Patronsuz Medya

Hamili kart yakînimdir, peki yakînim kimdir?

Necdet Şen - 10 Temmuz 2008  


Altan Abi'nin maça girememe hikâyesi

Çocukluğumda en sempati duyduğum insanlardan biriydi Altan Erbulak.

Günün birinde tanışmayı en çok istediğim ve tanıştıktan sonra da beni hiç hayal kırıklığına uğratmayan candan bir dost.

Herkesle iyi geçinebilmek gibi benim asla beceremediğim bir meziyeti vardı Altan Abi'nin.

İsviçre çakısı gibiydi; hem karikatürist, hem tiyatrocu, hem televizyoncu, hem foto muhabiri, hem spor yorumcusu, hem şovmen, hem mizah yazarı, hem mucit, hem çapkın, hem baba, hem dede…

Biri burnunun üstünde, biri kafasında biri de boynunda asılı üç tane gözlükle dolaşır, arada bir bizim odaya uğrar "gözlüğümü bulamıyorum, gördünüz mü?" diye sorardı.

"Gözünde abi" derdik, "haaa, iyi" der, işinin başına dönerdi.

(Artık ben de onun yaşına geldiğim için eskisi kadar şaşırmıyorum bu gözlüğünü bulamama hikâyelerine.)

Çok erken ayrıldı bu dünyadan Altan Abi. Giderken ardında bir sürü seven insan bıraktı.

Ufak tefek pos bıyıklıydı.

Gençliğinde bebek yüzlü bir delikanlıymış. Sanırım o güzelliği örtmek için bırakmıştı yüzünün yarısını kaplayan o kalın samur fırçayı.

Gençken de ünlü biriymiş Altan Abi. Ama o zamanlar radyo günleri, görüntü yok, sadece ses var. Şimdiki gibi televizyon olmadığı için de Babıalî'deki birkaç mesai arkadaşı dışında Altan Abi'yi sokakta tanıyan pek çıkmazmış.

En sıkıntılı durumu da, hafta sonları Dolmabahçe (şimdiki İnönü) stadyumunda maç seyretmek istediği zamanlarda yaşarmış.

Kapıdaki adam her seferinde onun tıkız cüssesine ve çocuksu yüzüne bakıp "senin yaşın basın tribününe girmeye uygun değil, git, babanla gel" diye tersyüz edermiş Altan Abi'yi.

Sert bir adammış bu kişi, o basın kartının bir yerlerden çalıntı olduğunu düşündüğü için eline alıp bakmazmış bile. Ne dese derdini anlatamazmış Altan Abi.

Sonunda gayet fırlama bir yöntem bulmuş. Gitmiş kalın bir sütunun arkasına, iç cebinden kartvizitini çıkarmış, arkasına dolma kalemiyle "bu delikanlı yakînimdir, lütfen içeri alınsın" yazmış.

Götürmüş uzatmış.

Adam Altan Erbulak'tan imzalı kartviziti görür görmez derhal yana çekilmiş.

"Aaa oğlum söyleseydin ya şunu en baştan… Buyur gir."

Bir daha da maça girerken kapıda hiç bir sorun yaşamamış Altan Abi.

* * *

Bu da benim kapıdan girememe hikâyem

1984 sonu. Çizgi romanım Hızlı Gazeteci Cumhuriyet gazetesinde yedi buçuk yıl sürecek olan serüvenine başlamış.

Ama ilk iki haftam bir parça kâbus kıvamında.

Gazeteye her gün defter büyüklüğünde bir alana çizgi roman yetiştirmekten pestilim çıkmış. Bazı günler iki saatlik uykuyla tekrar gazeteye gidip kaldığım yerden çizmeye devam ettiğim oluyor.

Ama bahçe kapısında bir Deli Dumrul var ki evlere şenlik.

Her sabah yeniden karşıma dikiliyor.

"Dur! Kime gidiyorsun?"

Lâhavle çekip anlatmaya çalışıyorum.

"Amca, sana daha dün anlattım ya. Adım Necdet. Ben artık bu gazetede çalışıyorum."

"Hankı serviste?"

"Yav, söyledik ya, karikatüristim, ne bileyim hangi servis?"

"Yazı işlerinde mi?"

"Ne bileyim ben? Herhalde."

"Geçç!"

Ertesi gün tekrar aynı kâbus. Gene durduruyor.

"Hoop! Nereye?"

Adam bir türlü görüntümü zihnine kazıyamıyor.

"Bak amca" diyorum, "artık beni hafızana kaydet, bak, bu suratım, çinli gibi, gözlüklüyüm, saçım uzun, boyum uzun, bak, omuzumda çanta var, ezberle artık…"

"Hııı" diyor, ama ertesi sabah gene aynı komedi:

"Dur! Nereye?"

İnan olsun, tam iki hafta devam etti bu sinir harbi.

"Dur! Nereye?"

En sonunda -çaresizlikten, bıkkınlıktan- yeni bir yol denedim.

"Necdet Şen'in ziyaretçisiyim."

"Haaaa. İyi. Geç."

Bir daha da sormadı "kimsin" diye.

O gün fark ettim ki, bu memlekette bir şey olmak marifet değil.

Asıl marifet birinin bir şeyi olmak.

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

98
Derkenar'da     Google'da   ARA