Patronsuz Medya

HDP'yi Meclis'te görmek istiyorum

Necdet Şen - 5 Haziran 2015  


Yüz yıllık tarihimizin en kritik seçimine sadece 2 gün kaldı. Daha şimdiden fazlasıyla şaibeyle gölgelenmiş olsa da, Türkiye'nin kaderini bu pazar sandıklardan çıkacak olan tablo belirleyecek.

Bu şaibeyi bulaştıranların kim olduklarını biliyoruz. Her şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Gören de var, görmemek için havalara bakınan da.

Despotun biri demokrasiyi, hukuku, haklarımızı, iffetimizi, umutlarımızı boğazlamak için bizden yetki istiyor. Kendi rızamızla vermezsek üzerimize çullanıp zorla alacakmış gibi de bir hali var.

7 Haziran 2015 seçimlerini izleyen dönem her halükârda fırtınalı geçeceğe benziyor. Daha çok dalaşılır, sular durulmaz öyle kolay kolay. Nihayetinde de sert bir hesaplaşma yaşanır.

Sonra ne olur peki, düzlüğe mi çıkarız? En azından gündelik hayatımızı siyasete kayıtsız kalarak geçirebileceğimiz mutedil zamanlarımız da olur mu? Yoksa gün be gün ortadan yarılıp iki düşman kampa bölündüğümüz bir atmosferle maskelenmeye çalışılan bu istilâ ve talan furyası bir üst aşamaya mı evrilir? Birkaç kuşağın iç çatışmalarda telef edildiği, kavga içinde doğan ve ölümcül davalara adanmaktan başkasını bilmeyen yitik kuşaklar mı gelir geçer art arda?

Büyük ölçüde bu seçimin resmî sonuçları belirleyecek hayatımızın yörüngesini. Ve sonrası…

Öyle sanıyorum ki sağduyusunu menfaat hesaplarında ya da bağnazlıkta boğmamış herkes, ufukta beliren kara bulutların neyin habercisi olduğunu az çok idrak ediyor. Ama gene de bunu açıkça ifade etmeye dilimiz varmıyor.

Vitesi boşa almış, bayır aşağı makas ata ata giden, uyarıldıkça çiğliği ve kopukluğu daha da inada bindiren, akıldan sağduyudan yoksun bir sürücüyle yol alıyor araba. İlerisi uçurum. Yolcular dehşet içinde, kiminin gözleri faltaşı gibi açılmış, kimininki sımsıkı kapalı. Aslında, çıldırmış sürücüye arka çıkanlar da dahil, hepimiz rehineyiz.

Gerçi idrak eden ediyor zaten bunları, bilineni tekrarlayıp durmak nafile.

Gel gör ki, bu dar vakitte bile bayat ezberlerine sımsıkı yapışmış bir kitle ve bu ezberi parlak bir belâgatle besleyip duran haşere meşrep kanaat önderleri var. Etki alanları son derece geniş üstelik bu zevatın; kitapları market kasalarının yanında jikletlerle yan yana duruyor. Seçmeni, hem de "çağdaşlık" ve "solculuk" adına, en koyu şoven ezberlerin içine hapsedip şaşırtabiliyorlar.

Durup durup dilimin ucuna gelip de söylemek istediğim her şey aslında birçok kez söylendi, söyleniyor. Ama sırat köprüsünden geçmekte olduğumuz şu günlerde "bunlar söylendi zaten" deyip susmayı da kendime yediremiyorum. O yüzden, tekrara düşmeyi göze alarak kişisel tercihimi beyan edeyim:

Bu seçimde de son 20 yılda yaptığımı yapıp yine Kürt siyasî hareketine vereceğim oyumu. Yani HDP'ye.

Kürt müyüm? Hayır. Peki HDP sadece kürtlerin partisi mi? Hayır. Hem, hangi etnik kökenden olduğumuzun ne önemi var? "Ben ezilenlerin yanındayım" diyen herkes için yeterince net değil mi manzara?

HDP'ye oy verdiğim için, kalaşnikofa (yani PKK'nın silâhlı varlığına) mı destek vermiş olacağım bu durumda?

Ne münasebet! Asıl o desteği esirgersem, sivil siyaseti elimin tersiyle itip, otuz küsur yıldır çok can yakmış olan savaşa, hakları gasp edilmiş tüm toplum kesimlerinin sivil siyasette temsil edilmesinin önünü barajlarla, hilelerle, yalanla talanla kesen 12 Eylül düzenine katkıda bulunmuş olurum.

