Bir önceki sigarasını söndürür söndürmez yenisini yaktı. Oturuşunu değiştirdi. Acıkmış bir kedi yavrusunu andıran mıyıl mıyıl sesiyle anlatmayı sürdürdü:
"Evliliğimiz süresince kimbilir kaç kez dayak yedim Allah bilir. Çocukların önünde dövdüğü bile oldu. Hatta bir keresinde beni döverken bileği çıktı, sanki benim suçummuş gibi gitti karakola şikâyet etti."
Konuşurken yaptığı el kol hareketleri, sesindeki mağdur tınıyla çelişen kontrolsüz bir hiddeti yansıtıyordu. Ya da belki de bana öyle geliyordu.
"Çocuklar etkilenmediler mi bu durumdan? Etkilenmezler mi hiç? Kızlarımın ikisi de benim gibi mutsuz oldular. Zaman zaman soruyorlar anne neden boşamadın bu adamı diye? Kolay sanıyorlar. Nasıl boşanırsın? Ben bunların babalarıyla kaçarak evlendim. Daha ondört yaşındaydım. Etrafımdaki herkes uyardı yapma bu hatayı, bu adam itin teki diye, niyeymiş, gene de kaçtım. Etrafımdakiler adam olsaydı, beni bir mahzene kilitler, yine de buna engel olurlardı. İnsan o yaşta burnunun ucunu göremiyor ki, çocuk aklımla nereden bilebilirdim böyle olacağını?"
Yanan sigarasını kül tablasında unutup elleri titreye titreye yenisini yaktı.
"Daha gerdek gecesi dövdü bu adam beni. Niye dersen, dokunmak istemedim ona. Yani koynuma almadım. Bana sarıldığında ittim, tükürdüm, 'sen de erkek misin, eniştem senden daha yakışıklı' dedim. Kızlarım soruyorlar niye ittin anne diye. Ne biliiym? Herhalde sevemedim de ondan. Zorla güzellik olamaz ya. Adam olsaydı da sevdirseydi kendisini. Tam onyedi gün direndim, vermedim hazinemi. Niyeymiş? Onyedinci gün zorla aldı haydut!"
Bunları bana neden anlatıyor, hiç bilemiyorum. Acaba sevememek bir üstünlük mü?
"Bunun bir kedisi vardı. Baktım bir gün bahçedeki odunların üstüne kakasını yapmış. Döktüm gazyağını, çaktım kibriti yaktım cayır cayır. Haksız mıyım? Ben bütün gün elimde fırça, pencere fayans ovayım, herifin kedisi bahçeye pislesin. Bastı tabii dayağı evire çevire. Böyle zalim bir adamdı işte. Bir kedi için insan karısını döver mi? Ben de naaptım? Tam iki ay koynuma sokmadım öküzü. Niyeymiş? O da gitti komşunun kızını hamile bıraktı!"
Sevgisizlik böyle zincirleme kazalara yol açıyor olmalı.
"Şimdi diyeceksin ki madem sevmiyordun neden kaçtın? İnaaat. Ben o zamanlar çok inatçı bir kızdım. Bir şeylere kızmışımdır herhalde, ya da aileme tepki olsun diye kaçmışımdır, hatırlamıyorum ki. Ama aile aile olsa kaçar mıydım? Her neyse, bir gençlik hatası. Siz tabii şimdi madem bir hata yaptın ve daha ilk günden anlaşamayacağını anladın, neden dönmedin babanın evine diye sorarsınız."
Sormamayı yeğlerim. Bu kadarı bile fazla geldi.
"Niyeymiş? Dönmedim, inat işte. Çocuktum. Aslına bakarsan, dönsem babam tek bir kötü söz söylemezdi. Çok iyi adamdı rahmetli. Ama dönmek istemedim. Gurur yaptım o yaşın aklıyla. Belki hata etmiş olabilirim. Ama yok, hata bende değildi, babamdaydı. Otorite yoktu ki başımızda. Baba dediğin tokadı yapıştırır, oturtur kıçüstü. Kız kısmını başıboş bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya. Benim babam nasıl istersen öyle yap kızım diyen cinstendi. Küfürü basmak geliyor şimdi içimden, ama gene de nur içinde yatsın teres! Günaha girmeyelim mübarek Salı günü!"
