Patronsuz Medya

Zinde Kuvvet

Necdet Şen - 20 Şubat 2011  


Boş gezenin boş kalfası mı sandın be hey gafil? Tabii ki onun da bir işi gücü var.

Belki bir şirkette ara elaman, belki yönetici, belki banka çalışanı, belki ev kadını, belki emekli öğretmen, belki bir haber sitesinin editörü, belki devlet memuru, belki muvazzaf, belki sivil.

Senin benim gibi biri, bir mesleği var, çalışıyor, ekmeğini kazanıyor.

Ama bir de gönüllü olarak üstlendiği soylu bir ödevi var onun.

Yüce bir davanın neferi.

Her gün, kendi ilgi ve sorumluluk alanına giren web sitelerini dolanıp, yeni girilen haberleri ve yorumları tetkik ediyor, gerekli gördüklerinin altına vatansever hamiyetperver yorumlar yazıyor.

Cumhuriyetin değerlerine ve kazanımlarına kendini adamış biri o. Demokrasi kisvesiyle ortalıkta gezinen ve vatanın bağrına hançerini dayamış olan hıyanete karşı göğsünü siper etmekte kararlı, çelikleşmiş bir savaşçı.

Kütüphanesi komplo edebiyatının seçkin eserleriyle dolu. Liboşları, yobazları, sorospu çocuklarını, sabetaycıları, satanistleri, bölücüleri, goşistleri, faşistleri, aymazları, buştları, yavşakları, dötoşları ve diğer tüm dahilî bedhahları bakar bakmaz tanıyor. Ona kül yutturmak imkânsız. Her türlü kahpeliğe karşı tam teçhizat donanımlı.

O bilinçli bir vatandaş. Hem de çağdaş. Muhtaç olduğu kudret, damarlarındaki asil kanda mevcut.

Atatürk'ün Bursa Nutku ve Gençliğe Hitabesi, çerçeveletilmiş, duvarında asılı. Sık sık bakıyor, iman dolu göğsü gibi serhaddi olduğunu fark ediyor her seferinde. Satılmışlığın girdiği tüm kisveleri ezber etmiş, ihanetin şifrelerini çözmüş, faka basmıyor.

Hele yandaş medyanın yalanlarına asla kanmıyor. Çünkü zaten okumuyor. Sadece vatanperver gazeteleri ve onların namuslu yazarlarını okumak yetiyor ona.

Kafası net. Meseleyi çözmüş. Daha fazlasını öğrenmeye ve namussuzlarla alçaklarla fikir teatisine girmeye hiç niyeti yok. Bu halkın kaz olduğunu, kendi başına bırakılırsa ya takunyalıya ya futbolcuya yar olacağını biliyor.

Bir tek o aymış bu gerçeğe. Okuduğu gazete bir o okusun diye tek nüsha basılıyor çünkü. O zaman haliyle, bir tek kendisinin farkına vardığı bu korkunç hıyaneti, cehaletin kör karanlığında yolunu şaşırmış o ahmak kalabalığa tebliğ etmek de onun boynunun borcu.

"Uyan ey Türk istikbalinin evlâdı! Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini! Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini!"

Olmaz olur mu? O var. Hazır, bindirilmiş, teyakkuzda. Tüm dava arkadaşları, omuzdaşları Silivri'ye, Malta adasına, Yedikule zindanlarına kapatılsa, er meydanında tek başına kalsa, gene de kanının son damlasına kadar Cumhuriyetin değerlerini savunmaya yeminli.

Bu millet nice hasantahsinler banuavarlar bekircoşkunlar çıkarmıştır, bundan sonra da çıkarmaya devam edecektir. Kendisi, işte bu asalet zincirinin mütevazı bir halkasıdır.

* * *

Eh, o zaman, menkıbenin burasında, web sitesi yayıncılığıyla ilgili "teknik" bir meseleye değinmek zorunluluğu iktiza ediyor.

Derkenar'daki (ve internetteki) sınırlı deneyimime binaen belirtirim ki, yazıların veya haberlerin altına yorum yazan insanlar arasındaki en nadide örneği teşkil eden bu aşkın şahsiyetin üzerinde dikkatle ve ehemmiyetle durulması gerekmektedir.

