Cuppala'yı nasıl bilirsin ey cemaat-i müslimîn?
Ben iyi bilirim. Ustamdır. Özellikle de Apocalypse Now (Kıyametin Geldi) filminin hastasıyım. Kaç kere seyrettiğimi sorsan hatırlayamam.
Fakat onun daha az bilinen ama çok değerli bir filmi de 1974 tarihli The Conversation (Konuşma) filmidir. Seyretmemiş olmak büyük kayıp. Özellikle de bugünlerde kazandığı mana ve ehemmiyete binaen.
* * *
Hikayenin azıcığını anlatayım mı?
Harry Caul (Gene Hackman) elektronik cihazlarla falan dinleme yapan bir uzman. Serbest çalışıyor. Küçük bir ekibi var. Parayı bastıranın hesabına, hedef gösterilen kişileri dört koldan dinliyor kaydediyor.
Meslekten uzmanlar bile şaşırıyorlar onun bu her koşulda dinleyebilme ve kaydedebilme becerisine.
Kahramanımız kişilik olarak ağzı sıkı, kuşkucu, hafiften paranoyak. Meslek sırlarını açık etmiyor. Kimseye güvenmiyor. Sevgilisinin evine bile hırsız gibi maymuncukla girip çıkıyor.
Aynı zamanda prensip sahibi. Kendine göre ahlâki değerleri var. Doğru bulmadığı teklifleri geri çevirebiliyor.
Günün birinde, bir şirket hesabına izlediği genç çiftin şirket tarafından neden izlendiğine anlam veremeyip meseleyi kurcalayınca, pis bir işe alet edildiğinden şüphelenmeye başlıyor. Gidiyor şirkete, "buyurun paranızı, ben bu işte yokum" diyor. Elde ettiği dinleme kayıtlarını onlara vermeyi de reddediyor.
Ama şirket allem edip kallem edip vermediği kayıtları ondan çalmayı başarıyor.
Daha sonra, olayların hiç de kendi sandığı gibi olmadığını, ilk bakışta görülenin aslında yanıltıcı olduğunu, derinlerde bambaşka işler olduğunu anlayınca, Harry Caul'un alttan alta işleyen paranoyası tavan yapıyor.
Büyük servetlerin el değiştirdiği ayak oyunları söz konusu ise, olayın şifrelerini çözmüş olan herkesin korkması gerektiğini bilecek kadar deneyimli biri çünkü.
Filmin son sahnesi çok çarpıcı. Ava giderken av olan kahramanımız, o noktadan sonra birilerinin onu da takibe aldığı ve kötü bir şeyler yapacağı duygusuna kendisini o kadar kaptırıyor ki, adeta sinir krizi halinde, döşeme tahtalarından prizlere, kapı menteşesinden duvar kâğıtlarına kadar ne varsa söküyor, lime lime ederek "böcek" arıyor. Bulamadıkça dellenip, daha da abartıyor.
En son sahnede onu, artık didiklenecek, deşilecek hiç bir yeri kalmamış harabe halindeki evin ortasında pes etmiş bir şekilde saksofon çalarken görüyoruz.
* * *
Peki niye hatırladım şimdi bu filmi sabah sabah, ne alâka?
Sebep şu: Kahvaltıdan sonra memleket ahvalini öğrenmek için interneti açıp da tıkladığım ilk habere bakınca, otomatikman bu film geldi aklıma.
Haber şöyle: "İstanbul'da 25 müdürün yeri değiştirildi…"
A-ha!
O müdürleri göreve bu hükümet getirmemiş miydi?
* * *
Bir "iktidar" eğer kendi atadığı güvenlik ve yargı bürokrasisini bile "potansiyel hain" gibi algılamaya başlamış ve hallaç pamuğu gibi saçıp savuracak noktaya gelmişse, conversation (karşılıklı konuşma) hikâyesinin final sahnesini seyrediyoruz demektir. "Kahramanımız kendi korkusunun yarattığı öcüler tarafından kuşatılmış, psikolojikman duvara toslamış, kontrolünü ve özgüvenini yitirmiş" diye yorumlarız biz bu sahneyi az buçuk sinema bilgimizle.
Demek ki tüm o gürlemeler, "inine kadar gireceğiz" efelenmeleri blöfmüş, deriz. O "ben devletim, iktidarımı paylaşmam" çalımları içi boş şişinmeden başka bir şey değilmiş. İktidarın iktidarlığı mühürün esas sahibinin izin verdiği yere kadarmış.
