Patronsuz Medya

Namuslu insanları kahrından öldüren memleketim!

Necdet Şen - 9 Şubat 2004  


Ölüm, bana sırıtarak gel,
ölümü öp ne olur.
Yüzünde, o tanıdık riyakârlık.
Çünkü nice dost dediklerim,
sarılıp öptüklerim,
suratlarında aynı eda ve sahtekârlık.

Elbette haksın, haktan gelirsin.
Kimi gördük ki dünyaya kazık kakmış da kalmış?
Heykelin bile dikilse sen öldükten sonra,
bakarsın, tepene kuşlar kakalmış.

Cahar atıp şeş oynasam, gene yenersin beni.
Ölüm, bana gülerek gel, ölümü öp ne olur.
Sırtımdan vurdurma beni, alnıma sık kurşunu,
karşıma geç, yüzüme bak ve öttür baykuşunu.

Beni sordun mu ölüm ikiz kardeşin doğuma?
Bağlayan ne, çözen ne, hayat denen düğümü?
Kimi havyar yerken, kimi soğan cücüğünü,
Üç beş arşın beze sarar öyle gidersin.

* * *

Cem Karaca'sız bir dünyaya alışmaya çalışıyorum.

Zamanla alışırım.

Bacağının tekini mayın tarlasına bırakmış, kolunu prese kaptırmış gibi, daha çimentosu kurumadan bir gece vakti içinden demirleri çekilip alınmış çürük inşaat gibi, yapışkanları kurumuş düştü düşecek poster gibi, yavan, eksik, kör topal yaşarım hayatımın geri kalanını, ne olacak? Onun kadar olamasa da, hayatıma renk ve anlam katacak başka güneşlerin keşfine çıkar; olmadı, eskitip eskitip yenilerini aldığım, onları da dinleye dinleye eskittiğim kâsetlerine sığınır, yaşlanmanın getirdiği kaçınılmaz yalnızlıkta, "oralarda" takılır kalırım.

Dışarıdan bakana belki de çok inandırıcı gelmeyebilir bir insanın bir sanatçıya bu kadar kul köle oluşu. Ben de duysam "abartı" der, "gençlik heyecanı" der geçerdim. Ama ne gençliği ne heyecanı birader, ellisine merdiven dayamış, griden beyaza meyleden saçlarıyla neredeyse Cem Karaca'nın kuşağını yarım adım arkasından takip eden yorgun gönüllü bir adamdan söz ediyoruz. Yani bendenizden.

Daha 11 yaşındaydım Cem Karaca'nın Emrah'ı radyodan, plakçı dükkânlarından, sinemaların kapısındaki kocaman hoparlörlerden sokaklara taşmaya başladığında. Yani 36-37 yıl öncesinden söz ediyoruz. Babam bile bu kadar uzun ve etkin bir yer kaplamadı hayatımda.

Bir insanın karakterinin yapı taşlarını oluşturan kaç tane değişken vardır, aklım ermez, sayamam. Ama bilirim ki, Cem Karaca'nın yürek titreten sesi, şarkıları, duruşu, belli ki beni okuduğum kitapların toplamından fazla etkisi altına almış.

Ülkem benim, boynunu asla bükme…
bükme o mağrur boynunu.
Seviyorum seni hiç bir şeyi sevmediğim gibi…
Ülkem…

Kimbilir daha kaç kişi vardır böyle, iç sesi Cem Karaca'nın sesi ile tıpatıp örtüşen. Kim bilir daha kaç kişi bir rock şarkıcısını öz babasından daha yakın bulmuştur kendisine. Kim bilir daha kaç kişi yakın arkadaşlarını ve sevgililerini seçerken bile kedileri ve Cem Karaca'yı sevip sevmemelerine bakarak vermiştir o insanlar hakkındaki kesin kararını.

Onu bu kadar sevdiğimi gören bazı tanıdıklar "ben onun tonmaysterini tanıyorum, istersen tanıştırsın seni" ya da "aaa, ben de karısını tanırım, seni tanıştıralım" falan dediler defalarca. Her seferinde kaçındım. Bilmem ki neden? Belki en yakın dostlarıma bile zaman zaman hazmı zor gelen sivri dilimin onu yaralamasından çekinmişimdir. Ben onu çok seviyorum ya, nasıl olsa sevgim oralara bir koku bir titreşim bir ışık zerresi olarak da olsa ulaşır sandım belki.

Bunları üç aşağı beş yukarı daha önce de yazdım. İki üç yıl oldu bu ehemmiyetsiz web dergisinde yayınlayalı. Biliyorum, yayınlamakla yetinmeyip kendisine de ulaştırmalıydım o yazıları. Belki birkaç saatlik bir moral kaynağı olurdu okusaydı. Şimdi "ya haberi bile olmadıysa bu yazılardan?" düşüncesi içimi kemiriyor. Sonra bir yerlerde okuduğum "bilgisayar başından kalkmazdı" notu içimi rahatlatır gibi oluyor. Bir aralar arama motoruna kendi adını yazmışsa rastlamıştır o yazılara.

