Klâsik makale girişi: "Efendim, geçenlerde bir arkadaşımla oturmuş havadan sudan sohbet ediyorduk. Konu döndü dolaştı ayak altında dolanan 6 yaşındaki bızdığın kaprislerine geldi.
Bu bızdık, daha ilkokula başlamamıştı bile, ama beheri bilmem kaç dolardan çizgi film DVD'lerinden oluşan bir arşive sahipti ve her birini -hilâfsız söylüyorum- yirmişer kez falan seyretmişti. Öyle ki, artık seyrederken tüm replikleri ezberden söylüyordu."
Okur yorumu: "Zaman değişti şekerim! Şimdiki veletler tam bir masraf kapısı!"
Zurnanın son deliğinin yorumu: "Bir de şu var tabii; artık yeni yetişen kuşak "TL" demiyor, "dolâr" diyor, "yıppiiii!" diyor, "hurraaa!" diyor, "hadi baaay!" diyor! Ülkemiz için seferber edilmesi gereken eğitilmiş enerjinin önemli bölümü, diplomasını alır almaz 'hangi zengin ülkeye sıvışsam?' diyor, elimizden pek bir şey gelmiyor. Çocuklarımız hızla gâvurlaşıyor."
Mısır'daki sağır sultanın yorumu: "Sadece çocuklar değil ki, biz de aynı yolun yolcusuyuz. Şöyle yürü bir sokaklarda, bakalım kaç tane Türkçe dükkân tabelâsı göreceksin. Şöyle bir bak bakalım televizyona, gazetelere göz gezdir, radyolara kulak kabart, Türkiye'de yaşadığına dair herhangi bir ipucu bulabilecek misin?"
Cem-î cümlemizin yorumu: "Kimliksizleştik, daha da kimliksizleşiyoruz! Artık müstevlîlerin kirli emellerine alet edecek dahilî bedhahlar aramasına ve onları maaşa bağlamasına hiç gerek kalmadı; yetişmekte olan her çocuk, potansiyel birer Sömürge Aydını!"
Sömürge Aydını'nın yorumu: "Bizim ülkemizden adam çıkmıyorsa mini mini yavrularımızın ne kabahati var? Onları tabii ki gelişmiş uygarlıkların kültür ve sanat ürünleriyle büyüteceğiz. Şimdi globalleşme, küresel düşünme zamanıdır."
Şimdi reklâmlar: "Bu film, Amerika'da vizyona girer girmez daha ilk gün on yüz milyon bin yuesey dalır kâr etti! Filmde frii takılan bir yapi ile canki takılan bir beybinin fırtınalı storisi anlatılıyor! Haydi siz de tikıt kuyruğuna girin, Dizniy Stüdyos'un kasasına sevırıl milyın dalır daha aksın!"
Şimdi de Yalova Kaymakamı Necdettin Efendi konuşuyor!
Yeri göğü yaratan Walt Disney'in adıyla başlarım… Biz ki, daha Elifbâ'yı öğrenmeden "ka-pow!" zıp!" smack!" pack!" crash!" boom!" bang!" gibi kelimeleri söktük. Biz ki, daha Hakkâri'nin adını duymadan Arizona çölünü, Nevada Rangerlerini, Kulver ve Alamo kalelerini, Ontario gölünü, Vegas'ı, Santa Fe'yi, Baltimor'u öğrendik!
Bizler, kendi çizgi romancısını açlığa mahkûm edip meydanı ithal çizgi romanlara terk eden bir Türkiye'de büyüdük. Bizler Neşet Ertaş'ını Alaman ekmeğine muhtaç edip, frengistan'dan Coni Logın'lar ithal eden, Robin, Jasmin, Lara gibi adları olan nesebi gayrı sahih çocuklarıyla gurur duyan bir ırkın ahvadıyız.
