Patronsuz Medya

Pornografi Hürriyeti

Necdet Şen - 23 Nisan 2010  


1995 yılıydı sanırım. Yazar Adalet Ağaoğlu, Boğaz'ın Sarıyer taraflarında günlük yürüyüşünü yaparken, bir esnafın dikkatsizce kullandığı otomobilin virajı alamayıp kaldırıma çıkarak kendisine çarpmasıyla denize uçmuş ve ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştı.

Hürriyet'in ertesi günkü birinci sayfasında ufak da olsa bir haber olmuştu bu. Ama haberin yanına konan fotograf hiç hoş değildi. Cıvardaki insanlar tarafından denizden çıkarılan yaralı haldeki yazarın bir sedyede hastaneye götürülürkenki halini gösteren bir fotograftı bu. O an belli ki kendinden haberi olmayan 63 yaşındaki kadın yazarımızın üzerindeki giysiler kısmen sıyrılmış, o yaştaki bir insanda bulunması doğal olan fazla kiloları (göbeği) ortaya serilmişti.

Gazetelerin mutfağına pek uzak sayılmayacak noktalarda bulunmuş eski bir basın çalışanı olarak bilirim ki foto muhabirleri hiç bir zaman sadece tek kare çekmez. "Biri çıkmazsa diğeri" diyerek art arda basarlar deklanşöre. Hatta bazen tek poz için iki-üç makara film harcadıkları olur. Nasıl olsa müessese vermektedir o filmleri. Malzemenin parası başkasının cebinden çıktığı için hiç acımazlar.

O 36 (bazen 72) pozun arasından hangisinin baskıda kullanılacağına tabii ki yazı işleri editörleri karar verir. Bu seçimi yaparken de işin içine bazen editoryal kaygılar kadar duygular, takıntılar, kompleksler, ideolojik aidiyetller, kişilik arızaları da dahil olur.

Örnek vermek gerekirse, Hürriyet'te çalıştığım o günlerde, gazetenin yan yayınlarından olan Tempo dergisinde bu hakirle yapılmış üç sayfalık bir söyleşi yayınlanmıştı. Başlığın altında iki sayfaya açılmış devasa bir fotografım. O kocaman alanda görünense yüzümün sadece bir kısmı. Hani nasıl derler, yaradana yan bakan, ben diyeyim şımarık sen de zevzek bir bakış, biri kısılmış diğeri açılmış asimetrik gözler, alaycı bir surat, bir tür "utanmaz adam" portresi. Atılan başlık da hakeza bu izlenimi destekler mahiyette.

Ben pek takılmamıştım doğrusu. Ama ertesi gün fotograflarımı çeken muhabir gelip de "abi, özür dilerim, 3 makara fotografınızı çektim, çok güzel pozlar vardı içinde, nedense en kötü olanını kullandılar, niye öyle yaptılar bilemiyorum" deyince tekrar düşünmüştüm vehbinin kerrakesini.

Neden o kadar fotograf arasından Allah vergisi tipsizliğimin en abartılı biçimde örneklendiği o pozun seçildiğiyle ilgili bildiklerimi ve tahminlerimi buraya yazmak istemem. Ortalığı çürük kokusu kaplar. Gerekli de değil zaten. En pespayesinden magazin. Hem benim ekmeğimi yüzümün güzelliğiyle kazanan biri olmadığım, hatta o dönem itibariyle karikatürist olduğum düşünülürse, kamuoyunda "gıcık biri" diye bilinmenin dezavantaj değil karizma sebebi bile sayılabileceği düşünülebilir. Sonuç olarak pek mağdur edilmiş sayılmam.

Fakat sadece çok değerli bir yazar olmakla kalmayıp insan olarak da son derece zarif ve ölçülü biri olan Adalet Hanım'ın o fotografa çok üzüldüğünü tahmin edebiliyorum. Açıkçası ben de sevdiğim bir yazarın ülkenin en çok satan gazetelerinden birinde öyle sakil bir biçimde sergilenmesinden rahatsız olmuştum.

Aslında sadece Adalet Ağaoğlu değil, her kim olursa olsun, bir insanın kendi rızası olmaksızın (baygın, yaralı, narkoz altında, uyuklarken, ölüyken) fotografının çekilip halka teşhir edilmesini açıkça "müstehcen" buluyorum. Bence hiç kimsenin -eğer o an topluma karşı affedilmez bir suç işlemiyorsa- böyle hırsızlama görüntüleri alınmamalı ve topluma sergilenmemeli. İnsanların onuruna, itibarına, mahremiyetine, özel hayatın dokunulmazlığına saygı gösterilmeli. Medya paparazzileşmemeli.

