiniz?" Yes Hay'em."
Ermeni kelimesini ilk duydugumda, çocuklugumda en guzel saklambaç, kiliç kalkan oynadigim yerin onlarin mezari oldugunu nereden bilebilirdim! Okullarda resmi tarihin gunluk guneslik kahramanlik oykulerinden firsat bulup da yasadigim cografyada gozumuzun icine sokulacak kadar yakin nesnelerin, o guzelim Rum ve Ermeni evlerinin, varligini (yasadimiz evin dahi bir ermeni ustasinin elinden yapildigini yillar sonra ogrendim) bizden baska milletlerin de ayni yerde yasayabilecegini, guzel tarihimiz bize ogretmedi.
Ancak, Bijikyan'i Fellmayer i okuyarak anlayabilecekdim bilmem kaç evin Rum, kaç evin Ermeni kaç evin Turk oldugunu. Vay anasinaydi yani. Belki de bilmeden gozune kilicimi degdirdigim Besim'in oglu Ali bir Ermeni varisiydi. Tarih yapan ama tarih yazmayan guzel milletimiz bizi, kendimizi ogrenmek icin 'self-service' yapmaya ittiyse gunahi boyunlarina olsun, ama ne yalan soyleyeyim biraz da iyi olmus, boylece Bizans'in alinmasindaki uçkagitlari da ogrenmis olduk Francis'den.
Yillar sonra frenkistanda ust kattaki komsum Konyali Madame Kemikçiyan'in "kerhanecii yemek yaptim yukari gel" diye bagirmasi bana hiç yabanci gelmedi. Tipki annemin Tirebolu'daki evin penceresinden Kâzim Karabekir ilkokulunun bahçesine dusen, beni çagiran bir sesdi, o anadolu kokan guzel kadinin, guzel sesi.
Ben de ozur diliyorum Maria'dan Gabriel den, Antranik'den. Gabriel zaten bana yakin Ortakoy'lu Gabriel. Yarin hemen telefon edecegim.
Yavuz Nebioglu - 18 Aralık 2008 (22:58)
Çin seddini yapmalarına neden olduğum için Çinlilerden, kendimi tutamayıp ta ortaasyalardan kopup gelip Anadoluyu işgal ettiğim için o dönem bu topraklarda yaşayan bilumum halklardan, İstanbulu zorla zaptettiğim için Bizanslılardan, Balkanları işgal edip bilumum krallığı ortadan kaldırdığım onlardan, Haçlı donanmalarını yakıp yıktığım için müşkül duruma düşen bilumum Avrupa devletinden, Sevr'e karşı çıktığım için galip devletlerden, Kıbrıs'a sımsıkı sarılıp bırakmadığım için Yunanlardan, Kurtuluş savaşı yaptığım için tüm dünyadan, Tezkereyi kabul etmeyip zorluk çıkardığım için Amerikalılardan velhasıl bu dünyada varlığımla huzursuzluk verdiğim için tüm kâinattan özür dilerim.
Laforizma - 19 Aralık 2008 (09:25)
Öncelikle, demagojiyi aklın ve vicdanın üstüne pişti oynar gibi çaktığın için, senden daha zekî ve daha vicdanlı olanlardan özür dilemelisin dostum.
Bir de hâlâ "Çin seddinin Türk korkusu nedeniyle yapıldığını" falan zannedecek kadar ilkokul 4. Sınıf tarih kitaplarında kaldığın için, tüm tarihçilerden ve okuryazarlardan.
Bir de bu kadar düz bir zihin yapısıyla dünyada başka iş kalmamış gibi mizahçılığa heves ettiğin için tüm mizahçılardan…
Hızlı Gazeteci - 19 Aralık 2008 (09:53)
Hikmet Bila'nin sorulari uzerinde de dusunelim:
"Özürcü aydınların bu kampanyalarını başarıya ulaştırmaları, yüz binlerin katıldığı bir kampanya yaratıp amaçlarına ulaşmaları aslında işten bile değil. İsterlerse imza yağmurları yağdırabilirler.
Bir şartla: Yazdıkları metni biraz açıklığa kavuşturmaları ve bazı soruları cevaplamaları şartıyla.
Örneğin: Osmanlı Ermenilerinden sana ne? Durup dururken Osmanlı Ermenileri nereden aklına geldi?
Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı 'Büyük Felaket 'nedir?
Bugüne kadar hep 'Ermeni soykırımı 'denirdi; özür metninde neden 'Büyük Felaket' oldu.
Büyük Felaket'e duyarsız kalanlar ve inkâr edenler kimlerdir?
Ermeni kardeşlerinin acılarını paylaşıyor ve özür diliyorsun da, 1915'te katliamlara uğrayan Türk kardeşlerinin acısına neden yanmıyorsun? Yoksa onların torunları da kardeşlerin değil mi? Onların katledilmelerine karşı duyarsızlık çok mu adaletli?
Özür dilediğin Ermeni kardeşlerin hangileridir? Soykırım yalanını siyasî ve ticarî meta haline getiren Ermeniler mi, yoksa, 'Bırakın bu yalanları da bugün Türkiye-Ermenistan dostluğuna ve işbirliğine bakalım' diyen Ermeniler mi?
Yüzyıl önceki 'Büyük Felaket' vicdanını sızlatıyor da, bugün Irak halkının maruz kaldığı 'Büyük Felaket 'neden vicdanını sızlatmıyor? Bugünden geriye doğru yüz yıl içinde vicdanları sızlatan kaç 'felaket' hatırlıyorsun?
Ermeni kardeşlerinin acısını 'kendi payına' paylaşıyorsan, neden başkalarını da paylaşmaya çağrıyorsun?"
Azer İldeniz - 19 Aralık 2008 (09:54)
Hikmet Bila denen muhteremin o yazdıkları da "şimdi iki tane lâforizma yaparım, bütün herkes kıç üstü oturur" mantığının bir başka örneği.
Ben, kendi adıma, bu tür ciğerci kedilerinin koltuk çıkmaya çalıştığı zulümden dolayı utanç duyuyor ve aslında dünyadaki tüm gaddarlıklar için dünyadaki tüm mazlumlardan, gadre uğramış yekpare İnsanlık'tan özür diliyorum. Bunlar dilemiyorlarsa kendi bilecekleri konu.
Bakarsın, gün gelir, onların çocukları babalarının pişkinliği için toplumdan özür diler.
Necdet Şen - 19 Aralık 2008 (10:19)
Geçenlerde üç şeritli bir yolda gece vakti kırmızı ışıkta bekliyoruz. Benim önümde üç dört araç var. Biraz sonra yeşil yanmış gibi araçların tümü hareketlendi. Meğer hepimiz kırmızıda geçiyor muşuz. Az ileride polisler tezgâhı kurmuşlar, ben de dahil onlarca arabayı durdurdular.
Ön sırada yakalanan dört beş kişi hemen arabadan çıkıp heyecanla polise koştu. O kalabalıkta polislerin durduramadığı iki, üç arabayı ağlamaklı bir sesle polise işaret ediyordu: "Abi, onlar da kırmızıda geçti abi, abi kaçırdın, niye durdurmadın abi?"
Böyle kolektif bir ruh hâlimiz var galiba. Bizim ne yaptığımızdan ziyade başkalarının ne yaptığı daha önemli. Başkalarının yaptığı şeylerden cezalandırılması bizim kabahatlerimizden ötürü özür dilememizden daha önemli.
