Patronsuz Medya

Maç kaç kaç hocam?

Necdet Şen - 17 Aralık 2013  


"Bindik bi alamete,
gedeyoz gıyamete…
Hemi de oyneyiveriyekten…"

Cem Karaca'nın bu ironik şarkısını niye hatırladım durduk yere?

Filler tepişirken biz kıymetsiz kalabalığın sotalanacak mutedil bir kuytuluk bulamayışına vahlandığımdan mı yoksa?

İşinde gücünde sıradan insanların akla hayale sığmaz kanıtlar (deniz gözlüğü, talcid, elinde taş izi, vs) ve komplo teorileriyle (telekinezi, otpor, zello) fantastik davalara dahil edilip hayatlarından bezdirildiği yalnız ve güzel ülkemde, kokusu ayyuka çıkmış yolsuzlukların üstüne gidilmesinin peşinen "komplo" diye etiketlenmesine mi sinirlendim şimdi akşam akşam?

Bak, şuraya yazıyorum. (Kaptan'ın seyir defteri; yıldız tarihiyle 17 Aralık 2013.) Bu sabah başlatılan -ve üç bakanın çocuklarını da kapsayan- yolsuzluk soruşturması, kestirme bir yargıyla, Cemaatspor'un kontr atağı diye damgalandı ki ben bundan o kadar emin değilim. Tamam, bir biçimde bu işte onların da dahli olabilir, hatta vardır, ama yine de benim ilk anda edindiğim izlenim, bunun daha "kurumsal" bir şey, bir tür Devlet müdahelesi olduğu yönünde.

Nitekim Cemaatspor'un önde gelen golcülerinden Hüseyin Gülerce de bu minvalde bir açıklama yaptı.

Velev ki takiyye yapılıyorsa bile, bunun gene de Cemaat'i aşan, daha yerleşik bir gücün işi olduğunu düşünüyorum.

Peki kim bu güç? Derin Devlet mi? ABD mi? Ordu mu? Faiz Lobisi mi? İstanbul sermayesi mi? Masonlar ya da Sabetaycılar mı? Bürokrasinin kilit noktalarından halen temizlenememiş "eski düzen" yanlısı emniyet ve yargı mensupları mı?

* * *

Bir ihtimal "rejimin sigortaları" denen zımbırtı devreye giriyor.

(Buna olumlu ya da olumsuz, hiç bir anlam yüklemiyorum. Bizim gibi karıncaların tepişen filler arasında taraf tutmasından daha ahmakça bir şey olamaz. Bu tür güç oyunlarının kazananı değişse de kaybedeni her zaman sokaktaki adam olur.)

Oyun planını ilke ve erdem üzerine değil de fırsatçılık ve omurgasızlık üzerine kurunca, dün pek makbul sayılıp yol arkadaşı ve paydaş olunan çevreler, bugün bir anda "şer güçleri" diye sıfat değiştirir. Dün hiç şikayetçi olunmayan belden aşağı yöntemler, ucu bu tarafa değer değmez "nifak" ve "fitne" olur.

Eh, hayat böyle bir şey işte, keser döner sap döner, fileler havalanır.

Gezi Parkı isyanının başladığı günden beri dilim döndüğünce "Usta"nın tuttuğu yolun yanlış bir yol olduğunu, ülkenin hayrına olmadığını, bu asabiyetin, kışkırtılan kamplaşmanın, bu galiz ve totaliter tutumun tatsız sonuçlarının olacağını, er geç üslup sahibinin şahsına duyulan nefretin birleştirdiği çok güçlü bir karşı dalga yaratacağını ve bunun baş sorumlusunun da bu tavrındaki inadıyla bizzat "Usta"nın kendisi olacağını söylüyorum.

