Patronsuz Medya

Cihangir Kolonisi'nin Azizesi: Pınar Selek

Necdet Şen - 3 Ağustos 2006  


Merak ediyorum, İstanbul'un Cihangir semti bir gece vakti ansızın ortadan yok oluverse ya da bir gezegenin (diyelim ki Marduk) çekimine kapılıp sessiz sedasız göğe ağsa, hayatımızda ne değişirdi?

Herkesten önce davranıp kendi yanıtımı vereyim; gazetelerdeki köşe yazarı sayısı mevcut yekûnun dörtte birine falan inerdi.

Dahası, "biz aşağıda imzası bulunan aydınlar, filânca rezaleti nefretle kınıyoruz" diye başlayan imza listeleri ya hiç oluşturulamaz ya da eser miktarda imza toplanabilirdi.

Gazetelerin kültür sanat sayfaları da boş çıkardı tabii. Kadın hakları savunucuları, sosyalistler, feministler, sosyalist feministler, çağdaş avukatlar, çağdaş hekimler, reklamcılar, mizah dergileri ve karikatüristler, ressamlar, yazarlar, şairler, rock grupları, onların lise çağındaki kız hayranları, sinema, tiyatro ve televizyon aleminin ünlüleri ve daha bir sürü "seçkin" kişi ve onların takıldıkları meyhaneler, barlar, kültür merkezleri ansızın ortadan yok olduğu için, meydan sadece namaz falan kılan süflî kesimin yazarlarına ve her nasılsa Kadıköy, Üsküdar, Bakırköy gibi uzak semtlerde ikamet eden asosyal entellektüellere kalırdı.

Memleketimizin akıl ve fikir hayatı çökerdi yani.

Düşünsenize, bozacısız, şıracısız, körsüz, sağırsız, nihansız, didesiz, kambersiz, düğünsüz bir Beyoğlu ve Beyoğlusuz bir fikir-sanat hayatı ne demektir? Hiçtir.

Ama Allah'a şükür ki böyle ürkünç bir kehaneti gerçek kılmaya Marduk'un, hatta Corc Buş'un bile gücü yetmez. Cihangir Kolonisi ilelebet payidar kalacak ve körler ile sağırlar birbirini ilâ nihaye ağırlayacaktır. Memleketimizin en güzide entellektüelleri, devrimcileri, liberalleri, reklamcıları, hem devrimci hem reklamcı olanları, hem reklamcı hem devrimci hem köşe yazarı olanları, hem köşe yazarı hem iş adamı hem işçi hakları savunucusu olanları ve onların meyhane-bar-garsoniyer kolonileri bizi daha uzun süre eğitmeye ve adam etmeye devam edecektir.

Türkiye'nin kurtuluşu Beyoğlu'nun arka sokaklarından başlayacaktır yoldaşlar. Cihangir'in ağaçsız klostrofobik ara sokaklarından dalga dalga yayılacak ve tüm yurdu, sonra dünyayı kaplayacaktır. Kurtarılmayı bekleyen travestiler, tinerciler, yankesiciler, esrarkeşler, yasa dışı örgüt sempatizanları o izbe sokaklarda temerküz etmiş bulunup, yarının aydınlık Türkiyesinin nüvesini oluşturmaktadırlar.

Bu Cihangir Kolonisi'nin memlekete en büyük hizmeti, içki masalarından sanatçılar, devrimciler, halk kahramanları, kadın hakları savunucuları ve benzeri müthiş insanlar yaratmasıdır. Kaderin garip bir tecellisi olarak hemen hemen hepsi birbiriyle yakînen tanışır, sevişir, sevişilemeyecek kadar geçkin ya da çirkin olanlarla kadeh tokuşturulur, ertesi gün gazetedeki köşesinde evvelsi akşam dumanlı kafayla keşfedilmiş olan cevherler biz alelâde insanlara sütunlardan tanıtılır.

Kitap okuru okuyacağı kitabı, reklamcı araklayacağı sloganı, karikatürist çizeceği konuyu, işkenceci gece karanlığında plakasız arabaya atıp kafasına elektrik vereceği kurbanı, cim savcısı dava açacağı sanığı, avukat savunacağı müvekkili, ressam tablo satacağı sanatseveri, işsiz muhabir elinden tutacak tuzu kuru gazete yöneticisini hep bu sokaklardaki loş barlarda bulur, halvet olur, sorumluluk bilinci fevkalâde gelişmiş olan ve kanındaki etken madde miktarı promil cinsinden ölçülen bu nezih koloniye ucundan eklemlenir.

