Patronsuz Medya

Ben gene de iyimserim;)

Necdet Şen - 14 Aralık 2014  


Diş fırçalamadan diş fırçalamaya -aynada- karşılaşıp isteksizce selamlaştığım Necdettin Efendi'yi uzunca zamandır "yazsana yazsana" diye sıkıştırıp duruyorum. "Tam da en susulmaması gereken zamanda dut yemiş bülbüle döndün, ne oldu, yusuf yusuf mu yoksa" diye fiştekliyorum. Kışkırsın da yazsın diye.

Kızgın kızgın bakıyor sadece.

"Rezilliğin karşısında korkup da bu yüzden susan kim varsa, tuu yüzüne. Hele bir de, hangi saikle olursa olsun, kağnının gölgesine sığınan kervan itinin yedi ceddine…" diyor, gene susuyor.

Biliyorum aslında ben onun neden bu kadar sessizleştiğini. Zihnini okuyabilme becerim, kozmik odalarına sızma yetkim var. Çekiniyor aslında bir şeylerden. Yok, hayır, zorbanın çiğliğinden, şerrinden değil, bu süreçte biriken öfkesiyle coşup ağzını fena halde bozmaktan. Büdütör'ün koyduğu "tepesi atmışken yazıya oturmama" düsturunu ihlal etmemek için "yâ sabır" deyip bugünkünden daha asude günlere erteliyor müşavereyi.

"Yahu hiç mi yok peki tepenin atmadığı, olan bitene daha mülayim baktığın zamanların? Bari o zaman yazsan ya bir şeyler" diyorum; kafasını diğer tarafa çevirip bir haak tuu daha yapıyor. Suskunluk berdevam.

Anlıyorum ki bayramlık ağzını açarsa, sadece uzaktakileri değil, yakınındakileri (incitmek istemediklerini) de haşlama ihtimali var. Zaten hazret, sırf konuşmuş olmak için konuşanlardan değil; söylenecek dişe dokunur lafı yoksa susup dinleyenlerden. Aklını ve vicdanını mezata çıkarmamış, kabileye rehin bırakmamış her insanın ayan beyan görebileceği şeyleri bir de tercüme etmeye hiç gerek yok diye düşünüyor.

Ama memleketin yüzde ellisinin (bana sorarsan çok daha fazlasının) "nereye varacak bu kepazeliğin sonu" diyerek yeise düştüğü bir zamanda hiç değilse iki çift lâf edip içimize su serpecek birilerine de ihtiyaç var, değil mi?

O gene "yazdık ya işte şunca yıl, yetmedi mi" diyecek, biliyorum. Ama ben gene de, ahbabı ve refiki olarak, yenilerini yazsın diye tazyik yapmaya devam edeceğim.

Diğer yandan, madem bu aralar onu sohbete katamayacağız; hiç olmazsa zihin okumaya çalışıp kendi namı hesabıma iki çift lâf edeyim de içimin şişi insin.

Onca yıllık yaşamışlığım ve günlük gazete hatmedip çapraz bulmaca çözmüşlüğümün bana öğrettiği şudur ki, idarecinin akıllı olanı, niyeti yönetmekse eğer, ulu orta tehditler, uçar tekmeler savurup durmaz. Germek şöyle dursun, sakinleştirir. Kendisini olduğundan daha mülayim göstermeye bakar. Mazlumun bedduasını almaktan sakınır. (Machiavelli bile bunu salık verir efendisine; "ahalinin ahını alma" der.) Akıllı idareci, ister hükümdar ister vardiya şefi olsun, tüm karar ve yetki trafiğini kendi elinde toplamaz; bölüşür ve dağıtır ki, yarın işler ters gider de şalter atarsa, ceremesi de avaneyle paylaşılsın, okkanın altına tek başına gidilmesin.

Mesele sadece sorumluluk ve cereme de değil tabii; akıl akıldan sezgi sezgiden üstündür, senin göremediğini arkandaki görür, "haşmetlüm, necasete basmak üzeresiniz" diyerek uyarır.

Gel gör ki, cümle yaratılmışın, uçan kuşun, akan suyun, teğet geçen meteorun kendi iradesine tabi olmasını murat eden kişiye, akıllı değil, olsa olsa gırtlağına kadar değersizlik duygusuna gark olduğu çocukluğuyla ergenliği arasında sıkışıp kalmış, kendini ve çevresini huzursuz mizacının kronik mağduruna dönüştürmüş, açlığını çektiği kudreti ansızın kucağında bulunca da ne yapacağını şaşırıp ölçüsüzce kostaklanan bir "ezik" denebilir. Otoriteyi kimseyle paylaşmaya yanaşmadığı için, 24 saat köprü üstünde nöbet tutmak zorunda olan bir uzak yol kaptanı gibidir böylesi. Devamlı ufku tarayıp tehlike arayan göz, kulak, zihin zamanla yorulur, çaptan düşer. Esen yelde hile sezip, kendi etini tırnaklamaya başlar. Bu süreçte etrafını -akıldan ve basiretten yana- tenhalaştırdığı için, ufukta görünen fırtınalara tek başına göğüs germek gibi trajik bir yazgıya mahkum eder kendini. Ve bir gün ayağı kayıp deryaya yuvarlandığında "aman, eyvah" diyecek bir tek insan evlâdını ara ki bulasın. Mürettebat kâmilen kıç ambarda kilitlidir.