İnsan ne kadar zeki ve kurnaz olursa olsun, eğer her yaptığını koşulsuz destekleyen bir güruhun ördüğü kozayla çevriliyse, bir noktadan sonra gerçeklik algısında çarpılmalar oluşuyor. Ne yazık ki "Usta", buradan bakınca böyle bir algı kaymasının içindeymiş gibi. Olguları ısrarla -belki de kasten- yanlış okuyor, her itirazı kıymetli varlığına yönelik şeytanca bir kalkışma olarak yorumluyor. Ağzını her açışında, çıkışmadan, efelenmeden, aşağılamadan duramıyor. Konuştukça batıyor, battıkça daha da uzun ve savruk konuşuyor, kırıp döküyor.

(Kapalı tribünlerden "ama bu sayede kendi taraftarının sorgusuz sualsiz desteğini sağlama alıyor" sesleri…)

Ama bak, gene de mızrak çuvala sığmıyor. Dış siyasette elini değdirdiği her şeyi açmaza dönüştüren sakarlık ve içeride gün be gün yükseltilen tansiyon, kralın çıplak olduğu gerçeğini örtemiyor.

Bu asabî retoriğin bir başka olası açıklamasını da bugün -asabiyetin kitabını yazmış olan- Devlet Bahçeli yapmış:

"Başbakan Erdoğan'ın "tehditlere boyun eğmeyeceğiz" diyerek hedef saptırma girişimi, "birilerinin topu tüfeği varsa bizim Allah'ımız var" ifadeleri suçüstü yakalanan ve üste çıkmaya gayret eden telâşlı bir zihniyetin çırpınışlarından başka bir şey değildir. Yolsuzlukları örtbas etmeye, milli irade dolandırıcılığıyla akılları karıştırmaya ve siyaset cambazlığıyla günahları örtmeye hiç kimse, hele ki Başbakan Erdoğan asla kalkışmamalıdır."

Bu seferki yolsuzluk soruşturması nerelere varır, ilk günden kestirmek zor tabii. Bir şekilde başlatıldığına ve adeta bir tür baskın disipliniyle, sezdirilmeden, mutlak gizlilikle bu aşamaya getirildiğine göre, alt yapısı oluşturulmuş ve yarım bırakılmayacakmış gibi görünüyor.

Az önce gözüme ilişen bir haberde söz konusu bakanlar için de fezleke hazırlandığını okudum. Eğer öylese, bu aslında Hükümet'in ciddi bir meşruiyet kriziyle yüz yüze bulunduğu anlamına geliyor. Üç dört bakanı yolsuzlukla suçlanan, belki de tutuklanacak olan bir kabine, hiç bir şey olmamış gibi gündelik rutinine devam edemez. Önünde somut koşulların dayattığı iki seçenek vardır artık:

Ya bu bakanlar hemen istifa edip, etmezlerse de azledilip, gerçeğin ortaya çıkması için haklarındaki soruşturmalara tam destek verilir, hukuki süreçle hiç bir biçimde zıtlaşılmaz -ki bu aslında hukuka ve meşruiyete vurgu yapan pozitif bir meydan okumadır.

(Daha önceki kapatma davaları, MİT müsteşarını sorguya çağırmalar falan daha belleklerden silinmediğine göre, hukuki prosedür bal gibi bir tuzak olarak da kullanılabiliyor. Bu da hükümeti doğal olarak defans pozisyonuna itip kendi yarı sahasına hapsediyor.)

Ya da "bu bize yönelik bir komplo, sizin hukukunuzu tanımıyoruz" gibi bir şeyler denir ve ayak diretilir -ki bu da meşruiyetin salt filli duruma indirgendiği, fırsatçı, çatışmacı, kargaşaya çanak tutan, negatif bir meydan okumadır.

(Nitekim Başbakan sıcağı sıcağına bu yönde topa girip, kendisine ve hükümete yönelik uluslar arası bir komplo olduğunu, geri adım atmayacaklarını açıkladı. Basite indirgersek, bu "madem ki birileri bizi istemiyor, o halde biz de kendimizle ilgili yolsuzluk iddialarını soruştur/t/mayız" demek oluyor.)