Bu halk kahramanı, web sitelerindeki yorum yazılan bölümleri bir tür düşük yoğunluklu savaş alanı olarak görüyor. Kafasındaki soruları tartışmaya açmak için yazmıyor görüşlerini. Tartışmanın ilerleyen safhalarında belki kendi zihniyetinde bir değişiklik olması ihtimaline de açık değil haliyle.

Tam tersine, alacağı cevap ne olursa olsun etkilenmemeyi, farklı görüşleri sorgulamaksızın reddetmeyi, asla ikna olmamayı, üstün bir vasıf olarak algılıyor. Kendisini bir davanın neferi gibi görerek ve düşman topraklarında bulunduğunu var sayarak yazıyor yorumunu. Bir anlamda matbu bildiriler saçıyor gökyüzünden. Mevzilerde göğüs göğüse süngü savaşı veriyor. Burçlara bayrak dikiyor.

Dolayısıyla da her türlü karşı önerme "kara propaganda" olarak yankısını buluyor onun zihniyet dünyasında. En temel meselesini, yalanlara kanmamak ve üstlendiği görevi (cephe gerisinde vur kaç yapma, savaşın yönünü saptırıp, hasmı batağa saplama) ifa edip sütre gerisine dönmek olarak görüyor.

Bu yiğit dava neferinin kod adı bazen "Kılınç", bazen "Ernesto", bazen "Muar", bazen "Kızıl Maske", bazen "Bir Dost" olabiliyor. Bunların hepsi onun için araziye uygun kamuflaj giysileri; birini çıkarıp diğerini giyiyor.

Giriştiği asimetrik muharebe taktiklerinde kısmi bir başarı da sağlıyor zaman zaman. Ortaya attığı tezlerin bariz saçmalığı karşısında faka basan birileri bu kişiye uzun uzun cevaplar döşeniyor, akıldan mantıktan vicdandan dem vuruyor, ikna edebileceği umuduyla şansını tekrar tekrar deniyor ve onun çelikleşmiş inadı karşısında daha da gaza gelip daha da ayrıntıya inerek bir kez daha, yeni baştan, tek tek cevap veriyor.

Kahramanımız oyuna dahil olduktan sonra, tartışmanın seyri sadece onun attığı pusuların cıvarında dönenip duruyor.

Ki, harekâtın hedefi de bu zaten; patırtıya, sise, toza boğarak ortamı istikrarsızlaştırmak, "düşmana" fikirleri karşılaştırabileceği, asgarî müştereklerde buluşabileceği, ortak tezler ekseninde örgütlenebileceği denetimsiz başıbozuk alanlar bırakmamak.

* * *

Bendeniz, başıbozuklukta güzellik bulan birisi olarak, bu tarz nokta operasyonları karşısında takınılacak en aklı başında tavrın, bu kahraman çavuşların "çatışmayı" kendi fasit dairelerine hapsetme girişimlerine karşı kayıtsız kalmak, esas konu neyse ondan sapmamak olduğunu düşünüyorum. Eğer klişelerin dışında, nispeten ucu açık, ezber bozan bir şeyler söyleyebilmek ve işitebilmek istiyorsak tabii.

Hatırlatmak isterim; Derkenar, reklam geliriyle nemalanan ticarî bir mecra değil. İçerik anlamında, niceliğe değil niteliğe değer veriyor. Bu yüzden de sayfalarımızı günde kaç kişinin tıkladığı ya da kaç kişinin umduğunu bulamayıp küsüp gittiği bizim açımızdan çok derin anlamlar taşımıyor.

Klonlanmış, militanlaşmış, zorbalaşmış kafaların kilidinin çözülebileceği bir tamirhane var mıdır bilemiyorum, ama varsa da orası burası değildir her halde.

Yorumlar

Bu ekibin zindeliğine ben de hayranım. Her söylenene bir bahane uydurmalarına ve her daim içlerinde korkuyu taze tutmalarına ise şaşkınlıkla bakıyorum. Klişelerine, kullandıkları dilin pervasızlığına ve tartışmaya girdiğinizde sizi de çok aşağıya çekmelerine ise ibret ile yaklaşıyorum. Görünmez bir kast sisteminin efendileri gibiler. Ya da gerçekten öyleydiler de ellerinden güç gittiğini görmek istemiyorlar. Halen efendi dilini kullanıyorlar. Paraları ve imkânları azaldıkça agresifleşiyorlar.