Bizler, zaten beyinleri çoktaaaan yıkanmış, karşıtına dönüştürülmüş, süngü marifetiyle denize dökülen istilâcılarını alafranga şarkılar, siyah beyaz filmler ve "crash-boom-bang" li çizgi romanlar vasıtasıyla arka kapıdan buyur etmiş bir ülkenin klonlanmış çocuklarıyız; ne bekleyebiliriz ki kendi yetiştirdiğimiz kuşaklardan?
Mao Zedung, milyar kişilik ülkesindeki Kültür Devrimi'ni çizgi roman yardımıyla yaptı. Amerika Birleşik Devletleri'ni dünya devine dönüştüren iğfal etme başarısının ardındaki en önemli yapı taşlarından biriydi devleştirilmiş çizgi roman ve çizgi film sektörü.
O ülkelerde elli binden bir milyona uzanan satış rakamlarını yakalayan çizgi roman sanatı, buralarda bin tane satarsa yayıncıyı sevindiriyor. Ve bizim ülkemizde çizgi romancılar var olabildikleri ilk ve son yerden, gazete sayfalarından kazınıp atıldılar.
Bunun için gazeteleri suçlama eğiliminde değilim. Çünkü gazete denen ürünün ilk ve aslî görevi haberdar etmektir. Çizgi roman, Amerika'daki ilk ortaya çıktığı yıllardan itibaren öncelikle gazetelerde yer bulabilmişse, bunun nedeni, gazetenin ayrılamaz bir parçası oluşu değil, gazeteyi daha çok sattırmak isteyen girişimcinin, çizgi romanda bu potansiyeli görmüş ve bizzat yoktan var etmiş oluşudur.
Yani gazeteler, çizgi romanın var olabilmesi için gereksindiği folluk görevini hakkıyla yerine getirmiştir; bizde ve dışarıda. Ama çizgi roman ne yazık ki -burada- kendini seçkinlere sevdirmeyi başaramamıştır.
Bunun vebali biraz çizgi romancının kütlüğünde, biraz da seçkin zümrenin sığlığındadır.
Bir sanat yapıtı daha kaynağındayken, o ülkenin "aydın" tabakası tarafından "zararlı, yoz, değersiz" gibi sıfatlarla aforoz edilip de kurur giderse, ondan arta kalan boşluk haliyle ithal mallarla ikame edilecektir. Ne yazık ki ülkemizin talihsizliği buydu; yerli çizgi romanın serpilip gelişmesi bizzat kendi ezberci seçkinleri tarafından engellendi. Çizgili anlatımın, olmayan okuma alışkanlığının önündeki yok edilesi bir engel olduğu safsatası, okullardan gazetelere, Cibali Karakolu'ndan televizyon kanallarına ve dahî tüm muhkem mevkileri ele geçirmiş olan Müfredat Aydını'na -ki bunu "Sömürge Aydını" diye okumakta beis yoktur- sirayet etti. Türkiye'de bir çizgi roman damarının serpilip gelişmesine ve ülke sınırlarını aşıp dünyaya yayılmasına Türk entelijansiyası fırsat vermedi.
Bundan dolayı kıymetli bir yerlerine kına yakabilirler! Ya da köşedeki marketten birkaç tane He-Man, Conan, Pokemon DVD'si alıp evdeki minicik bızdığa hediye edebilirler.
Televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte, zengin memleketlerin usta çizgi romancıları ve karikatürcüleri evlerimizin baş köşesine yerleştirilmiş olan formatlama aygıtını (televizyonu) çizgi filmleriyle istilâ ettiler. "Batı neden ileri gitti de biz geri kaldık?" gibi kıraathane totolojileriyle oyalanmayı sevenler bu maddeyi de tartışma kalemlerine ekleyebilir? Acaba yanıtlar arasında Batı Efendi Hazretleri çizgi romana ve onun türevi olan çizgi filme bizden daha fazla değer verdiğinden böyle olmuştur gibi bir şık da olabilir mi?