Cihangir Kolonisi'nin sayısal kalibresiyle kıyaslanamayacak cesamette bir yaygara koparma gücü vardır. Hele içlerinden birine dokunmayagör, yarım saat içinde yüzlerce imza toplanıverir. Gerçi imza sayısı ertesi gün, hatta altı ay sonra bile hep aynı sayıda kalır ama bu koloni yine de her zaman ortalığı tozutacak, memleket gündeminde yer alabilecek nitelikli bir potansiyele sahiptir.

Noam Chomsky'yi bile tanır, ondan imza bile alabilir bu insanlar. Hatta aralarında Maria Faranduri'den Mihail Gorbaçov'a kadar çok geniş bir kartvizit koleksiyonu olan yıldızları vardır bu koloninin. İş dünyamızın en küçük patronuna bile sen ben bizim oğlan istesek, ulaşamayız; ama onlar bir telefonla Kavala Holding'in, hatta belki Koç Holding'in patronunu mahkeme kapısında nümayiş yapanların arasına katabilirler.

Aynı kanun maddesinden sana ya da bana dava açılırsa onların gazetelerinde ve televizyonlarındaki haber bültenlerinde tek satır haber olmaz. Ama aynı dava içlerinden birine açıldığında Türkiye yerinden sallanır. Ne Türkiye'si, Avrupa, Amerika, hatta dünya, hatta galaksi sallanır. Heyetler falan gelir zalimlere fırça çekmek için. Köşe yazıları ve imza sirkülerleri peçetelere yazılmış şarkı istekleri gibi gazeteden gazeteye, oradan internete, oradan mail gruplarına ve herkesin kişisel bilgisayarlarına nüfuz eder.

Nedir bunun sırrı?

Örgütlenme kardeşim. Örgütlenme. Okumadın mı hiç Vladimir İlyiç Lenin'in, Yalçın Küçük'ün, Yaşar Nuri Öztürk'ün yapıtlarını? Sen orada kendi kuytu köşende hortumla bahçe sularken onlar Cihangir'in yokuşlu bayırlı merdivenli sokaklarında örgütlenir, birbirlerine sımsıkı kenetlenirler. Dalaşacakları kişileri bile kendi aralarından seçerler ve kavgayı ayıranlar da yine aralarından çıkar. Biz, uzaktan işitiriz sadece.

Ama bak, haksızlık etmemek lâzım. Bu insanlar memleketimizin yüzünü ağartırlar bir anlamda. Nasıl? Demokratik çıkışlar yaparlar. Seminer düzenlerler. Çok güzel lânetlerler. Neyi mi? Lânetlenmesi gereken her şeyi. Gün olur Filistin'deki akan kanı, gün olur F tipi cezaevlerini, gün olur seni, beni, gün olur şarap içmekten, tatil yapmaktan bîhaber, eğitimsiz, sırtı kıllı, atletli, tokyolu mesire yeri turistlerini. Lânetlemek ve kınamak hiç kimsenin ağzına yakışmadığı kadar yakışır onların ağızlarına. İstisnasız hepsi ezberden sekiz on şiir patlatabilir, cezbeye getirip meyhaneden kaldırır vilâyete doğru yürütebilir hepimizi.

Şahsen ben hiç birini yapamam bunların, tembelim, sanatçı bencilliği içindeyim, kedilerimin göbeğindeki düğmeleri saymak ve bahçe sulamak dışında bir şey gelmez elimden. Gazete okumam, eylemlere katılmam, slogan atmaktan ve cop yemekten hoşlanmam. Gözlüğüm çerçevesiz, narin, çıt diye kırılır. Nezarette gecelemek, aç kalmak, hakarete uğramak bana göre işler değil. Ben gözlüğümden de narinim, çıtırt diye kırılırım. Kırılınca küser, kambur feleği suçlarım. Hem Pasifist hem Konformist bir küçük burjuvayım.

Hem ben 12 Eylül kuşağının manevî öncüsüyüm. Yani şu malûm bencilleşmenin ve yozlaşmanın.