Bir ara bir fabrikada kalite sorumlusuydum. Sevkıyatına onay vermediğimiz ürünler için hep benzer serzenişler duyardık:"Ama önceki parti de bu halde sevk edilmişti"
Ben de bir yerlerden duyduğum bir sözü çerçeveletip duvara asmıştım: "Kötüden örnek olmaz."
Seyit Balkuv - 19 Aralık 2008 (10:25)
Azer İldeniz kardeşime ve şahsında Fikret Bila'ya sevgilerimle:
"Osmanlı Ermenilerinden sana ne? Durup dururken Osmanlı Ermenileri nereden aklına geldi?"
Ne Osmanlı Türkleri ve Cumhuriyet Türkleri, ne de Osmanlı Ermenileri ve Cumhuriyet Ermenileri diye bir ayrım mantıklı değildir. M. Kemal Samsun'a çıktığında bir Osmanlı Subayı idi ve Padişahın güvenebileceği tek kişiydi. Sonra toptan değişip başka biri mi oldu zannediyoruz? Milli mücadeleyi yapanlar hangi gruba dahildiler sizce?
"Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı 'Büyük Felaket 'nedir?"
Bu terim yalnızca 1915'teki tehciri (zorunlu göçü) ifade eder. Yaşlı, kadın, çocuk; komitacılık yapmamış yüz binlerin Suriye'ye göçünü ve yollardaki telefatını. Zannedildiği gibi, Osmanlı ordusuna başkaldırmış Ermeni çetelerinin yok edilmesini değil. Bu olayların yoğunluğu zaten 1918'e tekabül eder.
"Bugüne kadar hep 'Ermeni soykırımı 'denirdi; özür metninde neden 'Büyük Felaket' oldu."
"Soykırım" (genoside) terimi, 1948'de Nazilerin yargılandığı Nürnberg mahkemeleri sırasında hukukileşti. "Büyük Felaket" ise bundan 33 yıl öncesine ait bir travmayı özetler.
"Büyük Felaket'e duyarsız kalanlar ve inkâr edenler kimlerdir?"
Tarih kitaplarından bu olayları silenler ve bu sansürü bugün de tasdik edenlerdir.
"Ermeni kardeşlerinin acılarını paylaşıyor ve özür diliyorsun da, 1915'te katliamlara uğrayan Türk kardeşlerinin acısına neden yanmıyorsun? Yoksa onların torunları da kardeşlerin değil mi? Onların katledilmelerine karşı duyarsızlık çok mu adaletli?"
Bu onların vicdanlarının problemidir, zorla dayatamam. Ben kendimden mes'ulüm.
"Özür dilediğin Ermeni kardeşlerin hangileridir? Soykırım yalanını siyasî ve ticarî meta haline getiren Ermeniler mi, yoksa, 'Bırakın bu yalanları da bugün Türkiye-Ermenistan dostluğuna ve işbirliğine bakalım' diyen Ermeniler mi?"
Hiçbiri. Muhatabım sadece vicdanlardır.
"Yüzyıl önceki 'Büyük Felaket' vicdanını sızlatıyor da, bugün Irak halkının maruz kaldığı 'Büyük Felaket 'neden vicdanını sızlatmıyor? Bugünden geriye doğru yüz yıl içinde vicdanları sızlatan kaç 'felaket' hatırlıyorsun?"
Bana ait tarihten payıma düşen ne varsa; gurur veya pişmanlık, hepsi kabulümdür
"Ermeni kardeşlerinin acısını 'kendi payına' paylaşıyorsan, neden başkalarını da paylaşmaya çağrıyorsun?"
Herkesi değil, sadece vicdan sahiplerini.
Ali Sedat Çetinkoz - 19 Aralık 2008 (14:31)
"Axçik" annemin küfür niyetine kızkardeşlerime kullandığı ifadelerden biriydi ve ben uzun zaman bunun "kötü kadın" benzeri bir anlam taşıdığını zannederek büyüdüm. O muhteşem Harput türküsünü ilk kez duyduğumda ise bunun Ermenilere has bir kadın ismi olduğunu ve hiç bir negatif anlam barındırmadığını öğrenmiş oldum. Babaannemin annesi 1915 olayları esnasında din değiştirmiş / dini değiştirilmiş bir Ermeni olmasına karşın bizim ailede bile durum böyleydi.
Vahap Demir - 19 Aralık 2008 (14:34)
Bu yaziyi yazan her kimse, bilmelidir ki, bizler tek - tek her bir ermeniyle deyil ermeni idelojisi ile dushmanik. Rus ve ermeni birliyi siz turkiyeli Turkleri daha chok BOZAR. Ayrica soru veriliyor ki, 100 yil once 2 milion ermeni vardi shimdi yok. Ben de bir soru vermek istiyorum. Acaba Rusya'da 100 yil once ne kadar Turk vardi gunumuzde ne kadar kaldi?
Vatan Baku - 19 Aralık 2008 (15:26)
Bila'yi begenmediniz. O zaman bir baska muhteremin sesine de kulak verelim Necdet Bey.
Dusunce ozgurlugunu savunurken, dusuncesina katilmadiginiz insanlari "cigerci kedisi" olarak asagilamaya calismaniz size hic yakismadi. Okurlarinizi surekli uslup konusunda uyarirken bu bence haksizlik.
Ben bu sitede sadece sizin yazilarinizi okuyorum. Altina imza atabilecegim en az 20 yaziniz vardir ama bazi konulardaki goruslerinize de hic katilmiyorum ve bu sizi okumaya devam etmeme engel olmuyor. "Tehcir" konusunda hissi davrandiginizi dusunuyorum ancak sizin "koltuk cikmaya" calistiginiz insanlarin konuya sizinle ayni pencereden ve ayni hissiyatla baktiklarina inanamiyorum. Nereden biliyorsun onlarin hissiyatini derseniz ben de size Hikmet Bila denen muhteremin "iki lâforizma yaparim…" seklinde ifade ettiginiz fikrine nasıl vardiniz ya da moda deyimle nicin "niyet okudunuz" diye sormak isterim.
Ismet Berkan da bugun benim hislerime ve dusuncelerime tercüman olmus:
"Kampanyaya imzasıyla katılanların 'vicdan sahibi 'insanlar olduklarının söylenmesi. Bunun bir dil sürçmesi olduğuna inanmak istiyorum, her halde bunu söyleyen kişi, 'İmza atmayanlar vicdansızdır 'demek istememiştir.
Doğrunun ve gerçeğin tekeli kimsede olamayacağı gibi, vicdanlar da tekel altında değildir ve herhangi birimizin vicdan sahibi olup olmamasının ölçütü bir kampanyaya imza verip vermemek değildir, olamaz da. Aksini iddia etmenin sonucu faşizmdir zaten!"
