Patronsuz Medya

Eyvallah!

Necdet Şen - 12 Eylül 2008  


Kime ait olduğunu bilmediğim bir keman konçertosu çalıyor radyoda.

Hoşlanarak dinlediğime göre demek ki bana ait. Ve hoşlanarak dinleyen herkese.

Güzellikler onu hakikaten arzulayanların ve kıymetini bilenlerin olmalı diye düşünürüm.

Bir karga var ceviz ağacının altında. Pek kocaman. Yere düşmüş cevizlerden birini alıp alıp havalanıyor ve 10 metre yukarıdan betona bırakıyor.

Çaat! Kırılmadı, haydi bir daha…

Bizim Ufaklık (kedi) sinsi ve bıçkın hareketlerle kargaya doğru süzülüyor. Aklı sıra avlayacak.

Evlâdım, yer o seni! Baksana, koskocaman bir karga. Belli ki yaşı kemale ermiş, feleğin çemberinden geçmiş. Allah bilir, eski ramazanları hatırlıyordur. Deniz Kızı Eftalya'nın tepesinden pike yapmış ve gaklamış olabilir.

Şimdi gelmiş şu köhne bahçenin cevizleriyle karın doyuruyor. Hayat işte.

Kimbilir ne kadar sıkıcı buluyordur bu karga hayatı.

* * *

Yıllar evvel okuduğum bir öyküyü hatırladım şimdi.

400. yaş gününde torunlarına mektup yazan bir adamın öyküsüydü hatırımda kaldığı kadarıyla.

Yaşadığı her şeyin daha önce yaşadıklarının sıkıcı bir tekrarı olduğunu anlatıyordu. Ve o kadar çok yaşamanın aslında sadece ve sadece can sıkıntısı demek olduğunu…

Ben daha 52 yaşındayım. Hayatımın baharında. Kimi şeylerden o kadar çok sıkıldım ki, tuttum her dile girmiş ve "ben bunları daha önce de yaşadım" anlamında kullanılmakta olan déja vu sözünden yeni bir deyim türettim:

Déja dessinée.

"Ben bunları daha önce çizdim'" anlamında.

Hem yazdım hem çizdim. Hem de -nasıl derler- biraz bezdim.

Olur şey değil ama sahiden de çizgi romanlarımda uydurup kaydırıp çizdiğim birçok şey daha sonra aynen başıma geldi. Kehanet gibi.

O zaman anladım ki, romanın gerçeği hiç bir zaman hayatın gerçeğiyle yarışamaz.

Romanda ne kadar olamayacak şeyler anlatırsan anlat, yine de belli bir mantık örgüsü kurmak, anlattıklarına kendini ve okuyanları inandırmak zorundasın.

Oysa hayat hiç öyle değil ki.

Yaşanan birçok şeyi olduğu gibi anlatsan, insanlar sana "yok deve" der.

Ama o "deve" bile gerçek hayatımızda yaşanabileceklerin yanında "pire" kalabilir.

* * *

Bin yaşına gelse de sıkılmayan, hâlâ ilk günkü heyecanla her şeyden zevk alan insanlara şaşar dururum.

Ben öyle biri değilim. Sıkılıyorum.

"Oğlum necdet, senin ruhun bayatlamış" diyorum bazen kendime.

Ama belki de bu bitip tükenmeyen şaşkınlıklar bir tür tazelik belirtisidir. Kendimi böyle avutuyorum.

Bir arkadaşım var, ne zaman "benden adam olmaz'" desem itiraz eder ve "sen oldun" der, "duruldun, piştin" anlamında.

Hadi canım! Tanımaz mıyım ben kendimi?

Eskiden neysem şimdi de oyum.

Hâlâ bir sürü "ufak" ayrıntıya canım sıkılıyor.

Hâlâ yadırgıyor, hâlâ kızıyor, hâlâ dikleniyorum.

Pire için yorgan yakıyorum hâlâ.

Toy bir oğlanken ne kadar hassas ve isyankârsam bu "olmuş" halimle de aynen öyleyim.

Tek farkım var 30 yıl öncekinden.

Artık daha kolay karar veriyorum.

Daha net.

Daha duru.

