Patronsuz Medya

"Rahmetlinin boku sapsarıydı"

Necdet Şen - 26 Ocak 2001  


Şanslı bir insanım, çünkü televizyonlarda gazetelerde boy göstermeyen, gazetelerde köşesi olmayan, ama bugüne kadar rastladığım en süzülmüş entellektüellerden biri olan Nermi Uygur'u daha sağlığında, kanlı canlı bir adamken tanıma, zaman zaman buluşup sohbet edebilme mutluluğuna eriştiğim için.

Başlıktaki cümle onun anlattığı bir anıdan alınma.

1930'lu yıllarda tek başına Anadolu'yu dolaşırken tanık olduğu bir ayrıntıyı nakletmişti:

Ölen kocası için ağıt yakan bir köylü kadın, kaybettiği canın ne kadar değerli olduğunu anlatmak için olsa gerek, "ooooyyy oyyy, rahmetlinin boku da sapsarıydı!" diye inliyormuş elleri böğründe.

* * *

Çok mu abes? Haklısınız mirim. Yaşamakta olduğumuz "modern" yaşamın abesliği, öyle görünüyor ki, bize yaşamın en doğal hallerini "abes" diye tanıtmakta. Şık kostümlerimizde delik açmasın diye güve katliamı, mutfağımızın asortisi bozulmasın diye kakalak katliamı, apartman önlerinin fiyakası bozulmasın diye kedi köpek katliamı yapma hakkını kendimizde görebilecek derecede yabancılaştığımız ve artık alafranga klozetlerde def-i hacet giderir ve "ruh hastası" kategorisine sokulmamak için kazuratımızla olan tüm tanışıklığımızı inkâr edip, oturduğumuz yerden kalkar kalkmaz başka taraflara bakınarak aceleyle sifonu çektiğimiz ve anca o zaman "klozetin bembeyaz uygar yüzeyinde benim ilkel dışkımın izleri kalmış mı?" diye suçluluk duyguları içinde kaçamak bir göz attığımız -yani ense kökümüzde otağ kurmuş olan ve sıçarken bile bizi yargılayan- bir dünyada, böceklerin, uyuz itlerin, üst geçit kullanmasını bilmeyen nakıs ipsilonların (ayak takımının) yaşama hakkı da ne demekmiş? İlacı var, öldürürsün geçer gider.

Ha hay! Biz Hümanist'iz. Yani insan fetişisti. Ayriyeten en akıllı olanlarımız pek tabii ki Ateist'iz. Yani yobazın önde gideni.

(Ulan sivri akıllı! Allahın olmadığını ispatlayabilecek bir makine mi icat etti Japonlar? Deney mi yaptın laboratuvarda? Şah damarımızın arkasına da baktın mı bari?)

Buna istinaden, "her şey insan için" ya da "her şey biz çağdaşlar için" hatta "her şey biz pahalı fransız şaraplarından anlıyormuş gibi yapanlar ve filânca marka müzik setini satın alabilecek kadar kalantor olmayanları moronlukla suçlayabilen hayfay eliti için" demekte hiç bir sakınca yok.

İçinde yaşadığımız dünya Cesur Yeni Dünya; bu dünyada kuralları biz seçkinler, yani gazetelerde köşe yazısı yazabilecek şahsî ilişkileri tesis edebilmiş olan, onca yoksulluk varken çuval dolusu para harcayabilmekte mutluluk bulabilen, Paşa Disko'ya badigardlardan dayak yemeden ve kapıdan kovulmadan girip çıkabildiği için ağzı kulaklarına varan, çocuğumuzu en pahalı kolejde okutabilecek ve onun seks hayatı sanki bizim seks hayatımızmış gibi ruhsal tatminlerden medet umup, oğlumuzun azgınlığı ve kızımızın sürtüklüğünden "çağdaşlık" payı çıkartan kişiler oluşumuzun, hepsinin bir açıklaması var:

- "Biiiz, çağdaşıız! Onlar değiiil! Bizz kültürlüyüüz! Onlar değiiil!"

İşin aslına bakarsan, gündelik yaşamda, seçkinliği kendinden menkul seçkinler tarafından adına "bilinç" denilen, ama aslında bilincin tam da zıddı olan malûmatfüruşluk, bizim şu zaman diliminde yaşamakta olduğumuz kollektif hastalığın esas adı. Maalesef, o ekranları kaplayan sözüm ona yarışma programlarının en kazığında en büyük parayı kaldırabilecek kadar saçma sapan bilgiyle doluyum ve artık bunları unutmak için özel çaba harcıyorum.

Çünkü zihnimize istiflediğimiz her nazarî "bilgi" işin aslına bakarsan, doğuştan getirdiğimiz ya da en azından sokakta çelik çomak (aaa o da ne) oynarken öğrendiğimiz sahici ve kadim bilginin ışıltısının önünü kapatan bir kara bulut. Oysa kültür dediğin, aslında çelik çomak.

Bir lâğım faresinin bilip de bizim unuttuğumuz o bilgi nedir acaba?

Kediler, köpeklerden farklı olarak, kakalarını gözlerden ırak bir yerde utana çekine yapar ve işi bittikten sonra mutlaka ama mutlaka üstünü toprakla ya da bulabildiği herhangi bir şeyle örter.

Ama daha önce, bana çok anlamlı gelen bir şey daha yapar; dışkısını birkaç saniyeliğine koklar ve dikkatle seyreder.