Derin derin iç geçiriyor. Dişlerini gıcırdatıyor. Elindeki bitmemiş sigarayı önündeki boşalmamış yemek tabağının içinde duran didiklenip bırakılmış yemeklerin arasına bastırıp yenisini yakıyor.
"Ah, şu çocuklar olmasa! Ama daha ilk gece hamile kaldım. Onbeş yaşında kucağımda şu kız vardı. Diyeceksin ki neden yaptın? Niyeymiş? Oldu bi kere. Ardından diğeri geldi. İki tane ağzını havaya açmış karnı aç sıpa. O saatten sonra ne baba ocağına dönebilirsin, ne de başka bir yere. Katlandık işte onca yıl. Yazık, sonunda bu çocuklar da annelerinin bunalımını görüp etkilenerek büyüdüler. Sabah akşam arabesk müzik dinlerdim efkârımdan. Düşünsene, daha minicik bızdıkken Ferdi Gencebay dinleyerek büyümüş çocuktan ne beklersin? O yüzden bu kadar içe dönük ikisi de. Allah kahretsin bütün o arabeskçileri! Beni onlar mutsuz etti aslında!"
Haydaaa! Tabanca zoruyla mı dinlettiler sana o şarkıları be kadın? Hem dinle, hem de mutsuzluğundan onları sorumlu tut. Fesupanallah!
Çalışmayı, ekmeğini kazanmayı düşünmüş müdür acaba? Benimseyemediği, kanının kaynamadığı, her şeyine sinir olup durmaksızın didiştiği bir adamla bir ömür geçirmek dışındaki tüm yollar kapalı mıydı gerçekten? Sorsam mı sormasam mı?
Dayanamayıp soruyorum: "Madem mutsuzdunuz, onca yıl ne diye katlandınız? Neden çalışmayı düşünmediniz? Gerçekten de hiç bir çözüm yolu yok muydu, siz mi göremediniz?"
"Yoktu tabii. Nasıl olsun? Kucağında iki veletle nerede nasıl çalışacaksın? Hem ne çalışması? Niyeymiş? Ben çalışmak için mi geldim dünyaya? En kıymetli hazinemi vermişim ona. Yani bekâretimi. Daha ne çalışması? Bakacak karısını erkek dediğin! Ama herif o kadar bencil ki, eve ekmek getiren kendisi diye illâ da otorite kendi elinde olsun istedi. Niyeymiş? Onca yıl karılık hizmeti yaptık ona. Yok efendim bıyıklarımızı almazmışız, bacaklarımızdaki kıllar fırça gibiymiş, yıkanmazmışız, kokarmışız, yemek yapmazmışız, evi bok götürürmüş, suratsızmışız, şuymuşuz, buymuşuz. Memur parçasına bak! Ulan o maaşla anca bu kadarını bulabilirsin teres! Parayla metres tutsa, bunca zaman batardı ekonomikman. Ucuz etin yahnisi o kadar olur!"
Sanırım 'ucuz et'derken kastettiği kendisi.
"Şimdi bile, boşadı gitti, herif hâlâ uzaktan kumanda ediyor. Niye? Çalışmıyorum ya, kölesiyiz dolayısıyla. Sigara paramı bile o veriyor ya, tabii fitil fitil getirecek burnumdan."
Bu kadar önemli mi sigara parası? Düşünüyorum da, ben bu muamelelere maruz kalsam ossaat bırakırdım sigarayı. Hatta beni sevmeyene minnet etmektense böbreklerimi satardım herhalde.
Soruyorum: "Eh artık çocuklar büyümüş. Şimdi niçin çalışmıyorsunuz da sevmediğiniz adamın gönderdiği üç kuruş nafakaya bakıyorsunuz?"
Sorumu duymazlıktan geliyor.
"Niyeymiş? Bir evde hep erkeğin dediği olacak değil ya. Yani askılı bluz giymek için neden ondan izin alacakmışım? Hem niye yani? Ah, şu çocuklar bilir. Yıllarca doktorlara taşındım. Öyle ilaçlar verdiler ki öküzü uyutur. Niyeymiş? İçmedim tabii. Bir bilseniz, bazen aylarca tek bir dakika uyuyamadığım oldu, sabahlara kadar Müslüm, Ferdi, İbrahim dinledim. Uykuya hasret kaldım, gene içmedim doktorun verdiği ilaçları. Sonunda dedi ki doktor, 'bayan, bunu içmezsen sonunda şok tedavisine razı olmak zorunda kalacaksın'. O zaman içtim bir süre, ama sonra gene bıraktım. Niyeymiş? Ben niye düzeleyim? Önce o herif düzelsin. Benim aklım başımda, ben kişilikliyim, o manyak!"
