Patronsuz Medya

Mutluluk

Necdet Şen - 25 Ağustos 2008  


Penceremin önündeki nar ağacı hafifçe esen yelde tatlı tatlı salınıyor. Serinliğin kendisi yoksa da görüntüsü hasıl oluyor böylece.

İstanbul nemli bir sıcağa teslim olmuş. Kediler serin kuytular arıyor. Sardunyalar hallerinden memnun.

Ben tatilden döndüm, yazı yazıyorum.

Kedilerimin en tatlısı kucağımda, ters dönmüş uyukluyor.

Kadınım balkonda çamaşır asıyor. Tatlı bir koku yayılıyor nemli çamaşırlardan. O pat pat silkeledikçe bilinçaltımın bir yerlerinde yurt tutmuş huzur duygusu serpilip çoğalıyor.

Penceremizden görünen bu bahçe minik bir cennet gibi. Bunaltıcı sıcaklar vız geliyor o sayede.

Balkonla çamaşır makinesi arasında gidip geliyor kadınım şıpıdık terlikleriyle.

Mutluyum. Fazladan hiç bir şeye ihtiyaç duymuyorum. Kedilerim, gitarım, sırt çantam ve bu huzurlu hayatım bana yetiyor. Gerisi havagazı.

Her gün bir sürü gazeteyi okumak zorunda oluşum, ismimin yanında yaka bağır açık sırıtan fotografım, banka kartı, maaş bordrosu, sigorta numarası, bu köşeyi meşhur etmek için var gücüyle çabalayan, suç duyurusu yapan, basın toplantıları düzenleyen cahil ve yaygaracı sendika bürokrasisi, küfür ve iltifat mektupları, kapımdan gelip alan taşeron otomobiller, şan şöhret, kudret, itibar, hepsi, hepsi havagazı.

Maddiyatla işim yok benim. Zaten mutluyum.

* * *

Ama yine de çok lâzımmış gibi, beş günlüğüne de olsa, güney kıyılarında tatil farızasını yerine getirdim. Kuytu bahçemi, kedilerimi, gitarımı, sahil şeridini, adaları, burnumun dibindeki denizi burada bırakıp bir yerlere gittim.

Hayatını dar bir boru hattının içinde hep aynı işyerine taşınarak ve sevemediği kişilerle sırt sırta çalışarak geçiren şanssız insanlar için belki anlamlıdır tatil, ama benim için sadece fuzulî yorgunluk.

Beş gün boyunca Ege'nin lâcivert sularına bakarak büyük kentte bıraktığımı sandığım bazı saçmalıklara kafa yordum.

İlk göz ağrım olan çizgi romandan neden uzak durduğumu düşündüm.

Sırf güzel çizgi çiziyorum diye benden her gittiğim yerde ısrarla çizgili bir şeyler isteniyor oluşunu…

Bu çizgilerin içine sıçılmayacağına dair hiç bir güvencenin verilemeyişini…

Ama yine de ısrarla çizgi istenişini…

Bugüne kadar yazıp çizdiğim tüm dergileri ve gazeteleri ve onların yöneticilerini düşündüm tek tek.

Beni seviyor ve yazıp çizdiklerimi beğeniyor olmalarına rağmen nasıl olup da orada tutmayı beceremediklerini çözmeye çalıştım.

Yöneticilikle rodeoculuk arasında benzerlik olup olmadığını…

Hancıları… Yolcuları…

Sivrisinek pek yoktu köyde ama düşüncelerim sivrisinekten beterdi. Uyurken bile darala bunala kenti düşündüm.

Beş günün sonunda zihnen ve bedenen yorulmuş olarak evime geri döndüm.

* * *

Şimdi yine mutluyum. Zihnim yine berrak. Yârim çamaşır asıyor. Yazı bitmek üzere.

Söz bitmese de yazı bitmek zorunda. Çünkü bilmemkaç vuruştan daha fazlasının okunmayacağı gibi bir hurafe geziniyor plaza koridorlarında.

Bir önceki gün zaten televizyonlardan duyurulmuş olan bayat havadislere daha fazla yer açılabilsin diye yazarlarla sınır çatışmaları yapılması gerekiyor.