Çizgi film, yapısı gereği daha çok çocukların ilgisini çektiği için; trilyonlarca lira harcanarak oluşturulmuş maarif bütçeleri ve bunların eşe dosta ulûfe dağıtır gibi dağıtılmasıyla yazdırılmış sıkıcı ders kitapları ve oyuna eğlenceye şeytansı eğilimler olarak bakan müfredat programları, istilâcıların hiç bir masraftan kaçınmayıp yaptırdıkları ve rekabette en öne geçerek tüm gezegen sathına ihraç ettikleri çizgi filmlerin karşısında feci bir yenilgiye uğradı.
Artık güç, majör ülkelerin zihin programlayıcılarının elinde. Onlar birbirinden albenili çizgi filmlerin içine zulaladıkları tüketim toplumu değerleriyle, oksidentalist mitoslarla, "iyi" ve "kötü" nün kendi meşreplerince yapılmış tanımlarıyla çocuklarımızı en ustaca yollardan programlıyorlar. Pokemon gitsin, Heidi geri gelsin" gibi naif kampanyalar da soruna çare olamıyor. Çünkü netice itibariyle, dış kaynaklı çizgi filmlerin yaptığı yıkım, Pokemon türü yeni kuşak Japon çizgi filmlerindeki gayrı-insanî (aslında insanın karanlık yönünü gıcıklayan, kışkırtan, kullanıma hazır hale getiren) şiddetle sınırlı değil. Sorun daha derinde; çizgi filmler üzerinden tohumlanıyor; kimliksizleştiriliyoruz, ki bu da bir tür soykırımdır aslında.
Biliniz ki, ister Edirne'de ister Van'da, televizyon seyrederek ya da gazete dergi okuyarak yetişen her mini mini bızdık, artık buralı olmaktan çok uzak, "neden Bronx'ta değil de Arnavutköy'de doğdum?" diye kahrederek büyüyen, kendi halkını ve kendi ülkesini benimseyemeden hayata hazırlanan insanlar olma potansiyelini taşımaktadır.
Bunu sadece Batı ülkelerinden gelen masallar, çizgi romanlar ve çizgi filmler yapamazdı. Bu sömürgeleşme süreci, ancak beyni önceden yıkanmış, kalafatlanmış, misyonerleştirilmiş bir Sömürge Aydını zümresinin işbirliğiyle olabilirdi, ki olan biten de budur zaten.
"Gaflet ve dalâlet" mi arıyordunuz? İşte size bir başlangıç noktası.
Hem evet, hem hayır. Bu metropol kaynaklı çizgi filmler, körpe zihinleri kendi var oluş gerçeğine yabancılaştırmak, talan zengini Batı'nın düşünme ve yaşam tarzı, dili, gündelik alışkanlıkları, dayanışmanın yerine rekabeti, merhametin yerine gücü koyan değer yargıları, silâh teknolojisini, düşmanlık duygusunu, şiddeti, acı çektirmeyi, öldürmeyi olağanlaştırıp meşrulaştırmak için var. Bu çizgi filmler, beyaz tenli "iyi" adamlarla esmer "kötü" adamların arasında geçen ve daima beyaz adamın kazandığı entrika örgüsüyle kimin efendi kimin çömez olduğunu bize çekirdekten öğretiyor.
Batı ile Doğu arasında aşılamaz bir "uygarlık" eşiği olduğuna ve Doğu'nun tek seçeneğinin Batılılaşmak -ya da Batı'ya biat etmek- olduğuna iman ettirene kadar iddiasından vazgeçmeyen, milyon kez tekrar yaparak hipnotize eden telkin makinesi, beyinlerimizdeki üstünlüğünü kurmuş zaten. Hiç bir ülkenin sıkıntı veren resmî müfredat programının Walt Disney ürünlerinin ışıltılı evreniyle rekabet etme şansı yok artık.