Azer İldeniz - 19 Aralık 2008 (16:26)
Yağmur Atsız yukarıdaki itirazların cevabını kendi köşesinde açıklıkla veriyor:
"14 Kasım 2008 târihli ve "Tarziye" başlıklı yazımda niçin 1915'de hayatlarını kaybeden yâhut buna eşdeğer zulme uğrayan Ermeniler için özür dilediğimi anlarsınız. Ama bunu yaparken neden önce çıkmaz ayın son çarşambasına kadar 'evvelâ' onların Türklere ve Kürdlere yaptıkları için özür dilemesini beklemek istemediğimi, çünkü 'evvelâ' kendi evimizin içini temizlemez isek komşuların evlerine dâir ukalâlık etme hakkımız bulunmadığı kanaatini savunduğumu da anlayabilirsiniz belki… Ve nihâyet, eğer biz doğru yönde bir adım atarsak onlar da bunun karşılığını vereceklerdir elbet, ama onlara 'doğru' yolu göstermek bizim haddimiz değildir, tezime de o zaman bir nebze hak verirsiniz.
Ben bu bakımdan, bir grup Türk entellektüeli tarafından geçen hafta başlatılan 'Ermenilerden Özür Kampanyası'na karşı gösterilen o aşağılayıcı, kibirli ve küfürbaz tavrı da derin bir teessür ve hüzünle izliyorum."
Herhalde içimizden hiç kimse onun babası Nihal Atsız'la milliyetçilik yarıştıramaz.
Demek ki neymiş? Evlâtlar babalarının gittiği yolu kör değneğini beller gibi takip etmek zorunda değilmiş.
Selim Atak - 19 Aralık 2008 (16:33)
Azer İldeniz, Hikmet Bila'dan buraya yaptığınız alıntıyı biraz daha önyargısız okumaya çalışırsanız, o lâf kalabalığı içinde bildiriye imza atanların "hain" ya da" Ermeni davasının takipçisi" olduğu imasını siz de görürsünüz.
Ali Sedat Çetinkoz zaten ayrıntıyla yanıtladığı için bir de ben madde madde analiz etmek istemem. Ama o yazıda sorduğu soruların aslında yanıtları apaçık ortada sorular olduğunu ve bunları sorabilmenin -kişi eğer gafil değilse- ancak demagoji ve saptırma çabası olarak açıklanabileceğini düşünüyorum.
Vaktiniz varsa internetteki Safsata Kılavuzu adlı siteye bir göz atmanızı öneririm. Günlük gazeteleri okurken faydalı bir rehber olabilir.
İsmet Berkan'ın "ne yani, şimdi biz vicdansız mıyız?" türünden çıkışını da doğrusu yersiz buldum. Ben şahsen bu konuda karşıt ya da kararsız olanların vicdanları ile ilgili kuşku beslemiyorum.
Bence kırılacaksanız özür dileyenleri suçlayan, vatan haini gibi görenlere ve göstermek isteyenlere kırılın.
Ve bir de köşe yazarlarından kopyala/yapıştır alıntılar okumak yerine burada size ait özgün fikirler okumayı tercih edeceğimizi bilin.
Sevgiler.
Necdet Şen - 19 Aralık 2008 (17:06)
Biraz insafla bakılırsa, vicdanların aynı marketten alınmış aynı markalı ürünler olmadığı keşfedilebilir. Vicdanlar insanların hayatı boyunca sürekli oluşur ve şahsa özeldir. Ayrıca bir de kamu vicdanı vardır ki, o da toplumun hayatıyla birlikte gelişir.
Bir olay karşısında bütün vicdanların aynı tepkiyi vermemesi, diğerlerinin vicdansız olduğunu da göstermez. Böyle bakınca ben Hitler'e bile "vicdansızdı" diyemem. Nereden bilebilirim; belki Alman çocuklarını çok severdi, ağlamalarına hiç dayanamazdı; Yahudi ve çingene çocuklarınınkine ise aynı derecede içlenemezdi. Ne yapayım, onunki de öyle bir vicdan, değil mi?
Ali Sedat Çetinkoz - 19 Aralık 2008 (19:27)
Nihal Atsız'ın oğluna vasiyeti;
"Yağmur Oğlum, Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir de resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol. Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İsponyollar, Portekizliler, Romanlar, yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar, Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Zazalar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler, Çingeneler, içerideki düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için hazırlanmalı. Tanrı yardımcın olsun." (N. Atsız)"
Bu kadar korkunç bir vasiyeti buraya kopyalayıp yapıştırdığım için özür dilerim. Bu nefret dolu vasiyete göre düşmanımız olmayan kimse yok. Ancakbu korkunç vasiyet aslında içimizdeki düşmanların şiarı olmuş durumdadır. Ermenilerden özür dilemeye tepki duyanların bu kin dolu vasiyetten farklı düşündüklerini sanmıyorum. Öyle tohumlar atılmış ki herkesin bize düşman olduğu paranoyasından kurtulmanın mücadelesini vermek zorunda kalıyoruz. Adile Naşit de Ermeniydi ve sayamayacağım kadar çok insanımız var Ermeni ve sevdiğimiz. Yani Nihal Atsız'a göre Adile Naşit bile düşmanımız. Bu nefreti çocuklarımız için kınıyor ve reddediyorum. Tanrı bu ülkedeki kafatasçılardan çocuklarımızı korusun.
Deran - 20 Aralık 2008 (01:37)
Türk kafatasçılığının en önde giden mürşidi Nihal Atsız'ın öz oğlu, hem de bu kafatasçı miras bizzat kendisine miras bırakılmış olan kişi, bugün bizim imza attığımız kampanya daha ortada yokken kendiliğinden "Ermenilerden özür diliyorum" diye yazı yazmışken, o kafatasçı düşüncelerden çok daha uzak olması gereken kişilerin sorgulamaksızın "atalarımız kahramandı, herkes düşmanımızdı, biz hep haklıydık, hep haklı kalacağız" teranesini sürdürüyor olması, "vicdansızlık" demeyeyim ama "et kafalılık" gibi görünüyor bana.
Değerli yazar Yağmur Atsız'ı bu seçimiyle bize göz alıcı bir rol modeli oluşturduğu için yürekten kutluyorum.
Necdet Şen - 20 Aralık 2008 (12:09)
Millet-i Sadıka unvanını yakıştırdık, ticarette imtiyaz sağladık vergi muafiyeti dahil her türlü kolaylığı tanıdık, örflerine, dinlerine, dillerine karışmadık; bütün bunlar unutuldu da I. Dünya Savaşı'nın yaygarası içinde yaşananlar mı hatırda kaldı? Hadi canım sen de…
Emre Gör - 20 Aralık 2008 (22:28)
Emre Gör haklı aslında. Yüzbinlercesini hiç acımadan kırdık kırmasına ama ceplerine de üç beş kuruş sıkıştırıverdik yani. Bu cömertlik kimde var? Parasıyla değil mi, ne zaman istersek gene köküne kibrit suyu dökeriz. Bizde bahşiş bol. Bastır parayı, doğra kardeşini.
Şakası bile insanın kanını donduruyor, değil mi? Umarım Emre Gör bunu demek istememiştir.
Dumur Abi - 21 Aralık 2008 (03:18)
Necdet Bey, Ermenilerden ozur dileme konusundaki gorusumu, hislerime ve dusuncelerime tercüman olmus ancak sizin sitenize misafir olma olasiligi zayif (cunku cumhuriyet yazarlari) yazarlardan alinti yaparak aciklamaya calistim. Sizden uyari gelecegini de biliyordum aslinda. Amacim calakalem ilk aklima gelenleri gelisiguzel yazmamakti.
