Patronsuz Medya

İyilik-Sağlık

Necdet Şen - 18 Ağustos 2008  


Televizyon sunucularının ego sorunu, kapsamlı bir araştırma konusu yapılmayı bekliyor.

Konuklarını hemen hemen hiç dinlemeyen, her konunun uzmanı edasıyla ahkâm kesen, şamata yaparak verilen cevapları gürültüye getiren, ne kadar zekî kültürlü espritüel olduklarını kanıtlamak için uğraşıp duran bu tarz sunucular, televizyon seyretmeyi eziyet haline getiriyor.

Sık sık "yahu bi sus be" diye ekrandaki sunucuyu azarlarken buluyorum kendimi.

Tabii ki onlar susmuyor, ben zapping yapıyorum.

* * *

Geçen Cumartesi akşamı televizyon kanalları arasında öylesine gezinirken bu yarışın şampiyonlarından Beyazıt Öztürk'ün Güven Kıraç'la birlikte yönettiği söyleşi programına denk geldim.

Stüdyoya davet edilen konuklar (bir bomba uzmanı, bir polis, bir itfaiyeci, bir akutçu, bir cankurtaran, bir ambulans doktoru) gayet hazırcevap, renkli ve öğretici idiler.

Programın sonunda 112 Hızır Acil Servis doktorunun söyledikleri tüm diğer meslekdaşlarının kulağına küpe olması gereken derin bir etik ders gibiydi.

Çalışma koşullarının epeyce ağır olmasına karşılık kazandıkları paranın çok az olduğunun hatırlatılması üzerine genç doktor, nükte kumkuması sunucuların çıkardığı iki şamata arasında şunları söylemeyi başardı:

- "Bir insanın hayatını kurtarabilmenin hazzı parayla pulla ölçülemez. Ben her gün bu mutluluğu yaşıyorum. Bir de üstüne devlet para ödüyor. Daha ne isteyebilirim?"

* * *

Hak ettikleri sosyal haklara ve ücrete kavuşamayan bazı doktorlarımızın "ben şu kadar yıl eğitim aldım, bu bu bu sınavlardan geçtim, şöyle zor koşullarda çalışıyorum, hakkım olan maaş bu mudur?" diye yakındıklarını hep işitiyoruz.

Bunun haksızlık olduğu konusunda da hemfikiriz.

Ama bu ayıbın faturasının hastalara kesilmesi konusunda anlaşamıyoruz.

Hastalarından bir bakışı, bir tebessümü, bir çift tatlı sözü esirgeyen o tarz doktorların, az yukarıda zikrettiğim cümleleri çerçeveletip duvarlarına -diplomalarının hemen yanına- asmalarını isterdim.

"İyi insan" sertifikası veren bir kuruluş var mıdır bilemiyorum. Ama sağlık çalışanının iyiliğini değerlendirecek olan merci de zaten Sağlık Bakanlığı değil kendi vicdanıdır.

Bu genç doktor arkadaşı ve mesleğe onun zaviyesinden bakan tüm sağlık çalışanlarını sevgiyle ve muhabbetle bağrıma basıyorum. Onlar bizim meleklerimiz.

"Ne kaa para u kaa sağlık" diyen ve zaten görevi olan şeyi bile vatandaşın kafasına kaka kaka yapan öteki tür sağlık personelini de kendi yoksul vicdanlarına havale ediyorum.

Onlar neyimiz, artık buna da okur kendisi karar versin.

* * *

Doktor'un sırat köprüsü

Amerikalı sinema yönetmeni Randa Haines'in The Doctor adında bir filmini izlemiştim vaktiyle.

Dr. Jack McKee (William Hurt) başarılı, yüksek gelirli, işleri tıkırında ve tam da geçenlerde yazdığım "Memur Sadizmi ve can çekişen hastanelerimiz" yazısında zikrettiğim "Azamet Tepedenbakan" gibi bir doktoru canlandırır o filmde. Her şeyin en iyisini kendisinin bildiğine inanan mağrur bir doktoru.

Ancak günün birinde gırtlak kanserine yakalandığında görür ayın karanlık yüzünü.

O güne kadar doktor olarak azametle arşınladığı hastane koridorlarında bu kez de itilip kakılan bir hasta olarak ayaklarını sürüklemeye başladığında hasta ile doktor arasındaki o eşitsiz ilişkiyi fark eder.

Kuyruklarda beklemeyi, muayene için randevu almayı, dinlemeyen gülümsemeyen yanıtlamayan tersleyen doktorların karşısında alttan almayı öğrenir.

Sadece hastalığını değil, kibirini ve şişkin benliğini de yener o süreçte.

Hastaları tarafından umut olarak görülüyor olmanın bir doktora yüklediği manevî sorumluluğu ilk kez o zaman tam olarak algılar.

* * *

Keşke tüm sağlık çalışanları bulup seyretse bu filmi. Ya da -seminerlerde falan- birer kopyası kendilerine DVD olarak takdim edilse.

Belki o zaman hasta için doktorun en ufak mimiğinin bile ne kadar önemli olduğunu, "ya ölürsem" korkusunun kemirdiği o insanların bazen ufacık bir sözle nasıl yıkılabildiklerini, yüzlerine bakılmadığında kendilerini nasıl değersiz hissettiklerini, keşke kendileri de hasta -ya da hasta yakını- olmadan anlayabilselerdi.

Belki o zaman bahis konusu yazıda geçen "daha yolun başında doktorları bin beşyüz lira maaşa talim etmekle düzene ayak uydurup yazar kasaya dönüşme arasında tercih yapmaya zorlayan vicdanî bir sırat köprüsü" ifadesinin, tercihini zaten erdem ve şefkat yönünde yapmış olan doktorları tenzih eden bir tespit olduğunu kavrayabilirlerdi.

Ama tabii mail gruplarında forumlarda birbirini gaza getirip cengâver gibi öne fırlamak, ego duvarını aşıp da söyleneni anlamaya çalışmaktan daha kolay.

* * *

Eğitimin köşe dönme yarışı gibi algılandığı ve hizmetin diyetinin "müşteriden" talep edildiği bir düzende, sağlık çalışanlarının geçim meselesi de temsil yetkisi verdikleri sendikalardan çok hastaların sorunu haline geliyor.

Sendikasına "benim için ne yaptın?" diye sormayı akıl edemeyen sağlık çalışanı, yüzüne vurulan acı gerçek karşısında kolay yola sapıp hırçınlaşıyor.

Gel gör ki hamlık diploma ile telâfî edilemiyor.

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

64
Derkenar'da     Google'da   ARA