Yaşadıklarım bana sık sık "déja dessinee" dedirtiyor.

"Bu kaçıncı baskı? Hayatım böyle mi geçecek?" diye sızlanmaya başlamışsam eğer ve kendimi Hızlı Gazeteci öykülerinin en bıkkın ve en basıp gitme isteğiyle dolu olanlarının içindeymişim gibi hissediyorsam, gereğini yapıyorum.

Bir tek farkla ama…

* * *

Eskiden hüsranlarım çok uzun sürerdi.

Zannederdim ki bütün bunlar bir tek benim başıma geliyor.

Uzun uzun yas tutardım. Kendime acımaktan ve "boşa geçen" hayatım için yazıklanmaktan marazî bir zevk alırdım. Kolum kanadım düşer, dünyaya hoyratlığın egemen olduğunu düşünürdüm.

Şimdi bunlar çok kısa sürüyor. Karar verene kadar.

Sonra huzur.

Denge.

"Hadi eyvallah" dediğim anda ne üzüntü kalıyor ne öfke. Ağzımın içindeki metalik tat siliniyor.

Herkesi ve her şeyi affediyorum.

Kendimi de.

Tüy kadar hafif, sokak iti kadar dingin oluyorum.

Kedilerim, bahçem, kargalar, şıpıdık terlikleriyle etrafımda süzülen sevgilim, ertelenmiş boş vakitler, başucu kitaplarım… Hepsi, bana bir kez daha "hoş geldin" diyor.

* * *

Biliyor musun sevgili gazete okuru, ben en çok "hadi eyvallah" dediğim anlarda kendimi hafif hissediyorum.

Bana bu hafifliği lâyık görüyorsan eğer… Hadi eyvallah.

* * *

NOT: Yukarıdaki yazı iki ayı aşkın bir süreyle yazarlığını yaptığım ve ayrılmaya karar verdiğim Star gazetesinin 12 Eylül 2008 tarihli nüshası için yazdığım son yazıydı. Gazetede yayınlanmadı. Burada yayınlıyorum.

Yorumlar

Sevgili Necdet Abi, Başbakan'a giydirdiğin yazıyı okuyunca senin orada fazla kalamayacağını anlamıştım. Çünkü kendimde nerede ne kadar kalacağımı anlayabiliyorum. Herkes kendisine biat edilmesini, yalap şalap bir itaat ve kulluğu bekliyor. Bünyede olmayınca da olmuyor tabii bunlar. Yanlış yerde olmaktansa senin gibi olmak daha erdemli diyorum. Selâm ediyorum…

İlker Gökçen - 15 Eylül 2008 (23:58)

Tam da üstüne bastiniz inanin, hoscakal demeyi seven, sonu ne olursa olsun cabuk toparlanip gidebilen biri olarak, esef edemedigim cekip gitmelere baska bir pencereden baktigim bu geceye isabet etti yaziniz.

Nathalie Wood un insanın icini parcalayan nemli güzel bakislariyla asik oldugu, sevdigine kavusamadigi bir filmin esliginde sizim sizim sizlayarak felsefe yapmis iken ve her zamanki bilgisayarima iyi geceler dileme ritüelimin son perdesini Derkenar ile indirmeye hazirlanirken, pat, yaziniz ile karsilastim.

Bari ben de bir seyler söyleyeyim di mi?

Filmi izlerken arka planda cekip gitmeleri de kiyasladim dogal olarak ve en aciklisi belki yine Nathalie yüzündendir, yüreklerden cekip gitmekmis gibi geldi.

Bir yürekten toparlanip gitmenin, cicek acmayi ve de meyveye durmayi da pesinden sürükleyip götürdügünü, bir hoscakal ile neleri hangi olasiliklari yitirmis oldugunu belirleyememenin insana ayaklarini sürüttürdügünü düsünüp durmustum. Hakliydim da bu gece cok fena.

Sipidik terlikli bir sevgiliden bos kalan bir kalpten sözetmeyelim de, cekip gittiginiz yer Star gazetesi olsun. O cekip gitme ya da gitmeye calisma, cok fena bak söylemedi demeyin.