Nereden mi çıktı bu? Çıktı işte. İnternetten okudum. Kim mi yazdı? Pınar Selek. Demokrasi kahramanımız. Yerli Jan Dark. Hani şu -bana düzmece gibi görünen- "Mısır çarşısında bomba patlattı" iddiasıyla içeri alınan ve uğradığı zulümle bir anda Cihangir Epik Destanı'nın başrol oyunculuğuna yükselen aileden soylu sosyolog hanımefendi kızımız.

Bana ve çizgi romanıma olan nefretini beş yıl önce bir müzik dergisinde dile getirmiş, bu fakirden de davulcu yellenmesi kabilinden cılız bir yanıt almıştı bu site aracılığıyla. Kaç kişi okumuştur, bilemem. Hatta, okunmuş mudur, onu bile bilemem.

Okunup okunmaması da pek umurumda değildi zaten. Pınar Selek kızımız arzum hilâfında bir günlüğüne gündemime girmiş ve yazı bitince de çıkmıştı.

Ama ben onun gündeminden belli ki çıkamamışım. Statüko prensesi beş yıl sonra bir kez daha beni tüm kötülüklerin anası olarak mimlemiş Cihangir Kolonisi'nin nezdinde. Haberim yoktu. Haberdar eden de olmadı. Dün gece geç vakitte, internette başka bir şey ararken tesadüfen karşıma çıktı yazısı. Pınar kızımız, artık yayın bilmem neliğini de üstlendiği Özgür Gündem gazetesinde aydınlanmanın hırsküpüsü İlhan Selçuk'u överken, bendenizi de araya sıkıştırıp bir kez daha lânetlemeyi unutmamış.

İnsanlara ve şeylere ad verilirken, bazen ironik durumlara neden olunabiliyor. Örneğin "Çakıcı beni her aradığında korkudan vücut kimyam değişiyordu" diyen bir adamın adının Korkmaz Yiğit, yazılacak her şeyin silâhlı bir gerilla örgütünün üst kademesi tarafından dikte edildiği bir yayın organının adının da Özgür Gündem olması gibi.

Ama bu bizim değil, sosyal psikolojinin ilgi alanına girer. Konumuz, Cihangir Kolonisi ve onun alımlı prensesi Pınar Selek.

Beş yıl önce bana olan husumetini müzik dergisinin üstüne istifrağğ etmişti ya bu çok kıymetli hanımefendi kızımız, ben de bir yanlış anlamayı bertaraf etmek için cevap yazmıştım ya buradan, konu her halde orada kapanmıştır diye ummuştum, ama kapanmamış. Cici kızımız, aradan geçen zaman zarfında bir sürü tatsızlık daha yaşamasına, yeniden hapislere düşmesine, çıkınca annesini kaybetmesine, ölümcül bir kazadan kılpayı kurtulup, daha bilmediğim kim bilir ne tür belâları atlatmasına rağmen, bu yaşadıklarının hiç biri belleğinde derin bir iz bırakmamış olmalı ki, hâlâ Türkiye'de olup biten kötülüklerin anası olarak gele gele Hızlı Gazeteci çizgi romanı geliyor aklına.

Arkadaşlar, yukarıda Allah var, elinizi vicdanınıza -ya da en yakın yeriniz neresiyse oranıza- koyun ve söyleyin, ben o kadar önemsenecek biri miyim?

Ya Hızlı Gazeteci?

Yani, tamam, bugün bile çıkabilir üç beş tane seveni, okuyanı, ama Pınar Selek gibi bir yaşayan efsanenin kafayı takıp da durup durup örnek göstereceği kadar mühim midir bu çizgi roman? Hatta tamamı değil de sadece Bacı öyküsü?

Hani 8 yaşında bir kız çocuğu olsa, diyeceğim ki, çizgi roman nerede biter, hayatın realitesi nerede başlar, henüz tam olarak ayırt edemiyor; ama bu hanımefendi üniversiteyi (sosyoloji bilmem nesini) birincilikle bitirmiş, onunla da yetinmeyip gitmiş Fransa'da master yapmış, fevkalâde aktif (annemin deyimiyle, süperaktif), benim uğraşsam da beceremeyeceğim bir sürü işin üstesinden gelmiş, seçkin bir ailenin son kuşağından, bir sürü seveni var, son derece ünlü ve karizmatik, yayın yönetmeni falan filân.