Oysa "şimdikiler gitsin, eski romantik çizgi filmlerimiz geri gelsin" tarzında çocuksu yorumlarla akladığımız o eski çizgi filmlerde de dünyayı talan etmeyi kafasına koymuş, talan edilecek bölgelerdeki insanları önceden ikna etmeyi hedefleyen birçok gizli alt anlamlar bulmak mümkün.
ABD'yi içten zaptetmiş petrol zengini haydutlar komşumuz Irak'ı istilâ etmeye hazırlandığı günlerde 9 yaşındaki bir ufaklığın ağzından aynen şunları duymuştum: "Iraklılar gebersin, çünkü onlar ORK!"
Ork'un ne olduğunu Yüzüklerin Efendisi adlı best seller kitaptan ve onun filminden hatırlayacaksınız. Hani şu görüntüleriyle bile insanın kanını donduran, neden "kötü" olduklarına dair bir açıklama getirilmeyen ve beyaz adam tarafından kitleler halinde imha edilince hep birlikte sevinip el çırptığımız koyu renkli iblis-adamlar.
Sadece kapı komşumuz mu? Biz de Ork'uz beyaz tenli efendinin gözünde. Biz, sıradaki Ork'lar, neden boyun eğmemiz gerektiğini, daha minicik birer bızdıkken çizgi filmlerden öğreniyoruz. Çünkü o çizgi filmler evimizi soyacak olan kalpazanlar tarafından önceden gönderiliyor. Başlangıçta bedava sayılabilecek kadar ucuz fiyatlarla, bağımlısı olduktan sonra pahalıya, sonra daha da pahalıya… Öyle bir insan türüyüz ki, zehirin fiyatı ne kadar kazıksa o kadar yüksek dozda alıyoruz.
Evet, çizgi roman ve çizgi film -bu haliyle- zararlıdır. Hem de fazlasıyla. Kendi çizgi roman sanatını bir körlük ve bönlük denizinde boğmuş olan ülkelerin üzerinde nükleer silâh kadar yıkıcı bir etkisi vardır Disney ve Manga istilâsının.
Aynı zamanda çizgi roman ve çizgi film -ticari açıdan- çok yararlıdır. Kültürü sınır ötesine taşır, edebiyatın, sinemanın, vaizlerin, misyonerlerin dışişleri bakanlığının sızamadığı ince deliklerden dar aralıklardan geçebilir, alfabeden sonra en çok okunan ikinci şeydir, çok satılır, sürümden kazanır, oluk oluk yen, dolar, avro sokar içeri. Toplumu pasif bir alıcı durumundan dünyanın gidişatını belirleyici durumuna geçirir bu sanat, değerinin bilindiği ülkelerde.
O nedenle, bura aydını bir kez daha başını ellerinin arasına alıp düşünse iyi olur, "Çizgi roman daha soylu kitapları okumanın önündeki engeldir" safsatasının ve buna benzer üç beş şablon cümlenin ötesine geçerek, yanlışın nerede yapıldığı enine boyuna sorgulanmalı, "çizgi romanı lânetledik de kitap okuma oranımız yükseldi mi; neden benim kültürel atmosferim tamamen ecnebî filmlerine hayran ve ecnebîler gibi yazıp çizmeye, oralarda takdir edilmeye hevesli taklitçi yazarlara-çizerlere mahkûm oldu acaba?" diye.
Hatırlamaya çalışalım, Batı uygarlığının dayanak noktası, temeli olan İlyada ve Odisea destanları hangi yöreye ait? Troya kenti nerede? Ya Komagene uygarlığı? Ya Kimmerya? Ya Hektor, Akhilleus, Herkül, Hermes, Afrodit, kısacası, tüm Grek mitolojisi arka bahçemize ne kadar mesafede?
Ya İlyada ve Odisea da dahil, tüm destanların anası ve esas kaynağı olan Gılgameş nereli? Sizi yormadan ben söyleyeyim; şu bizim ufaklığın "Ork" dediği insanların yaşamakta olduğu Mezopotamya'lı; yani bugünkü Irak'lıların hemşehrisi.
