Akşam yemeğini yer yemez bir dakika bile oyalanmadan evden tüyerdi babam. Bizi beklettiği olurdu ama Birtat Çay Salonu'ndaki "hoşgil" arkadaşlarını asla bekletmezdi.
Hoşgil dediğim, bir iskambil oyunu. Nasıl oynanır bilmem. Babam bilirdi.
Bazen bir nedenle, diyelim gece oturmasına beklenmedik bir misafir gelirse, o zaman annemin buyruğuyla babamı eve çağırmaya giderdim.
Birtat Çay Salonu, Selimağa çeşmesinin oralarda, bir çeşit memur lokaliydi. Kapısından girdiğim anda macun kıvamında yoğun mu yoğun bir dumanın içinde bulurdum kendimi. "Hani kurşun sıksan geçmez geceden" der ya şair, onun gibi.
Gözlerimden boşanan yaşları kazağımın koluyla silerek o kesif dumanın arasında dolanır, masalardaki adamlara tek tek bakarak, hilâfsız hepsi kâğıt oynayan, desteden seçtikleri bir kâğıdı dan dun diye yeşil çuhaya çakan, her iki elleri de iskambil kartlarıyla dolu olduğu için ağızlarının bir kenarına kıstırdıkları ucuz sigaralarını fırt fırt çeken ve gözlerine kaçan dumandan dolayı o tarafta kalan gözleri kısık bu bir örnek erkek kalabalığının arasından babamı ayırt etmeye çalışırdım.
Erkek ve sigara, bir elmanın iki yarısı demekti. Gerçi kadınlar da içerdi. Ama sadece kabul günlerinde ve sadece ikram edilen likörün yanında süs niyetine. Belki birkaç dakikalığına da olsa, Prenses Süreyya'ya ya da Ava Gardner'e benzemek için.
Douglas bıyıklı babalar. Saçları permalı anneler. Ve tüm kapalı mekânlarda dumanaltı ola ola büyüyen biz, memur esnaf işçi çocukları, bir gün gelip de sigaranın kanun zoruyla hayatımızdan def edileceğinin hayalini bile kuramazdık.
"İçme şu mereti!"
Günde iki paket sigara içerdi ve bıkmak usanmak bilmeden aynı nasihati çekerdi babam.
"Bu zıkkıma ben alıştım, sakın haa sen başlama! Bak, içersen hakkımı helâl etmem bilesin! Kırarım kemiklerini!"
Beş kardeşin en küçüğüydüm. Benden öncekilere de tek tek aynı talkını vermiş ve başarısız olmuştu. Hepsi de helâlarda balkonlarda orda burda gizli gizli sigara tüttürüyordu. Onlara söz geçiremediğini biliyor, son kez bende deniyordu şansını.
Farkındaydı tabii ki, bizzat kendisi fosur fosur sigara içen bir rol modeli oldukça, evlâtlarının da kaçınılmaz olarak onun izinden gideceğini. Ama elinden anca o kadarı geliyordu. Nasihat çekmek sigarayı bırakmaktan daha kolaydı.
Biraz çok bilmiş bir çocuktum herhalde, "sana rağmen başlamıycam bu zıkkıma" derdim, çok kızardı babam.
Ve başlamadım da hakikaten. Hiç bir zaman ne cebime ne çorabıma ne çantama sigara paketi girmedi. Uzatılan her sigarayı aynı kararlı uysallıkla geri çevirdim.
Derken, delikanlı oldum. Çenemin ucunda sonradan sakala dönüşecek tek tük tüyler belirmeye başladı. Hemen hemen bütün arkadaşlarım fosur fosur sigara içiyordu. Kimisi Clint Eastwood, kimisi Yılmaz Güney. Ama istisnasız hepsi pek bir bıçkın. Sadece içmekle kalsalar gene iyi; bir de suratıma üflemiyorlar mıydı dumanını, sonra da gülmüyorlar mıydı gevrek gevrek, işte ona kıl oluyordum.
Galiba erkek olmak için daha kırk fırın ekmek yemesi gereken tatsız tuzsuz bir kitap kurduydum sigara içerek sosyalleşen arkadaşlarımın nazarında.
Eh, sosyalleşmeyi başaramayınca yalnızlığı meslek edindim ben de. İçi karikatürlerle dolu bir dosyayı koltuğumun altına sıkıştırıp Babıalî yokuşunu inip çıkmaya başladım. "Biraz da oralarda dumanaltı olayım bari" demiş, tebdil-i mekân eylemiştim.