Ailem, Sovyet Ihtilalinden yillar sonra, su anda Ermenistan sinirlari icinde bulunan bir bolgeden goc ettiginden Ermeni komsulari ile ilgili cok sayida ani dinledim çocukluk ve genclik yillarimda. Hepsi de cok guzel, umut verici, insanî "insan" oldugu icin pisman degil mutlu eden tanikliklar. Halen Azerbaycan'da yasayan akrabalarimla ondort yil once tanistigimda hikâyenin devamini da dinlemek sansi bulunca hasbel kader Turk olarak dogdugum icin mutlu oldum.
Ilginctir Ermeni halki ile ilgili tek bir olumsuz soz, deyis, yakistirma duymadim. Azerî bir ressamdan duydugum guzel deyisi de hic unutmadim. "Ermeninin eline Azerînin diline dokunma". Neden? Cunku Azerî guzel konusur, guzel sarki soyler. Ermeninin eli mahirdir.
Ermeni komsularinin gizli uyarisi uzerine, "katledilmekten" korktuklari icin 1988 yilinda Ermenistan'dan Azerbaycan'a kacmak zorunda kalan akrabalarim o sartlarda dahi meydana gelen butun kotuluklerden Ruslari sorumlu tutuyorlardi (sadece Ruslarin sorumlulugu tartisilir elbette).
O yuzden kendimi sansli sayiyorum ve bu konuda objektif bir bakis acim olduguna inaniyorum kendimce.
Azer İldeniz - 21 Aralık 2008 (13:09)
Emre, e ama lütfen Görrr! Hadi canım sen de! Evet evet sayın uyarıcı pencere, söyleyeceklerim bu kadar ve imlâ hataları da bilinçli…
Deran - 21 Aralık 2008 (02:38)
Sevgili Deran, bilinçli tercihinize saygımız sonsuz tabii ki, hatta saygı bizden. Fakat merak ettiğim için soruyorum, noktalama işaretlerinden sonra hiç boşluk bırakmadan devam etmekte nasıl bir edebî yenilik gördünüz? Aydınlatabilirseniz sevinirim.
Uyarıcı Pencere - 21 Aralık 2008 (14:33)
Ermenilerden özür dileyen soyu bozuklar acaba ermenilerin doğuda ve hocalıda katlediği insanlardan hiç mi haberi yok. Bir de yazıda ermenilerin aşağılandığından falan bahsetmiş, peki bu milleti ermenilere bu derece soğutacak şey neydi diye hiç mi düşünmüyolar. Uyanık olmak lâzım yine daha önceden planlanmış bir oyun oynanıyor ve bazı safdiller de bu oyuna kanıyolar.
Hakan Çınar - 21 Aralık 2008 (13:36)
Hakan Çınar, sizin gibi düşünmeyenler için kullandığınız "soyu bozuklar" ifadesi hiç hoş değil. Hem farklı kanaatte olanlara karşı tahammülsüzlük gösterdiğiniz, hem de insanların değerini "soy" kriteri üzerinden ölçtüğünüz için.
Kimse soyunu sopunu kendisi seçmez. Boyunu posunu da. Bunlar tesadüfîdir. Dolayısıyla, bu "doğuştan" gelen özellikler üzerinden ne doğruluk ne de üstünlük iddialarında bulunulabilir.
Her millet kendi canilerini ve azizlerini kendi içinden çıkartabilecek toplumsal çeşitliliğe sahiptir. Yeryüzünde "canî Türk" de vardır canî Ermeni" de. Ama aynı zamanda çok değerli Türkler ve Ermeniler de vardır.
Bence şefkat ve kardeşlik, kibir ve husumetten daha yüksek insanlık değerleridir. Affetmek ve kendini mahçup hissettiği durumlarda affedilmeyi istemek de.
Hem, bu olayda herkes kendi adına özür diliyor. Bizim dilediğimiz özür sizi bağlamaz. Arzu etmiyorsanız, siz dilemeyebilirsiniz.
Ama sırf kendinizi sınamak için, bir gün siz de herhangi bir konuda birinden özür dilemeyi deneyebilirsiniz. Onurunuzda bir eksilme -ya da artış- olup olmadığını gözlemlemek için yararlı bir tecrübe olabilir.
Necdet Şen - 21 Aralık 2008 (14:51)
Sayın uyarıcı pencere, cümleleri yazdıktan sonra bir "es" verme gereği hissediyorum. "Ess" vermezsem boğulacak gibi oluyorum. Aslına bakarsanız, burada okuduğum "Eleştiriye kapalıyım" yazısından dolayı, bu sorunuza "keyfimim kâhyası mısınız?" demem lâzımdı ama işte gelin görün ki bu siteyi seviyorum ya, uyarıcı penceresine bile kanım kaynadı, gıcık olmadım. Sevgiler uyarıcı pencere…
Deran - 21 Aralık 2008 (15:50)
Ozur dileme kampanyasi ile ilgili olarak oncelikle herkesce bilinen hukuki gercegi tekrar ediyorum.
1. "1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi uyarınca, bir suçun soykırım olarak nitelenmesi için, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubun hedef olarak alınması ve kurbanların sırf bu gruplardan olmaları nedenine odaklanan özel bir kasıtla (dolus specialis) kısmen veya tamamen yok edilmeleri gerekiyor. Soykırım suçunun işlendiğini ispatlamak için savcıların, failin kurbanlarını sırf sözleşme kapsamındaki dört gruptan birine mensubiyetleri nedeniyle ve grubun tamamının veya bir bölümünün yok edilmesine odaklanmış zihinsel bir saplantıyla öldürdüğünü hiç bir kuşkuya meydan vermeyecek şekilde kanıtlamaları gerekiyor."
2. Turkiye Cumhuriyeti, mirascısı oldugu Osmanlı İmparatorlugu'nun hesabını uluslararası alanda kendi kurulusunu tescil eden Lozan Antlasması ile vermis ve bu antlasmada Ermeni soykırımı ya da katliamı ile sorumlu tutulmamıştır.
3. Yasanan trajedilerin sorumlulugunu cevre ulkelerinin biri veya birkacina ya da bu ulkelerdeki siyaset ve yonetim kadrolarının aczine veya kotu emellerine baglamak, emperyalizmi gunahlarından arındırmak anlamına gelir. Bu trajedilerden sadece birini, yani 1915 Ermeni tehcirini ve bu tehcirin uzucu sonuçlarını "seçerek" bugun Turkiye'de yasayanları ve gelecek kuşaklarını suçluluk duygusuna itmek ve tazminat taleplerinin önündeki dirençleri kırmak ise Türkiye halkının bireysel ve toplumsal haklarina saldiridir.
Tepki gormesi dogaldir.
Azer İldeniz - 21 Aralık 2008 (22:40)
"Tepki görmesi doğal" demek. Irkçılık ve faşizm bu kadar doğal yani. 600 bin insanın "telef" edildiği bir olay eğer "1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi" ile tıpatıp örtüşmüyorsa bizim faşistler münazarayı kazanmış oluyor.
Arkadaşım, Azer Bey (ya da Hanım) siz kafası karışık biri misiniz, yoksa böyle bir insanlık ayıbını soğukkanlılıkla demagoji konusu yapacak kadar vicdanı nasırlaşmış biri mi?