Şu adadan şu Bodrum'a yüzesim gelir…
Yüzsem bile çıkamam ki, of be!
Kuş olup da o yakaya uçasım gelir…
Uçsam da konamam ki, of be!
Geceleri ben adada Bodrum'a bakardım…
Işıkları ben görürdüm, of be!
Türküleri ben dinlerdim, gökyüzünü ben koklardım
Ve de nasıl özlerdim, of bee!
Ben döneksem döndüm diye memleketime
Döndüm baba, döndüm işte, oh beee!

Biliyorum, sadece döneklikle suçlayanları, konserlerini sabote etmekten kendilerine adamlık payı biçen insan müsveddelerini görmemiştir şu son onyedi yılda; çevresinde mutlaka onu sevgisiyle sarıp sarmalayan bir sürü dost da olmuştur. Ama ben yine de kendimi gün geçtikçe artan bir borçluluk duygusundan kurtaramıyorum Cem Karaca'ya karşı. Onun için iki tane sevgi yazısı yazmaktan daha ötesini de araştırıp bulmalı, gönül borcumu ödemek için daha yoğun çaba harcamalıydım.

Ama biliyorum, ben de bu adam yiyen koca ülkenin bir evlâdıyım. Biz öyle bir insan türüyüz ki, biri bizi sırtında Kâbe'ye taşısa teşekkür etmez de, bir anlığına yorulup indiriverse, taşa takılıp ayağı tökezlese, demediğimizi, etmediğimizi komayız.

Örnek mi? Üç buçuk yıldır şu web dergisini günü gününe yapmak, teveccüh gösterip izleyenlere hizmet etmek için çırpınan şu kulunuza gelen bir mektuba bakın:

"…Uzun zamandir girmedigim siteye Cem Baba hakkinda gercekten icten yazilmis birkac satir bulmak umidiyle girdim, ama ustunkoru bir rahmet yazisindan baska birsey bulamadim. Cooookkkkk uzgunum anliyor musunuz…"

Anlamaz mıyım hiç? Bendeniz bordrolu çömez, hazret ise hac farızasını ifa eden paşazade. Üstelik, bütün dünyadan alacaklı. Gak dedi mi et, guk dedi mi üç kulhüallahü bir requiem.

Ben de üzgünüm aslına bakarsanız. Her şeyden önce evvelsi akşam kafama enkaz gibi yıkılan bir haberle sarsıldım:

"Cem Karaca ölmüş, başın sağ olsun."

"Sen öldün" gibi bir haber.

Sağol dostum. Müsaadenizle ben birkaç gün ağlayıp zırlayayım. Orta direği yıkılmış çadır gibi süngüsü düşük, pörsümüş bir halde oturayım köşemde, yas tutayım.

Yok, önce iki üç yıl evvel yazdığım yazılarını ana sayfadan gene duyurayım. Malum, Derkenar'ı sonradan keşfeden, hatta kulunuzu "Atatürk'ten sonra en çok saygı duyduğum kişisiniz" gibi masalsı payelerle taltif eden, ama asla arşive girip eski yazılarımı okuma zahmetine katlanmayan "fanatik" hayranlarım kaçırdıysa şimdi okusunlar diye biraz pazarlama yapayım.

Ama o kadar basit değil işte. Vergileriyle palazlandırdığı devlet kurumlarına tepesine sıçsa "ne oluyor?" diye hesap sormayan değerli "aydın" kardeşlerim, kendilerine tek kuruş beklenmeksizin hediye kabilinden yapılan şu siteyi zahmete girip tıklamadığını en nobran haliyle yüzüme çarpmaktan geri kalmadığı gibi, bir de "neden yeni yazı yazmadın?" diye fırça çekiyor.

Yazsam okuyacak sanki.

Haspam, Derkenar'ı Carefour'la, bu hakiri de peynir reyonunun tezgâhtarıyla karıştırıyor bir ihtimal.

Nereden bilsin, yoksulluktan bitini kemirdiği günlerde bile plaza basınında ya da reklam şirketlerinde falan dolara endeksli paralar kazanmayı elinin tersiyle itip, belki bir yerlerde acı çekmekte olan üç beş kişinin yarasına ilâç olurum diye, cebindeki son kuruşlarıyla şu siteyi yapıp eden necdet efendinin tek beklentisinin insanlara yüreğinden damıtıp sunduğu -şekilde görünen- iddiasız çerez tabağının kibarca alınıp kabul edilmesinden başka beklentisinin bulunmadığını? Alışmamış, bedava olan şeyden kuşkulanıyor, üste bir şeyler daha istiyor hediye kuponu kabilinden. Zaman Bonus Kart zamanı çünkü.

Okumamış ki "İncitebiliyorum, o halde varım!" yazısını.