Sevgilerimle…

Madonna - 16 Eylül 2008 (00:55)

Rahatsızlığım yüzünden gazete okumayı da bırakınca, ilk 3-4 yazı dışındakileri okuyamamıştım. Hazır biraz toparlanmışken (ve gazete web sitesinden yazıları kaldırmadan) neredeyse bütün günümü yazıları okumakla geçirdim. Tam da Derkenar'daki yazılar tadında yazmaya başlayınca ayrılık hasıl olmuş.

Şaşırdım desem en azından kendim için inandırıcı olmaz. Beklediğim bir durumdu. Ben ayrılığa değil, başlangıca biraz şaşırmıştım. Neo-Liberal Komandolar (12 Eylül öncesi Sol'a bindiren başka komandolar vardı. Şimdi aynı işlevi Liberal/Neo Liberaller görüyor) gibi yazılarına kırk takla attırmayacağına, değirmene su taşıyan adam olmayacağına göre acaba nasıl yazacak ve orada nasıl barınabilecek diye epey bir meraklanmıştım.

Gazetede "Hızlı Gazeteci Star'da" duyurusunu okuduğum gün "bu adamlar ya Hızlı Gazeteci okumamışlar ya da okuduklarını anlamamışlar" düşünceleri geçmişti aklımdan. Zira, Hızlı Gazeteci ne birilerinin değirmenine su taşımıştı, ne de taşınan suyun ucundan kıyısından tutup yardım etmişti. Aksine, böyle adamlarla maraza çıkarıp durmuştu. Şimdi, her daim dik duran o aksi adamdan gereken dersi almışlardır her halde. Benim tavsiyem o çizgi romanları tekrar okusunlar.

Neyse, kısa kesip Derkenar'a tekrar hoş geldin diyeyim: -). Gazete okumasam bile Derkenar okumaya berdevam.

Kâmuran Kızlak - 16 Eylül 2008 (13:40)

Hoşgeldiniz diye kısa ama çoook derin bir lâf edip mesajı gönderecektim ama yorum formu uyarı verip de "meramınızı anlattığınıza emin misiniz" diye sorunca dağıldım. Tekrardan hoş geldiniz, hoooşgeldiniz. Üzüntüleriniz kısa sürsün demiyorum, zaten çok kısacık sürmüş, mutlu oldum. Kendinize iyi bakınız.

Binnaz Özgüven - 16 Eylül 2008 (19:26)

Doğru olanı yapmak iyidir ve huzur verir. Onlar paralarını sayarken bile mutsuzlar. Şu kısacık hayat süresi huzurla geçsin daha iyi.

Fuat Trak - 17 Eylül 2008 (02:07)

Sanırım bu konuda daha ayrıntılı bir yazı yazmam gerekiyor.

Şimdilik, ön bilgi olarak şunları kaydedeyim:

Star'dan çıkartılmadım. Kendim ayrıldım. Bu kararımda gazetenin son günlerdeki yayın politikasının hiç rolü olmadı diyemem, ama asıl neden başka. Huzur sorunu. Israrla çizgi istenip bu çizgilerin içine sıçılmayacağına dair hiç bir güvencenin verilemeyişi. Ama yine de ısrarla çizgi istenişi. Empati eksikliği.

Buna zaten gazetedeki yazılarımda en az beş altı kez değindim.

Tafsilât başka bir yazıda. Yazarsam tabii.

Necdet Şen - 17 Eylül 2008 (12:33)

Bu işte olan bizlere oldu; günlük olarak taze bir Necdet Şen yazısı okuyabilme imkânımız azaldı. Diğer olumsuzlukların Necdet Şen çapında birini çok da fazla üzmeyeceğini düşünüyorum. Mutlaka bir takım hoş olmayan şeyler de yaşandı ki ayrılık geldi. Şu saatten sonra her işte bir hayır vardır demek galiba en güzeli.

Geçmiş olsun Necdet Abi.

