Patronsuz Medya

Devlet bu, ne sandın gari

Necdet Şen - 12 Mart 2015  


Gökten üç öykü düştü. Üçü de Devlet üstüne.

* * *

Birinci öykü: Ev taksitleri

Vedat diye birini tanımıştım bir vakitler. İşlek zekâlı, sempatik, fırlamanın önde gideni.

Ben tanıdığımda 20 yaşındaydı. Daha o yaşta içindeki isyankâr gençliği gömmüştü. Ya da hiç olmamıştı belki öyle bir tarafı. Çevremizdeki kepazeliği gösterip isyan ettiğimde, "bu iş sırayla abi, bir gün bize de sıra gelecek, biz nasipleneceğiz" der, ötesiyle ilgilenmezdi.

Ben o iş yerinden ayrılınca daha seyrek rastlaşır olduk.

Gün oldu evlendi Vedat. Çoluk çocuğa karıştı. İsyanla eleştiriyle falan işi olmadığı için hiç işsiz kalmadı. Ama gene de maaş üç otuz, el kızı cımbız ister ayna ister, o pahalılıkta geçinmek zor.

Ne var ki Vedat uyanık. Kendine yaşı geçkince ama parası bol bir dul kadın bulmuş, evdeki kaşık düşmanına çaktırmadan onu da idare ediyor.

Sevabına değil tabii ki. Eli sıkıştıkça dul sevgiliden "borç" tokatlıyor biraz.

Kira evinde de hayat geçmez tabii, manitadan gelen harçlıklara güvenip inşaata girmiş. Toki mi toka mı zoka mı, öyle bir şey. Sıkıştığında -daha doğrusu hemen her ödeme günü- kadına usulünce ağlaşıp o ayın taksitini koparıyor.

Anlayacağın, Vedat'ın malûm mıntıkası darphane, bütçe açık verdikçe onunla kapatıyor.

Bir gün, evdeki nikâhlı haspa hayat pahalılığından bunalmış olmalı ki, "öfff, hiç bir şeye para yetişmiyor, bir de tuttuk ev işine girdik, taksitler de az buz değil, ya ödeyemezsek" diye yakınacak gibi olunca, istifini bozmadan cevaplıyor Vedat:

- "Ödeyememek de ne demek? Zike zike ödeyeceğiz."

* * *

İkinci öykü: Ahşap kır evi

Hayatları kendilerine ait bin dönümlük araziyi ekip biçerek ve davar güderek geçmiş seksenli yaşlarda bir çift tanıdım dün akşam. Gözleri şefkatle pırıldayan tonton bir çifttiler.

Sekiz çocukları ve kim bilir kaç tane torunları varmış.

Amca doksanına yakın ama hâlâ dinç, çakı gibi. Boyu neredeyse iki metre. Güçlü kuvvetli, taşı sıksa suyunu çıkaran cinsten.

Teyze de dünya tatlısı. Yumuk yumuk gözleri, hep gülermiş gibi duran asyalı bir çehresi var. Ufaktan bunama belirtileri göstermeye başlamış ama. Bazen gözleri boşluğa takılıp öylece kala kalıyor. Az önce söylenen şeyi unutup gene soruyor.

Amca hiç yüzüne vurmuyor bu durumunu. Morali bozulsun istemiyor belli ki.

Teyze geçenlerde merdivenden yuvarlanmış ama nasıl olduğunu hatırlamıyor. Neyse ki kırığı çıkığı yok. Amca aynı kaza bir daha tekrarlanmasın diye arazilerinin manzaralı bir yerine tek katlı, düz ayak bir ev inşa etmeye karar vermiş.

İnsanın o yaştaki adamın böyle ağır işin altından nasıl kalkacağına inanası gelmiyor ama amca kararlı. Bu ahşap kulübeyi kusursuzca inşa etmeye yetecek tüm teknik bilgi ve beceriye sahip olduğunu söylüyor. Halen oturdukları iki katlı evi de o yapmış zamanında. Uzun yıllar tersane marangozluğu yapıp oradan emekli olan babasından öğrenmiş ahşap sanatının inceliklerini. Kocaman bir marangozhanesi var evinin arka tarafında.

Fakat mesele şu ki, amcanın evi yapmaya başlamasıyla adına "Devlet" denen deli dumrul tepesine musallat olmuş.

"Aferin dede, ne güzel yapmışsın, yardıma ihtiyacın var mı" demesini beklemiyoruz tabii, öylesi Devlet'in fıtratında yok; ama en azından rahat bırakabilir, değil mi? Nerdee? Ahşap bina işini "benim" diyen mimardan mühendisten daha iyi yapabilecek çaptaki adama "olmaz, önce proje çizdireceksin, sonra şuradan izin alacaksın, sonra buraya onaylatacaksın, sonra da şu müdürlükten damga vurduracaksın" cinsinden bin tane bürokratik engel çıkartıyor.

"Tamam, hepsini yapalım" dediğinde de "pul parası şu kadar, harç bu kadar, vergi ve izinler o kadar, proje bu kadar, toplamda nah şu kadar" türünden bin tane masraf çıkartıyor. Zırt pırt ensesinde bitmeler, vıdı vıdı, tehdit, o yokken inşaatın üstüne yıkım emri yapıştırmalar da cabası.