Şu iki satır e postadaki ufak ve belki de hiç takılmamam gereken bönlük eğer beni bu kadar kızdırıyor, kırıyor, hevesimi söndürüyorsa, düşünmek ve anlamak zorundayım; Cem Karaca, yazdığı okuduğu onca mükemmel şarkıya rağmen, yaptıklarını görmeyip -ya da o an unutup- yapmadıklarının -ya da "yanlış" olduğu varsayılan davranışlarının- hesabını soran, kabalaşan, kabalaşmak ne demek, sahnedeyken yumurta, buz kalıbı, bozuk para, taş kesek fırlatan, söven, yuhalayan, kırmızı ışıkta koşup gelip burnuna yumruğu patlatıp kaçan ve her halde rastladığı insanlara "ben var ya, Cem Karaca'nın burnunu kırdım" diye hava atan iblis sürüsüyle nasıl baş etmiş?

Ölüm haberini alır almaz, çoğu kişi gibi ben de internette arama yaptım konunun ayrıntılarını öğrenebilmek için. Karşıma bir mezbelelik çıktı. Aslında daha önce, ilk keşfettiğim sıralarda içinde okumaya değer şeyler bulduğum, zekice hergelece fikirlerle dolu bir siteydi. Ama sayfaları arasında gezindikçe giderek midemin kabarmaya başladığı, gecenin geç saatlerinde içinin kirini rumuzlar arkasına saklanarak internete boşaltan yavşak sürüsü tarafından işgal edildiği kanaatine vardığım, hele Moğollar grubu hakkında yazılanları görünce öfkeye kapılıp okumaktan vazgeçtiğim, hatta Derkenar'a ilk anda bir hevesle koyduğum linkini de o saniye kaldırdığım bir site.

Bu siteyi biliyor olabilirsiniz. Muhtemelen iyi niyetle başlanmış, ama zamanla söverek orgazm olan iki ayaklı lâğım farelerinin istilâsına uğramış, editörünün de ipin ucunu kaçırıp işi oluruna bıraktığını sandığım ekşili bulamaçlı bir site burası. Bazı kullanıcıları Cem Karaca başlığı altında da içlerindeki pisliği kusmuşlar uluorta.

Bilirsiniz, kusmuk, tadı ekşi mi ekşi bir bulamaçtır; sıçılması gerekirken, yanlışlıkla ağızdan çıkar. Bu yalak tipler de daha uygun yer bulamadıkları için galiba klavyeye kusuyorlar içlerinin pisliğini.

Son yıllarda Cem Karaca'nın en çok dartışma konusu yapılan özellikleri, acıyan ruhunu alkolle uyuşturuşu, sarhoşluğa kaçışı ve bu sarhoşluğun etkisiyle ortaya çıkan maskesiz makyajsız hali ve bana çok sevimli gelen gevezeliğiydi. Rol yapmıyordu. Türkân Şoray'ları, Kenan Işık'ları, Erkan Mumcu'ları (oynadığı rolün altında kalmış, "kendisi" olmayı becermek şöyle dursun, kendisi olmaktan ödü kopan karnaval maskelerini) kanıksamış olan Tüketim Toplumu Robotları'nın, dünya şekeri Cem Karaca'nın "her nasılsa öyle" davranışlarını linç psikozuyla karşılamalarını -insanî açıdan- anlayabiliyorum.

Ne zaman cici çocuk oldu ki Cem Karaca? Türkçe okuyup yazmayı bile doğru dürüst beceremeyen o İngilizce rumuzlu sıçırtmalar daha dünyada yokken, anıt gibi bir adam vardı ortada Türkiye'ye ve Türkçe'ye anlam katan.

Buz gibi bir neşter darbesi, senin bu ihanetin
Sımsıcak kanayan yaramı, yarar da diri diri,
deşer de geçer.

Galiba asıl şaşırmam gereken şey, Cem Karaca'nın gözlerimizin önünde eriyip daha 59 yaşındayken küt diye ölüp gidivermesi değil, şu yaşa kadar hayatta kalmayı nasıl becerebildiği olsa gerek.

"Çok yorgunum, beni bekleme kaptan
Seyir defterini başkası yazsın
Çınarlı, kubbeli mavi bir liman
Beni o limana çıkaramazsın."

Bir insan nasıl bu kadar güzel olabilir? Ve nasıl bu kadar hoyratça barbarca vampirce incitilebilir?

Hallac-ı Mansur'u ateşlere atan, Ahmet Kaya'yı ve Yılmaz Güney'i, Nazım Hikmet'i hapislerde çürüten, vasiyetlerine rağmen mezarlarını memleketine getirmemizin önünü tıkayan, Cem Karaca gibi bir deryayı hayatının son 17 yılında lânetlenmiş gibi yaşamaya mahkûm eden bir ırkın ahvadıyız.

Görülmemiş pırıltıda çiçekler açar bu topraklarda ve görülmemiş iğrençlikte bok böcekleri vızıldar durur.

Daha şaşıracak ne kaldı ki gök kubbenin altında?

* * *

Sol'un Cem Karaca ile imtihanı →
Bir kez daha Cem Karaca →
Cem Karaca →

Yorumlar

Ben de seyahatta aldim haberi.

Üryan geldim yine üryan giderim'i dinledim.

Şurası çok hoşuma gider:

Azrail gelmiş de can talep eyler
Benim can vermeye dermanım mı var?

Bir de 'Oğluma'yı dinledim. Onu da çok severim.