Dünyanın en büyük kültür definesinin üstüne ev kurup, sonra da elin hırsızından şekere bulanmış adi boncuklar satın almak kaderimiz olamaz. Batı kültürü ve onun bize söyleyecekleri sıfırı tüketmek üzere. Artık konuşma sırası bize geliyor. Her ne kadar tersine inandırılmaya çalışıldıysak da, kültürün, uygarlığın anayurdu burası. Bizim ham maddemizi bedavaya kapatıp fahiş fiyatlarla yine bize okuttu onca zaman Batı Hazretleri. Artık uyanma zamanıdır.
Dünyanın en ucuza mal edilen görsel şöleni olan ve teknolojiden, tesisten, cihazdan, şundan bundan bağımsız, sadece yetenekli ve azimli insanların beyinlerinin ışığı ve ellerinin becerisiyle ortaya çıkan çizgi roman, bizimki gibi ülkelerin en önemli bacasız sanayi girdilerinden birini oluşturabilirdi. Neyimiz eksikti İtalya'dan, Fransa'dan, avuç içi kadar Belçika'dan?
Bilgisayar programlarının artık semt pazarlarındaki işporta tezgâhlarında yoğurt fiyatına satıldığı günümüz dünyasında, çizgi film de çizgi roman kadar ucuza mal olabilecek bir maddî-manevî yatırım alanı. Her iki sanat dalının da olmazsa olmazı olan bura insanının zekâ ve yeteneğinin kadri kıymeti bilinsin, yeter.
Ola ki, kendi kültürel damarlarımızı yok -hatta zararlı- sayıp gelişmesini engellesek dünyanın aklı başında insanları bize "budala" demez miydi? Peki, kendi yerel çizgi sanatçılarına haşerat muamelesi çekip, yok edip, meydanı tamamen dış mihraklı propaganda tröstlerine terketmek de ihanet kıvamında bir budalalık örneği sayılmaz mı?
Çizgi sanatının kaynağının kurutulması, egemenler öyle buyurdu diye madenlerin toprak altında bırakılmasından daha vahim. Bugün gömülü kalan maden yarın çıkartılır. Ama gömülen çizgi romancı açlıktan ya da küskünlükten solup gider. Yerine yenileri de yetişmeyebilir. Bizim için tren kaçabilir.
Sonuç ortada: Sorunları çözecek kuşaklar bizzat sorunun kaynağı tarafından programlanmış. Hırsızlar, talana direnme gücümüzü daha çekirdekten yoketmiş bile. Zihinlerimiz çocukluk yıllarımızda ablukaya alınıp dümdüz edilmiş. Körüz, önümüzü göremiyoruz.
New York Times gazetesine yüksek bütçeli ilânlar vererek mi daha iyi tanıtılır bir ülke, yoksa dünyanın her yerinde yayınlanabilen, tüm dünya seçkinlerinin kitaplıklarına ve DVD oynatıcılarına girebilmiş Türkiye yapımı çizgi romanlar ve çizgi filmlerle mi?
Türkiye'nin vakit kaybetmeden kendi millî çizgi roman ve çizgi film sektörünü yaratması gerekir. Ama Japonya örneğinde olduğu gibi sadece para kazanmayı amaçlayan ve o nedenle Batı'nın tüm şablonlarını daha da kaba saba kullanan bir sektör değil, içindeki insanî değerlerle tüm dünyada sarsılmaz bir saygınlığı bugünden başlayarak kuracak bir çizgi roman ve çizgi film akımı Anadolu'dan dünyaya yayılmalı. Türkiye'nin "büyük devlet" olma iddiası varsa, bu iddiasını dünyanın her yerindeki yarının yetişkinlerini kazanarak başlatmalı.