Çalıştığım bütün gazete ve dergilerde, bindiğim bütün otobüs, dolmuş, tren, vapur ve gittiğim bütün sinema, tiyatro, sergi, berber, köfteci, müze, bakkal, çakkal, karakol, hastane, pastane, postane, telefon kulübesi, umumî helâ ve aklıma gelen gelmeyen her yerde hep aynı berbat dumanı soluyarak geçti o güzelim yıllarım. Bazen gözyaşı oldu, bazen içli bir nefes darlığı.
İşe gidiyordum sigara dumanı, eve geliyordum sigara dumanı, temiz hava nasıl bir şey, onu bile unuttum zamanla.
Kime anlatacaktım derdini herkesin sigara içtiği ve içmeyenin çıtkırıldım bir yaratık olarak algılandığı bir dünyada? Pasif içicinin ciğeri, paket taşıyanın kül tablası. Havadaki kükürt ve zifir fazlasını emip yok eden bir nevî doğal filtre idik biz. Birimiz hepimiz, hepimiz tiryaki içindik ve bunda hiç bir tuhaflık yoktu.
Öyle çözümsüz bir sorundu ki bu, kimseye anlatamıyordum derdimi. Bırak hiç içmemeyi, biraz daha az içmesini ya da en azından şu pencereyi azıcık aralamama izin vermesini rica etsem, bozuluyordu tiryaki. Öfkesini yatıştırmak için de biri sönmeden diğerini yakıyordu iki sigaranın ucunu birbirine değdirerek.
Hele babam, bu konuyu bir izzeti nefis meselesine çevirmişti. Emekliydi artık. Gündüzleri kahvede, geceleri tepemizde. Hep beraber yaşadığımız o kümes kadar evin minicik salonunda havaya mıh gibi çakılı kurşunî bir dumanın içinde mahpustuk. Hadi bir fırt soluk al alabilirsen. Babam hepimize metazori Yenice sigarası içiriyordu.
Sonunda gözümü kararttım ve gittim bir aspiratör aldım nalburdan. Şöyle abajur gibi, ucundan ip sallanan bir şey, ipi çekince çalışıyor, tekrar çekince duruyor. Camcıyı çağırdım ve salonun penceresine taktırdım. Babam sigarasını yaktığında ben de gidip aspiratörün ipini çekiyordum.
Kızıyordu ve söyleniyordu her seferinde:
"Doldurdun gene zehiri içeriye!"
"Zehir" dediği şey, dışarıdan odaya giren temiz hava.
Temiz hava dediğim de ne kadar temizse artık. Zaman, kalitesiz ithal kömür zamanı. Buralar hep dutluk, trilyonlarca karbon zerreciği havada asılı. Yılın birkaç haftası kırmızı alarm verilen ve "aman hastalar ve ihtiyarlar sokağa çıkmasın" denen zamanlar. Sokağa çıksan ayrı eziyet, eve gelsen ayrı, işe gitsen hepsinden beter.
Peki biz nerede yaşayacağız, hangi havayı soluyacağız, bunun cevabı yok. Ekmeğimi kazanmam lâzım, ama çalıştığım gazete ve dergilerde ben hariç herkes boklu tiryaki. Fosur da fosur, püfür de püfür. Kime "içme" desen, silsilesine sövülmüş gibi kaş çatıyor. Üç kişiyi ikna etsen, o anda otuz üç kişinin aklına sigara geliyor ve uzatıyor elini pakete.
Birazcık soluk alabilirim umuduyla şehir hatları vapurlarında yaz kış dış güvertede gittim geldim. Sonunda öyle bir kaptım ki şifayı, kulak-burun-boğaz mıntıkasındaki akut enfeksiyonu kurutmak için kaç parti penisilin tükettiğimin hesabını şaşırdım.
Gün geldi, bu sigara dumanı yüzünden işe gidemez oldum. Hipnozcu bir doktor vardı, hastalara şifa, evde kalmış kızlara koca, içi geçmiş kocalara bel kuvveti veren; ona başvurdum belki derdime deva olur diye.
"Ne istiyorsun evlâdım?" dedi adam. Dedim ki "Doktor bey, ben sigara dumanına tahammül edemiyorum. Ama ne var ki bu ortamlarda yazıp çizmek, ekmeğimi kazanmak zorundayım Acaba bilinç altıma bu dumandan etkilenmeden çizgi romanıma konsantre olmamı sağlayacak bir telkin sokabilir misiniz?"