Ne demeli? Yolu açık olsun, erenlerine kavuşmuştur her halde.

Seyit Balkuv - 9 Şubat 2004

Başın sağ olsun demek istedim.

Bana göre dünyanın en iyi seslerinden biriydi. Bi onu bi de Tanju Okan'ı dinlerken gözlerim yaşarır.

"Ne dedi, ne düşündü, dün neydi bugün ne oldu" lâfları da beni hiç ilgilendirmedi. Zaten sesi bu kadar güzel olan bi adamın içi de güzeldir.

Gerisi lâfı güzaf.

Ahmet Büke - 9 Şubat 2004

Cem Karaca'nin olumune cok uzuldum. Senin kadar olmasa da benim de gencligim onun sarkilariyla onun o ilginc "Heavy Metal" turlu sesini dinleyerek gecmisti. Sarkilarini dinledigimde hâlâ, aynen senin gibi, tuylerim diken diken olur, bir garip huzunlenirim.

Biraz once (malum 20 kusur bin km otede, Avustralya'da yasiyoruz) ogrendim olumunu. Uzuldum. Bir sanatciya uzuldum, gencligime uzuldum, gencligimin hir gur zamanlari icinde kaybettiklerime uzuldum.

Ama sevinclerim de var. Ornegin, iyi ki Cem Karaca vardi o zamanlar. iyi ki onun sarkilari vardi.

Sonradan yaptiklarindan ote, ben onu kendi gencligimle ozdeslestiriyorum, senin gibi. Herkes bir parca degisiyor, ben de degistim. Ama anilar hic degismiyor. Onlar her zaman oradalar.

Birkac sene once senin Cem Karaca yazin icin "nereden cikti bu simdi Necdet Abi" diye elestirmistim. Simdi anliyorum o yazinin nereden ciktigini niye yazildigini.

Ümit Önder - 9 Şubat 2004

(Cem Karaca'ya)

Benim yurdumun
inciri var narı var
çekene
Ah!
çekene
Kahrı var.

Benim ülkemde güneş,
kavuna doğar
karpuza doğar
Kavunun, karpuzun tadı yok
Anam
Adı var
Ah!
adı var.

Durna uçar, benim ülkemin göğünde
Keklik kaçar dağında
Teline ah
Teleğine
Kurban olan var.

Benim yurdumun
hakimi var, hükmü var
Çökene
Ah!
çökene
Bir de sen vur.
Bir de sen vur.

Ferruh Bakır - 9 Şubat 2004

Dun gece ogrendigimden beri ustadin gidisini, baska bir alemdeyim. Icimden bir seyler koptu, "son mohikanim, son yolculuguna cikti".

Uzun zamandir girmedigim siteye Cem Baba hakkinda gercekten icten yazilmis birkac satir bulmak umidiyle girdim, ama ustunkoru bir rahmet yazisindan baska birsey bulamadim. Cooookkkkk uzgunum anliyor musunuz, haberlerde 8. sirada verilmesine, bayraklarin yariya indirilmemesine, Insanlarin arkasindan abuk-subuk konusmasina ve hepsinden kotusu Baris Manco'yla kiyaslanmasina…

Baris Manco'yu sevenleri kinayamiyorum ama ne müzikal anlamda ne de durusuyla eline su dokemezdi bence Cem Baba'nin. Aslinda delicesine isterken O'nunla tanisamamis, bir kez olsun konserine gidememis olmanin acisi daha kuvvetli, yoksa neden aglayayim, ben aglamam ki olenlerin ardindan.

Bir civiyi cakar gibi vura vura gunlere
Dort nala gidiyoruz, dort nala gidiyoruz
Bizi bekleyen yere, bizi bekleyen yere.

Aybike Işık - 9 Şubat 2004

Cem Karaca ile ilgili duygularımı iki-üç yıl önceki yazılarınızı o zaman okuduğumda uzun uzun anlatmıştım. Ben de ömrümden ömür vermiştim ama yetmemiş. Onun çektiklerinden dolayı giden ömrünü tamamlayamamışız. Eksik kalmış.

Ben de sizin kadar üzgünüm. Öldüğü günden beri Cem Karaca şarkılarını dinliyorum ve dinletiyorum. Hep keşke olmasaydılar vardır ya. İşte Cem Karaca da öyledir.

Nazım Ayşe'den Halil'e Mektuplar'ında der ki:

Şiiri beğendin mi?
Benim fikrimi sorma!
Konuşacak halim yok.
İçim dolu
ağız ağıza.
Dökülecek çok
ama çok derdim var.
canım istemiyor henüz.
Bir gün
çok güneşli bir gün sayfalar dolusu yazarım.

Zannediyorum Cem Karaca için yazılacak daha çok şey var ama şu ana onu sevenler için hiç de güneşli günler değil.

Güneşli günlerde Cem Karaca'dan kalan şarkılarla…

Neşe Ayna - 11 Şubat 2004

Aah… Aah… "Bir Of Çeksem karşıki dağlar yıkılır" mı desem, "Tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm, gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?" diye yollara düşüp arasam mı?