Bu imza metninde "soykırım" diye bir kelime geçmiyor. Deniyor ki: "1915'te Osmanlı Ermenileri'nin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum."
Sizden (ve sizin gibi yüzsüzlerden) özür bekleyen yok. İçinden gelen diliyor. Bu kadarını anlamaktan aciz misiniz?
Selim Atak - 22 Aralık 2008 (14:21)
Selim bey, Hanım ya da Bey olmamın ne önemi var. İnsanım her şeyden önce. Cinsiyetimi öğrenip ona göre mi hakaret edeceksiniz?
Tartışma düzeyini aşağı çekerek beni provoke etmenize izin vermeyeceğim.
Söylenecek şey çok elbette ama değmez.
Azer İldeniz - 22 Aralık 2008 (19:54)
Ali Sedat Cetinkoz kardesime cevabîmdir:
'Buyuk Felaket' Ermenice'de Medz Yegern demektir. Ermeniler tarafindan soykırımla eş anlamda kullanilir. Dolayli olarak bildiriyi hazırlayanlar ve imzalayanlar Turklerin soykırım yaptığını kabul etmis oluyorlar. (Bilerek ya da bilmeyerek) Turk kamuoyunu urkutmemek icin "soykırım" sozcugu kullanilmamis. (Kurnazlık). Papa Jean Paul 2 de Ermenistan'ı ziyaret ettigi zaman bu kavramı kullanmıştı. Ermenistan'ı ziyaret eden önemli şahsiyetler genellikle 'Medz Yegern 'ifadesini kullanırlar. Bunu da konuyla yakindan ilgilenen herkes bilir, bilmiyorsa ogrenebilir.
Kampanya "vicdan" ve "bireysel ozur" temelinde baslatildi. Kampanyalar sahsi degil toplu hareketler oldugundan, sonuclari itibariyla "ortak sorumluluk" ve "vicdan sahibi" her insanî muhatap alan bir "ortak suc" gondermesi iceriyor. Burada celiski var.
Siradan insan degil "Aydin" olarak, altina imza attiginiz fikirlerin politik sonuclarini da kabul etmeli ve arkasinda durmalisiniz. Cunku dortdortluk politik bir metin var ortada.
Turkiye'nin en derin yaralarindan biri uzerinden "politik" bir kampanya baslatiyor, "kendi payima" ibaresiyle de bir "kacis noktasi" birakiyorsunuz. Metnin ictenligine golge dusuren de bu "diplomasi oyunu".
Vicdan tamamiyle kisisel bir kavram ise "vicdan hesaplasmalari" bireysel yapilir. Kimse de karisamaz. "Bireysel ozur" adi altinda boyle uluorta herkesin "vicdani" ni acik arttirmaya cikarip "kendi payima" diyemezsiniz. Ya da dersiniz ama…
Kampanya ile hedeflediginiz amaciniza ulasamazsiniz. Tam tersine "ozur bekliyorum", "ozur dilemiyorum" turu karsi kampanyalarca gordugumuz uzere aninda fitillenen bir kamplasma ve sertlesmeye sebep olursunuz. Kabul edin etmeyin, begenin begenmeyin ve asagilayin, toplumun buyuk kesiminde "provokasyon" olarak algilanan bu cikisin "siyasi acidan" ve toplumsal baris acisindan saglayacagi bir fayda yoktur.
Eger amac uzum yemekse elbette. Bagciyi dovmekse, sonuc herkes icin hepimiz icin kotu olacaktir. Gelin sizin gibi dusunmeyen (ama kufretmeyen, asagilamayan, hakaret etmeyen, dislamayan, nefret etmeyen) herkesin sesine kulak verin.
Ben sizin sesinize kulak verdigim icindir ki hayatimda ilk kez hassas oldugum bir konuda ustelik her zaman karsi oldugum halde sanal ortamda birilerine derdimi anlatmaya calisiyorum. Kimse madalya vermeyecek biliyorum ama belki bir kisi anlar diyorum.
Azer İldeniz - 23 Aralık 2008 (03:49)
Azer kardeşim, "Yakın tarih dersleri 04" te yazdığım ve sizin de belirttiğiniz gibi; bazı kötü anıları canlandırmanın, bildikleri tersyüz edilmiş toplumda ve "iyi saatte olsunlar" nezdinde bir hakaret olarak algılanacağını bilmediğimi sanmayın. Ama yine de bu çıkışı fikren destekledim.
Ermeni meselesi, sosyolojik olduğu kadar tabii ki politik bir konudur. Ama bireyin ve devletlerin anlayışı aynı olmak zorunda değildir. Bir olayın devlet politikaları içinde şu veya bu niyetle "Soykırım" veya "Büyük felâket" olarak adlandırılması başka bir şeydir; bu olayın "olup olmadığını" sorgulamak ayrı.
Sizin düşüncenizin de, benimkinin de, birbirimizin kalplerini yarıp niyetlere vakıf olamayacağımız için, bir "amaç" ile yapılmış olduğunu söyleyemiyorum. Bir insanın ikrarı, aksi ispat edilene kadar geçerlidir.
Yazılarımın hepsini okumuş olmanızı isterdim. O yazılarda hem "Aydın" hem de "Özgürlük" tanımlarının bence ne manaya geldiğini yazmış, özgürlük için şöyle demiştim:" Kime olursa olsun, yapılan haksızlık karşısında susmaya mecbur bırakılmamak." Nerede "Fikri hür, vicdanı hür nesiller"?
Bütün bunları, sizi anladığım için yazıyorum. Düşüncenizi rahatça ifade etmeniz için gerekirse canımı veririm ama sizle aynı fikirde değilim. Hepsi budur. Sevgiyle.
Ali Sedat Çetinkoz - 23 Aralık 2008 (15:52)
Sevan Nişanyan yukarıdaki tartışmaları birkaç cümleyle özetleyivermiş:
"Tut ki soykırım filân olmadı, hayal kuruyorlar, "dedem öldü nenem cariye oldu biz dünyada serseri olduk" diye doksan senedir boşuna dövünüyorlar. İnsan olan bundan üzülmez mi? "Gel birader, var mı senin için yapabileceğim bir şey, anlat açılırsın, çay ısmarlıyayım, "demez mi? Psikoloğuyla, romancısıyla, tarihçisiyle seferber olmaz mı, nasıl bu adamlar böyle acaip bir travmaya tutulmuşlar diye?
Tut ki yüz binler katledilmedi, yüz tane gariban köylü öldürüldü, onun da suçlusu zaten Çemişgezek kaymakamıydı. İnsanlıktan asgarî nasibini almış biri gene üzülmez mi? Zulme lânet etmez mi? Faraza konunun abartıldığını düşünse bile, haksızlığa uğrayan tarafın sırtını pışpışlayıp "birader hakikaten üzüldüm, yanlış yapmış bizimkiler, ayıp olmuş, affet" demez mi?
Kopyala yapıştır yaptığım için kusura bakmayın. Ben bu kadar güzel yazamazdım.
Selim Atak - 24 Aralık 2008 (16:24)
Web Gezgini biraz da "muhalif" gazetelerde gezinebilir mi acaba? Demokrasi adina!
Ozur dileyenlerin listesinin basinda "Nobel odullu buyuk" yazarin ismini aradim goremedim. Simdi kendisinden 6 derste "Nobel Odulu Nasil Alinir" diye bir "bestseller" yazmasini bekliyorum.