Kazara "herif kim?" diye soracak oluyorum."Bunların babası işte!" diyerek kızını gösteriyor.
"Buncağızlar çok yıprandı ikimizin arasında. Kavgasız bir günümüz olmazdı. Evde ne varsa fırlatırdık birbirimizin kafasına. Herif gecenin birinde vucutunu pencereden sarkıttı bağırıyor, 'bir tek kelime daha edersen vallahi de tallahi de atarım kendimi camdan aşağıya!' Hahay! Salağa bak! Niyeymiş? Atarsan at! Bir mikrop eksilmiş olur dünyadan! Attı da netekim. Ama ölmedi. Yattı bir süre. Sebep? Bir dakika susup dinleseymişim ya. Niyeymiş? Neyi dinleyecekmişim? Niçin son sözü hep o söyleyecek ki? Madem hayat müşterek, memlekette demokrasi var, konuşacam! Benim de bir fikrim olamaz mı? Niyeymiş? Var bir fikrim ve söyleyecem. Zaten çok kolay, o ne derse tersi doğrudur. Her lâfa bir cevap. Erkek kısmına ağzını açtırmayacaksın. Niye? Çünkü topunun köküne kibrit suyu! Onlara zerre kadar acıyan enayidir! Ölsün hepsi!"
Bu kadar husumet kalbe giden damarlarda basınç yaratmaz mı? Diyaframı kasılır insanın bu kadar nefretten, nefes almakta zorlanırsın.
"Aslına bakarsan, bizim bey bazı konulardan çok iyi anlar. Ama neden o anlıyor diye ben onunla iddialaşmayayım ki? Kadınla erkek eşit midir? Eşittir. O zaman bir cümle o söylerse bir cümle de ben söylerim, eşitlik olur!"
Yutkunuyorum. "Yani siz onunla çok iyi bildiği konularda bile iddialaşıyor muydunuz?" diye soracak oluyorum, ondan önce kızı atılıyor.
"Annemin vardır öyle bir huyu. En olmadık konuları bile didişmeye çevirir."
Öfke içinde müdahale ediyor:
"Niyeymiş? Sen sus bakiim! Hep sizin yüzünüzden katlandım bu çileye zaten. Siz olmasaydınız çeker giderdim belki. Mutsuzluğumun sebebi sizsiniz aslında! Ne biliiym, babamın evine dönerdim. Niye dönmedin diyeceksin. Bilmiyorum. Dönemedim işte. Hep sizin yüzünüzden. Zaten ikiniz de babanızın kızısınız! Hık demiş burnundan düşmüşsünüz! Hep siz haklı olacaksınız illâ! Kıçımdan çıktın, benden iyi mi bileceksin?"
Ona "kendinizde de bir hata olabileceği geldi mi hiç aklınıza?" diye sorsam ne der acaba?
"Ben evlâtlarım ve kocam için saçlarımı süpürge ettim. Pişirdim, temizledim, haftalarca sokağa çıkamadığım oldu. Şimdi soracaksın neden çıkamadın diye. Hayır, yasak falan değildi. Mutsuzdum, ondan çıkasım gelmedi. Öğlenlere kadar uyuyorum zaten. Ondan sonra da televizyon falan. Köh köh! Şu zıkkım da amma öksürtüyor! Canım istemiyordu. Bunların babası da senin yüzün hiç gülmez mi be kadın diye karşıma dikilip durur. Öhhö! Nasıl gülsün? Sevmediğin bir adamla onca yıl. Bir de cilve mi yapayım?"
Dilimin ucuna bir soru geliyor ama ben sormadan o yanıtlıyor kendiliğinden.