Ne var ki, bu gibi "yedirtmeyiz" türünden lâkırdılar artık baydı, inandırıcı olamıyor. En azından, "Usta", neden bütün dünyayı kendisine düşman ettiğiyle ilgili makul bir açıklama yapmadığı müddetçe.

* * *

Şu soruların da -çarpıtmadan, tribünlere şov yapmadan, akla ve sağduyuya hitap ederek- cevaplanması gerekir:

Hukuki süreçler kime yönelik olduğuna bağlı olarak tartışmaya açılabiliyor ve bazıları mesnetsiz ve geçersiz ilan edilip reddedilebiliyorsa, o zaman KCK, Ergenekon, Balyoz, vd yargılamalarının da komplo olmadığını nereden bilelim?

Yargı kurumu, kanunları Hükümet'e yontmakla yükümlü bir tür hizmet sektörü, taşeron bir firma mıdır? İhale verir gibi dava ve karar ısmarlayıp, yargının şu kararına arka, bu kararına karşı çıkılabilir mi?

Daha soruşturmanın başlangıcında, bir Başbakan kendi devletinin mahkemelerinin ve polis teşkilatının "dış güçlerden aldığı ihaleyi yürüten bir tür şer odağı" olduğunu ima eden sözler söyleyebiliyorsa, bulunduğumuz bu noktayı nasıl yorumlayacağız? Altı ay önce "destan yazan" ekip şimdi nerede? Emekli mi edildiler? Yoksa bunlar zaten onlar mı? Peki şimdi neyin destanını yazıyorlar? Biz gerzek miyiz? Ya AK Parti'ye oy verenler? Hepsi budala mı?

* * *

Türkiye'nin bu aralar gayet tatsız bir süreçten geçtiğini düşünüp üzülüyorum. Gündem vıcık vıcık. Neresini sıksan ifrazat akıyor. Tam "demokratikleşiyoruz" diye sevinirken, bir baktık ki eskisinden de beter bir müstebit tavır gelip tepemize yerleşmiş.

Düzen, üç dakikada bir refresh yapan haber siteleri gibi, durup durup aslına rücu ediyor. Genetik kodu böyle herhalde, değişmemekte inat ediyor.

Ve "adalet" vaadiyle demokrat kamuoyunun desteğini alıp alayını ters köşeye yatıran, hem de ayak oyunu ve kurgu kokan dava dosyalarıyla rakiplerini saf dışı bırakıp gücünü pekiştiren iktidar, şimdi aynı şeyin kendisine yapıldığını öne sürerek zaman ve zemin kazanmaya çalışıyor.

Komploculardan hangisine omuz versek acaba?

* * *

Gene de iyimser olmak, bu patırtıdan da bir iyilik çıkabileceğine, demokrasinin temel değerlerinin ve ilkeli duruşun kıymetini bu vesileyle hatırlayacağımıza, gırtlaklaşma ve post kavgası dışında da seçeneklerimiz bulunduğunu göreceğimize, alaca karanlıktan yek diğerimizle akıl dairesinde konuşup uzlaşarak çıkacağımıza inanmak istiyorum.

En azından, vaktiyle bir yerlere not ettiğimiz "kuvvetler ayrılığı" diye bir ilke olduğunu, bütün iktidarın tek bir kişinin veya zümrenin tekelinde toplandığı rejimlere kolay kolay demokrasi denilemeyeceğini, bu acaip duruma yol açan alt yapının, ama öncelikle partiler kanunundaki genel başkanları tiranlaştıran maddelerin, acilen gözden geçirilmesi gerektiğini idrak ederiz diye umuyorum.

Çocuğun adını koyalım; bu kadar kötüsüne layık değiliz. Yeşil sahalarda daha temiz bir futbol seyretmek istiyoruz.