Pazar sabahı kalkıp televizyonu açtığımda ilk önce idrak edemedim alt yazıyı. "Cem Karaca öldü" yazıyordu. Nasıl yani "öldü?". Eşime seslendim "Cem Karaca ölmüş" diye… Sonrası garip. Telefonlar aldım "başın sağ olsun" mukabili, sanki ailemden "Emmoğlu" ölmüş gibi anam babam, arkadaşlarım aradılar, taziyeleri kabul ettim. Bu kadar mı işlemişti Muhtar Cem Karaca hayatıma?

Sizin yazdığınız ilk yazıyı "daha iyisi asla yazılamaz" diye arşivimde saklıyordum. Sanki ben yazmışım gibi, sanki beraber oturmuşuz da kaleme almışız gibi… 33 yaşında bir 12 Eylül çocuğu olarak 80'lerin ortasından itibaren bana yoldaş olan Cem Karaca'nın varlığını, onun o nev-i şahsına münhasır çocuk tarafını, dingin duruşunu akabinde birden bire patlayan o coşkulu yanını, el hareketlerini, davudî sesini, şusunu, busunu, her şeyini şöyle bir düşünüyorum da cevabını buluyorum sorduğum sorunun…

Kardeşimi trafik kazasında kaybettiğimde "Obur Dünya" yı dinleyip Binali Selman'ın zurnasına da ağladım, "Bir köşeye savrulmuş, buruş buruş ceketim" dediğinde müziği kısıp "sensiz ellerim üşür, içerime kar yağar" diye ağıtta yaktım. İstanbul'a geldiğimde dilimde "Mor Perşembe" vardı, evlendiğimde "Bu Son Olsun".

Nicesi gibi dağ gibi bir adamı kırgın, yorgun, bezgin bir şekilde o çok sevdiği anacığı ve babacığının yanına uğurladık. Şimdi artık ne dersek diyelim, hangimiz doğru düzgün sahip çıkabildik son 17 senesinde hakkınca, hak ettiği gibi? Öldüğünden beri teybe koyup da dinleyemedim. Niye bilmem. Sıra sıra duruyorlar. Bugün yaşadıklarımız, Popstarıydı püsürüydü gösteriyor ki muhtemelen 30 sene sonra şu an doğmamış çocuklarım o albümlere bakıp "Baba Cem Karaca da kim?" deyip kinayeli sorular soracaklar. Kime ne dert anlatacağız ki? Biz de "gözleri yaşlı, dudakları titrek bir hayalden arta kalan hatıra" der geçeriz belki.

Burak San - 11 Şubat 2004

Sevgili Necdet abi, Cem Karaca'nın ölüm haberini ilk olarak Derkenar'dan öğrendim.

Önce (dün) "acısını paylaşayım" dedim, sonra ne yazsam duyumsadıklarımı yazıya dökemeyeceğimi fark edip, vazgeçtim.

Cem Karaca'yı senin yazılarınla tanıdım dersem yalan olmaz.

Çünkü sana güvenirim, yazdıklarının arkasında bir çıkar olmadığını, kalemini yüreğine batırıp, kanı ile yazan-yaşayan ender insanlardan biri olduğunu bilirim.

Ve meyve veren ağacın taşlanacağını sen daha iyi bilirsin. Taşlandıkca ağaç, meyveleri dökülecek, dökülenlerden kimileri yeniden yeşerecek.

Ne olur, sanal dünyanın yalancı kişiliklerine takılıp üzülme. Onlar olmasa nasıl anlardım kimleri seveceğimi? O, dövmeyi/sövmeyi eleştiri sanan insanlar olmasa sen son yazını yazacak duygu fırtınasını nasıl yaşardın? Sinirlenmek, kızmak insana yaşadığını duyumsattıran ama keşke olmasaydı dediğim duygulardan. Ama var.

Acını duyumsuyorum, biraz olsun azaltmak istiyorum ama bunu nasıl yapacağımı, yüreğimi burada sana nasıl akıtacağımı bilemiyorum.

Sadece elimden geleni yapıyor, sana yazıyorum.

İlker Koçak - 11 Şubat 2004

"giderek azalan umudumla beslediğim
portakal çiçekleri de soluyor bir bir…"

Bir tanesi daha soldu.

Çok üzüldüğüm zaman konuşamam yazamam. Susarım, düşünürüm, düşlerim; kısaca paylaşamam. Beceremem diyelim ama seninle, senin kadar yoğun değil belki ama aynı duyguları paylaştığımı ifade etmek istedim.

Cem Karaca'yı hiç görmedim ama hep sevdim. Dik duruşunu, karşı koyuşunu, direnişini sevdim. Boyun eğişine saygı duydum ve başkaları adına utandım.

Bilirsin; insanlar unutuldukları zaman ölürler.

Cem Karaca 'yı hep sevdim, sevenleri de.

Ümran Davran - 11 Şubat 2004

Sevgili Şen, bilmezdim sizin Cem Karaca seveni olduğunuzu. Cumhuriyet'ten ayrıldıktan sonra sizi pek izleyememiş ve ancak son yıllarda çıkan çizgi kitaplarınıza göz atarak arayı kapamaya çalışmıştım. Boşluklardan birisini de bu üzücü haber nedeni ile doldurmuş oldum.