Gördüklerimiz, bunun -biraz geç de olsa- idrak edildiğini ama henüz sindirilemediğini kanıtlıyor.
* * *
Bir idare, kendi atadığı kadroları bile potansiyel casus ya da muhtemel hain gibi görme, oradan oraya savurma noktasına geldiğinde, zaten fiilen bitiktir. Koltuğundan kaldırıp başka yere sürdüğü bütün o memurların sadakatini bundan sonra artık ilelebet kaybettiğinin bile hesabını yapamayacak derecede abandone olduğunu anlarız.
Taksim'deki bir parkta başlayan ufacık protestoda bile sinirleri boşalan ve stres kontrolünü tümüyle yitirip deliren bir kadronun bu çaptaki bir saldırıda böylesine dağılmasında ve adını koyamadığı bir sıkıyönetim ilân etmesinde şaşılacak bir şey yok. Onların bu halet-i ruhiyesini anlayabiliyor, büyük resmin (yapbozun) içindeki yeri neyse oraya oturtabiliyorum.
"Peki bu iyi bir haber mi?" diye sual edecek olanlar varsa, "asla" derim. Böyle bir felâkete sevinen ya rezil ya da budaladır. Ülke sırat köprüsünden geçiyor.
Bu ölçüde panikleyen bir iktidarın, ülkeyi The Conversation filminin son sahnesindeki evin haline döndürme ihtimalinden cidden endişeleniyorum.
Galiba bu kadro iktidara (nimetlerine) sırılsıklam aşık. Fakat biraz sakil bir tarzı var. Kendi lisanıyla "ya benimsin ya toprağın" demeye getiriyor.
Abi, halkın nefes alışını bile dinleme deyince "Başkalarının Hayatı" (Das Leben der Anderen) filmini de unutmamak lâzım, iyi filimdir, hatırlatayım dedim.
Atakan Dinç - 22 Aralık 2013 (17:49)
Bu paranoya sahiplerinin sarıldıkları argümanlara bakılarak da ne denli zor durumda oldukları tahmin edilebilir.
"Şu hale bakın. Yürütmenin mensubu bir eve baskın yapacak. Baskın yaptığı evde bacak bacak üstüne atacak, eline tespihi alacak külhanbeyi gibi. Bir de yemek ısmarlayacak bu nasıl bir iş. Bunu yapan yargı mensubunu seyir mi edeceğiz. Gereğini neyse bunu yaparız."
Evet; bu "istikrar" ın bekası için hakkında korkunç boyutlarda yolsuzluk iddiası olan devlet bakanları korunmalı, ancak ev baskını esnasında bacak bacak üstüne atan, hele bir de lâhmacun ısmarlayan polis memuru için gereği yapılmalıdır.
Vasati Kıkrçöp - 22 Aralık 2013 (21:39)
Başbakan'ı Trabzon hava limanında elbiselerinin üzerine sardıkları kefenlerle karşılayan bazı gençler "kefenimizle geldik, ölümüne seninleyiz" diye pankart açmışlar.
Bunu okuyunca aklıma yazının sonundaki "ya benimsin ya toprağın" benzetmesi geldi, cuk oturmuş dedim.
Bu gençleri kınayamıyorum; neticede gençtirler, serde toyluk var, taraftarlığı abartıp saçmalamaları anlaşılabilir.
Beni asıl yüzünde gülücüklerle onları seyreden başbakan irrite etti. Acaba o an aklından ne geçiyor diye meraklandım. "Oh oh ne güzel, iktidarım uğruna ölmeye hazır bir kitle var" mı diyor acaba içinden?
Cesetler üstünde yükselen bir iktidarı kaç kişinin midesi kaldırır? Allah korkusu ne yana düşer? Ya da bizim dile çevirirsek, sağduyu…
Ben şahsen o gençlere "çocuklar aman haa, çıkarın o kefenleri, sizin ölmenize dayanamayız, her şey güzel yaşamanız için" diyebilecek zarafet ve olgunluktaki bir başbakanımız olsun isterdim.
Bu olmadı, bir dahaki sefere inşallah.