Yorumlar

Yazıda bir cümlenin başı: "Tam "demokratikleşiyoruz" diye sevinirken…"

Burada "demokratikleşiyoruz"un tırnak içinde yazılmış olması çok önemli ve dikkatimi çekti doğrusu. Daha önce demokratlarımız iktidara destek verirken bu işaretler akıllarının bir köşesinde var mıydı, yoksa hiç olmadı mı, bunu düşündüm…

Hülya Taşkın - 18 Aralık 2013 (09:31)

Daha önce de birçok kez yazdığım şeyleri tekrar tekrar yazıp kafa şişirmek istemem. Ama meselâ Halil Berktay'ın 2 gün önce yazdığı yazı (Atatürkçülüğün sanal âlemi: "Zalim AKP diktatörlüğü") anlamaya çalıştığımız konuyla ilgili ufuk açıcı olabilir.

Necdet Şen - 18 Aralık 2013 (12:45)

Evet, "demokrat" ların düşünce yapısı, tutumu, neye hizmet ettikleri konusunda yerinde bir örnekleme oldu bu yazı. Çok teşekkürler.

Hülya Taşkın - 18 Aralık 2013 (16:55)

"Kim okurdu kim yazardı
bu düğümü kim çözerdi
koyun kurt ile gezerdi
fikir başka başka olmasa."
(okuma yazma bilmez köylü veysel)

"Benim gibi düşünmeyen satılmıştır."
(üniversite mezunu kentli hülya)

Ne demiştik? Hayat çoook garip!

Déja Vu - 19 Aralık 2013 (10:18)

Salı günü akşamı televizyonda haberleri seyrederken, yaşananları duyunca kendi kendime yüksek sesle "bir yaşıma daha girdim" demişim.

Sevgili eşim çok "cool" bir şekilde "e hayatım, tabii bu gün doğum günün ya!" dedi, pastadan bir lokmayı ağzına atarken.

Karımın dediği gibi biyolojik / kronolojik olarak mı yaş aldım, yoksa yaşananlar karşısında siyaset kadrosunun tepkilerinden dolayı mı öyle hissediyorum, doğrusu hâlâ tam karar verebilmiş değilim.

Kendi kendime açmazlar içerisindeyim.

Saftirik bir yanım "Kardeşim, burası demokratik bir ülke; her demokratik ülkede olduğu gibi yargı da özerk bir erk. Dolayısı ile ortada sorun yok. Yargı görevini yapıyor. Yok öyle 'bana neden haber vermediniz' filân diye atarlanma. İçişleri Bakanı ya da hükümet savcının amiri değil ki, bilgi versin izin alsın. İşler doğal bir şekilde olması gerektiği gibi yürüyor. Doğal olmayan hâlâ istifa eden kimsenin olmaması" diyor.

(1000 karakterlik sınırım dolunca da devamı az sonra oluyor…)

Öte yandan işgal altındaki beyin bölgelerimden gelen mesaj başka terane çalıyor: "Şaşkın, sen hâlâ uyu bakalım. Sivil darbe oğlum bu. Bak işte yargı ve polis, iktidara 'güç sende değil' mesajı veriyor. Tam ülke kalkınmış, ekonomi rayına girmişken, al işte borsa düştü, döviz yükseldi. FED de yapacağını yaptı. Sen uyu daha…"

O mu haklı, bu mu derken, bir de Necdet Şen "Hukuki süreçler kime yönelik olduğuna bağlı olarak tartışmaya açılabiliyor ve bazıları mesnetsiz ve geçersiz ilân edilip reddedilebiliyorsa, o zaman KCK, Ergenekon, Balyoz, vd yargılamalarının da komplo olmadığını nereden bilelim?" demez mi?

Bu Masum Seyirci ne yapsın arkadaş?

Çocukken okulda yanlışlıkla bir cam kırdım. Kimse görmedi diye de eve gidip anlattımdı. Kulağımı çeke çeke okula götürmüştü babam "senin kırdığın camın parasını başkası mı ödeyecek, utanmaz?" diye. Yerin dibine girmiştim, önceden gidip de söylemedim diye. Camın parasını da harçlığımdan kesmişti rahmetli.

Biz paralel evrende mi yaşıyorduk, ne?

Masum Seyirci - 19 Aralık 2013 (13:54)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

87
Derkenar'da     Google'da   ARA