Kötü haberi aldıktan sonra rastlantı sonucu sitenizdeki yazıları okudum. Daha önce okumuş olmalıydım diye düşündüm. Acı, geç kalmışlık, tarif etmekte zorlandığım pek çok duyguyu bir arada yaşadım. "Keşke" dedim, "daha önce okusaydım yazılarınızı, hiç olmazsa kendimi yalnız hissetmezdim bugüne kadar."

Altan Orkun - 12 Şubat 2004

Bu ülkede bir insanın adam gibi adam olduğunu nereden mi anlarsın? Sen yaşarken ölü gibi davranırlar, itibarını ölünce bile iade etmezler adama. Telefonunu çalan, selâmını alan olmaz. Namusluysan saf çıktı, bilgi sahibiysen tehlikeli, farklıysan ayrık otu muamelesi yaparlar. Ya zehirlenir ya koparılırsın tırsık halkından. Elini öpen vatan evlâdı az, boğazına ilmek geçiren cellâdın çok olur. Korkan gözlerin, satılık sözlerin, ilikli ceketin yoksa, hemen anlarlar mayanı. Tutunamazsın, barınamazsın.

Beton yerine naylon koyan şerefsiz müteahhide bir şey olmaz da seni acı vatanda süründürürler. Öldüğünde senden "önemli" mankenlerden, yalandan, kandan yer bulursan iki satır haberin çıkar ayıp olmasın iş eşekliğe varmasın diye.

"Cem Karaca öldü" haberini duyunca nedense aklıma hem bunlar hem de son mülâkatlarından biri geldi. "Benim doğru düzgün hiç arabam olmadı ki şimdi olsun" diyordu. Sonra eşinin söylediklerini okudum. "Tanıştığımızda dört paket sigara içiyordu evlendikten sonra bir pakete indirmişti ambulans çağırdık ama telefondaki bayanı inandırmak zaman aldı, ambulans neden sonra geldi" diyordu. Ah canım, Ah Cem'im benim! Bu ülkede güzel, namuslu, insanca şeyler yapmanın hayatı güzelleştirmenin bedelidir için acıya acıya ölmek. Ya sigara ile ya kahır ile ya sıla ile geçer ömrü güzel insanların. Ne devleti inandırabilirsin masum olduğuna ne de memurunu ikna edebilirsin ölmek üzere iken.

Yaşarken sansüre takıldı Cem Karaca. 100 sene geriden gelen hızlı tosbağaların örümcek ağlarına takıldı. Sazı silâh sözü günah saydılar. Sanki bin-on bin Cem Karaca varmış gibi kırmızı bir kalem çektiler gençliğimizin en keyifli ozanına. Belki kıçı kırık barlarda söyledi zaman zaman içi acıya acıya sözlerini, özlemini kim bilir namusuyla yaşamak için bu acı kavun ülkesinde.

Şimdilerde Pop Star var Cem baba. Kimsenin durup düşünecek, nefes alıp aklına danışacak vakti yok. Televizyonda esmer Türkleri dinleyip çiğ köfte yerken geberiyoruz. Sağlık müdürünün de haberi bizimle beraber oluyor en son ve şaşkınca.

Şimdilerde aklımızı tutsak ruhumuzu rehin verdik. Kim gelir bir daha "hep kahır hep kahır yeter be" diyecek. Sen ölmeden almıştım en iyiler kâsetini. İnsanın içine böyle mi doğar kötü şeyler be Cem baba.

Kim demişti biz de gereğinden fazla namuslu yaşadık diye. Sende gereğinden fazla namuslu yaşadın be Cem baba.

İyiler diyarında estir rüzgârını. Mekânın Cennet olsun.

İlker Tortop - 13 Şubat 2004

1987 yılıydı. Büyük kentteki okulumu parasızlık yüzünden bırakıp taşradaki kentime dönmüştüm. İşsizdim. Üstüne üstlük "dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey" şeklinde anlamlar yüklediğim sevgilim tam bir pislik çıkmıştı.

17 yaşım yeni bitmişti ve ben ancak onun "Merhaba Gençler Ve Genç Kalanlar" ına yetişebilmiştim. Onu dinleyerek ruhumu bulanıklaştırdım. Onunla yaşama sevinci aldım. Tek tedavim oydu sanki. Elektroşok, psiko tedavi, kendini bırakma, kendini yeniden bulma… Çok seviyordum çok…

Yeni yetme oğlan kardeşim ve arkadaşı onun "canım benim" deyişini tî'ye alırlar ve biri kız öteki adam olur, onun söyleyişiyle birbirlerine canım benim derler, bir kızcağızın onun sesi ve gırtlağıyla söylediği "canım benim" in kızda ne sonuçlarına yol açacağını tiyatrosallaştırırlardı. Ben tınmazdım, o beni etkilerdi.

Yıllar sonra o "pislik" dediğim adamla evlendim. Bir gün "nesini beğeniyorsun" diye sordu. Sesini en çok dedim, çok seksî… Güldü… Bayağı güldü.