Bu garantili hipnozcu ile üç beş seans yaptık ama hiç bir işe yaramadı. Değil bilinçaltıma telkin sokuşturmak, doğru dürüst gevşeyemedim bile. Nasıl gevşersin ki üzerine doğru eğilmiş herifin nefesi zehir gibi izmarit kokarken?
Sigara içen hiç içmeyenin halinden anlamaz. Sigaraya maruz kalanın şikâyetleri çoğu zaman mızmızlık gibi algılanır. Kıdemli bir pasif içici olarak, anlamak isteyenlere biraz anlatmaya çalışayım dumanaltı olan bir insanın neler çektiğini.
Bir kere, içmeyen insan için sigara dumanına alışmak diye bir durum yoktur. İstersen yüz seksen yaşına gel, yanında her sigara içildiğinde o kokudan iğrenirsin. Dahası, çoğunlukla burun tıkanıklığı, nefes alma zorluğu, baş ağrısı, gerginlik, gözlerde yanma, karıncalanma, yoğun yaşarma sorunu yaşarsın.
Şahsen ben, sigara içilen bir ortamda bulunmuşsam ya da bulunduğum ortamda birileri o mereti içme hürriyetini kullanmışsa, eve geldiğimde ilk yaptığım iş, duşa girmek ve üstümdeki her şeyi donuma kadar çıkarıp değiştirmek olur. Çünkü ne kadar tahammüllü biri olmaya çalışırsam çalışayım, giysilerime sinen o kokuyla birlikte oturamam, soluk alamam, uyuyamam.
Konuklarımdan biri sigara içmişse (ki içmek isteyene 'içme' diyemem, melûl melûl bakmakla yetinirim) o gittikten sonra sadece giysilerimi ve kendimi değil, perdelerimi bile söküp yıkarım. Yoksa o perdeler günler haftalar boyunca evi Birtat Çay Salonu gibi zifir kokutur.
En fenası da, sabahları uyandığımda, pencerelerim kapalıysa bile, dışarıdan geçen birinin yaydığı sigara kokusundan rahatsız olurum, başım ağrır, sinüslerim tıkanır.
Titiz (ya da obsesif) biri miyim? Hayır. Tam tersine, azıcık pasaklı bile sayılabilirim. Aşırıya kaçan temizliğin hastalık olduğunu düşünen, yere düşen ekmeği üfleyip ağzına atan, çorbadaki saçı ya da böceği çıkarıp kaşıklamaya devam eden biriyim. Sigarayla ilgili bu şikâyetlerimin nedeni titizlikten değil, zifir kokusuyla yaşamanın içmeyen insanda nasıl bir işkence olduğunu içene azıcık da olsa anlatabilmek için.
Biz pasif içiciler de bu toplumun eşit haklara sahip yurttaşlarıyız, değil mi? En azından, taciz (veya mağdur) edilmeden yaşamak gibi bir hakkımız vardır sanıyorum. Ama sigara bağımlılarının, değil bizi taciz ettiklerini anlamak ve kabullenmek, bu rahatsızlığımızın belirtilerini bile çoğunlukla kendi keyiflerine yönelik bir engelleme gibi algılamayı seçtiklerini görünce sıkılıyorum. Onların o an aldıkları keyif ya da içmezlerse yaşayacakları yoksunluk duygusunun baskısı konuşarak çözüm bulma ihtimalinin önünü tıkıyor.
Kişinin kendi kör egosunu en üste koymadan ve kavramları işine geldiği gibi eğip bükmeden düşündüğü bir ortak paydamız olabilse ve ortalama tiryakiler en azından bu bağımlılıklarını kol bükmeden, emrivakî yapmadan, hırçınlaşmadan tartışabilme inceliğini gösterebilseler, ben bu yazının bir benzerini herhalde 30 yıl önce yazar ve onlara özetle şunları söylerdim:
"Dostum, sigara sağlığa zararlıdır. Üstelik sadece içenin değil, onunla aynı ortamı paylaşanın sağlığına da zararlıdır. Bitti."
"Yok, bitmedi. Kendi sağlığını hiçe saymak mı istiyorsun? Tamam, seçim senin. Ama kendini sakatlarken yanın sıra beni de sakatlamaktan kaçınmıyorsan, sen sahiden iyi bir insan mısın, bir daha düşün. İyilik, senin kendi arzularına göre eğip bükeceğin bir şey olabilir mi?"