"Biliyorum, şu anda benim sorunlu ve geçimsiz biri olduğumu düşünüyorsunuz. Hatta belki hatanın çoğunun bende olabileceği geçiyor aklınızdan. Ama değil. Kendimde hiç bir kusur göremiyorum. Hayır. Ben hiç hata yapmadım. Hata hep karşı taraftadır. Siz inanmayabilirsiniz, bu hakkınız, ama ben yine de müsterihim. Neden derseniz, ben hastayım. Yani psikolojikman. Kocam olacak domuz hasta etti beni! Bir de bu sıpalar! Sorunlar kafamda o kadar büyüyor ki, artık başka hiç bir şey düşünemez hale geliyorum. Bakın, şimdi de kafam istop etti işte. Geceleri uyuyasım, sabahları uyanasım gelmiyor. Bazen şu çocuklara bir kahvaltı hazırlayacak mecali bulamıyorum. Kazık kadar oldular zaten, kalkıp kendileri hazırlıyor, işe gidiyorlar sonra. Ama nankör kaltaklar, kazançlarının çoğunu giyim kuşama yatırıyorlar! Erkekler beğensin diye!"
Bu kadına kanım ısındı nedense. Yılın annesi seçilebilir.
"Biliyorum, sen yine de benim kabahatli olduğumu düşünüyorsun. Yerden göğe kadar haksızsın! Erkeksiniz ya, gocunuyorsun tabii! Kendimi tamamen haklı görüyorum. Benim yerimde kim olsa aynı şeyi yapar. Niyeymiş? Bir evde mutlaka erkeğin dediği olur diye bir şey mi var? Benim de fikrim olamaz mı? Tahsil yapamamış olabilirim. Kitap okumuyor olabilirim. Dudaklarımı kıpırdatmadan gazetelerin başlıklarını bile okuyamıyor olabilirim. Noolmuş? Ama bak, sabahtan akşama kadar televizyon karşısındayım. Oradan hiç bir şey öğrenmedim mi? Ben her şeyi hepinizden iyi bilirim! Tevazuya hiç gerek yok!"
Bence de gerek yok. Bu da hiç bir şey öğrenmeden her şeyi bilenlerden.
"İlk mektepte bir oğlan vardı. Velet, takmıştı bana, arkamdan 'koca götlüüü! koca götlüüü!' diye lâf atardı. Daha diplomamı almadan gittim eve, çantayı attım, dedim ben gitmem artık okula-mokula, yerin dibine batsın! Çok dil döktü annemlen babam ama nuh dedim peygamber demedim! Zaten ondördümde de bunların babasına kaçtım. Şimdi çok yoluyorum saçımı başımı. Kabahat hep bizimkilerde. İnsan bir çocuğun ağzına bakar da okuldan alır mı? Döve döve göndermeleri lâzımdı beni mektebe. İyiliğin bu kadarı kötülük! İstikbalimi kararttı anamlan babam! Ama olsun, ben gene de her bi şeyciği biliyorum. Kendim öğrendim. Bunların babası olacak o sümsüğü de suya götürüp susuz getirdim onca yıl!"
Galiba bu kadın bütün ömrünü eski kocasıyla sidik yarıştırarak geçirmiş. Peki adam neden katlanmış buna? Sorsam mı? Soramam. Beni de susuz getirir.
"Her fırsatta boşanmaya çalıştı. Niyeymiş? İnat ettim, boşanmadım. Boşanıp da onu sevindirmek gelmedi içimden. İlk geceden hamile kaldım, söylemedim aldırtmasın diye. Zaten çocuk istemiyordu o. Bu sorumluluğu alamam diyordu. Ben de ona dedim ki, ben bu çocuğu istiyorum, sana bok yemek düşer. Şimdi siz tabii bu çocukları ne günahı vardı bir inat uğruna diyeceksiniz. Niyeymiş? Çok yıprandılar gerçekten de yavrucuklarım. Ama düşünüyorum da ne yapardım ben onlarsız? Ben yalnızlıktan çok korkarım. Etrafımda mutlaka kalabalık olmalı. Şimdi en yakın desteğim bunlar. İkisi de çalışıyor kızlarımın. Eksik olmasınlar, kimi sigaramı alıyor, kimi çarşı pazar ihtiyaçlarını görüyor falan. Geçinip gidiyoruz. Büyüğü bu kış evlenecek. Damat da zengin maşallah. Görür artık cici annesini."
Ah zavallı kızlar! Anneyle baba arasındaki yıpratma savaşının gönülsüz piyadeleri. Acısam mı?