Resmi müfredatın algıları düzleştiren baskısıyla yamyassı olmuş zihinler için, aşılması gereken esas baraj da bu işte: "PKK ebedî düşmanımız, HDP de onun sivil giyimlisi" türü klişeler. Önce bunu aşmaya çalışmalıyız kendi zihnimizde.

Aklını neofaşist holding yazarlarına emanet etmemiş her insan şunu rahatlıkla görebilir: Bu ülkede demokratik mücadeleyi en ilkeli ve tutarlı yürüten damar, uzun zamandan beri HDP ve öncülü olan partiler tarafından temsil ediliyor. Onca baskıya, zulme, kışkırtmaya rağmen demokratik zeminden sapmamayı başarabilen, olgun bir siyasî tavırdan söz ediyorum. Topluma söylenen en sahici ve ortak geleceğimize dair umut veren sözlerin HDP'li siyasetçilerin ağzından çıktığını görüyorum. Bu beni gelecek günlere dair daha umutlu kılıyor.

Ayrıca bağnazlığı bir yana koyup PKK konusundaki ezberlerimizi de artık bir sorgulasak diyorum. Bir kez olsun dağdaki gerillanın sözleriyle Ankara'daki devlet erkânının densiz lâkırdılarını yan yana koyup gönül gözüyle kıyaslasak meselâ. Belli mi olur, bakarsın kimlerin gerçek "vatansever" kimlerin "çapulcu", hatta "vatan haini" olduğu konusundaki görüşlerimiz tepetaklak olabilir. Bunu anlamak için birazcık aklı selim yeter de artar.

Bu sözlerimi seçimlere ilişkin siyasî bir yönlendirme olarak algılayacak olan varsa, sözümün geri kalanına kulak asmasa da olur. Kimseyi kolunu büke büke kendi tezime inandırmaya çalışacak değilim. Ama açıkça ve göğsümü gererek beyan ediyorum, taa 1995 seçimlerinden beri (o zaman HADEP vardı, kapatıla kapatıla bugüne geldiler) oyumu bu siyasî çizgiye verdim ve bundan dolayı hiç bir an hayıflanmadım. Şimdi de gönül rahatlığıyla ve en doğrusunu yaptığıma inanarak sandığa gidip mühürü HDP amblemine basacağımı ilân ediyorum.

Bu oyun, barışa, demokrasiye, insan haklarına verilecek bir oy olduğunun bilinciyle…

Bu oyun, talanın ve yalanın dizginlenmesi için önemli bir yatırım olduğu inancıyla…

Şu kıldan ince kılıçtan keskince günlerde, önümüzde HDP gibi olumlu bir seçenek varken, değerini bilmek gerektiğini, bunun "yesinler birbirlerini" ya da "asker gelsin de memleketi hizaya soksun" ya da "yetmez ama evet derken aklınız neredeydi" türü safsatalarla oyalanmaktan daha aklı başında bir tavır olacağını düşünüyorum.

Peki benim bir oyum, sandığa yansıyan tekil iradem, bu partiyi yüzde 10 barajının üstüne taşıyabilecek mi? Bilemiyorum.

Sandıktan çıkan sonucun kaçta kaçı gerçeğin ta kendisi, kaçta kaçı trafo canavarı kedilerin marifeti olacak, bunu da kestiremiyorum. Topal karınca gibi, doğru bildiğim yolda yürümeye çabalıyorum sadece.

Dahası, sandıktan çıkan sonucu beğenmezse, ki beğenmeyeceği ayan beyan olan bugünün saraylısının ve avanesinin daha nelere kalkışabileceğini, çirkinliği daha nerelere kadar tırmandırabileceğini de tam olarak kestiremiyorum.

17-25 Aralık haftasında Türkiye'de meşruiyeti sorgulanan iktidar tarafından hukuka karşı açık bir darbe yapıldı ve iktidar blokunun güçlü kanadı eski ortağını "hain" ilân edip tepesine çullandı. Ama bu demek değil ki, söz konusu darbe süreci tamamlandı bitti, kendi rutinini oluşturdu. Hayır, ihtiras ve abanma devam ediyor. Hazretin istediğini almadan -ya da durdurulmadan- elinin uzandığı her şeye arsızca el koymaktan vazgeçeceği yok. Geçemez de zaten, henüz rehin alınamamış olan bağımsız yargıyla köşe kapmaca oynuyor. Öyle zannediyorum ki, sandıktan ayak oyunlarıyla ve benzerleriyle de olsa tahrif edilmesi mümkün olmayan bir seçim hezimeti çıkarsa, sonrasında bugünün üst düzey iktidar eliti, hatta belki bazı emekli cumhurbaşkanları da dahil, yeni "paralelci" ve "hain" listeleriyle ve daha fantastik saray darbeleriyle güne başlamak pek şaşırtıcı olmaz.