Yeteneği varsa yazılarının yanına karikatür çizgi roman falan çizmesi de istenebiliyor yazardan.

O çizgilere de yer açılabilsin diye yazıları daha da budamak gerekebiliyor.

Günün yarısını yazarak çizerek, diğer yarısını da yazdıklarını doğrayarak ve çizgilerinin doğrandığını görerek geçirmek zorunda kalabiliyorsun.

Neden ısrarla "çiz çiz çiz" diye başının etinin yendiğini ve çizdiğin zaman da bunlara neden çöp muamelesi yapıldığını sorgulaman sorun teşkil edebiliyor.

Bazı insanlar -nasıl beceriyorlarsa- çok basit teknik ayrıntıları bile içinden çıkılamaz bir açmaza dönüştürebiliyor. Şaşıp kalıyorsun.

* * *

Kedim kucağımdan atladı. Sıkıldı sanırım.

Ben de sıkıldım. Atlasam mı acaba?

Bahçem serin. Kadınım kitap okuyor. Kedilerim sevgi yumakları gibi dolanıyor bacaklarımın arasında. Gitarımın tınısı tatlı. Hayata dair şarkılar yazıyor, sadece dostlarıma söylüyorum.

Bu dünyanın şanına şöhretine parasına puluna ahbabına çavuşuna hiç ihtiyacım olmadı.

Zaten mutluyum.

Dalımdaki meyvalar çürüyecek diye endişem de yok artık. Karga bilmezse karınca bilir kıymetini.

Ağustos usul usul bitiyor.

Klimalı plaza binalarında pek farkına varılamasa da avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor sıcak yaz günleri.

Yorumlar

Mutluluk sadedir. Kolaydır. Anlamlıdır. Mutlu olmak için boş veripmişlik gerekir belki. Unutkanlık;bir süre için…

Demek istediğim özgürlüktür mutluluk ve gökyüzünün diğer adı belki de. Dişleri göstermenin anlamlılığı.

Bugün sonunda aldığım bi kararımın tomurcuğu biraz. Vazgeçişlerime bi çizik attığım gün. Bi konsere gitmenin eğlencesi, takdir edilmek; takdir ettiklerin tarafından… Her sabah ağaçların kokusunu duyabilmek. Gülümsemek. İliklerime kadar dolsa hep mutluluk; bugün gibi; bir sürü adı olsa…

Ecem Urtekin - 23 Ağustos 2011 (20:42)

Yazıyı üç beş kere okudum.

Hani kaleidoskopa her bakışında ya da elinde her çevirişinde farklı görüntüler görürsün ya!

Her okuyuşumda farklı görüntüler geldi gözümün önüne.

Yaşantımın mutlu anları diyebileceğim ne kadar çok ve küçücük detay varmış meğer. Kısacık yaşantıları o an için fark etmiyoruz ama bir araya geldiğinde ömrümüzün önemli bir bölümünü oluşturabilirler. Dolayısı ile farkında olmak lâzım.

Bunların hepsini beynimin tozlu kıvrımları arasından çıkarıp parlatan, o anları yeniden yaşamamı sağlayan nefis bir yazı bu.

Daha sık yazmalısınız üstad!

Melih Özel - 17 Mart 2012 (10:44)

Teşekkürler Üstad, siz de daha sık yazmalısınız. Keskin zekânız, akıcı üslubunuz ve okuyunca "işte budur" dedirten tespitleriniz Derkenar'a güzellik katıyor.

Necdet Şen - 17 Mart 2012 (14:16)

Hürriyetin Kelebek ekinde ''Ece'' isimli köşe başladığından beri aklımda olup söyleyemediklerimi bu yazıyı tekrar okuyunca söylemek istedim. O köşede ''Hızlı Gazeteci'' olmalıydı. Taklitler aslını yaşatır mı, bilemem. Tek bildiğim bu ülkenin yetenek ve zekâ düşmanı olduğudur ve yeteneği yok edip sahtesini baş köşeye koymakta çok mahiriz.

İlker Tortop - 22 Kasım 2015 (21:53)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

519
Derkenar'da     Google'da   ARA