Çok sonraları 30'ları aştığımda onu müthiş çekici bulduğumu anladım. Televizyonda görüyordum. Bana çok çekici geliyordu. Aslında zevksiz sayılmam. Bazen düşünürdüm. Bu koca gözlüklü, dünden kalma sarhoş görünümlü, kelini şapkasıyla gizleyen, basbayağı çirkin ve yaşlı bir adamın nesi çekici gelebilirdi ki bana?

Eşime onu çekici bulduğumu söylemedim. Sadece normal karşılar ve zaten "sen anormalsin, beklenir" derdi olsa olsa… Neyse ki ben yıllar sonra da olsa, merak ettiğim sorunun cevabını bulmuştum. Gerçekti o… Gerçekten vardı… En yalansız haliyle bir insan, bir erkekti. Ben de çekicilik duygusu uyandıran, aslında onun yaydığı ve benim aldığım gerçeklik duygusuydu.

Gamze Gür - 14 Şubat 2004

Kuşları öldürmek çare olmadı, ağaç yeşil ve ayaktayken.
Ağacı kuruttular; sevgisizlik çağı böyle başladı.

Ali Sedat Çetinkoz - 8 Şubat 2013 (18:18)

Cem Karaca'nın ölüm yıldönümünde TV'lere şöyle bir göz attım. Pek çok kanal konuyu es geçmişti. Sanıyorum sadece TRT'de yaklaşık 45 dakika süren bir program vardı.

Onun da en büyük eksiği bana göre "sokaktaki adamın" Karaca ile ilgili görüşlerine yer vermeyişiydi. Mavi Liman parçasıyla kapanış hoştu hoş olmasına da efsanenin bireyler ve kitleler üzerinde bıraktığı etkiyi ilk ağızdan duymak farklı olurdu.

Arabeskin popülerlik kaygısına düşmeden mesaj veren, müzikal altyapısı muhteşem olan parça Tamirci Çırağı'yla büyümüş bir çırak hiç mi bulunamazdı?

Korhan Baran - 11 Şubat 2013 (17:09)

İlk kez 2004 yılında okumuştum bu yazıyı. Bir diğer okumaya gücüm yetmemişti. Ki o yıllarda böyle sulu gözlü falan değildim, ona rağmen dağılmıştım. "Sıcak ete inen neşter darbesi" gibi bir yazıydı. Bugün baş sayfada gördüm, ama okumaya cesaret edemedim, biliyorum çünkü başıma gelecekleri…

Çıktım gittim, dönüp geldim, okudum tabii. Böyle durumlarda aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, insan; sakin, soğukkanlı, belli bir mesafeden, ağır ağır, uslu uslu, kibar kibar bir şeyler konuşamıyor/yazamıyor ne yazık.

O yattıkça, onu sevenler çok ve iyi yaşasın diyebilmek de, birazcık konuşmaktır belki…

Deniz Türkoğlu - 12 Şubat 2013 (17:07)

Hüzünle, kederle, buruk dakikalar boyunca okurken her satırını; bir elimde çuvaldız… Kendi adıma ben de bir ışık parçasının "Tamirci Çırağı" nı bulmasını umdum.

Hülya Yalçın - 13 Şubat 2013 (03:41)

Cem Karaca'ya lâfım yok, severim. Ancak bir cinayet işlemiş insanı ne yapsalardı? Ah canım cinayet mi işledin hay aksi sinema oyuncusu olduğun için seni affediyoruz, ölen öldüğüyle kalsın, nasılsa geri de getiremeyiz, hadi serbestsin güle güle mi deselerdi? Sizin bir yakınınızı birisi vursa sonra da hiç ceza almasa hoşunuza gider mi? Biraz empati yapmayı öğrenin.

Ayrıca Yılmaz Güney, çevirdiği film sahnesi gerçeğe uygun olsun diye bir atın kafasına sıkıp öldürecek kadar acımasız, sadist biridir.

Eski eşi Nebahat Çehre'nin bizzat anlattığına göre de kıskançlıktan arabasını karısının üzerine sürüp, kadıncağızı araba ile duvar arasında sıkıştırıp ezmiş ve bilmem kaç kaburgasını kırmıştır, kadın bu yüzden aylarca hastanede yattığını anlatmıştı daha geçenlerde. Ayrıca kafasına bardak koyup silâh sıkmış! Bunun adı resmen psikopatlıktır. Ama bizim millet psikopatları iki-üç o günlerin moda tabiriyle 'sosyal içerikli film' çekti diye başına kral yapar. Kafası kızınca eski sevgililerinin, yeni sevgililerinin ayaklarına sıktıran türkücüleri 'imparator' yapar. Fazıl Say gibi sanatçıları ise 'sen niye şu şiiri twit attın?' diye hapse atmaya çalışır. Tamam bir insanı sevebilirsiniz anlıyorum ama at gözlükleriyle bakıyorsunuz hep. 7 Oscar alsa film sahnesi için at öldürenin gözümde o atın pisliği kadar değeri olamaz kimse kusura bakmasın.

