Televizyon sunucularının ego sorunu, kapsamlı bir araştırma konusu yapılmayı bekliyor.
Konuklarını hemen hemen hiç dinlemeyen, her konunun uzmanı edasıyla ahkâm kesen, şamata yaparak verilen cevapları gürültüye getiren, ne kadar zekî kültürlü espritüel olduklarını kanıtlamak için uğraşıp duran bu tarz sunucular, televizyon seyretmeyi eziyet haline getiriyor.
Sık sık "yahu bi sus be" diye ekrandaki sunucuyu azarlarken buluyorum kendimi.
Tabii ki onlar susmuyor, ben zapping yapıyorum.
* * *
Geçen Cumartesi akşamı televizyon kanalları arasında öylesine gezinirken bu yarışın şampiyonlarından Beyazıt Öztürk'ün Güven Kıraç'la birlikte yönettiği söyleşi programına denk geldim.
Stüdyoya davet edilen konuklar (bir bomba uzmanı, bir polis, bir itfaiyeci, bir akutçu, bir cankurtaran, bir ambulans doktoru) gayet hazırcevap, renkli ve öğretici idiler.
Programın sonunda 112 Hızır Acil Servis doktorunun söyledikleri tüm diğer meslekdaşlarının kulağına küpe olması gereken derin bir etik ders gibiydi.
Çalışma koşullarının epeyce ağır olmasına karşılık kazandıkları paranın çok az olduğunun hatırlatılması üzerine genç doktor, nükte kumkuması sunucuların çıkardığı iki şamata arasında şunları söylemeyi başardı:
- "Bir insanın hayatını kurtarabilmenin hazzı parayla pulla ölçülemez. Ben her gün bu mutluluğu yaşıyorum. Bir de üstüne devlet para ödüyor. Daha ne isteyebilirim?"
* * *
Hak ettikleri sosyal haklara ve ücrete kavuşamayan bazı doktorlarımızın "ben şu kadar yıl eğitim aldım, bu bu bu sınavlardan geçtim, şöyle zor koşullarda çalışıyorum, hakkım olan maaş bu mudur?" diye yakındıklarını hep işitiyoruz.
Bunun haksızlık olduğu konusunda da hemfikiriz.
Ama bu ayıbın faturasının hastalara kesilmesi konusunda anlaşamıyoruz.
Hastalarından bir bakışı, bir tebessümü, bir çift tatlı sözü esirgeyen o tarz doktorların, az yukarıda zikrettiğim cümleleri çerçeveletip duvarlarına -diplomalarının hemen yanına- asmalarını isterdim.
"İyi insan" sertifikası veren bir kuruluş var mıdır bilemiyorum. Ama sağlık çalışanının iyiliğini değerlendirecek olan merci de zaten Sağlık Bakanlığı değil kendi vicdanıdır.
Bu genç doktor arkadaşı ve mesleğe onun zaviyesinden bakan tüm sağlık çalışanlarını sevgiyle ve muhabbetle bağrıma basıyorum. Onlar bizim meleklerimiz.
"Ne kaa para u kaa sağlık" diyen ve zaten görevi olan şeyi bile vatandaşın kafasına kaka kaka yapan öteki tür sağlık personelini de kendi yoksul vicdanlarına havale ediyorum.
Onlar neyimiz, artık buna da okur kendisi karar versin.
* * *
Amerikalı sinema yönetmeni Randa Haines'in The Doctor adında bir filmini izlemiştim vaktiyle.
Dr. Jack McKee (William Hurt) başarılı, yüksek gelirli, işleri tıkırında ve tam da geçenlerde yazdığım "Memur Sadizmi ve can çekişen hastanelerimiz" yazısında zikrettiğim "Azamet Tepedenbakan" gibi bir doktoru canlandırır o filmde. Her şeyin en iyisini kendisinin bildiğine inanan mağrur bir doktoru.
Ancak günün birinde gırtlak kanserine yakalandığında görür ayın karanlık yüzünü.
O güne kadar doktor olarak azametle arşınladığı hastane koridorlarında bu kez de itilip kakılan bir hasta olarak ayaklarını sürüklemeye başladığında hasta ile doktor arasındaki o eşitsiz ilişkiyi fark eder.
Kuyruklarda beklemeyi, muayene için randevu almayı, dinlemeyen gülümsemeyen yanıtlamayan tersleyen doktorların karşısında alttan almayı öğrenir.
Sadece hastalığını değil, kibirini ve şişkin benliğini de yener o süreçte.
Hastaları tarafından umut olarak görülüyor olmanın bir doktora yüklediği manevî sorumluluğu ilk kez o zaman tam olarak algılar.
* * *
Keşke tüm sağlık çalışanları bulup seyretse bu filmi. Ya da -seminerlerde falan- birer kopyası kendilerine DVD olarak takdim edilse.
Belki o zaman hasta için doktorun en ufak mimiğinin bile ne kadar önemli olduğunu, "ya ölürsem" korkusunun kemirdiği o insanların bazen ufacık bir sözle nasıl yıkılabildiklerini, yüzlerine bakılmadığında kendilerini nasıl değersiz hissettiklerini, keşke kendileri de hasta -ya da hasta yakını- olmadan anlayabilselerdi.
Belki o zaman bahis konusu yazıda geçen "daha yolun başında doktorları bin beşyüz lira maaşa talim etmekle düzene ayak uydurup yazar kasaya dönüşme arasında tercih yapmaya zorlayan vicdanî bir sırat köprüsü" ifadesinin, tercihini zaten erdem ve şefkat yönünde yapmış olan doktorları tenzih eden bir tespit olduğunu kavrayabilirlerdi.
Ama tabii mail gruplarında forumlarda birbirini gaza getirip cengâver gibi öne fırlamak, ego duvarını aşıp da söyleneni anlamaya çalışmaktan daha kolay.
* * *
Eğitimin köşe dönme yarışı gibi algılandığı ve hizmetin diyetinin "müşteriden" talep edildiği bir düzende, sağlık çalışanlarının geçim meselesi de temsil yetkisi verdikleri sendikalardan çok hastaların sorunu haline geliyor.
Sendikasına "benim için ne yaptın?" diye sormayı akıl edemeyen sağlık çalışanı, yüzüne vurulan acı gerçek karşısında kolay yola sapıp hırçınlaşıyor.
Gel gör ki hamlık diploma ile telâfî edilemiyor.
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.