Bunun için ihtiyaç duyduğumuz konu ve motif zenginliği, Doğu ve Batı arasındaki ayrıcalıklı yerimiz, insan kaynaklarımız, deneyimimiz, sorun çözme becerimiz zaten var. Olmayan şey, ülkedeki birikimin önünü açabilecek uzak görüşlü bir planlama.
Yüz yıl öncesinin eğitim anlayışıyla üçüncü binyıla girilemez. Bilinmeli ki, artık okul çizgi filmin gerisinde kalmıştır.
Türkiye'de herhangi bir girişimci, fiyaskoyla sonuçlanan uçuk projeler için sokağa dökülen yatırım sermayesinin yçok azını ortaya koysaydı, inanıyorum ki, birkaç yıl içinde olmasa bile, on yıl sonra bunun dev bir sektöre dönüştüğünü, tüm dünyaya ihracat yapabildiğini görürdü. Böyle bir yatırımın sadece döviz girdisi açısından değil, dünyadaki sevilirliğimiz ve sayılırlığımız açısından da önemli olduğunu akıl edebilecek bir makam ya da sermaye sahibinin çıkamamış olması Türkiye'nin kaybı.
Öyle bir yönetim kadrosu ve sermaye sınıfı var ki bu ülkenin, firmasını halka sevdirebilmek için karikatürden amblemler ve çizgi filmlerle bezenmiş reklam kampanyaları yaptırıyor da, bizzat bu sanata (yani markasını sevdirebilmek için son çare olarak başvurduğu çizgi sanatına) yatırım yapmayı akıl edemiyor.
Vaktiyle "sinemaya neden yatırım yapmıyorsunuz?" diye sorduğum bir büyük kapitalistin "batsın Türk sineması!" dediğini ve ardından "yıllarca biz zenginleri kötü insanlar olarak gösterdiler!" açıklamasını hatırlatırım bir kez daha… Ermeni soykırımı, Kürt sorunu, Kıbrıs kördüğümü, vd konulardan dolayı mütemadiyen köşeye sıkıştırılan ve yabancı gazetelere ilânlar vererek belâyı savuşturmaya çabalayan Türkiye Cumhuriyeti, maalesef daha yaratıcı yolları hiç denemiyor.
Batı dünyasının bilinç altındaki "Türk karşıtı" önyargıyı yok etmenin, bizzat kültür ve sanat yoluyla mümkün olabileceğini göremiyor bu ülkenin muktedirleri.
Özellikle de sonraki kuşakların bilinç altını şimdiden tohumlamak için Batı'nın oldum olası kullanageldiği en etkili vasıta (hatta, silâh) olan çizgi sanatına karşı, bizdeki bürokrat ve sermaye blokunun duvar gibi sağır ve ilgisiz oluşunu görmek insanı üzüyor.
"Ya bu sanatçılar palazlanır da iktidarımızı yıpratacak muhalif girişimlerde bulunurlarsa?" korkusu, gelip geçen tüm yönetimlerin ve bir türlü yerinden oynatılamayan Gizli İktidar'ın sanatçıya serin durmasına neden oluyor.
Öyle bir yönetim bürokrasisi ve öyle bir okumuş elit ki, çizgi roman ve çizgi filme destek olmak şöyle dursun, devlet adamını Red Kit okuyor diye aşağılıyor ve o devlet adamı da dahil hemen hepsi, kendi kitaplığı çizgi roman ve video arşivi çizgi film dolu olsa dahi, bunu bir kültür politikası olarak ele almayı düşünemiyor.
Oysa bu ülkenin kamburları sadece şu ya da bu madeninin çıkarılıp tam kapasite işlenmesiyle, gaipteki petrolün bir an önce bulunmasıyla, yolsuzluğun, soygunun, mafyalaşmış siyaset düzeninin, kilitlenmiş parlamenter sistemin işlerlik kazanmasıyla, demokratik çarkın asker vesayetinden arındırılıp sivilleştirilmesiyle, birinci kuvvete dönüşmüş olan medyanın tekrar kendi sırasına çekilmesiyle falan sınırlı olmayıp, çizgi sanatını aforoz edişinin altında yatan basiret eksikliğini de anlayıp bu yanlıştan dönmesiyle mümkün.