Musallat olan memuru da bir görsen, nemrut mu nemrut, gudubet, bir yudum su veresin gelmez. Uzlaşmaya değil emretmeye sabitlenmiş diliyle, olur işe olmaz diyor. Devlet'in cisimleşmiş hali.

Sonrasını anlatmayayım, belki filmi (Still Mine) seyretmek isteyen çıkar, tadı kaçmasın.

Haa, evet, dün akşam ekranda tanıştım bu amca ve eşiyle. Film, Kanadalı bir çiftçinin kendi imkânlarıyla ev yapmaya çalışmasını -ve emdiği sütün burnundan getirilmesini- anlatıyordu.

* * *

Üçüncü öykü: Ermeni'nin malı müslümana helâl

Sonra sabah oldu uyandım, baktım gazetelerde bir haber: "Devlet Nişanyan evlerini yıkıyor."

A-ha! Yıkar tabii, ne sandın? Devlet bu. Kumu çimentosu demiri tırtıklanmış, daha inşaat halindeyken çöken, çirkinlik ve sakalet abidesi gökdelenlere apartmanlara toz kondurmayan Devlet, her biri birer kültür hazinesi olan Nişanyan evlerini zevkle şevkle şehvetle yıkar. Sonra da karşısına geçer nargile tüttürür. Fıtratında var.

Niye? Bir kere şahıs Ermeni. Hem de muhalif. Hem de Allah'a Muhammed'e dil uzatan bir kâfir. Hem de kitap falan yazıp Devlet'i itin kulağına sokan bir iç düşman. Hapse atmakla geçer mi Devlet'in hıncı, bir de ciğerini kavurmak lâzım ki güç kimde görsün cümle başıbozuk taifesi.

Diyeceksin ki her ne kadar adı "Nişanyan Evleri" ise de o evler artık Nesin Vakfı'nın mülkü.

Al işte, yıkmak için katmerli bir neden daha. O sakallı profesörün babası şu "zındık Aziz" değil miydi? Yanmaz kumaştan mamul devlet ve din düşmanı! Maalesef, eceliyle ölen…

* * *

İyi, anladık, yık bakalım, yık bakalım, sarin gazı sık bakalım… Tarihe nasıl geçmek istediğin senin bileceğin iş memur efendi. Ama şimdiden ayan beyan ki Nişanyan ve Nesin kadar saygın biri olarak geçemeyeceksin.

Dedik ya, Devlet'in fıtratında yapmak değil yıkmak, önünü açmak değil engellemek ve yasaklamak, yaşatmak değil tepelemek var. Burada da böyle Kanada'da da. Herhalde Almanya'da, Rusya'da, Japonya'da, Mısır'da, Suudi Arabistan'da Katar'da da böyledir.

Bil ki ey vatandaş, toprak kendi toprağın da olsa, on binlerce yıl sorunsuzca kullanılmış olan ucuz ve geleneksel yöntemlerden yararlanamazsın. Kendi bilgin ve tecrübenle, değil ev, mala davara ahır bile yapamazsın. Madem ki ekonominin motoru olarak şişirilip azami ölçüde nemalanılan bir "inşaat" sektörü var, parayı müteahhide bayılmak, demire ve betona tapınmak, kıbleni o yana dönmek zorundasın. Kurulu düzenin tekerine çomak sokacak olan, sokmasa bile sistemin dışına çıkıp da kestirmeden dolanacak olan hiç bir iş yapamazsın.

Vatan haini muamelesi görmek istiyorsan o başka tabii.

Devlet'in alî çıkarlarının söz konusu olduğu hiç bir konuda "ama yani yurttaş olarak benim de bazı haklarım yok mudur" diyemezsin. Yoktur.

Madem ki tüm ülkeleri silâh gücüyle rehin almış, sorgulanamaz, yargılanamaz bir haraç organizasyonunun eline düştük, madem ki bileğini bükebilecek gücümüz, dinletecek sözümüz yok, çaresiz ödeyeceğiz istenen fidyeyi.

Vedat'ın ödediği şekilde de olur.

Yorumlar

Yeni getirilmek istenen sistemi biraz düşünmek gerek. Eğer bu ülkede başkanlık sistemi gelecekse, tüm hazırlıklar onun için yapılmaktadır. Bu sadece Monarşi olacaktır. Bir çok kişinin gözden kaçırdığı bir toprak sistemini oluşturmak için "tapular kök olmaktan çıkarılıp" kullanım hakkı verilecektir. Nasıl İngiltere'de, Norveç'de olduğu gibi kullanım hakkı verilecektir. İngiliz topraklarının tamamı kraliçenin olup ev alıp satma izniniz olmasına rağmen toprak satışına asla izin verilmez. İsrail toraklarının %80'i devletin elindedir. Bu konunun mutlaka incelenmesi gerekmekte olup sıkıntı yaratacağı konusunda herkes endişe taşımalıdır.

Levent Bozkurt - 7 Nisan 2015 (17:33)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

360
Derkenar'da     Google'da   ARA