"Geçen yıl ufak kız tutturdu üniversiteye giricem diye. Tepem attı. Niyeymiş? Böyle bencillik olmaz dedim ona. Sen üniversitede okurken evi kim çekip çevirecek? Bak, zaten baban gitti gideli Parlament'ten Tekel İkibin'e düştüm. Ne yani, Maltepe mi içeyim?"
Zıkkım iç desem ayıp olur mu acaba?
"Şu gördüğün büyük kız geçen sene birine aşık olmuş. Dedi, ben gidiyorum. Yıkıldım o an. Şunca yıl saçını süpürge et, ondan sonra eli ekmek görür görmez elin puştuna kapılıp seni terketsin. Ben kalabalık severim. İsterim ki tüm ailem yanımda olsun. Onlarla sohbet edeyim. İçimi dökeyim. Onlar beni teselli etsin. Ben böyle ferahlarım. Ama bu kaltak tutturmuş benim de bir hayatım var diyor. Tövbe tövbe, ağzımdan kötü bir lâf çıkartacak şimdi! Ya benim hayatım? O ne olacak? Evine bakar anne, çocuğa tapar anne, gece gündüz çalışır, yarını yapar anne."
Kafamdaki sorular biriktikçe birikiyor da, sormak için bir virgül yeri arıyor, bulamıyorum. Sigaralar ve yakınmalar fasılasız sürüyor.
"Niyeymiş? Kesinlikle yanılıyorsunuz! Ben çok haksızlığa maruz kaldım çok! İnsanlar kötü! Hepsinin Cenabı Allah müstehakını versin! Zulümler gördüm ki, insana Yunan gâvuru yapmaz böylesini! Ben insanları sevmiyorum! Sevmem de! Hepsi namussuz, alçak, deyyus! Hele erkekler! Tamamının köküne kibrit suyu! Gözleri bizim apış aramızda! Nah veririm! Bakın nasıl şiştim duba gibi. Niye? Stresten. Her tarafımda et benleri çıktı. Zona oldum. İsilik oldum. Ayaklarımda ödemler oluştu. Her doğumdan sonra göbeğim biraz daha sarktı. Bizim beyfendi de tutturmuş biraz kilo ver diye. Niyeymiş? Nasıl vereyim? İştahım var, yemeyeyim mi? Bütün gün evde oturuyorum. Tabii olur kıç nah bu kadar! Ben ister miyim bu kadar hantal biri olmayı? Ama ne yapayım, sokağa çıkasım, yürüyesim gelmiyor. Zaten yürüsem yoruluyorum. Yürümeye yürümeye vücudum paslanmış. Bu saatten sonra da geçmiş ola."
Eh, en azından poposunun kapılardan sığmadığının farkında ve bunu dile getirebilecek cesarete sahip. Bu da bir fazilet sayılabilir.
"Biliyorum, sen şimdi beni sevgisizlikle, bencillikle falan suçlarsın! Niyeymiş? Sen asıl kendine bak! Sen şimdi beni sorunlarıma çözüm aramamakla, bunalımımı etrafımdakilere hükmetmek ve bağımlı kılmak için mahsusçuktan kullanmakla suçlarsın. Nerden mi biliyorum? Kocam olacak hıyarağası hep bunu söyler dururdu. Psikiyatrist de öyle söylediydi de oradan biliyorum. Onca zaman 'hımmm hımmm' diyerek dinledi. Meğer içten içe kurarmış kendini fitnefücur. Günün birinde damdan düşer gibi sözümü kesip 'bayan bayan, siz bir çeşit asalak hayatını benimsemişsiniz, toplum mağdurlara acıma eğilimindedir, siz de mağdur rolü oynuyorsunuz; kendinizi olumlu bir kanaldan ifade etme yeteneğinde olmadığınızdan, mütemadiyen acındırarak başkalarının enerjileriyle yaşamayı seçmişsiniz' dediydi. Halt etmiş, götümü yemiş o benim!"
Vay kerata! Doğrusu ben psikiyatristler arasında bu kadar zekî kişilerin olduğunu bilmezdim. Kadının da aklında iyi kalmış doğrusu.