Tamam, anladım da, niye ben? Yahu ben lise diploması bile olmayan vasıfsız bir insanım. Yani devlet dairesine odacı olarak bile girmeye yetmez tahsil durumum. Pınar Selek gibi ağır bir sosyologa yakışır mı cahil cühelâ taifesiyle takışıp kendi kredisini düşürmek? Yani, ne bileyim, Orhan Pamuk'a bulaş, Ahmet Altan'a çat, Murat Belge'ye söv, olmadı Hasan Cemal'i hedef göster PKK'ya, çok daha renkli ve medyatik bir dalaşma olur, değil mi? Şu sefil necdet'in dövülmesinin vurulmasının yargılanmasının haber değeri yok ki. Niye düşürüyorsun pembe dizinin reytingini böyle modası geçmiş bir çizer parçasıyla dalaşarak?

Anlamaya çabalıyorum, ikonografisi bu kadar zengin seçenekler sunan, her sözü ve hareketiyle gündem oluşturabilecek bir sürü iyi-kötü-çirkin figürü barındıran vitriniyle entellektüel camiamız nesine yetmiyor bu Hanım kızımızın? Oradan çıkmıyor mu kafasındaki grotesk senaryoda "kötü adam" rolüne yerleştirebileceği inandırıcı bir figür? Çizgi roman kahramanıyla itişmek çok komik değil mi? On yıl önce "benden bu kadar" deyip köşesine çekilmiş, gündemin dışında, münzevî, kitapları ikinci baskı bile yapmayan, yeni yetişen kuşakların adından habersiz oldukları ehemmiyetsiz ve ünsüz birini neden bu kadar önemli bir role lâyık görüyor?

Lâf salatası sanmayın ha, gerçekten anlayamıyorum. Buradan Hanım kızımıza hatırlatma ihtiyacı duyuyorum: Bir senaryonun sürükleyici olmasının ön koşulu, kötü adam karakterinin çok güçlü bir figür olmasından geçer. Silik bir kötü adam, hikâyeyi de gerilimsiz yapar. Kötü adamınızın sahiden de çok kötü ve başedilemez olduğuna izleyiciyi inandırmalısınız.

Pınar Selek sosyolojiden anlıyor mu bilemiyorum, ama kişisel belâgatiyle gerilim yaratma konusunda çok başarısız görünüyor. Bu kanıya vardım.

Bırakın sosyoloji tahsilini, diplomayı doktorayı falan, okuma yazmayı çat pat sökmüş biri bile, ne kadar melun olursa olsun, az satan bir çizgi romanın bir memleketin zihinsel hayatını dramatik bir biçimde değiştiremeyeceğini kestirebilir. Bunu Pınar Selek neden fark edemiyor? Ya da biz sıradan kişilerin göremeyip de onun gördüğü her ne ise, bunu neden etraflıca açıklayıp "toplumu aydınlatma" görevini lâyıkıyla yerine getirmiyor da ortaokul öğrencisi düzeyinde sığ cümlelerle sadece hakaret etmekle yetiniyor.

Şu cümleler Pınar Selek'e ait:

"Çocukluğumda en çok dövmek istediğim adam oydu…"

"Nejdet Şen'in bu çizgi romanı çıktığında ağlamıştım. Kime bahsetsem, 'evet doğru, bunlar çok yaşanıyor' diye kabulleniyordu…"

"O Bacı'yı da temsil etmiyorduk ama çok iğrenmiştim o adamdan, yanına gidip, aynı şimdi Sinan Çetin'e demek istediğim gibi 'ne hakkın var senin, nasıl dokunabilirsin?' demek istiyordum."