Vahap Demir - 17 Eylül 2008 (16:49)

Star'da yazmaya baslayacaginizi duyurdugunuz gunden beri her gün yazilarinizi izleyen biri olarak uzuldum. Simdi Derkenar'da arasira yazacaksiniz. Oysa gundelik siyasi, toplumsal olaylara kendi uslubunuzla getirdiginiz yorumlari her gün okumak guzel oluyordu. Keske…

Hatice Kızılırmak - 17 Eylül 2008 (22:23)

Bir şey dikkatimi çekti. Evvelsi gün NTV kanalında Hürriyet yazarı Mehmet Yılmaz "Star başbakanı eleştirdi diye Necdet Şen'i çıkarttı" diye suçlamıştı, ama orada bulunan Star yöneticisi Mustafa Karaalioğlu ağzını açıp tek kelime söylemedi. Ne yalanladı ne doğruladı. Mevzu gürültüye geldi.

Bugün de gene Hürriyet'ten Ahmet Hakan bir düzeltme yayınlamış ve "Necdet Şen'in meğer teknik anlaşmazlık yüzünden ilişiği kesilmiş" diye yazmış.

"İlişik kesmek" işveren ağzıdır bildiğim kadarıyla. O nedenle bu düzeltmenin Necdet Şen kaynaklı olduğunu sanmam.

Acaba Star yöneticileri Necdet Şen'in gazeteyi terk ettiğinin bilinmesinden çekiniyor mu? Necdet Şen'in kanaatinin bir nevî karne notu olacağı gibi bir endişeleri mi var?

Bize vaad ettiğiniz yazıyı yazın Necdet Bey. Şu işin iç yüzünü biz de bilelim.

Selim Duyar - 18 Eylül 2008 (10:53)

Bu konuda, Star Gazetesi genel yayın yönetmenine göndermiş olduğum yorum aşağıdadır:

Sayın Mustafa Karaalioglu…

Necdet Şen'in yazılarını büyük bir beğeniyle okuyordum. Hatta sadece onu okumak için stargazete web sayfasına giriyordum. Üslubu, içeriği, gözlem gücü, mizah anlayışı, her şeyi diğer sıradan köşe yazarlarından fersah fersah üstündü. Politik çekişmelerden ezbere bildigimiz basma kalıp sloganlara alışığız köşelerde ama onu okurken sanki dünya edebiyatının klâsiklerinden bir pasaja rastlamış gibi mest oluyordum. Ben şahsen onu günlük karikatür çizmeye de ikna etmenizi beklerken, siz böyle bir değeri elinizden kaçırdınız.

Star için büyük kayıp. Benim içinse sorun değil, stargazete yerine Derkenar'a bakacağım her gün.

İyi çalışmalar dilerim.

Dr. Emre Sermutlu - 18 Eylül 2008 (11:02)

Star'da yazmaya başladığınızda doğrusu ben de sevinmiştim. Son bir kaç gündür yazılarınızı göremeyince, her halde kısa bir mola verdi diye düşündüm. Aklıma Derkenar'a bakmak geldi ve "Star'a veda" yazınızı görünce, günlük yorumlarınızdan mahrum kalacağım için biraz üzüldüm. Derkenar'da yazılarınızı takip etmeye devam…

Musa Güven - 18 Eylül 2008 (21:39)

Değerli arkadaşlar, şahsıma yönelik destek ve övgüleriniz için teşekkür ederim. Ama bu dostça yorumlar Star gazetesine yönelik uygunsuz ifadeler içermezse daha fazla sevinirim.

Yazarlar çalıştıkları gazetelerden şu ya da bu nedenle ayrılabilirler. Bunu "iyi-kötü" kavgası gibi algılamak doğru değil. Açıkçası, Star'da çalıştığım yaklaşık iki buçuk ay boyunca saygı ve nezaket gördüm. Gazeteye yönelik eleştirilerimi de -hiç bir engelle karşılaşmaksızın- bizzat gazetenin sayfalarında yaptım zaten.

Star yönetiminin şahsıma karşı göstermiş olduğu ilgiden dolayı ben müteşekkirim. Sizin de konuya bu açıdan bakacağınızı ve içinde gayet değerli yazarlar barındıran bu gazetemizden hak ettiği saygıyı esirgemeyeceğinizi umuyorum.

Necdet Şen - 19 Eylül 2008 (14:08)

Necdet Bey, siz bizden Star'a saygı göstermemizi istiyorsunuz ama acaba Star size aynı saygıyı (ya da vefayı mı diyelim) gösteriyor mu?