Elin Saf - 17 Şubat 2013 (22:02)

Yukarıdaki yorumun sahibine verilebilecek en özlü cevap, Derkenar'ın sözü soluğu derin ve berrak bir yazarından geldi:

"Öğrenmek zor değil, bu bilgiler internette bile var. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, onaylarsınız ya da cezalandırırsınız orası size kalmış. Ama insanlar, dönemler, olaylar hakkındaki tüm bilginizi sadece magazin programlarından edinirseniz, sadistin biri de gelir, eteğindekileri ortaya döküverir. Ona kimsenin yapacak şeyi yok."

Yazının adresini veriyor, aradan çekiliyorum. (Yılmaz Güney - Deniz Türkoğlu)

Necdet Şen - 23 Şubat 2013 (16:35)

"Derviş Yunus, sözü eğri büğrü söyleme, seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir" demiş yüzyıllar öncesinde ozan Yunus Emre.

Ben de herhangi bir yanlış anlaşılmayı ve hak etmediğim herhangi bir ironiye konu olmayı istemediğim için, epeydir dilimin ucunda gezdirdiğim bir sözü şuraya iliştireyim.

Yumurtalık hakimi Sefa Mutlu'nun 1974 yılında Yılmaz Güney'le giriştiği kavgada tabancayla vurularak öldürüldüğü bir sır değil. Tanıkların bir kısmının ve Yılmaz Güney'in mahkemede bunun bir komplo olduğunu söylediği de kayıtlarda. Suçu Güney'in yeğeni Abdullah Pütün üstlendi, ama sanatçı yine de hüküm giydi. 7 yıl yattıktan sonra hapisten kaçtı ve 3 yıl sonra da Fransa'da kanserden vefat etti.

Bütün bu ayrıntılar -ve çok daha fazlası- basında yazıldı çizildi. Sanatçının kişilik olarak fazlasıyla ateşli, maço, silâhına kolay davranan biri olduğu bilinen bir şey. Cinayeti gerçekten onun işleyip işlemediğini, açıkçası bilemiyorum.

Bir anlığına yargıç rolünü üstlenip yaptığını var sayalım…

Nasıl büyük bir sanatçı olmak kişinin katil olmasına engel teşkil etmiyorsa, katil olmak da onun sanatının değerini azaltmıyor. Birinin sanatçı yanının altını çizen -ve üstünün çizilmesine itiraz eden- yorumların yapılmış olması, onun pirüpak biri olduğunu iddia etmek anlamına da gelmiyor.

Bize tevazunun değerini hatırlatan bir örneği, naçizane hatırlatmak isterim.

Televizyonda Pop Star diye bir yarışma vardı hani. O yarışmaya katılan Bayhan adlı gencin zamanında cinayetten hüküm giymiş olmasını izzeti nefsine yediremeyip "ben böyle birinin yarıştığı yarışmada jüri üyeliği yapmam" diyerek basıp giden bir hanımefendi sanatçımız vardı bir de. Anımsadınız mı? Adı Deniz Seki idi.

Bu ahlâk fazilet timsali ödün vermez sanatçımızın daha sonraki yıllarda bir yüz kızartıcı suçtan (uyuşturucu işiydi galiba) 8 yıl hapis istemiyle yargılandığını ve cezaevinde yattığını da hatırlıyoruzdur mutlaka…

Ne demek istediğimi anlatabilmişimdir sanırım. Öyle yüksek perdeden "ahlak fazilet" nutukları atmadan önce topun yuvarlak maçın da 90 dakika olduğunu aklımızda tutmanın yararı var.

"Düşmez kalkmaz bir Allah" der bu toprağın bilgeleri.

Bir başkası da "ilk taşı günahsız olanlar atsın" demişti galiba 2000 küsur yıl önce.

Necdet Şen - 9 Nisan 2013 (00:18)

"Benden sana son kalan
Bir küçük resim şimdi
Cevap veremez ama
Ağlar yalnızlığına

Ve işte arda kalan
Bir avuç anı şimdi
Koyup da bir başına
Bırakıp gittin beni"

Sanırım ilk kez "Resimdeki Gözyaşları" adlı şarkısıyla, cızırdayan bir pikapta çalan plakta dinlemiştim Cem Karaca'yı. Daha sonra hemen her plağını - ardından albümlerini - dinledim, çoğunu edindim.

Bariton sesini, tarzını, en militan içerikli şarkılarda bile hissettirdiği kendine özgü duygusallığını çok sevdim.

12 yıl geçmiş öldüğü günden bu yana…

Yarım yüzyılı bir miktar da geçmiş ömrüm artık geçmiş güzellikleri hatırlamak konusunda daha hassas, ama bir o kadar da kırılgan, yorgun…

Yorgunum.

Onu bir kez daha anıyorum bu gün.

"Çok yorgunum, beni bekleme kaptan
Seyir defterini başkası yazsın
Çınarlı, kubbeli mavi bir liman
Beni o limana çıkaramazsın."

Melih Özel - 8 Şubat 2016 (17:10)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

71
Derkenar'da     Google'da   ARA