Bir yandan da korolarının sesi zayıflıyor. Bu günleri gördüğüme memnunum.

Ahmet Faruk Yağcı - 20 Şubat 2011 (21:59)

Sevan Nişanyan, "Yanlış Cumhuriyet" adlı kitabında "bunların Ata'sı da küfürbazdı" diyerek, bence gayet isabetli bir teşhis yapıyor, kurulu düzen muhibbi ilericilerin bu hükmedici-buyurgan diline dair.

Halka devrim çağrısı yaparken bile "düş lan peşime zibidi" diyen ve ilk raundda nakavt olunca da peşine düşmeyen zibidiye düşman olan devrimcilerin ülkesi burası.

İnsanlar da diğer memeliler gibi, "kopyala-yapıştır" yöntemiyle öğrenir, ezber tazeler, öğrendiklerini içselleştirir. Bir flamingonun günlük diyetini ağırlıklı olarak karides oluşturuyorsa tüylerinin rengi de kendiliğinden pembemsi bir renk alacaktır. Keza bir insanın da zihinsel beslenme kaynakları günde üç öğün Melih Aşık, Yılmaz Özdil, Murat Bardakçı -ve benzerleri- ise, ister istemez, onlardan ödünç aldığı hakaretamiz dili bu tür açık alanlara ifraz edecektir.

Hep söylüyorum, kudret ile erdem arasında, işletim sistemlerinden kaynaklanan bir "incompability" (uyumsuzluk) hali vardır ve bu iki algı dünyası -birbirleriyle- ne kadar yazışırsa yazışsın, aralarında bir veri akışı olamayacaktır.

Benim bildiğim, "New York'ta Beş Minare" bir film adıdır. Ama bir insan hem New York'ta yaşıyor hem de bize buradaki minare gürültüsü üzerine iddialı ahkâmlar kesiyorsa, bunun encamı "fikir tartışması" değil, olsa olsa kara mizahtır.

Durmuş Düşünür - 22 Şubat 2011 (02:43)

Sayın Necdet Şen, sizi 1990'lardan beri tanırım (yanlış anlamayın, yolda görsem tanımam, yazdıklarınızdan ve çizdiklerinizden tanırım).

Aileden uzak, öğrenciyken arkadaşlardan birinin önerisiyle eve günlük Cumhuriyet gazetesi girmeye başladı (ee solcuğumuzdan dolayı). Artık solculuğumuz resmileşmişti. Doğrusunu söylemek gerekirse yazarları göz ucu ile takip ederdim. Herhangi bir konu hakkında yazan konuk yazarlar favorimdi. Ama asıl favorim sendin. Çizgi kahramanın, Hızlı Gazeteci'nin o az da olsa konuşmalarını keyifle okurdum. Hep merak ederdim bu yazıların sahibini.

Sonra okul bitti, hiç unutmam askerliğin ilk günlerinde büfedeki tek Cumhuriyet gazetesini aldığımda subaylardan birisinin onu elimde görmesiyle ismimi sormasını ve not almasını (ordunun halk arasında güvenilir olarak tescillendiği anketler zamanıydı). Anladım ki ordu da hikâye, Cumhuriyet gazetesi de.

Sonra kayboldun, zaten Cumhuriyet'te yazmıyordun. Sonra Hürriyet'te karşılaştım seninle. Değişim Rüzgârı'yla besleniyordum. Senin yükselttiğin çıta benim de yaşamımda yükseliyordu.

Sonra yine kayboldun. Arıyordum seni. Kitapçılarda "Nereye"yi buldum. Nasıl sevindiğimi anlatamam. Hızlı Gazeteci'nin kitapları çıktı sonra. Okuduğum halde hepsini aldım. Sonra web sayfana ulaştım 2000 li yıllarda (tarihleri net hatırlamayabilirim kusura bakmayın). Ali Türkan'ı tanıdım sayenizde, devam ettim keyif almaya.

Ama zamanla çizginiz faklılaşmaya başladı. Olsun dedim. Star'a geçtiniz, devam ettim takibe.