"Niyeymiş? Ben niçin mağdur rolü oynayacakmışım ki? Yeterince mağdur değil miyim zaten? Evlâtlarım bana hiç acımasın mı? Bizzat gözleriyle tanık oldular geçirdiğim sinir krizlerine, ayılıp bayılmalarıma. Haa, benim bir de böyle küt diye düşüp bayılmalarım vardır. Çok üzüldüğüm zamanlarda olur. Gerçi bu zilli numaradan bayıldığımı söyleyip duruyor, ama bal gibi bayılıyorum işte. Sonra bir ayılıyorum, herkes tepemde. Kimi kolonyayla bileklerimi ovuyor, kimi başımın altına yastık koyuyor falan. Neyse ki hiç yalnız başımayken bayılmadım. Yanımda hep birileri oldu da yardımıma koştu."
Bir yolunu bulup sıvışmak gerek, ama nasıl? Arkamdan balta falan fırlatabilir.
"Geçenlerde gittim psikiyatriste, dedim bana bak, ben şu şu şu ilaçları kullanırım, sorunum şudur, bana onlardan yaz, hiç vaktimi harcama. Karı kılıklı herif, gözlüğünün üstünden şööle bir baktı, burda siz misiniz doktor, ben miyim diye sordu. Niyeymiş? Doktor oldun da nooldu? Bunda kesin anne kompleksi vardır. Tipinden belli! Oturuşu karı gibi! Öhhö öhhöööö! Hay şu cıgaranın! Öhhööö! Gaaark!"
Acaba bende ne kompleksi olabilir? Hay aksi! Balgamı suratıma geldi. Belli etmeden silmek gerek, düşmanlık olarak algılayabilir.
"Sizi sıkmıyorum ya? Öhhö! Haaark! Ne biliiym, hiç konuşmuyorsunuz da. Ben konuşmayan insanlardan gıcık kaparım. İçlerinden ne cıfıtlıklar geçtiğini bilemezsiniz. Yani, sizi kastederek söylemedim tabii. Yarası olan gocunur."
Eh, bu sözden sonra insanın yarası yoksa da gocunacağı gelir.
"Gerçi ben de size hiç fırsat vermiyorum. Çenem açıldı bugün. Normalde pek konuşmam. Hatta bazen günlerce tek kelime konuşmadığım olur. Şimdi bir insan görünce, elimde değil, zincirden boşanmış gibi oldum. Köhhö! Köhhö! Sigaramın dumanı sizi rahatsız etmiyor değil mi? Şu tarafa doğru üfleyeyim de size gelmesin."
Boğuldum, ama sesimi çıkaramıyorum deminden beri. Hamfendinin "haksızlar" listesine dahil olmak istemem.
"İnsan kendini bilir. Ben de kendimi biliyorum. Ben her şeyi doğru ve düzgün yaptım. Kendimde hiç bir hata bulmuyorum. Bulmam da. Ne yazık ki insanlar haram süt emmiş. Benim kocam da öyle. O ancak sus be kadın, kes be kadın diye bağırmasını bilir. Gerçi Allahı var, kavga etmediğimiz zaman son derece kibar ve vericidir. Ama marifet her zaman kibar olmakta. Sinirlendiğin zaman bardağı başaşağı ettikten sonra ne anlarım ben o kibarlıktan?"
Kızlardan biri gülüyor.
"Hadi oradan yelloz! Babasının kızı noolacak! Bu şimdi gülüyor, ben biliyorum aklından geçeni. Güya ben adamın karşısına dikilip onun ak dediğine kara dermişim. Niyeymiş? Desem noolucak? Tamam, senin dediğin gibi olsun dese canı mı çıkar? Yok, o da ille diretecek, 'ak' diyecek. Ben haksızlığa hiç gelemem, tabii ben de diretiyorum elimde olmadan 'kara' diye. O an gerçek ak mıymış kara mıymış hiç umurumda olmuyor. Hatalıysam bile sonuna kadar savunuyorum tezimi. Ne yani, kişiliğimi mi ezdirseydim?"
Kişilikli kadınlar öyle yapmalı zaten.
"Rahmetli babam hep derdi ki, sen de annen gibi insanın kanını kurutanlardansın, gittiğin yerde çok sopa yiyeceksin, haberin ola. Dediği de çıktı mamafih cehennemde yanasıcanın. Ama sorarım size, evlilik dediğin biraz da karşılıklı uyum değil midir? Noolur sanki kocam da biraz alttan alsa, peki hayatım, madem pamuğa kara diyorsun, kara olarak kabul edelim dese?"