Bırakın yazarları, çizerleri, masum vatandaşları, hayatını pornografiden kazanan, orasını burasını teşhir ederek şöhret ve para kazanan insanlar bile kendi rızaları olmaksızın sergilenmemeleri konusunda yasal ve etik güvence altında olmalı.

Ne yazık ki şimdi olduğu gibi o zaman da Hürriyet gazetesi bu tür konularda her türlü kavramı ve gerçekliği kendi arzusuna göre eğip bükebilen bir kadro tarafından yönetiliyordu.

Ertesi gün bu rahatsızlığımı gazetenin yazı işleri müdürlerinden birine (kadın olanına) açtım. "Keşke kullanmasaydınız o fotografı, hoş olmadı" dedim.

Yazı işleri müdürü hafiften hırçın bir tavırla "bu bir haberdir, bal gibi kullanırım" dedi. Bilemiyorum, belki de eleştireyim derken bam teline basmıştım. Belki o sırada yazı işleri masasında bizzat o vardı. "Bir kadının o halde…" falan diye itiraz edecek oldum, kestirip attı:

"Bu haberdir. Kullanırım."

Üstelemedim daha fazla.

Nihayetinde Adalet Ağaoğlu'nun kendi rüyalarını anlattığı kitabı olan "Gece Hayatım" da (mealen aktarıyorum, biraz daha farklı olabilir) iç sıkıntısını "sanki göğsümün üzerinde bir ayı oturuyor, nefes almamı engelliyor" diye tarif ettiği kısmı alıp "kadın yazarımıza ayı tecavüz etti" diye haber yapan bir gazetede çalışıyordum. Yukarı sıyrılmış bir bluzun ve ortaya dökülmüş bir geç orta yaş göbeğinin lâfı mı olurdu?

O gün bu gündür ne zaman "basın" ve "pornografi" sözleri geçse aklıma bu "habercilik" örneği geliyor. Tabii ki bu örnek Alper Görmüş'ün aktardığı "çocuk pornosu fotografı" örneği -ve her gün karşımıza çıkan diğer örnekler- kadar çarpıcı değil. Ama bir zihniyetin ve bir gazetecilik halinin röntgenini çekmek açısından benzerlikler var sanırım. Bir bakıma bir tek kanserli hücre ile kanserli kitle arasında aslında öz olarak çok fazla fark bulunmaması gibi. Sonuçta biri diğerine dönüşüyor, eğer zamanında kazınıp atılmazsa.

Oysa kazınıp atılan, çoğu zaman, bu anlayışın kendisi değil, bu anlayışa yüksek sesle itiraz edenler oluyor.

Yıllardır medyadan fersah fersah uzakta duran birisi olarak kendi bildiklerime bakınca, kesintisiz 40-50 yılını o camianın içinde geçirenlerin kim bilir neler neler bildiklerini tahmin edebiliyorum. Ama bütün bu ayrıntıların sadece meyhane masalarında anlatıldığını ve ertesi sabah yine susulup dirsek dirseğe çalışılmaya devam edildiğini de biliyorum.

Kolay değil, ödenecek yazlık taksitleri, modeli yükseltilecek otomobiller, çocuğun okul-dershane masrafları, hanımın kredi kartı borçları, gezilecek ülkeler, içilecek pahalı şaraplar, muhtelif "ince" zevkler, her biri çok fazla paraya dayanan kursakta kalmış hevesler var. Ne pahasına olursa olsun, susulmak zorunda.

Martin Scorsese'nin Taksi Şoförü adlı filminin kahramanı Travis Bickle'ın filmin ilk sahnelerinden birinde söylediği şu cümle geliyor aklıma sık sık:

"Bir gün iyi bir yağmur yağacak ve bütün bu pislikleri temizleyecek."

Hasretle o yağmuru bekliyorum.

Yorumlar

Benim de bu konuda hiç unutmadığım bir örnek vardır. Show Haber'in iyice zıvanadan çıktığı, bir haberin tam on üç defa tekrarlandığı günlerde eroin bağımlısı bir genç kızla ilgili bir haber izlemiştim. Kız kriz halinde yerlerde yuvarlanıyor, bağırıp çağrıyor, o anda kendisini izleyen kamerayı bile farketmiyordu. Haberciler bunu ibretlik olsun, gençler başlarına gelecekten haberdar olsun diye gösteriyorlardı. Yalnız bir ayrıntı vardı, kızcağızın debelenmesi esnasında, eteği açılıyor ve iç çamaşırı ortaya çıkıyordu. Ve bu görüntü tekrar tekrar döndürülüp insanların gözüne sokuluyordu.