Star'dan ayrılmanıza ya da gönderilmenize hiç şaşırmadım. Buradan devam ettim sizi takibe. Fakat farklılık arttı. Farklılık arttığı için başka farklılıklara tahammül edemeyen birisi olmaya başladı Necdet Şen. Ve her zayıf insan gibi Biat etmeye başladı. İslâm dininin en güçlü ve yıkıcı silâhı olan Biat kültürüne Necdet Şen de meyil vermeye başlamıştı. Ahmet Faruk Yağcı ne dese onun ateşli bir savunucusu olmuştu. Ona eleştirilere bile tahammül edemiyordu. Ermişti artık.

En son Bahadır Baruter'e yazılmış bir yorumumun yayınlanmasına bile meyil vermedi, kaldı ki yazdığım eleştiriden daha hafif bir yazıydı. Hatta daha da işi ileri götürdünüz, bir yazı döşeyip Ernesto isminin geçtiği, birtakım şeylerle suçladınız.

Şunu söylemek isterim size, yukarıdaki yazıda söylediğiniz, suçladığınız gibi birisi değilim. Bunu yazmak sizin talihsizliğiniz, haksılık yaptınız. Yazma sebebim eski bir dostu uyarmak, yaptığı haksızlığı söylemek. İster fark eder ister etmezsiniz size kalmış. Elbette darıldım size, ama koşullarımız eşit değil. Sizle nasıl yarışırım. Üstelik ne kadar polemik ustası olduğunuzu ve sizin de söylediğiniz gibi bazen ne kadar saldırgan olduğunuzu biliyorum.

Ama sizi o kadar iyi tanıyorum ki, yaptığınız bu fevrî çıkışların da ileride sizi ne kadar rahatsız edeceğini de biliyorum.

Sağlıcakla kalın, hatta size hayırlı günler. Bol ekşınlı, fikirlerinizin üstüne fikir zikredilmediği mutlu günler dilerim.

Kulunuz:

Ernesto - 23 Şubat 2011 (13:46)

Necdet Şen'i ben de sokakta görsem tanımam. Aynı sokaklarda dolanır mıyız, bunu da bilemem.

Diğer yandan, onu hem "sokakta görse tanımayacak" kadar meraksız, ama aynı zamanda 20 yıl boyunca yazdığı çizdiği her yerde izleyecek, tüm kitaplarını alıp okuyacak kadar tutkun ve onun 20 yıldır zaten bunları söylediğini anlayamayacak kadar küt akıllı insanlara da ne yapsam akıl sır erdiremem.

"Lafının üstüne lâf söyletmeyen", "agresif" hem de "zayıf kişilikli" Necdet Şen, kendisine desteksiz hakaret eden yorumları bile siteye koyuyor. Dünyaya ego penceresinden bakan bazıları da onu buna rağmen "lafımın üstüne lâf istemem" diyen biri olarak görüyor.

Ne zaman?

Necdet Şen onları da eleştirdiği zaman.

Gel de şimdi bir kez daha şaşırıp kalma. Güzel kardeşim, madem bu web sitesi biat kültürüne teslim olmuş zayıf ve dönek bir adam tarafından yapılıyor, o zaman ne diye hâlâ buralarda gezinip duruyorsun? Gidip Ekşi Sözlük'te, Twitter'da, Facebook'ta dolansana. Oralar özgürlük timsali yerler. Yorumu yazıyorsun, tak, anında yayına giriyor. Üstelik bozuk imlâna, mantığındaki zavallığa karışan, uyaran, eleştiren de yok.

Pardon Necdet Bey, siz zayıf kişilikli ve agresif bir insan olduğunuz için muhtemelen bir köşeye pısmış, nedamet içinde kıvranıyor, "ne yapsam" diye şeyhinize akıl danışıyorsunuzdur. İçim sızladı, sizin yerinize konuşasım geldi.

Durmuş Düşünür - 28 Şubat 2011 (14:46)

Bu makulenin en mümeyyiz vasıflarından biri de mazlum dili ve edebiyatı konusundaki uzmanlıkları ve bu yolla "sükse" yapma çabalarıdır.

Dünya, muhalifleri için cennet kendileri için ise bir kazan dairesidir. Başkaları pembe panjurlu, beyaz boyalı, mor salkımlı evlerde boy boy çocukları ile birlikte mesut ve bahtiyar bir hayat yaşarken onların ömrü sürgünlerde geçmiş, mahpus damlarında çürümüştür.