Demeeeez! Bu kocalar hep böyledir. Karılarına -sopalık da olsa- itaat etmeleri gerektiğini bilmezler.
"Benim kusurum da bu. Kusur bile denemez. Normal zamanlarda çok sakinimdir. O kadar sakinimdir ki, gözlerim açık uyurum. O an karşımdakinin anlattıkları bana ninni gibi gelir, 'hııı hııı' derim, dinlemem, kendi söyleyeceklerimi düşünürüm. Ne biliiym, en azından kendi sorunlarıma dalar giderim. Uyumlu bir insan olduğumdan eminim. Ama haksızlığa hiç tahammülüm yok. Niyeymiş? O an kim olsa dikilirim karşısına. Eğer bunların babası olacak deyyus bu kadarcığına katlanabilse gül gibi geçinip giderdik!"
Bence bu kadının kocası Hazreti Eyüp bile olsa, mübarek adam üçüncü gün kanlı katil olurdu.
"Hıh! Niyeymiş?"
Yok artık, daha fazla dayanamıycam! Tek kelime daha dinlemeye mecalim kalmadı!
"Neyse. Otobüsümüz geldi. Gitmemiz lâzım. Kadıköy'de ucuzluktan satış yapan bir mağaza varmış, oradan alışveriş yapacağız bizim kızın maaşıyla. Oradan da avukata gideceğiz. Bu heriften aldığım nafakayı iki katına çıkarmak için nasıl bir numara çevirmek gerekir, taktik sormak için. Kalk kız! Çok işimiz var!"
"Amaaaan anneee!"
"Bak, görüyorsun ya, nasıl suratını ekşitiyor. Gıcıklık etmese bir yerleri kabarır. Babası kılıklı! Kalk! Bu da az orospu değildir haa! İşi gücü ders çalışmak bahanesiyle pencere kenarına oturup sokaktaki oğlanlarla işaretleşsin! Yok neymiş, gün ışığından yararlanıyormuş elektrik masrafı olmasın diye! Biraz ev işlerine yardım etsen amın mı düşer sürtük dedim geçen gün, odasına kapanıp ağladı. Saygısız, noolucak! Benim gibi mülayim bir annenin bile tepesini attırıyorlar sonunda! Yürü kız!"
Anne kız 'iyi günler' falan demeden ayaklanıp otobüse seğirttiler. Elimdeki dondurmalara baktım, erimişler. Külahları kemirerek yoluma devam ettim. Az ötede bekleyen Cimcime elimdeki boş külahları görünce gülümsedi.
- Gene yolda tanımadığın biri saat sormak bahanesiyle yanaştı ve sonra hayatını anlattı değil mi?
Güldüm. "Aynen öyle oldu" dedim. Kaderim bu benim. Alıştım artık. İyi dinleyici olduğumdan mı, kafamın üstünde sadece bencillerin ve gevezelerin gördüğü dinginlik yayan açık mavi bir ışıkla dolandığımdan mı bilemiyorum. Ama bende yakınmaya teşne insanları çeken görünmez bir mıknatıs olduğuna artık kanaat getirdim.
Eh, ne yapalım, belki bu da benim yaratılış nedenimdir. Ömrümün üçte birini mutsuz ve mızmız insanların kendi eserleri olan ama hep başkalarını sorumlu tuttukları makus hikâyelerini dinleyerek geçirmek o kadar da dert edinilecek bir şey değil. Geri kalan üçte ikilik kısım da bayağı uzun bir zaman sayılır.
Belki ben de bir gün iyi bir dinleyici bulur, kendi mutlu öykümü anlatırım.
Az önce yazını okudum ve okurken kendim yazmışım gibi hissettim. Yani bu kadar olur. Sık sık benim de başıma geliyor ama sana anlatmak istediğim "çöp döker gibi dert dökme" örneği hayli global!
Ayıptır söylemesi, ven ay vas in amerika, vaşington'dan trenle nev york'a sevgilimin yanına dönerken, yanıma oturan amerikalı bir kadın, bütün acılı yaşamını üstüme boca etmişti.
Habire intihar etmiş bir kadındı. Bana bileğindeki ve boynundaki kesik izlerini bile gösterdi. Yaşamı boyunca geçirdiği hastalıkları, olduğu ameliyatları, kızının kocasından boşanmak üzere olduğunu, kocasıyla artık seks yapmadıklarını, onu zaten hiç sevmediğini, köpeklerine prostat kanseri teşhisi konulduğuna kadar her ayrıntıyı anlattı. Bi de İngilizce, üstelik, anlaması zor bir sinsinati aksanı!