Eski yazılarınızı tekrar okumak için Star'ın internetteki Yazarlar sayfasına girdim. Ama orada artık size ait bir başlık yok, yazılarınızın linki kaldırılmış.

"Normal uygulama mı" diye baktım ama en son yazısını Mayıs ayında yazmış olan Hasan Kaçan'ın sigara bırakma yazısının spotu orada duruyor.

Tamam, size "dedikodu yapın" demiyoruz ama bizi biraz olsun aydınlatmanız gerekmiyor mu? Niçin koruyorsunuz bu gazeteyi?

Saliha Özkan - 22 Eylül 2008 (13:48)

Hızlı Gazeteci'nin ve Derkenar'ın sadık bir okuru olarak Necdet Şen'in Star'ı neden bırakmış olduğunu anlamak zor değil. Kâmuran Kızlak güzel özetlemiş zaten. Başbakan'ı eleştirdikten sadece iki gün sonra pat diye gitmiş olması tesadüf olamaz. Ben şahsen bu ayrılıkta bal gibi sansür kokusu alıyorum.

Adil Gürsoy - 22 Eylül 2008 (15:53)

Acaba bu sansürün nedeni yukarıdaki yorumda geçen şu sözler olmasın?

"Gazeteye yönelik eleştirilerimi bizzat gazetenin sayfalarında yaptım."

Star yöneticileri galiba "Necdet Şen Star'ı hangi konularda eleştirmiş" diye araştırma yapmamızdan korkuyor ve aklı sıra delilleri karartıyor…

Murat Deniz Öztürk - 22 Eylül 2008 (16:04)

Belki de Necdet Şen günlük bir gazetede haftada 5 gün yazacak sabrı ve yeterliliği gösterememiştir. Bu konuya bir de bu açıdan bakılamaz mı? Israrla ayrılmada Star'ın suçlanmasını anlayamıyorum. Necdet Şen ısrarla Star yönetiminden şekvacı olmadığı halde Star'a ve yönetimine bu kadar ön yargılı bir grubun Necdet Şen'i takibini de anlamıyorum. Necdet Şen genel kalıp kabullerle savaşmıyor mu? Genel kabuller üzerinden düşünen kafa konforuna sakip insanların kalıp düşünceleri ile mücadele etmiyor mu? Star gazetesinin üzerine bir etiket yapıştırıp onun üzerinden kolay yargılara varan, konformist insanların yorumlarını görünce bu insanların Necdet Şen'i ne kadar anladığı konusuna şüphe ile yaklaşıyorum.

Emrullah Akman - 24 Eylül 2008 (12:51)

Samimiyetle söyleyebilirim ki ben Necdet Şen'in Star gazetesinden neden ayrıldığını merak etmiyorum. Çünkü ayrılmasının gerçek sebebi ne olursa olsun bunun kimseye bir faydası olmayacağına inanıyorum.

Ben gazeteleri ve köşe yazarlarını hangi gazetenin, hangi patronun şemsiyesi altında olduğuna bakarak değil, yazdıklarının kalitesine, özgünlüğüne bakarak değerlendiriyorum. Gazetesini bir ideolojinin tellâlı olarak yaşatmak isteyen ve köşe yazarlarına bu yönde baskılar yapan ve bu baskılarda muvaffak olan bir patronun gazetesinde haberlerin de yazıların da kalitesi düşer. Ben de gazeteyi almayıveririm olur biter.

Elinizi vicdanınıza koyun, Necdet Şen'i (ve dolaylı olarak orada çalışan diğer omurgalı köşe yazarlarını) o gazetede çalışmaya yakıştıramayanlar şu anda çalışıp maaş aldıkları işlerindeki patronlarını ne derece seviyorlar, o patrona hizmet etmeyi kendilerine ne derece yakıştırabiliyorlar?

Yoksa aslında kendilerine yakıştıramıyorlar da Necdet Şen'i çizgi roman kahramanı Hızlı Gazeteci sanıp teselliyi orada mı arıyorlar?

Seyit Balkuv - 24 Eylül 2008 (17:10)

Tamam arkadaşlar güzel söylüyorsunuz da, bir yazarın ayrılır ayrılmaz gazetenin internet sitesinden adının sanının kazınmış olmasını merak etmek çok mu saçma sapan bir şey? Necdet Şen şikâyet etmezse etmesin, biz gene de ne olup ne bittiğini merak edemez miyiz?