Döner mi acaba?
Ne diyelim? İnsandan umut kesilmez. Belki araya yanlışlıkla akıllı, basiretli birileri karışmıştır.
Okumakta geç kaldım ama bu yazıyı sevdim. Batıyı oluşturan ögeler en iyi evrimle açıklanabilir. Çizgi roman ve çizgi film içinde barındırdığı kültür ve dinamiklerle evrimin getirdiği bir olgu. Dolayısıyla, çizgi romana ve çizgi filme neden ihtiyaç duyulduğu, gelişmiş kültürlerin yazı ve çizgi süreciyle anlatılabilir. Mao Zedung gibi Mussolini de çizgi romanın gücünden yararlanmıştır. Din referanslı yaşayan toplumlar evrimi olağan sürecinde yaşamadıklarından, evrimi olağan sürecinde yaşayan toplumların kültürü altında yaşayacaklar ve onların izin verdiği kadar düşünecekler ve üreteceklerdir. Çizgi roman ve çizgi film kültürü yaratmak bir süreçtir, ne yazık ki bu sadece parayla olmaz. Tıpkı otomotiv ve uzay teknolojisi gibi. Sizin bir başka yazınızda; ülkemizdeki karikatür sanatının 50'lerde doruğa ulaşıp, durmasını vurguladığınız gibi, günümüzü tetikleyecek süreç yarım kalmış.
Atalay Bilge - 10 Kasım 2007 (15:30)
Japonya'nın en önemli ekonomik girdilerinden birisi de çizgi filmler. Ekonomik otomobilleri gibi, bu sektörleriyle de bütün dünyayı pazar haline getirdiler. Darısı bizim de başımıza.
Akgün Temel - 8 Ağustos 2009 (19:30)
Sermayedarların kültür ve sanattan uzak durmaları, kültür ve sanat için en çok yeğlenecek durum olsa gerektir. Çizgi roman ve filmleri bilmem ama, kültür ve sanattan pek de uzak durmadıkları aşikâr. Peki bu yakınlığın kültür ve sanata faydasından söz edilebilir mi? Düşünmek gerek.
Uzak dursunlar, gölge etmesinler, (varsa) sanat ve kültür için daha hayırlı olur…
Candan Dinç - 10 Ağustos 2009 (05:01)
Bu bana Kubilay Aktaş'la yapılan bir söyleşiyi çağrıştırdı. Sizin söylediklerinize ek olarak bilinçaltına gönderilen gizli telkinlere dikkat çekiyordu.
Kısa bir bölümü şöyleydi:
"Çizgi filmlerde pornografi, müziklerde şeytan övülüyor
Subliminal kayıt denilen gizli kayıt tekniği ile belli müziklerin altına telkinler gömülüyor. Bu zaten psikoterapide kullanılıyor. Büyük hipermarketler kullanabiliyor. Ya da Michael Jackson, Led Zeppelin, Madonna, Eminem, Metallica gibi sanatçılar müziklerin altına şeytanı öven şeyler yerleştiriyorlar. Eminem'in bir parçası var, tersten okuyunca 'Ey şeytan sen bizim Tanrımızsın, bize 666'yı vereceksin' diyor. Çizgi filmlerde de pornografik sahneler ve yazılar yerleştiriliyor. Meselâ Donald Duck'ta laptopta yazışıyor, görüntüyü yaklaştırdığınızda çıplak dans eden bir kadın görünüyor. Aslan Kral'da yüz küsür yerde 'sex' yazısı var. Bu telkinlerle insanların duygularını kullanıyorlar. Maalesef bilinçaltımız çalınıyor. Bu teknolojinin ileri türevleri savunma sanayiinde kullanılıyor."
Mina - 26 Kasım 2009 (12:43)
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.