Bütün kediler sapık mı? Ya da psikiyatri mi palavra?

Bir insan bunu yapacak olursa, çağdaş psikiyatri onu "nekromanyak" diye damgalar. Çoğumuz, ense kökümüzdeki ana-baba nasihati, öğretmen zılgıtı, çavuş tokadı ve münevver hakareti korkusuyla, herhangi bir damgalanmaya maruz kalmamak için, dışkımıza bakmayız. Ama belki de gömmeden önce kakasını kısaca inceleyen kedinin vakıf olduğu o doğa vergisi haslet, bokundan tahlil yapabilme becerisidir, kim bilebilir? Belki safra kesesinin ya da karaciğerinin günlük işleyiş raporunu o minicik bilge yaratıklar oradan öğreniyor.

Siz gene de kabahatinize bakmayın şekerim. Ben de bakmıyorum. Ne de olsa, bu iş için üniversite bitirmiş maaşlı gaytaya bakıcılar, yani mikrobiyologlar var. Bastır parayı, koklasın analiz etsin senin kakanı senin yerine.

Ama ya, bütün mevzu bununla bitmiyor ki.

* * *

Köpekler neden havlar sabahlara kadar?

Niçin mutlaka tetikte olmamız gereken dahilî ve haricî bedhahlarımız bulunur hayatımızın her aşamasında?

Bir ömür kadar uzakta olan ihtiyarlık günlerimiz adına gençliğimizi diyet olarak ödeten mantık niçin sorgulanmaz? Kimdir çocukluk hayallerimizi bize yasaklayan? Kimdir çocuklarının üstünden ego yarıştıran?

Sınavlar, sınavlar, sınavlar. Kim garanti edebilir ÖSS'yi rekor puanla kazanan yavrunuzun bu pis yarışı okulun son yılında sidik kokan bir izbede "golden shot" yaparak protesto etmeyeceğini?

Anneler babalar, "sırtınıza yük olacak" ve büyük anne elinde büyüyecek olan çocukları neden dünyaya getiriyorsunuz?

Halıdaki maytları, hatta obüs topu mermilerini bile emebilen elektrikli eko-sistem vakumlu süpürgeler olmadan önce evlerimizi bock mu götürüyordu?

Bir 18 yaşındaki kızının sedef gibi ışıldayan tenine, bir evdeki köroğlunun pörsümeye yüz tutmuş etine ve bir de komodinin üstünde duran 20 yıl öncesine ait nişan fotografına bakan aile reisi -bilincini boş ver- bilinç altında ne arzular? Ne engeller evin herifini? Manzaranın bal gibi farkında olan anneler neden susar?

Polyanna öyküleriyle, "ilâhî adalet" masallarıyla, çikolata renkli şarkıcılarla, öcülerle, devlerle tıka basa doldurulan kulaklarımız hangi seslere karşı sağırlaştırılmıştır "kazaen"?

En çok kime, neye, neden kızarız? En çok yargıladığımız şeyler ve rüyalarımıza en çok giren şeyler nelerdir? Nerede kesişir suçluluk duygusu ile yargılamanın yolu?

En büyük endişesi nedir güçlü ve korkusuz olanın?

Esasında "korku" anlamına gelen, ama onun yerine kullanmayı yeğlediğimiz kaç tane kelime var gündelik söylemimizde?

Bir insan kesin olarak aslında ne zaman ölür?

* * *

Şu gürültü bir sussa da fısıltıyı işitebilsek.

Yorumlar

Tezek, bok, dışkı, fışkı, sıçmık, kazurat, halt gibi değer bilmez sıfatlarla nitelendirdiğimiz o mübarek maddenin meğer ne çok marifeti varmış:

"Anaerob çürütücüyle yemek pişirmekte, ısınmakta ya da aydınlatmada kullanılan biyogaz üretilebiliyor. Bir kişinin bir yıllık dışkısından 30 litre biyogaz elde edilebiliyor.

Japonya'da geliştirilen bir sistemde, ülkenin en büyük tuvalet sistemleri firması mucizevi bir motor üretti. İnsan dışkısıyla çalışan motor, tuvaletlerden kaynaklanan karbon salınımını azaltmak için geliştirildi. Motorun üstünde benzin deposu niyetine klozet yer alıyor. Burada biriken dışkı ulaşım ihtiyacınızı karşılıyor.

Ruanda'daki hapishanelerde mahkûmların dışkıları da enerji için kullanılmakta. Isıtma sistemleri kanalizasyona bağlanırken, mahkûmlara da ona göre protein ve karbonhidrat ağırlıklı yemekler yediriliyor."

Kötü kokunun gizlediği kıymetli bilgiler (Alpbuğra Bahadır Gültekin - Radikal)

Okudum, irşad oldum, bilgim görgüm arttı. Tüm ilk ve orta dereceli okullara tavsiye ederim.

Necasettin Sarı - 2 Nisan 2012 (20:01)

Okuduğum bir yazıya göre, dışkının sarı olması çok yağlı yemekten olurmuş. İdeal dışkının rengi kahverengi, şekli de sosis gibi olmalıymış. Olayın 1930'lu yıllarda geçtiğini göz önüne alırsak, demek ki rahmetlinin hali vakti yerindeymiş, tok ölmüş.

(Yazının kaynağı: Dışkınızı Ne Kadar İyi Tanıyorsunuz?)

Nurhayat - 7 Mayıs 2020 (18:10)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

85
Derkenar'da     Google'da   ARA