Web Gezgini belki gormemistir diye Murat Bardakci'nin aciklamasini bilginize sunuyorum:
Şimdi, özür meraklılarına sevabına iki küçük hatırlatma yapıyorum:
BİR: Açılış sayfasındaki "Text in other languages", yani "Diğer dillerdeki özür metni" başlığı tıklandığında çıkan Ermenice ve Yunanca da dahil olmak üzere tam 12 dile çevrilmiş metinlerin özellikle Farsça'sı pek bir tuhaf ve komik: Üstadlar, "Hazır elimiş değmişken, Farsça'yı da düzeltelim" demiş ve bin küsur seneden buyana sağdan sola yazılan Farsça'yı Latin alfabesine uydurup soldan sağa yazıvermişler.
İKİ: Özürcülerimiz, aynı sayfadaki Arapça metne de metnin Türkçe'sinde olmayan bir ilâvede bulunmuş ve "âdil olmayan zulüm" ibaresini ekleyivermiş, daha başka değişiklikler de yapmış ve imzaya bambaşka bir metin açmışlar.
Ben, bütün bunları görünce, "Arapçası ve Farsçası bu hale getirilen metnin az bilinen dillere, meselâ Ermenice ve Yunanca'ya tercümesinde kim bilir neler edilmiştir" diye sormadan edemiyorun.
Kampanyayı hazırlayanların ciddiyetine kurban olsunlar!
Solmaz Abilyondlu - 4 Ocak 2009 (20:04)
Solmaz Abilyondlu'nun veciz bir ifadesine takıldım: "Özür meraklısı" …
İlginçtir, içindeki fikir malzemesi demagojiden öteye gidemeyen bu "özür" düşmanı cepheden şu ana kadar kerhen de olsa saygı duyacağım bir fikir çıkmadı.
Sahiden merak ediyorum ve soruyorum: Tamam, anladık, siz kimseden özür dilemek istemiyorsunuz. Onun yerine vicdanınızın tepesine vurup sindirmeyi ve 12 Eylül ağzıyla konuşmayı daha uygun buluyorsunuz. Bunu anladık. Peki başkalarının (yine başkalarından) dilediği özür sizi neden bu kadar geriyor?
Zırnık kadar değer vermediğiniz apaçık belli olan "sünnetsiz" kardeşlerinizden neden bu kadar nefret ediyorsunuz?
Acaba onlardan "kibarca rica edilerek" devralınmış bazı taşınmazlar mı kaldı ceddinizden size? Bu süreç sizi öyle ya da böyle sanık durumuna düşürecek diye tırsıyorsunuz da ondan mı bu kadar münazaracı bir telâş içindesiniz?
Onun için midir bulduğunuz(u sandığınız) her gedikten saldırıp imza verenleri "vatan haini" diye damgalamaya çalışmanız?
Selim Atak - 4 Ocak 2009 (22:03)
Sadece kayıt elemanı olarak vazife yaptığım Web Gezgini bölümü umumun arzularına göre istek şarkıları çalan bir gazino değildir. O köşe bendeniz Gezgin Efendi'nin okuyup dikkate değer bulduğu ve umuma tavsiye ettiği bir köşedir sayın Abilyondlu.
Zaten istesem de Cumhuriyet ve Vakit gazetelerinden alıntı yapamam. Zira bu gazetelerin (çok matah oldukları için her halde) internetteki yayınları ücret mukabili. Bedavasına bile metelik vermeyeceğim bu yayınları okuyabilmek için üste para ödememi beklemezsiniz her halde.
Benim yerime siz okuyun, kendi blogunuzda onlara bol bol link verin. Ama illâ da alıntılar Derkenar'da olsun derseniz, size bir yol önerebilirim: Derkenar'da yayınlanabilecek güzellikte yazılar yazın, gönderin; içinde beğendiğiniz yazarlara atıfta bulunmanıza karışan olmaz.
"Yok, ben o kadar uğraşamam" ya da "nerde bende o yetenek" diyorsanız, şansınıza küsün. Bizim Büdütör biraz (ne birazı, epeyce) seçicidir.
Web Gezgini - 5 Ocak 2009 (09:15)
Sayin Atak, Cok "gergin gordum" sizi.
1. "Ozur meraklisi" nitelemesi bana degil Degerli Tarihci Murat Bardakci'ya ait.
2. "Ozur meraklisi" nitelemesine takilan birisi nasıl oluyor da "ozur dusmani" gibi suclayici ve kamplastirici bir tanim kullanabiliyor?
3. "Ozür sizi neden bu kadar geriyor?" cumlesini cok bayagi buldugum icin yanit vermiyorum.
4. "Sunnetsiz" kardeslerden sozeden bayagi cumleye de yanit veremiyorum.
5. 4. Paragraf dort dortluk paranoyak bir yaklasim sergiledigi icin onu da umarim bir psikolog okur degerlendirir. Ben yanit veremiyorum.
6. Ben kimseye "vatan haini" demedim. Bu da sizin "alinganliginiz".
Yazdigim uc cumle icinde sordugum bir tanecik sorunun sizi bu kadar terorize etmesine sasirdim ve ayipladim.
Iste sizin demokrasi anlayisiniz bu kadarcik. Boyle saldirgan bir uslup kullanarak kimseye derdinizi anlatamazsiniz. Bu memlekette kor ve topal da olsa bir demokrasi varsa herkes "ozgurce" dusuncelerini aciklayacak, elestirecek ve siz de dinleyeceksiniz.
Bakiniz sevgili "budutor" benimle ayni fikirde olmadigi halde bana ve Sayin Bardakci'ya sansur uygulamadi. Hatta sizin dusuncenizi aciklarken kullandiginiz "seviyesiz" cumlelerinize bile uygulamadi. Demek ki farkli dusunceleri de okuyup anlamaya calisacagiz ve tahammul etmeyi ogrenecegiz.
Sonuc olarak diyecegim sudur:
Aklinizi basiniza devsiriniz ve hic tanimadiginiz bir insanî yazdigi uc cumleye gore degerlendirerek paranoyak hikâyeler uydurmayiniz.
Solmaz Abilyondlu - 5 Ocak 2009 (09:33)
Soruyu tekrar ediyorum ve cevabîni gercekten merak ediyorum. Merak etmek yasak degilse.
Sayin Pamuk ozur metnini nicin imzalamadi?
Nobel odulunu almadan once aciklamak lutfunda bulundugu dusuncelerinde ve sayilarla ifade ettigi bazi degerli "tarihi bilgilerde" bir degisiklik mi oldu?
Solmaz Abilyondlu - 5 Ocak 2009 (09:39)
Sayın Abildyonlu, sizin tarihçi Murat Bardakçı'dan yaptığınız alıntı biraz geç olmuş. Farsça özürü çoktan düzelttiler. Ayrıca, özüre muhalif gazetelerden iki yazar Fikret Bila ve İsmet Berkan'dan yapılmış alıntılara da gerektiği kadar değer ve cevap verildi bu sayfada. Başka imlâ ve anlam hataları da varsa lütfen bildiriniz. Teşekkürler.