Murat Deniz Öztürk - 24 Eylül 2008 (20:44)

Arkadaşlar, Necdet Şen'in Star Gazetesindeki yazılarından tanıyorsanız, O'nu eksik tanıyorsunuz demektir. Sevgili Necdet Şen'i yaklaşık yirmi senedir takip eden, Hürriyet Gazetesi'nde çalıştığı dönemde mesai arkadaşlığı eden biri olarak şunu söyleyebilirim:

O bir şövalye, o medyanın (bab-ı ali'nin) efendisi.

Nerede yazdığı değil, neler yazdığı önemli. Put devirici, maske indirici o. Dalkavuk olmayan son şövalye…

Eline sağlık İstanbul beyefendisi…

Mehmet Mehmet - 2 Ekim 2008 (16:24)

Saygideger Necdet Bey…

Ben, keske Necdet Sen Derkenar'da her gün yazsa diye dusunurken adi ingilizce olan bir gazetede yazmaya basladiniz. Sizin yuzunuzden o ingilizce isimli gazeteyi bile okudum. Ote yandan gunleri saymaya basladim. Ne kadar tahammul edebileceksiniz ve ne zaman "alir basimi giderim" diyeceksiniz diye. Uzun bile kaldiniz inanin. Yuvaniza hos dondunuz. Ne iyi ettiniz.

Solmaz Abilyondlu - 21 Ekim 2008 (10:54)

Doğurusu Star'da yazmaya başladığınız anda "Bakalım kaç gün dayanacak" diye içimden geçirdim. Ancak, sonraki yazılarınızı görünce, "Necdet Şen de işin kuralını öğrenmiş, epeyce törpülenmiş" dedim. "Şarısın bir puta tapanlara" yaptığınız giydirmeler, borazanlık suçlamasına karşı gardını baştan alan yazılar, tam Star'ın bünyesine uygundu.

Ama demokrasi tellallarının yalanlarına siz ve sizin gibiler canla başla su taşırken onların fiyakalı boyaları çok çabuk döküldü. Siz istediğiniz kadar, "kendim ayrıldım, çizerlik için bastırdılar kabul etmedim vs vs" deyin. Mesele gün gibi açıkta. 9 Eylül'de Başbakan'a yazdığınız yazı ile sizin veda yazınız arasında kaç gün olduğuna bakınca olay net bir şekilde görülüyor.

Sonuç olarak söylemek istediğim, gerek 2. Cumhuriyetçiler, gerek eski solcular ve dinci kesimin "demokrasi yanlısı" diye bayıla bayıla desteklediği bugünkü yönetimin iç yüzünü kendi kendinize itiraf ediniz…

Falan Filan - 29 Ekim 2008 (17:30)

Değerli Kardeşim, bazıları senin Star'da yazı yazmana içerlemişlerdi. Ben içerlememiştim. Eğer etik bir terslik var ise buna ilk önce utanmaları gerekenler 50 yıldır kendilerini Türkiye'nin aydın insanlarına "devrimci" olarak pazarlayanlardı. İyi su verilmiş çelik ne tuzsuz ne de tuzlu suda pas tutar! Balçığın içinde olsa bile çamuru sıyırdın mı; ışıldar. Bizim yüreğimiz akılla, aklımız yüreğimizle taçlanmıştır. Kutsal toprak ana ve onun kızlarına "taparız", yüce-kendim'izden asla taviz vermeyiz. Yaşlanmak sadece sanal rakkamlar sürüsü tıpkı, biz-merkezci dangalaklar sürüsü gibi. Biolojik ve fiziksel yaşlanma sadece bugünkü bilimsel cahilliğimiz daha keşfedemediğimiz izafi yanılgısı. Yüce-kendimlerden dostum, yoldaşım; kaç sanal yıl oldu seninle görüşmeyeli ama sanki dün gibi bana yaptığın sitemler. Bir şevk verdin. Daha şimdilik 2600 sayfaya varan "Gizli Ordular" serisini hâlâ yazıyorum. Elbet bir gün basarlar. Ama haklı olan yüce-kendimlerin haklılığı her gün ispatlanıyor kavrayabilenler için. Okumak, anlamak yetmiyor. Bilmek ve kavramak zorunluluk. Gökyüzü bir kitap yıldızlarla donatılmış ve Derkenar'dan bir ışık daha sonsuz uzayda yolculuğa başlar onu "biz" görürüz. Sırtımızda kitap, kalem, kâğıt dolu çantamız, dudağımızın kenarında bir kızıl karanfil ve bir nefes, üflediğimiz özgürlük. Hoşgeldin dostum, zaten yanımdaydın hâlâ da…

