Patronsuz Medya

Kökünü kurutamadık, o halde masumuz!

Necdet Şen - 5 Mart 2012  


Nefret söyleminin gazete ve televizyon köşelerinden salya sümük üzerimize boca edildiği ve bu suçu en fazla işleyenlerin şöhret ve izzet basamaklarını beşer onar tırmandığı yalnız ve güzel ülkemde, cinayetler, katliamlar, soykırımlar "ben geliyorum" diye bağıra bağıra geliyor.

Geldi de nitekim birçok kez.

Halihazırda demokrasi ve toplum barışı açısından iyimser olmamızı gerektiren bir tablo, ola ki varsa da ben göremiyorum. Sadece İçişleri Bakanı olacak tayin edilmiş zatın üslubundaki pervasızlığa bakmak bile yetiyor içimi karartmaya. Onu oraya getiren, yerinde tutan, zırvaladığında arka çıkan zatın da ondan pek aşağı kalır yanı yok zaten. O nobran o nadan o ısırgan dil, dublörününkinden daha da korkutucu.

Bizim Başbakan, sadece bizimkini değil kendisinin şahsî istikbalini de karartmaya niyetli bir komploya canla başla destek veriyor.

Sanırım statükonun yeminli bekçileri Başbakan'ın derin bir zaafını keşfettiler: Onca yıl kıyıda köşede kaldıktan sonra günün birinde zirveye çıkmış insanlara özgü bir esriklik hali, yani -sınıfsal anlamda- gecikmiş bir şöhretin tatlı sarhoşluğu. "Meğer ben neymişim abi" yanılsaması. Karizması kendinden menkul siyasi parti liderlerine özgü "bu maç bensiz kazanılmaz" hüsnü kuruntusu. (Bunu daha önce Ecevit'te, Demirel'de, Erbakan'da, Özal'da da görmüştük.) Kişiye "direksiyonda ben olmazsam otobüs şarampole yuvarlanır, ilk önce payitahtı bir sağlama alayım, bilâhare nasıl olsa memleketi de selâmete kavuştururum; orası işin en kolay kısmı," diye düşündürten bir tür akıl tutulması.

Eh, yerel kahramanımız Recep Bey, "Sadrazam" sıfatıyla yeterince kurtardı bahtı kara maderimizi, şimdi biraz da Cumhurbaşkanı olarak kurtarsa, Neo-Osmanlı'nın ilk padişahı olarak kılıç kuşanıp tahta çıksa, Bağdat, Basra, Eflâk, Boğdan, Budin, Yemen, Bosna, Yerevan, Bakü, Şam, şeker, cümle yakın ve orta dünya Türk'ün karşısında el pençe divan dursa fena mı olur?

Bundan mıdır bilmiyorum, sadece sezgi, nedense şovenizm belâsı toplum mühendisleri tarafından her tırmandırıldığında, bizim Başbakan "tüh lan, MHP oylarını artıracak, barajı aşacaklar" telâşına kapılıp onlardan rol çalmaya çalışıyor gibi geliyor bana. Olan tabii ki huzurlu bir geleceğe dair beslediğimiz umutlara oluyor.

Sadrazam hazretleri, kendisini ters köşeye yatıran sinsi düşmanlarının iğvasına kapılıp, kabadayı-şoven lâf yarışını tırmandırırken, içten içe "canım, ne olacak, ben istediğim zaman topu ayağımla keser, oyunu orta sahaya yönlendirebilirim" diye mi düşünüyor, bilemem tabii, ama muhalefetle didişirken kullandığı o belâgat buram buram narsist bir idrak bozukluğu izlenimi veriyor.

Onun bu hatası, adı Milliyetçilik olan, ama esasında ecdadımızın döktüğü kanı, ırz namus düşmanlığını, çapulu, talanı, yağmayı, macunlayıp boyayıp "kahramanlık" rafına kaldıran bir zihinsel zehirlenmeye hizmet ediyor.

Lâmı cimi yok; Milliyetçiliğin en masum halinde bile zırnık insanlık aramak nafile; Milliyetçilik, cilalanmış haydutluktur.

Dünyanın şu ya da bu bölgesinde, şu ya da bu sülâlenin, kabilenin, etnisitenin dölü olarak dünyaya geldin diye otomatikman misk-i amber olmuyorsun. Kaç paralık adam olduğunu ceddinin kırdığı kemikler belirlemiyor, sen kendi insanlığını emekle, özenle, şefkatle ilmek ilmek örüyorsun.