Ali Sedat Çetinkoz - 5 Ocak 2009 (12:59)
Kıymetli Abilyondlu kardeşim, sayenizde Derkenar'ı günde birkaç kez tıklar oldum. İsterseniz ben de sizin gibi madde madde (ve kısa) cevap vereyim:
1. Ben Orhan Pamuk değilim, soruyu yanlış yerde yanlış kişilere soruyorsunuz.
2. Tartışırken kullandığınız "paranoyak", "bayağı" vebenzeri kelimelerin gündelik hayatta ne anlama geldiğini sınamak için, isterseniz sokakta karşınıza çıkan ensesi kulağı yerinde birine bu sözlerle hitap edin; o anki deneyimlerinizi belki daha sonra burada bizimle paylaşırsınız.
3. Demagoji yapıyorsunuz. Ve her demagog gibi siz de sadece kendinizi "akıllı" alemi "salak" zannediyorsunuz.
Selim Atak - 5 Ocak 2009 (16:02)
Yahu ne olur, Orhan Pamuk'u tanıyan, cep telefonunu bilen bir arkadaş varsa hemen arasın ve kendisini Abildyonlu arkadaşla buluştursun. Biz şimdi onun adına buralarda cevap yetiştirip terbiye sınırımızı aşmayalım. Lütfen arayın!
Ali Sedat Çetinkoz - 5 Ocak 2009 (16:07)
Orhan Pamuk'un neden özür dilemediğinin cevabını Derkenar'da aramak biraz Beyhude bir çaba olmuyor mu?
Hani Nasreddin Hoca parasını düşürdüğü yerde değil de epey uzakta arıyor muş. Niye böyle yaptığını soranlara "düşürdüğüm yer çok karanlık da ondan" demiş.
Kendisine sormak lâzım bence. Öyle bile olsa samimi cevap verdiğine güvenebilecek misiniz? Ayrıca başkalarının ne dediğinin, ne düşündüğünün ne önemi var ki? Önemli olan sizin ne düşündüğünüz değil mi? Sayılardan, yüzdelerden kime ne?
Seyit Balkuv - 5 Ocak 2009 (16:20)
Galiba içtiğimiz sudan ya da soluduğumuz havadan bulaşan bir "milli" hastalığımız var: Harfiyen bizim gibi düşünmeyen herkesi aynı merkezden yönetilen "bizans casusu" zannetmek.
Dolayısıyla, şu ya da bu konuda görüşleri az da olsa benzeşen herkes, daha önceden sözleşmiş, ona göre konuşmuştur.
Siz, sayın Atak, sayın Çetinkoz, sayın Balkuv ve sayın Pambuk, niye inkâr ediyorsunuz silâh üzerine el basıp "Turkiya Cumhuriyetini çökertmezsem namerdim" diye yemin ettiğinizi? Yakalandınız işte suçüstü.
Delil: İçinden Ermeni geçen cümle…
Korhan Pamuk - 5 Ocak 2009 (17:50)
Yanıt veren değerli arkadaşlara yanıt:
Vallahi sağolun. Ben dersimi aldım. Bundan böyle naçizane görüş mörüş açıklamam soru da sormam, sorduğum soruyu da geri aldım. Hayırlara vesile oldu aslında ve sizleri daha yakından "tanımış " oldum. Farklı görüşlere karşı hoşgörünüze, tahammülünüze, empati yeteneğinize hayran kaldım.
Sizi bir daha kesinlikle rahatsız etmem. Verdiğim rahatsızlık için de özür diliyorum.
Solmaz Abilyondlu - 5 Ocak 2009 (20:36)
Ya bi şey yazmayayım dedim, ellerimi bağladım; buna bari karışma dedim; sen sus gözlerin konuşsun dedim; olmadı, olamadı…
"Orhan Pamuk neden imza atmadı"ya geldi ya bu konu, daha ben ne diyeyim, nerelere gideyim oyy, oyy… Aldım bağlamamı elime, çalıyorum oyy oyy… Ya kardeşim, Orhan Pamuk bu sitede mi yazıyor? Derkenar'ı Orhan Pamuk mu hazırlıyor? "Orhan Pamuk neden imza atmadı"nın yanıtı burada neden aranıyor? Yani illa bir sebep bulup da Orhan Pamuk'a hep birlikte saldırmanın yolu Derkenar'dan niye geçsin?
Ya da geçirilmeye çalışılıyor? Valla Orhan'cığım ne güzel etti size ohh canıma deysin, ne güzel lâflar etti de resmî terminolojinizi yerle yeksan etti. Öyle bi sarstı ki hâlâ kendinize gelemiyorsunuz… Lâzım size bu lâflar. Hah, ben duymak istenileni söyledim, şimdi atıl kurt bana bana, oyy bana bana…
İmza: OrhanPamuksever bir dost.
E. D - 6 Ocak 2009 (01:30)
Meseleye bir de öbür taraftan bakmaya ne dersiniz? "ararat yemini", asala'ya bağlı olarak faaliyet gösteren bir terör örgütü. En son asala'nın yaptığı faaliyetlerden ötürü özür dilemek için girişim başlattığı söylenen (muğlak bu mesele) "avustralya'daki macqurie üniversitesi öğretim üyesi ve türk-ermeni diyalog grubu eş başkanı armen gakavyan'ı ölümle tehdit etti".
Zaten gakavyan da bir açıklama yapıp kimse adına özür filân dilemediğini bildirmiş, sözleri çarpıtılmışmış:
"bununla birlikte haberde, gakavyan'ın geçen günlerde ermeni basın-yayın organlarına gönderdiği açıklamasında, görüşlerinin çarpıtıldığını, gerek ermeni halkı, gerek arkadaşları adına herhangi bir özür dilemediğini bildirdiği kaydedildi."
Bu noktada ölüm tehditlerine rağmen görüşlerini açıklamakta ve bunun arkasında durmakta beis görmeyen Türk entelijansiyasını (?) gözüpekliğinden ötürü tebrik etmek lâzım… Tabii ermenilerin türklerden özür dilemesi de gayet yerinde bir davranış olacaktır ama iç ve dış mihraklar (bu da Türk entelijansiya sınıfı kadar tartışmalı bir klişe kavramsallaştırmadır) pek bunu istemiyor sanki…
Ancak, tarihçilerin dahi enine boyuna tartışamadığı, belgelerle kanıtlanmamış, dolayısıyla yapılan her türlü eleştirinin ve bildirilen görüşün akademik ve bilim dünyasında pek bir karşılığı olmadığını akılda tutmak gerekiyor.
Özür kampanyasına ölüm tehdidi (Radikal)
Tersten Pespektif - 13 Şubat 2009 (13:08)
Konuyla ilgili olarak "bir şeyler" okumak isteyenler için fransız kökenli bir bilim insanı olan ve uzun yıllardır Türkiye'de yaşayan sayın jean louis mattei'nin bilgi yayınevi'nden çıkan ve önsözünü de ilber ortaylı'nın yazdığı "büyük ermenistan peşinde ermeni komiteleri" başlıklı kitaba göz atmanız tavsiye olunur. 20 yıllık rusça, ermenice ve osmanlıca arşivlerden, orijinal belgelerden faydalanılarak hazırlanmış olan bu eser belki herkes için ufuk açıcı olabilir.