Ondan kaçıp restorana gittiğimdeyse "Karanlıklar Prensi" olduğunu söyleyen Jamaika kökenli deli bir adam beni esir alıp, şimdi burada anlatamayacağım fantezilerini (müthişti ama! hatta erotik bir öyküye azıcık arakladım!), kız ve erkek sevgililerinin arasındaki çekişmeden dolayı ne kadar mutsuz olduğunu, kalitesi bozulan junk'lar yüzünden yaşadığı sıkıntıları, ölen annesinin babasını aldattığını vs vs… anlatmıştı! Ben masadan ayrılırken, "Eee sen kendinden hiç bahsetmedin" diye de sitem etmişti!
Dört saatin sonunda New York'a sevdiceğim David'e vardığımda yorgunluktan ölüyordum. "Burada insanlar tanımadıklarına dertlerini anlatır mı böyle" diye sorduğumda, "Hayır, neredeyse hiç anlatmazlar, senin temiz yüzün onları kışkırtmıştır. İnsana huzur veren bi yapın olduğu çok belli oluyor zaten" dedi!
(Haa bi de yolda bi dudağı gökte, bi dudağı yerde zenci kondüktör beni fena halde azarladıydı ama o ayrı bi hikâye artık.)
Türkiye'deki örnekleri artık anlatmam bile. Ama inanılmaz yazmışsın. Sende de neden aynı tabii: Senin temiz yüzün onları kışkırtmıştır, insana huzur veren bir yapın olduğu çok belli oluyor zaten!
Neyse… Derdim büyük, depreşti yine…
Neden hep böyle oluyor anlayamıyorum. Kurban olduğum rabbim, sokakta gezen kediye bile bi sevgili veriyo da, ben işte… Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar kadar yalnızım. Çok dertliyim çok. Ne var yani dangalak dediysem adama! Her insanın sevgi sözcükleri sevme biçimi farklı değil midir ama? Ben de severken öyle kırıp döken sözcükler söylüyorum işte. Bak ben saçımı onlara süpürge ediim, entellektüel birikimimi ayaklarının altına sereyim onlar beni terketsinler. Yok vallahi akıl yok bunlarda akıl! Gençliğimin güzelliğimin hayrını görmiyim ki, ben elimden gelen her şeyi yaptım.
Ne yapayım yani, tamam kafede adam tuvalete gittiğinde ben hesabı ödeyip oradan sıvıştım. Yaptım ama bi sor niye yaptım. Neymiş, seviyomuş da, benim gibisini görmemiş de… Bak kendi söylüyor işte görmemişin teki… Yani benim ne işim olur ki bunlarla… Ahhh çok yalnızım bildiğin gibi değil!
Feraye - 15 Temmuz 2003
"Senin temiz yüzün onları kışkırtmıştır, insana huzur veren bir yapın olduğu çok belli oluyor zaten!"
Demişsin ya… Sen onu bir de plaza şürekasına sor istersen.
Necdet - 16 Temmuz 2003
Bu kadın bana çok iyi tanıdığım birini hatırlattı. Ankara'da yaşıyor olmasam "Necdet Şen annemi görmüş, onu anlatıyor" derdim.
Tülay Buğra - 19 Haziran 2007 (9:55)
Pasif saldırganlığı bu kadar güzel örnekleyen bir hikâye okumamıştım. Okurken, gözümün önünden daha önce tanıdığım birçok kişi resmi geçit yaptı.
Deniz Erdoğan - 10 Temmuz 2009 (17:50)
Hikayedeki ana kişide pasif agresivite olduğunu düşünmedim açıkçası. Bana düpedüz sosyopatlık var gibi geldi. Sosyopatlığın özelliklerinden birisi de neticesinin nereye varacağını hesap etmeden kendini merkeze oturtan saldırganlıktır. Herkesin kötü kendisinin iyi olduğunu düşünmesi ve "siz şimdi buna böyle böyle dersiniz ama işte ben yaptım oldu" demesi çok bariz sosyopatlık belirtisi.
Ahmet Faruk Yağcı - 11 Temmuz 2009 (09:54)
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.