Ordular talan amacıyla kurulur. Barış zamanlarında devlet bütçesini, savaş zamanlarında başkalarının evini barkını sokağını talan eder.
Ama yine de onlara sığınırız daha büyük talan ordularının hışmından korunmak için.
Olağan zamanlarda doğal kaynaklarımızı vergilerimizi tırtıklayıp devasa savaş makinesine yatıran ve uzak istilâcılara karşı duyduğumuz korkunun üzerinden iktidar sahibi olan savaş profesyonellerinden medet ummakla geçer hayatımız. Gelecekteki kötü günler adına beslediğimiz özel muhafızlarımızdır çünkü onlar.
Oysa cephelerde karşı karşıya gelen, kan ve ateş deryasının içine sürülüp cinayete koşulan askerler çoğunlukla yoksul çocuklarıdır. Onlara sorulmaz "savaşmak ister misin?" diye; evlerinden tarlalarından koparılıp kıyametin içine gönderilirler.
Artık füzeler ve mermiler asker-sivil ayrımı yapmaksızın yağıyor gökyüzünden. Makro hedefler bağlamında sadece birer sayısal değeriz biz. Ordular kimi korumak için kurulup istihdam ediliyor, emin değiliz. Emekli olur olmaz büyük holdinglerin yönetim kurulu üyeliklerine kapağı atan samur kaşlı generallerimize bunu sorabilecek cesaretimiz de yok üstelik.
Ne güzel, telkin ve propagandayı odamıza kadar taşıyan televizyonlarımız var. Tellâl bağırtmaya gerek kalmadı. Artık savaşlar ve kitle kıyımları video-klip estetiğinde evlerimize konuk oluyor. Yemeğin altını karıştırırken, komşu ülkede evleri başlarına yıkılan kardeşlerimizi ezen dev savaş ekonomisinin uçak, tank, füze defilesini izlemek zorunda bırakılıyoruz.
Bir silâh ya da savaş taktiği en az enerjiyle ne kadar çok tahribat yaparsa, ölüm endüstrisinin cici oyuncaklarına o derecede hayranlık duymak üzere "eğitilmiş" emekli subaylar, televizyon stüdyolarında ordugâh kurmuş, katliamı meşrulaştırmak için yarışıyorlar.
Ne kendi devletimiz ne de devletimizin hasımları, kırılan gururumuzu, sızlayan vicdanımızı, isyanımızı, endişelerimizi dikkate almak istemiyor. Devlet politikalarını dev şirketler ve onlarla iç içe girmiş politikacılar, yüksek bürokratlar, muktedir generaller belirliyor.
Devletler yurttaşlarına "savaşmak ister misin?" diye sormuyor; tutuyor kulaklarımızdan, "yürü savaşa!" diyor.
Ama dünyanın her yerinde hayatlarımız üzerinde kurulan kirli iktidarlara karşı anlamlı bir ses yükseliyor. Kartellerin hükümetlere soktuğu emir kullarına, en yüksek mekanizmaların kilit noktalarını ele geçiren megapol patronlarına ve onların bize biçtiği kara yazgıya karşı duyduğumuz öfke ve isyan, ortak bir ses halinde dile geliyor. Dünyanın her yerinde, mazlumun feryadını içinde hisseden başka başka insanlar, meydanlarda toplanıp tek ses halinde ortak arzumuzu haykırıyorlar: "Savaşa hayır!"
Aptal kutusu diye bildiğimiz televizyonun ekranları dünyanın farklı köşelerine dağıldığı halde aynı moral değer üzerinde fikir birliğine varmış milyonları görünmez bir bağla birbirlerine bağlıyor.
Hiç bir kuruluş bildirgesine ihtiyaç duymadan kendi kendine oluşan doğal bir millet beliriyor tarih sahnesinde.
Eskiden Türk'tük, Yunan'dık, İspanyol'duk, Arap'tık, Japon'duk, sağcı, solcu, modernist, muhafazakâr, ılımlı ya da köktenciydik. Artık savaş karşıtıyız. Dünyanın en zengin ve güçlü ülkesini içeriden zaptetmiş olan haydut şebekesine karşı duyduğumuz tepki, bizi dinsel inancımızdan, ideolojimizden, etnik kimliğimizden daha fazla bağlıyor.
Bu tepki şu veya bu millete değil, bizzat savaş mekanizmasına karşı duyulan bir tepki, bunun bilincindeyiz. Alın terimizden kısıp "devletimize" ödediğimiz vergilere el koyan acımasızların teknolojiyi alet ederek ortaya çıkardıkları pahalı cinayet makinelerin cakası aklımızı çelmeye yetmiyor. Bizler artık aynı manevî atmosferi soluyan ve -şimdilik- dünya haritasının üzerinde minicik benekler gibi görünsek bile er geç çoğunluğu oluşturacak olan doğal bir milletiz.
Kuruluş ideolojimizin ilk cümlesini ilân ediyoruz: Savaşa hayır!
Bu milletin bir toprağa, bayrağa, orduya, parlamentoya da ihtiyacı yok üstelik. Dünyadaki hiç bir ordunun ablukaya alamayacağı, hiç bir akıllı füzenin vuramayacağı, hiç bir süper gücün üzerinde hükümranlık kuramayacağı kadar güçlü bir zeminde duruyor, hiç bir propagandanın bulandıramayacağı bir moral çekirdek etrafında varlık buluyor.
Çıkmaza girmiş devasa tüketim ekonomisinin lordları, ikna edici bahaneler öne sürmeye gerek bile görmeden, sahip oldukları dünyevî kudretin şımarıklığıyla mazlumun tepesine bomba yağdırıyor. Ama bu yine de beni karamsarlığa sürüklemiyor. Biliyorum ki bu talan imparatorluğu, elinin altındaki mega cirolu beyin yıkama endüstrisine rağmen, biz insanları daha uzun süre uyutamayacak.
Sesli düşünelim, Amerika Birleşik Devletleri mi daha kalıcı, yoksa Amerikalı'ya bile "bu kirli savaşa hayır!" dedirtebilen manevî aidiyet mi?
Bugün var olan ulus devletlerinden hangileri yarın ayakta kalacaktır bilemiyorum. Ama öyle hissediyorum ki yarının dünyasında çocuklarımız, ordusu, bayrağı, yönetim eliti bulunmayan, ama hepsinden daha değerli bir şeyi, yüksek ahlâkî değerleri olan muazzam bir milletin doğduğunu, tarih sahnesinde gün be gün serpilip devleştiğini görecek. Marxist, Liberal ya da apolitik olmak engel teşkil etmeyecek bu milletin bir ferdî olmaya. O millet vicdanlarımızdan aldığı kadim enerjiyle büyüyecek.
Sizler, mutlu olun kardeşlerim! Tarihin hızlandığı bir zaman dönemecinde yaşıyorsunuz. Ve bu soylu milletin belki de ilk kuşağısınız.
Biliyorum, şimdilik azınlıktayız; ama yarın çoğunluk olmayacağımızı kim söyleyebilir?
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.