"Değil başka insanları, aslında senin kendini zehirlemeye bile hakkın yok. Neden biliyor musun? Çünkü içine girdiğin o bedeni sen kendin yaratmadın. O senin eserin değil. O beden sana emaneten verildi. Ve sen onu sınırlı bir zaman için senin üzerine zimmetleyen mucizevî varlığa saygı göstermiyorsan, başkalarından nasıl saygı talep edebilirsin?"
"Senin bastıramadığın anlık isteklerin ya da o zıkkımı içmediğinde yaşayacağın keyifsizlik hali, eğer seninle aynı havayı solumak zorunda olan diğer insanların rahatça soluk alma hakkını ihlâl ediyorsa, hatta bazen ana rahmindeki bebeği bile tehdit edebiliyorsa, birilerinin ya da bir şeylerin seni bu saldırgan davranışından alıkoyması gerekir. Ki bunun en uygar biçimi, galiba bu işe kanun yapıcının ve uygulayıcılarının önayak olmasıdır. Aksi takdirde, senin takındığın bu hoyrat tavır, gün gelir, buna eşdeğer bir karşı hoyratlığı doğurabilir -ki o an derdini anlatacak bir Marko Paşa bile bulamayabilirsin."
Vay canına! 30 yıl önce amma da sert konuşan biriymişim. Neyse ki şimdi biraz yaşımı başımı aldım da bal dilli bir amca oldum. Artık daha mutedil konuşuyorum insanlarla:
"Ah canım benim! Sigara içmek her yerde yasaklandı mı? Hoh hoh hooo! Vah vah! Bilsen ne kadar üzüldüm! Keh keh! Yazık yahu! Allah yardımcın olsun."
Şekilde de görüldüğü gibi, uzlaşmak iyidir. Keşke sigara içenlerle çok önceleri uzlaşabilseydik, ama mümkün olamadı. Şimdi kanun zoruyla da olsa, sulh olduk. Niye kızıyorlar anlayamıyorum. Bu işin er geç karakolda biteceği taa en baştan belli değil miydi?
* * *
İlk kez Star gazetesinin 2.06.2008 tarihli Açık Görüş ekinde yayınlandı.
Necdet Bey, herkes sizin gibi tatlı tatlı anlatsaydı sigaranın zararlarını ben de başlamazdım.
Bu konuda kötü bir örneğim 30 yıldır içiyorum. Astımım ve koahtım var 9 ay kadar bıraktım. İnanın, sözlerinizde çok haklısınız. Eşimin saçındaki sigara kokusundan nefret ettim. Ama hiç destek olmadı sağolsun. Sonunda ya adamdan boşanacaktım ya sigaraya başlayacaktım, o karara geldik. Boşanma aşamasında sigaraya ve evime geri döndüm. Şimdi günde 3 paket sigara içiyorum. Ve artık neremden nefes aldığımı bilmiyorum.
Yasaklanması çok güzel ben bu konuda pasif içicilere saygılıyım. O yüzden evden ve kendi odamdan mümkün olduğunca dışarı çıkmıyorum. Bulduğum tek yöntem bu. Çok güzel ifade etmişsiniz sigara içenlerin, içmeyenlere verdiği zararı. Ne yapmalı bilmiyorum, bu sigarayı çok seviyorum. Köpekler gibi aşığım, vazgeçemiyorum. Sigaradan yani.
Ama nasılsa sizin de benden bir farkınız kalmamış. Pasif içiciler daha da tehlikede yanii dikkat edin.
Beyendim yazılarınızı, bir çoğunu okudum. İyi bir yazarsınız ve gerçekten dilin kemiği yok. Olmasın da zaten değil mi.
Hoşçakalın, benden şimdilik bu kadar, bir dahaki yazınıza kadar boğulmazsam yeniden görüşürüz.
Sevgiyle ve sigara dumanından uzak kalın. Saygılar.
Emine Genç - 2 Haziran 2008 (00:01)
Uzun yıllar sigara içtikten sonra yasakla birlikte bıraktım. Şimdi ciğerlerim temizlendikçe daha iyi anlıyorum etrafımdakilerin neler çektiklerini. Hepsinden tek tek özür dilemek isterdim.
Yavuz İstinyeli - 11 Haziran 2008 (17:32)
Yazınızı çok beğendim. Hadise bu kadar güzel ifade edilebilirdi ancak. Tüm sevdiklerime okutmak istiyorum. Ben 5 yıl kadar sigara içtim, 8 ay oldu bıraktığım. Fakat sigara içtiğim dönemlerde de başkalarını rahatsız etmeme konusunda çok hassastım onları pek anlamamama rağmen karakterim bunu gerektirdiği için içmeyenlerin yakınında içmezdim.