Durmuş Düşünür - 23 Aralık 2013 (12:51)
Bugünlerde yaşadığımız türden bir gerilim eskiden olsa, başta medya olmak üzere herkes "asker ne diyor" diye bol yıldızlı paşalardan zehir zemberek demeçler koparma yarışına girerdi.
Elhak, paşalar da zaten birilerinin aramasını beklemez, kendiliğinden eser savururdu.
Ya şimdi?
Beden dilinden yansıyan ürkeklikle ne zaman görsem yüzümde buruk bir tebessüm yaratan genel kurmay başkanı, epey sonra konuştu:
- "Para sayma makinesi koydular."
Şaştım kaldım. Konuşabiliyormuş meğer.
Hazır dili çözülmüşken, meselâ, Roboski bombalamasının emrini kim vermiş, o konuda da bir iki lâf etse, ne kadar hoş olurdu. Başbakan'ın arkasındaki o süklüm püklüm duruşun sebebi hikmetinin aslında Silivri'ye kapatılma, rütbe, meç, emekli ikramiyesi kaybetme gibi korkulardan çok bununla ilgili olabileceği konusunda ileri geri yorum yapan densizlerin ne kadar yanılıyor olabileceğini cümle aleme ilân etseydi.
Ah, ne güzel olurdu. Biz de, askeri vesayete sahiden son mu verildi, yoksa o suskunluğu sağlama alan başka sırlar ve kayıtlar mı var, bu vesileyle öğrenmiş olurduk.
Müntekim Çalapkulu - 29 Aralık 2013 (19:07)
90'lı yıllarda fatma girik önce belediye başkanlığında (yaa evet, sarıgülden önce o idi şişlinin belediye başkanı) çok sükse yapıp, o attan iner inmez aynı bitirim tavrı televizyonda şov yaparak sürdürünce ve gene çok sükse yapınca, bir sürü şarkıcı türkücü de o furyada üç beş seferliğine de olsa "reality show" yapma fırsatı buldu.
Bunlardan biri de ağlayan şarkıcımız ferdî tayfur idi. Programının adı o aralar dillerde dolanan şarkısı emmoğlundan ilhamla "yetiş emmoğlu" idi. Elinde mikrofon ortalıkta dolanıyor, muhabircilik ve derde dermancılık oynuyordu elinden geldiğince.
Son programlarından birinde onu formatının doruğuna çıkaran şu soruyu sormuştu vatandaşın birine:
- "Söyle vatandaş, ben sana şimdi ne sorayım?"
2014 yılında ülkenin iyi eğitimli çelebi cumhur başkanı da emmoğlu ferdî abiyi aratmayan bir cümleyle dahil oldu tartışmaya:
- "Ne yapabilirim, siz söyleyin?" diye sordu televizyonculara.
Madem sayın gül bilmiyor, biz de bir dahaki seçimlerde -ne iş yaptığını tam olarak kavrayamasak da her sorunun cevabını ezberden bilen- nagehan alçıpan'ı cumhur başbakanı yapalım, siklet olarak değilse de çene yarıştırma konusundaki performansıyla başbakanımızla minderden kaçmadan güreşebilme becerisini gösterebilir.
Esra Rengiz - 7 Ocak 2014 (01:01)
Sabah uyandım, baktım sular kesik, pardon twitter kapalı. Kas kas güldüm açıkçası. Malum şahıs toptan cozuttu…
Bence bu yasak twitter yasağı değil "fuatavni" yasağı. En son seçimlerde hile yapılacağını -ayrıntılarını da vererek- yazmıştı. Yaşımın verdiği kuşkuculukla "manipülasyon amaçlı da olabilir" diyerek göz atıyordum bu hesaba. Hazret bu kadar dellendiğine, hop oturup hop kalktığına, -bu yazıda da anlatıldığı veçhile- evdeki tüm tahtaları söktüğüne göre demek ki doğruymuş hepsi.
İktidarın yayınlayıp durduğu anket sonuçlarına da inanasım gelmiyordu, oylarının çok düştüğünü tahmin ediyordum, o da doğruymuş. Artık seçimlerde kesinlikle hile yapılacağına kanaat getirdim. Durumdan vazife çıkardım, gönüllü sandık gözlemcisi olacağım.
Yolda bulmadık biz o 1 oyu. Yedirmeyiz!
Durmuş Düşünür - 21 Mart 2014 (10:06)
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.