"Ya benimsin ya toprağın" zırvasındakine benzer bir bencillik ve arsızlıkla, bu ülkeyi tamamen kendisinin olmazsa yakıp yıkabilecek derecede gözü dönmüş bir "adanmışlık" ile karşı karşıyayız.

Bunları düşünmek ve söylemek, insanı ne Kemalist yapar ne Beyaz Türk. Dinsiz imansız da yapmaz. Türkiye'deki İslamcı gelenek, kendilerine açılan manevî krediyi akıl almaz bir hoyratlıkla harcadı, insanca ve kardeşçe yaşayabileceğimiz bir ülke yerine, baraj, köprü, duble yol, saray inşa etmeyi ve bunlardan nemalanmayı seçti. Haram kazanca tamah etti. Yalana, gıybete, iftiraya kayıtsız kaldı, hatta arka çıktı. Bizzat pisliğe bulaşmayanlar dahi, sel olup gözlerinin önünden akan kanalizasyonu görmemek için şekilden şekile girdiler. Siyaset hiç bu kadar ayağa düşmemişti, bunu hayata geçirmek onlara kısmet oldu.

İçinde bir nebze Allah korkusu olanın ilk önce bununla hesaplaşması gerekmez mi? "Münafık" kelimesini ben bile bilirken bu taife bilmez mi?

Peki ya milliyetçiler? Halkın beşte birinin oylarının kitabına uydurularak gasp edilmesine tepkisiz kalmak milliyetçiliğin neresinde yazar?

Peki ya sosyal demokratlar, sosyalistler, liberaller? Aynı soruya onların yanıtı ne? Ülkenin kaderi mi kırk yıllık önyargılar mı daha değerli?

Bizim kuşak -ve daha öncekiler- şu zamana kadar çok siyasetçi ve envai çeşit dalavere gördü. Herhalde birçok kez "bu kadar fecisini görmedim" de demişizdir. Ama şimdi anlıyoruz ki, o zamanlar tanık olduğumuz rezillikler atıştırmalık kabilinden şeylermiş.

İşte bu yüzden çizgisini zaten takdir ettiğim ve bir tek oyumla da olsa desteklediğim HDP'nin barajı mutlaka aşıp dördüncü parti olarak mecliste yer almasının ortak geleceğimiz açısından hayatî önemde olduğunun altını çiziyorum. Aklı karışıklar için not edeyim, HDP'ye oy vermenin değil, şoven takıntılarla çelme takmanın bölücülük olduğunu düşünüyorum. Asırlar boyu gadre uğramış bir halkın siyaseten temsil edilebileceği meclisin dışına itilmesindeki karanlık hesaplara dikkat çekiyor, bu güzel ülkenin asıl o zaman bölünmenin ve gırtlaklaşmanın eşiğine getirileceğini söylüyorum.

Peki mecliste HDP'nin de bulunduğu ve şimdiden sergilediği etkin muhalefeti bizzat orada yürüttüğü bir tabloda her şey güllük gülistanlık mı olur?

Tabii ki hayır. Bir başlangıç olur. Olumlu bir adım. Umut tazeleyen bir aşama. Huylu huyundan, harami haramiliğinden vazgeçmeyeceğine göre, it dalaşı ve pespayeliğin dozu kâh yükselerek kâh durularak da olsa daha bir vakit devam eder. Taa ki dananın kuyruğu kopana, rehin alınmış toplum zincirlerini kırıp, mahkemelerin suçu açığa çıkaranı değil de suçluyu yargılayabildiği günler ufukta görünene kadar.

Yorumlar

"Dahası, sandıktan çıkan sonucu beğenmezse, ki beğenmeyeceği ayan beyan olan bugünün saraylısının ve avanesinin daha nelere kalkışabileceğini, çirkinliği daha nerelere kadar tırmandırabileceğini de tam olarak kestiremiyorum."

"Öyle bir geçer zaman ki" şarkısı vardı. Erkin Koray'dan…

Nar - 18 Aralık 2016 (11:53)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

48
Derkenar'da     Google'da   ARA