Kötülüğü sadece başkaları yapmaz, senin anan baban deden de pekalâ yapmış olabilir. Benimkiler de. Salakça bir aidiyet hissi yüzünden yüreğini karartmaktan uzak durman gerekiyor.

Aksi takdirde ortaya şu (yukarıdaki) ibret vesikası fotografta da açıkça görülebilen akıl izan yoksunu mantık çıkıyor:

"Ceddim soykırım yapsaydı dünyada bir tane bile Ermeni kalmazdı!"

Demek istiyor ki, "halen sağda solda tek tük Ermeni görülebildiğine göre, demek ki bizim yaptığımız şey soykırım değil."

Galiba buna "şecaat arzederken sirkatin söylemek" deniyor güzel türkçemizde.

Öyle ya, bir batında bir buçuk milyon ceset ne ki, biz kan dökmeye başladığımızda kökünü kurutmadan tatmin olmayız; çünkü tarihin gördüğü en kıyıcı, şey, öhö, Milliyetçi halkız.

Batsın Milliyetçilik! Kökü kurusun! Yeryüzünden silinsin! Hem de her türlüsü! İyisi, temizi, şereflisi yoktur bu bokun!

Çünkü Milliyetçilik, insanları kıldan tüyden nedenlerle ötekileştirmek ve "gebertilecekler" listesini kalabalıklaştırmaktır. Hastalıklı bir böbürlenmedir Milliyetçilik. Gırtlağına kadar aşağılık kompleksine batmış insan müsveddelerinin kendi soy ağacına asalet vehmetmesidir. Kendi manevî varlığıyla bir şey olamayanların, başkalarına ait değerleri devalüe ederek tatmaya çalıştığı zoraki bir doyum çabasıdır. Girilip çıkılamayan kapkaranlık bir tünel.

Nefret söylemi öyle bir şey ki, ucunu bir koyverdin mi nerede duracağı hiç belli olmuyor. Sakın ola ki yüreğini nefretle karartma Boğaçhan. Milliyetçilik, insanı elinde silâhla delikanlı pozu kesen bir sırtlana dönüştürür.

Galiba aklın, sağduyunun, insan olmanın ilk şartı, kendi vicdanımızın külhanında terleyip içimizin kirinden arınmak. Saf saf bölünmekten, her daim "ötekileri" eleştirme kolaycılığından acilen sıyrılmak. Kendi koynumuzdaki yılanları bulup çıkartmak, bir daha da koynumuzda yılan barındırmamak.

O yılanlar, dillerinden katmer katmer düşmanlık akan, hep bir bahane bulup birilerini hedefe koyan, nefret ve husumet kusanlardır.

"Bizim" taraftakilerin nefret ve garez dolu sözlerini "nasıl da kodu, arka üstü oturttu" diye alkışlarken, diğer taraftakilerinkini de "erkeksen yapsana" ilkelliğiyle karşıladığımız ve bu zehiri en azgınca kusanların "bizden" olanlarını kutsayıp mazur gördüğümüz müddetçe, daha çok bölünür, daha çok duvara toslar, daha çok sil baştan yaparız.

Yorumlar

"Ne yani vatanı sevmeyelim mi?" diyorlar. Sev, kimse sana sevmeyeceksin demiyor, tam tersine sevgisizliğin insanın başına gelebilecek en büyük belâ olduğunu söylüyor. Sev, Allah razı olsun senden sev, fakat yalnızca kendi milletinden mahallenden, cinsinden dininden, takımından renginden olanı değil, olmayanı da sev, yalnızca oğlunu değil kızını da sev, yalnızca bir avuç kuru toprağı değil üstünde yeşillenen fidanı da sev.

Madem bu kadar delikanlısın, madem sevince tam seviyorsun, madem duyguların şelâle çeşmelerin sebil, öyleyse yan tutmadan taraf olmadan sevebilmeyi de bil.

Çünkü milliyetçilik de sonunda bir duygudur. Benim memleketim dünyanın en güzel memleketi derken olumludur, ama benim memleketim dünyadaki en üstün memlekettir dersen, Tutsi ırkı Huti ırkından iyidir demeye getirirsen, iş duygudan çıkar dogmaya gider ki, oradan kafasız politikacıların, habis patronların tek başlarına güç yetiremedikleri pis kapıları bedavaya tek tek açmış olursun.

Sonrasını sen benden iyi biliyorsun, hani toplum vicdanına leke sürmek dediğimiz şey var ya, o kara lekeyle bu vatanı sıkıysa gene sev bakalım, acaba becerebiliyor musun…?

Yalova Kaymakamı - 11 Mart 2012 (14:09)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

98
Derkenar'da     Google'da   ARA