Şöyle doğru-dürüst bir cevap yazma hakları bile yoktur. Herkes düşüncesini göğsünü gere gere beyan ederken onların fikirlerini şöyle "derli-toplu" ifade edebilecekleri bir bölümleri bile yoktur. "Bir bölüm de ben isterim" derler de dinleyen/kaale alan/cevap veren birilerini bulamazlar.

Koşulları, imkân ve olanakları hiç bir devirde başkalarınınkine eşit olmamıştır. Yarışmaya hep bir adım geriden üstelik yanlış atlarla başladıklarından galip gelmeleri de ihtimal dahilinde değildir.

Bütün güç dengeleri hep başkalarından yanadır. İktidar, para, din, siyaset, bürokrasi, sivil polis "hatta ve hatta asker bile" başkalarının elindedir. Düşünün ki Tanrı bile onların tanrısı değildir.

İhtimal, bu yüzden bu zinde kuvvet hep kendini saklama yolunu seçer. Güç sahipleri tarafından tespit edilip derdest edilecekleri için gerçek kimlikleriyle fikirlerini savunmalarını beklemek büyük haksızlık olur.

Enver Turan - 28 Şubat 2011 (18:35)

Sevmeyin Ya Hu!

Necdet Şen bu ülkede dik duran nadir insanlardandır.

Başından itibaren yazıp-çizdiği şeyler, nerede yazıyor olursa olsun tutarsızlık içermez.

Tüm yaklaşımlarında hakkaniyet, gerçeğe saygı, sivri dil ve hakikat aşkına bir tutum gözetir. Öyleydi, hâlâ daha öyledir. Buna zaman zaman çok naifleşen merhamet duygusunu da eklemeliyim tabii.

Onu yıllar sonra Star'da gördüğümde çok sevinmiştim ama bir anlığına bile olsa değişeceğini filân düşünmedim. O zaten değişikti ve bu onun mümeyyiz vasfıydı. Sadece kalıplarla düşünme yolunda mesafe alanlar, onun bir mevkutede başka, diğer mevkutede başka bir yaklaşımla yazacağını ya da yazdığını iddia edebilir. Yok öyle şey. Bacı'yı eleştirirken de Hindistan'ın bir kasabasındaki bir çaycıya veya binaya bakarken de kendinden yola çıkan, yalın ve eşsiz gözlemler yapar, düşündüklerinin zerresini bile asla saklamaz, bu anlamda tecimsel kaygıları gerçekten sıfır biri olduğunu sanıyorum.

Bu noktaya da kolay gelmemiştir. Binlerce ters veya küfreden yorumların içinden kendi yolunu kalemiyle, kafasıyla aça aça gelmiştir. Geriye dönmeyeceği aşikâr bir açık deniz adamıdır. Adamımdır. Sırf Cem Karaca ve Ali Türkan'ın ardından yazdığı yazılar onu sevmem için yeterlidir. Kaldı ki sayın Şen'in bu sitede ve başka mecralarda yayınladığı her şey, onun savunduğu çizginin değerini her okuyuşta tazeleyen örnekleri mebzul miktarda içermektedir.

Sevmeyen sevmez efendim, peki ama bundan bize ne gerçekten.

Zippo - 2 Mart 2011 (01:35)

Derkenar mutfağının aşçı yamakları olarak teknik bir ayrıntıya açıklık getirmek isteriz.

Derkenar'ın birkaç gönüllü editörü var. Biri (en kıdemlisi) tahmin edileceği gibi, Necdettin Efendi Hazretleri olup, bu şahıs, kendisiyle ilgili övgüde abartıya kaçan yazı ve yorumları yayınla/ma/maktadır.

Böyle durumlarda, bazen ısrar ederek, bazen de ona sormadan yayınlayarak, bu tür yorum ve yazıların yayına girmesi yönünde inisiyatif kullanıyoruz. Yukarıdaki "Zippo" imzalı yorum da böyle bir inisiyatif kullanma sonucunda (Necdettin Efendi'nin arzusu hilâfına) yayına girebilmiştir.

Co-Büdütör - 2 Mart 2011 (14:29)

-
diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

89
Derkenar'da     Google'da   ARA