Zira, hiç bir şekilde akademik bir sıfatı olmayan, o yüzden de yaptığı çoğu yorum sadece kendisini bağlayan murat bardakçı'nın ve benzeri köşelerde tarih sevgilerini yazıya dönüştüren yazarların tarihçi ilân edildiği bir ülkede, gerçek tarihçileri ve tarihçinin vasıflarını yeniden hatırlamak ve itibarlarını teslim etmek üzere kendi kişisel görüşlerimizi başkalarına holiganca kabul ettirmeye çalışmak yerine belki de biraz daha sabırlı, sağduyulu ve "bilgi sahibi" olmak gerekiyor.
Tersten Pespektif - 13 Şubat 2009 (19:54)
Bu dünyadaki en iyi arkadaşlarımdan biri ve nikâh şahidim de olan kişi İstanbullu ve T. C. Kimlikli, yani Türk Vatandaşı bir Ermeni. Onunla abi kardeş gibiyizdir. Neredeyse 12 yıldır aramızda hiç Ermenilik Türklük meselesi tartışmadık, ki kendisi yukarıda ortalığın karıştığı konulara çok duyarlıdır, sıkı sosyalisttir, Agos okur. Bugüne kadar ne ben ondan özür diledim, ne de o benden, çünkü hayata gelirken ne bana ne de ona hangi milletten olacağımız, hangi dini seçeceğimiz, hangi ülkede dünyaya geleceğimiz sorulmadı.
Hasbelkaderlikler üzerine gelişen bir hayatta, üstelik de fazlasıyla dezenformasyona uğramış Dünya Tarihi varken hiç bir şey için en iyi arkadaşlarımdan biriyle aramı kimse bozamaz. Bugün senin için ölebilecek birileri var mı diye sorsalar ilk sıralarda o yer alır, onun için de ben. Bundan kellisi lâf-ı güzaftır…
Olaylar karşısında hep zaman sorgusu yaparım… Neden şimdi? Neden bu olay? Hayattan anladığım en önemli şeylerden biri mevcut kimliğimizin tamamen bir tesadüf ve bizim adımıza edilen lâfların tamamının fasafiso olduğudur… Ve hayat hiç bir din, ideoloji ya da fikir adına yitirilmeyecek kadar değerlidir…
Ne kadar dejenere olmuşum değil mi? Haydi vurun abalıya…
İstanbulum Ben - 13 Mart 2009 (05:31)
Ermenilerden özür dilemeyi bir düşmanlık itirafı gibi değil de gönül alma gibi görmek çok mu zor? "Sana kuşaklardır reva görülen haksızlığa itiraz ediyorum, kalbinin kırık olduğunu anlıyor ve her ne kadar bunu ben yapmadımsa da yapanlar adına özür diliyorum" demekte ne gibi bir sakınca var? Siz hiç ortalığı yatıştırmak için, densizlik eden arkadaşının/akrabasının yerine mağdurdan özür dileyen birini görmediniz mi?
Selim Atak - 13 Mart 2009 (11:57)
Ben deniz Türk-Ermeni İlişkilerini Araştırma Bilim Kurulu Yeminli Üyesiyim. İnsanlarımız, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaktan hoşlanıyorlar. Bana göre ve somut bilimsel kanıtlara göre; mertlikten değil namertlikten özür beklenir. Bizi arkamızdan vuranlar bu milletin evlâtlarını katledenlerdir. Haksız olanlar güçlü olamazlar. Yarayı kaşıyanlarla bir olup 'özür teranesiyle' tarihsel gerçekleri çarpıtamazlar. Bu millet kendine yapılan iyiliği de kötülüğü de unutmayacak kadar diri hafızaya sahip bir millettir.
Şakir Genç - 28 Kasım 2010 (17:57)
Hay siz çok yaşayınız azizim! Ben de tıpkı sizin gibi "insanlarımızın, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmasından" rahatsızım. Keşke pek afilli ünvanlara sahip bilim insanlarımız lâf arasına sıkıştırılmış tehditlerle liseli çocuklarla karşı karşıya olduğumuz hissini oluşturmasalar da sadece gerçekleri araştırıp slogandan, hamasetten arınmış, nesnel gerçekliğe işaret eden çalışmalar yapıp bizleri aydınlatsalar. Yukarıda yazdığınız türden şeyleri yıllardır işitiyoruz ve işin doğrusu bu cümleler bize bir şey ifade etmiyor. Bilim adamına yaraşır, objektif bir dille o günlere ilişkin anlatacağınız bir şey varsa ben gerçek konusunda merak sahibiyim, yoksa bildik teranelerle vakit kaybetmeyiniz.
Vahap Demir - 29 Kasım 2010 (16:23)
Nasıl kraldan çok kralcılar varsa; Ermeniden çok Ermeniciler var. İşte sorun burada. Bunlar olmasa Ermeniler başlarını avuçlarının içine alıp özeleştiri kurumunu işletecekler ve empati melekelerini geliştirebileceklerdir. Türklere zarar verme adına 7/24 mesai veren bu kralcılar, en çok Ermenilere zarar vermektedir. Ermenilerin kişiliklerinin, özgüvenlerinin gelişmemesine, aşagğılık duygusuyla psikolojilerinin bozulmasına neden olmaktadırlar. Bu nedenle Türklerin 3-5 ermeniyi öldürdüğünü savlarken farkında olarak ve/veya olmayarak tüm Ermenilerin beyinlerini öldürmekle asıl soykıyımı bu kralcıların yaptığını düşünmeden edemiyorum. Yaşasın kral! (mı desek) yoksa yaşasın kralcı! (mı desek)? Yaşasın insanlık! Demesini becerebilenler yaşasın. Sevgiyle kalın.
Şakir GENÇ
TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNİ ARAŞTIRMA BİLİM KURULU YEMİNLİ ÜYESİ TR-AZ QARDAŞLAR STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ BAŞKANI
Şakir Genç - 1 Aralık 2010 (01:24)
Buyurun, yeni bir çocuğumuz daha oluyor. Türk basınındaki habercilik ağzıyla söylersek: "Steven Spielberg Ermeni iddialarını film yapacakmış."
Yaşı kırkın üstünde olanlar hatırlayacaktır: Sinema sanatı açısından bir sakalet örneği sayılabilecek ve üstelik hem senaristinin (Oliver Stone) hem de yönetmeninin (Alan Parker) pek de o kadar popüler olmadıkları bir dönemin ürünü olan Geceyarısı Ekspresi filmi bile bu milletin yüreğinde derin fırtınalar yaratmıştı. Dünyaya rüsva olmuştuk. Şimdi Spielberg gibi dev bir sinemacının ele alacağı Ermeni Soykırımı filminin manevî evrenimizin ortasına nasıl da ultra megatonluk bir bomba gibi düşer, artık onu da başını kuma gömmeyi siyaset zanneden çobanlarımız düşünsün.
Devam efendiler, inkâra devam. Nasıl olsa biz "sözde" deyince soykırım sahiden de sözde oluyor.
Hatta en iyisi başbakanımız her zamanki mağrur ve öfke aromalı belâgatiyle polemik sanatının inceliklerini (ya da kütüksü kalınlığını) sergileyip, acilen Steven Abi'ye de haddini bildirsin. Hep beraber gülelim.
Tabii ki satmaz bu ülkede mizah dergileri. Bizzat karikatür kahramanları tarafından yönetiliyoruz. Bir de para verip dergi almaya ne hacet?
Talât Paşazade - 14 Şubat 2012 (13:04)
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.