Yalçın Şahin - 23 Nisan 2010 (22:32)

Medyanın yayınları (televizyon, gazete) baştan sona pornografik değil mi zaten? Cinayet, intihar, aldatma, boşanma haberleri arasında pornografik olmayan bir tane gösterebilir misiniz?

Özlem - 26 Nisan 2010 (17:19)

Hz. Mevlâna "Bir insanın nasıl güldüğünden edebini, neye güldüğünden aklını anlarım" der. Her işte edeb, ille de edeb!

Ahmet Demirel - 4 Mayıs 2010 (22:13)

Bu adeta birini şakadan denize attıktan sonra o nasıl olsa yüzme bilir yüzer çıkar demeye benzer. Kramp insanların yalnızca bacaklarına gelmez, duygularına da gelebilir ve bu çeşit kramplar masaj ve ilâçla geçecek cinsten değildir.

Cengiz - 7 Mayıs 2010 (02:04)

Geçenlerde "Etler Lopez'in ülkesinden gelecek" gibisinden bir başlık vardı. Tabii sofra etinin, başka etleri çağrıştırmadan haber değeri olamayacağına göre, çok normal. Hakikaten tahammül ötesi ve ayıp ötesi bir, insanı enayi yerine koyma durumu var bizim medyada. İnanın bu yüzden her seferinde Türkiye'ye geleceğimde geriliyorum. İstesem de istemesem de bangır bangır bağıran acaip tv programlarına, mütemadiyen et pazarı görüntüsüne maruz kalacağımı bilmek beni rahatsız ediyor.

İrem - 6 Mayıs 2010 (23:10)

İrem hanım, televizyon izlemeyiniz, sıhhat bulunuz. Komedyen Groucho Marx "Televizyonu çok eğitici buluyorum. Ne zaman biri televizyonun düğmesini çevirse yan odaya gidip kitap okuyorum" demiş. Başka şeylere bilemem ama televizyonun kötülüklerine maruz kalıp kalmamak iradî bir şey.

Cemal Altın - 24 Mayıs 2010 (11:01)

Yıllar önce cinayete kurban gitmiş bir vamp kadının morg masasında yatarken ve tamamen çıplak olarak çekilmiş fotografı, o zamanın çok satan gazetelerinden biri olan Günaydın'ın birinci sayfasında, hiç bir karatmaya uğratılmamış olarak, tam sayfa olarak basılmıştı.

Bir ölünün çıplak fotografını basacak kadar aşağılaşan bir "habercilik" anlayışı.

Levent - 15 Kasım 2010 (01:44)

Uygun kısıma yazmadıysam lütfen affedin. Ben de gazetelerin internet üçkağıtçılığına yönelik bir hususunu dikkatinize sunmak istiyorum.

Aynı zamanda internet üzerinden yayın yapan gazetelerin (özellikle Hürriyet ve Milliyet), tıklanma sayılarını arttırmak ve böylece daha fazla reklam geliri elde etmeye yönelik olarak attıkları fishing "yem manşetleri" örnekleri aşağıdadır:

1. Sonunda bu da oldu!
2. Olacak şey değil!
3. Bir bu kalmıştı!
4. Dayanılmaz acı!
5. Ünlü şarkıcı öldü (Habere tıklayıp baktığınızda adını hiç duymadığım bir insan)
6. Maç sonuçlarını vermeyip, "Maçta 1 gol var" diye yazılması. (İlle de habere tıklamanız gerekiyor)
7. Dayanamayan bakmasın!
8. İnanılmaz olay!
9. Bu iş burada bitmez!
10. Bu haberi hiç unutmayacaksınız!
11. Yok artık!
12. Öyle bir tweet attı ki!
13. Dev gözaltı!
14. Çok kritik karar!
15. Kraliçenin maaşına zam (İngiltere kraliçesini kastediyor. Buna ayrıca güldüm.)
16. Şoke eden olay!
17. Sosyal medyayı altüst etti!
18. Bütün dünya bunu konuşuyor (Açıp baktığınızda oldukça vasat bir haber.)
19. Öldüren bal!
20. İnanılmaz iddia!

Saim Yardımcı - 4 Nisan 2013 (10:34)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

465
Derkenar'da     Google'da   ARA