Bir insan rahatsız olduğunu söylüyorsa neden inadına gibi davranılır hiç anlamam. Bence bu hadise kısmen de insanlarımızın nezaketsizliğinden kaynaklanıyor.
Eşim de sigarayı 7 ay önce bırakmıştı ve ben çok sevinmiştim, ama şimdilerde yeniden içmeye başladı maalesef. Çok üzülüyorum fakat sigara içen bir insana ne söylesen de nasıl davransan da kar etmiyor gerçekten, Allah'ın hidayet vermesini beklemekten ve bunun için bol bol dua etmekten başka çareniz kalmıyor.
Ben ev hanımı olduğum için bu yasa beni pek etkilemedi, ben sadece evimin dumansız hava sahasına dahil olması için mücadele veriyorum, çocuklarıma ve bana zehirli hava solutmaya kimsenin hakkı yok!
Şükran Tanrıkulu - 5 Kasım 2008 (18:33)
Her şeyi bir kenara bıraksak bile sadece bu yazı için bile tebrik etmek lâzım sizi. Hay Allah razı olsun.
Biz söylemekten bıktık, adamlar içmekten bıkmadı yahu.
Efendiler, hakikaten rahatsız oluyoruz, anlayın bizi. Sigara için kavga mı edelim sizinle, insaf edin ne olur.
Erdem Abaka - 18 Nisan 2009 (22:38)
Öncelikle ellerinize ve beyninize sağlık Necdet Bey, abi veya güzeller güzeli insan. Ben de bu konuya değinmek isterim. Bu sigara denen mereti ben de 15-20 yıl boyunca tattım. Kahvehanede çalıştığım 15-20 yıl boyunca pasif içicilik durumunu yaşadım. Aynı anda onlarca insanın durmadan içip ortalığı zifiri karanlığa boğduğu ve içtikleri sigara sayısı kadar da dedikodu yaptığı yıllarda, bu sigara denen meretten nasibimi epeycene almış olmalıyım ki, sigara içmemiş olmama rağmen canım hep sigara çeker ve dedikodu yapmak isterim ama kendime de hep engel olurum. Neyse ki, ben o kahvehane ortamında kurtuldum ve kahvehane denen illet yerlere pek adım atmıyorum. Allah diğer pasif içicilere yardım etsin. Sevgi ve saygılar.
Not: Bu arada, her bir yazınız güzellik bakımından bir diğeriyle yarışıyor. Tebrikler.
Saim Yardımcı - 30 Ekim 2012 (17:39)
Başladığı andan beri hep içici, aktif içici ve sonradan sigara bırakanların sohbetlerinden nefret edici bir tiryaki olarak kendimi burada yalnız hissedeceğimi bile bile yazıyorum aslında. Elbette içmeyene sözüm yok, tavsiye de etmem; zorla duman altında bırakmak da istemem. Ancak "sağlık havariliği" için sigarayı günah keçisi yapanlara bir iki lâfım olur. Herkesin cebindeki cep telefonundan, şu anda yazmakta olduğum klavyenin ucundaki kimyasal etkileşimlerden, yediğimiz içtiğimiz her şeye aynı hassasiyet gösterilmediği sürece sigara düşmanlığı sadece "hayatlarındaki hoş bir hobi" gibi gelir bana. Pek çok ortamda sigara ve çayla yapılan sohbetin, içmeyenleri de kendine çektiğine şahidim. Nejdet Bey'in de dediği gibi "yavan" kalabiliyor ortamlar bazen. Belki de sigaram hayatımın bir parçasıdır diyen Sartre gibiyim ben de. Yasaklarınsa "abartıldığı" fikrindeyim. Kapalı mekân yasakları, herkesi sokaklarda içmeye mecbur ettiğinden her yer sigara içen insanlarla dolu. Bu da düşünülesi. Sonuç olarak biraz insaf diyorum. Birazcık insaf. Çook "hadi oradan" duyacağımı da biliyorum ama, gerçek bu, bunu da siz biliyorsunuz aslında. İsteyenlere dumansız, isteyenlere dumanlı, ama sonuçta herkese özgür ve ve sağlıklı günler olsun ne diyeyim.
Hülya Yalçın - 21 Kasım 2013 (01:01)
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.