Kendi tahtırevanını onca yıl taşımış, velveleyle alkışlamış gört kıllarına karşı bile bu kadar kıyıcı, bu kadar vefasız olan birinin kaç sıkımlık macunu kalmış olabilir?

Bilemem. Yazarlık iddiası olmayan mütekait bir çizer olarak, bu gevezeliğe son verirken, sözü üstad Zeki Müren'in mütecanis üslubuyla bağlıyor ve "gözünüz yolda kulağınız bende olsun sevgili şoför kardeşlerim" diyorum.

Hayrat kabilinden, bir de tüyo veriyorum.

Küsmeyiniz, pısmayınız, kasmayınız güzel kardeşlerim. Çaresiz hissedip de hicrana ve yeise kapılmayınız. Akrep en son kendini sokar. Kaptan Ahab'ı, Macbeth'i, Câlût ile Davut meselini hatırlayınız. O da yetmezse Aşil denen cengaverin nikelajsız topuğunu düşünüp rahatlayınız. Cümle alemin nefes alışına bile hükmetmeye sevdalı, bırak agyârını, koşulsuz itaat eden efradını bile "gözünü kırpanlar ve kırpmayanlar" diye ikiye ayıran bu nevî kudret mecnunlarına karşı en etkili cevap, sükûnet, suhulet ve sivil itaatsizlik denen ecnebî icadıdır.

Tebessüm ediniz, horon tepiniz, rahvan ve rahmi olunuz kardeşlerim. Hiç bir tayyare havada, hiç bir torik tavada, hiç bir rodeocu beygir sırtında ilânihaye kalmaz. Fazla havalanan her şey -er ya da geç- tepe üstü çakılır. Hem de ne çakılma! Marifet zannettiği çocuksu hiddetiyle bas bas bağırıp kime ve nereye çemkireceğini bilemeyene ise teker meker olduğunda acı acı gülünür.

En çok da ona gülünür. Neden, bilir misin? Düşmeden hemen önceki afur tafur ve çalımı yüzünden.

Yorumlar

Sabah o öttüğü için güneşin doğuduğuna inanıyor bizim horoz… Az kaldı diyorsunuz, sabır telkin ediyorsunuz, sahi az mı kaldı?

Bilge Bozkurt - 16 Aralık 2014 (09:58)

Müneccim değilim, az kaldı falan demiyorum. Sabır falan da telkin etmiyorum. Kulağıma gelmiş bir tüyo da yok. Sadece bu araba böyle gitmez, gidemez, balata yakar, dananın kuyruğu doğal olarak kopar ve her halükârda can yakar diyorum. Anamız, danamız, dostumuz, düşmanımız, topyekûn zarar görür, hırpalanırız.

Ama tabii belki ben de, her olguyu kendi kerametiyle açıklayan çil horozunuz gibi kendine dönük biriyimdir, kuruntularımla sosyolojiyi birbirine karıştırıyorumdur, neden olmasın?

Yeri gelmişken şu soruya da bir göz atsak mı? Acaba aynadaki o bıkkın suratlı adamın yazma konusundaki isteksizliğinin bir diğer nedeni, cümlelerdeki açık anlamı çöpe atıp satır aralarında akrostiş arayan ve sözü polemiğe doğru çekiştiren bir okur profiline artık eskisi kadar yakınlık duymaması olabilir mi?

Necdettin Horoz - 16 Aralık 2014 (12:05)

Abi ben de sen kadar umutlu düşünebilmeyi isterdim. Oğlum olmasa ipimde bile değil vallahi (garibim daha 19 aylık, Allah'ın bildiğini bizim Horoz Necdet abimizden saklayacak değilim) ama ne bileyim, ne bileyim be abi…

Hain Domdom - 16 Aralık 2014 (23:41)

Necdet üstadın sahip olduğu o tanıdık belâgatı ile çok güzel tanımladığı o ruh halinin aynısı bende de var.

Bu ruh haline nasıl geldim? Ne oldu da elim yazıya gitmez oldu?

Bu soruların yanıtları ile ilgili her gece yastığa kafamı koyduğumda uzun uzun düşünür halde buluyorum kendimi. Hatta bazen uykum kaçıyor.