Halid Özkul - 29 Kasım 2008 (17:55)

Sevgili Halid, Star'da iki buçuk aya yakın yazı yazdığım için bana "içerleyen" arkadaşların çok haklı. Onların sıkı sıkıya bağlı olduğu mukaddes davamıza ihanet ettim, üzgünüm.

Yazar çizer dediğin fikirlerini kendine saklamalı ve hiç bir gazetede yazmamalı çizmemelidir. Aksi takdirde sözleri fikirleri mundar olur.

Çünkü o yayın organlarının -mazaallah- Patron'u vardır ve Patron'lu yayın organlarında yazan herkes kalemini peşinen satmış olur. (En azından taşradan bakınca olaylar böyle görünür.) Dünyanın en onurlu insanları yazamayanlardır. Ve düşüncenin hası, ifade edilemeyen, okura ulaştırılamayan düşüncedir.

Biliyorsun, ben de kalemimi satılığa çıkarmıştım, ama fiyatta anlaşamadığımız için ortaklık bozuldu. Her gün bacaklarına sürtünüp "şimdi hangi menfaatin için kalem oynatayım" diye yılıştığım gazete patronunun "geh geh" diyerek önüme attığı kemiklerden mahrum kaldım.

Şimdi karnımı "Star'da yazdığım için içerleyen" o akıl küpü "arkadaş"ların memleketten gönderdiği dut kurusu, pestil, tarhanayla doyuruyorum. Keselerine bereket. Söz veriyorum onlara, bir daha yazılarım için telif ödeyen hiç bir yerde yazmayacağım. Hatta becerebilirsem hiç bir şey yazmamayı bile deneyebilirim.

Zaten fotosentez yapmayı öğrenmeme çok az kaldı. O zaman onlar sağ ben selâmet.

Bu hisli "arkadaş"ların -hepsine bakî selâm ederim- buradaki bedava yazıları her gün üç kez hatmettiklerinden adım gibi eminim.

Necdettin Efendi - 1 Aralık 2008 (16:35)

Geçtiğimiz günlerde eski bir "dost" hakkında bir ağbiyle söyleşirken "ne olur onun için beni yorma" dedi. "Ellidört yaşındayım ve bu yaşıma kadar dostlarımı tanıdım, iflâh olmayanlarla uğraşamam" dedi.

Ne kadar haklıydı…

İnsanlar samimi ya da samimiyetsiz olduğunu göstermeliler. Bu bir tavırdır, bir duruştur, bu da bir samimiyettir aslında.

Yaşayan ve yazan biri olarak vermiş olduğun karara saygı duyuyorum.

Eyüp Umur - 28 Ocak 2009 (21:51)

Bazen çekip gitmek en iyisidir. Sanırım hayatı kurtaranlar ve belki biz çekip gidemeyenler adına da daha katlanılır kılanlar çekip gidebilenlerdir. Benim hayatımın ütopyası çektirip gitmektir meselâ. Beynimde binlerce kez çekip gitmişimdir ama hayatımdakilerin sayısı fazla sayılmaz. Ben galiba altın vuruş yapmayı bekliyorum. Zaten o altın vuruşu ben yapamazsam hayata, azrail vasıtasıyla önünde sonunda o bana yapacak…

Ne mutlu çekip gidebilenlere… Ve keşke hayat bu kadar para kazanmaya endeklenmiş olmasa, dileyen dilediği gibi yaşasa, kızdığında da çekip gidebilse…

Çağrı Öztürk - 10 Mart 2009 (22:42)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

445
Derkenar'da     Google'da   ARA