Bezginlik mi desem? Bıkkınlık mı? Yoksa, yoksa "münevver şımarıklığı mı?"

Bilemedim, bilemiyorum.

Ama gerçekten, bırakın yazı yazmayı, hayata dair bazen sohbet etmekten bile bezmiş vaziyetteyim.

O kadar yani!

En çok da yazarımızın "Sadece bu araba böyle gitmez, gidemez, balata yakar, dananın kuyruğu doğal olarak kopar ve her halükârda can yakar diyorum. Anamız, danamız, dostumuz, düşmanımız, topyekûn zarar görür, hırpalanırız" diye ifade ettiği gerçek canımı sıkıyor.

Of ki of!

Melih Özel - 22 Aralık 2014 (17:45)

Üstadım, neden kozmik güç ve/veya prensiplerin kötüleri durduracağını var sayıyorsunuz anlayamadım. Veya durduracaksa bile bunun neden yakınlarda olacağını. Küba'daki rejim 60 yılını doldurdu, Kuzey Kore çok farklı değil, İran malûmunuz.

Karşısına "temenniler"den daha ciddi bir rakip çıkmadığı sürece iktidar kendi varlığını devam ettirme eğiliminde değil midir?

Emre Sermutlu - 26 Aralık 2014 (10:19)

Nihayet yazdıklarımı anlayan biri çıktı. Evet, çok doğru, yaşadığımız sorunları kozmik fırtınalar, ayın çekim gücü ve yogi kâzım faktörüyle açıklıyor, döne döne bunu anlatıyorum.

Necdettin Kozmoz - 26 Aralık 2014 (18:22)

Yorum yazan bazı (benim gibi) kafası karışıklar için bir ek okuma parçası ve kitap tavsiye etmek isterim.

Derkenar'ın bizlere kitap da tanıtan emek yoğun çalışmaları arasında tanıttıklarından birisi bu: Siyaset kediyi arkadan düzmeye benzer

Zahmet edip kitabı okumak istemeyenler için Derkenar'da iki sayfalık bir alıntı da var kitaptan: Charles Bukowski, Sevimli Bir Aşk Hikâyesi, Çeviren: Avi Pardo, Parantez Yayınevi.

Benim gibi karman karışık aklı olanlar bile bazen okuyunca anlayabiliyor.

Valla!

Karman Karışık - 27 Aralık 2014 (11:45)

"Hiç bir tayyare havada, hiç bir torik tavada, hiç bir rodeocu beygir sırtında ilânihaye kalmaz" cümlesinden benim anladığım, belki fiziksel, belki mantıksal, belki de etik bir kanun, bir ilke, bir düzenlilik'ten bahsettiğiniz. Peki, adına kozmik demeyelim, siz nasıl diyorsanız ondan olsun.

Çin'de 1949'dan, Singapur'da (düzenli olarak seçim yapılmasına rağmen) 1959'dan beri aynı parti iktidarda.

Bu süreler benim gibi bir ölümlü için ilâ nihaye değilse de ona yakın. O yüzden adını koymadığınız ilkenin bu örneklere niye işlemediğini merak ediyorum, hepsi bu.

Emre Sermutlu - 27 Aralık 2014 (14:55)

"Zaman aralığını yeterince geniş tutarsanız hepimiz potansiyel ölüyüz" mealinde bir cümle hatırlıyorum. Kozmik yasa mı diyordunuz, buyurun size kozmik yasa. 30 sene beklersek, şimdiki sorunumuz da netekim paşa gibi 90'lık dede olacak. O zaman işimiz kolay. Yargılarız.

Aman, "şaka yaptım" diye belirteyim de bir de bunun sağlamasını yapmak zorunda kalmayalım.

Üst üste bu kadar hata ve hukuksuzluk yapan bir iktidar hâlâ tek kale maç oynuyorsa, bunda her halde olan biteni içinde kendisinin olmadığı sanal bir dünyayı seyreder gibi seyreden ve sade suya tirit vıdıvıdıyla yetinen kof muhalefetin de rolü olsa gerek. Salgın hastalık gibi birbirlerine bulaştırdıkları "öğrenilmiş çaresizlik" bu kitleyi eylemsiz ve siyasetsiz yapıyor.

Bu derece şoka girmiş, paralize olmuş bir kitleye "pısmayın, şu anki kudret ve baş edilemezlik görüntüsü sizi elden ayaktan düşürmesin, hiç bir pozisyon kalıcı değil, olan biteni doğru okursanız, makus talihinizi değiştirme şansınız da olur" demekle, eğer kozmik ışınım alanına girdiysem özür dilerim. İlk yorumun sahibi gibi siz de bunu kendimi "keramet sahibi" zannediyor oluşuma verin.

Necdettin Skywalker - 27 Aralık 2014 (20:04)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

429
Derkenar'da     Google'da   ARA