"Ben tüm bunları okurken, çocukluğumu hatırlıyorum. Bir de aklıma Nejdet Şen geliyor. Onun 'Hızlı Gazeteci' karikatürü, benim çocuk yüreğimi boğar, 'İşte 12 Eylül insanı bu… 'derdim. O tipi sonra çok gördüm…"

Bir kere "nejdet" değil, necdet. Yüksek tahsilli kızımızın bunu bilmesi gerekir. Hadi bunu geçtik, bu sosyolog hanımefendinin karikatür ile tefrikayı -ya da çizgi romanı- birbirinden ayırt edebilmesi de gerekir. Sonra, bu çizgi romanın, seksenli yıllarda sınırlı bir Kemalist zümre tarafından okunan az satışlı bir gazetede tefrika edildiğini, o yıllardaki okurlardan bir kısmının yaşlılık nedeniyle terki dünya eyleyip, kalan kısımlarının da bin parçaya bölünüp başka gazetelere gönül düşürdüğünü ve toplumun ezici çoğunluğunun ise bu konulardan külliyen bîhaber olup, "solculuk" kelimesinden çıkardığı mananın "ortalığı karıştıran, polisten cop yiyen, asla sempati beslenmemesi gereken bir it kopuk güruhu" olduğunu, bunu seyrettiği televizyon haberlerinden böyle öğrendiğini, Pınar Hanım'ın ezbere biliyor olması gerekmez mi?

Dahası, Pınar Hanım kızımız Bacı adlı öykümü eğer zahmet edip okumuş olsaydı, şu bağnaz haliyle bile, o öykünün solcuları aşağılamak amacıyla yazılıp çizilmediğini, sadece tepeden inmeciliği ve yobazlığı müşahade altına aldığını, tüm hızıyla duvara toslamış ve mevta olmuş bir "kurtarıcılık" kuruntusunu ak kâğıt üstünde teşrih ettiğini görürdü.

Pınar Hanım kızımız bunları okumamış, okumuşsa da gözündeki perdeyi kaldırıp görememiş. Ergenlik çağında sadece kendi dar çevresinde birazcık ilgi uyandırmış ve zamanla unutulmuş, gündemden çıkmış, sokaktaki kalabalığın ise hiç bir vakit umurunda olmamış bir çizgi romanı, ergenlik bunalımlarının, sebepsiz ağlamalarının, çevresindeki baskın figürlerin nezdinde kendi genç kız egosunu okşatamamış (ben iddia etmiyorum, o itiraf ediyor) olmasının nedenini, o sıralarda yayınlanan ve gazetenin kat yerine denk gelen kargacık burgacık bir çizgi romana bağlamış.

Kafasına elektrik veren işkencecisine bile beslemediği kini, hiç de üzerine vazife değilken dar kafalılığı sorgulamış bir çizere besliyor oluşunda bir tuhaflık yok mu Pınar Hanım kızımızın? Artık yazarı -bir rivayete göre de yayın yönetmeni- olduğu gazetenin sütunlarından -ki o gazetenin süper güçler tarafından güdülen bir vur kaç ordusunun gayrı resmî yayın organı olduğunda bütün dünya ile hemfikiriz sanırım- hedef gösteriyor gibi oluşuna pek aldırmıyorum. Zamanında başka silâhlı gruplara da hedef gösterilmiştim. Allah'a şükür, kazasız belâsız hastalıksız 50 (yazı ile elli) yaşımı idrak ettim. Bu kadarı bile başlı başına firesiz bir ömür demektir. Geri kalanı, emeklilik ikramiyesi.

Tabii ki Pınar Selek'in beni PKK'ya hedef gösterdiği kuruntusuna kapılmıyorum. Göstermemiştir her halde. O kadar derin düşünemediğinden yazmıştır bunu. Sıra ona geldi ya, yazarak "acıtmak" istemiştir sadece. Kızımızın artık bir gücü var ve bunun tadını çıkarmak tabii ki onun hakkı. Hayatta en nefret ettiği kişi de ben olduğuma göre, azıcık canımı yakmak istemesinde anlaşılmayacak bir yan yok. Psiko somatik açıdan tabii.

Canım yanıyor mu peki? Kısmen evet, kısmen hayır. Önce "hayır" dan başlayalım. Pınar Selek gibi raf ömrü sınırlı konjonktürel kahramanların küfürlerine şerbetliyim. Bu tarz kişileri sinirlendiriyor olmak, sezgi yoluyla da olsa bazı hakikatlere aydığımı ve üç beş okumuş yobazın bam teline bastığımı düşündürüyor bana.

Ama yine de canımı sıkan bir şey var. Bu ülkenin gündemini belirleyen seçkin zümrenin ne kadar kof, ne kadar ezberci, ne kadar iki yüzlü ve kara cahil olduğunu her dönemeçte bir kez daha fark ediyor ve her seferinde ilk kez farkına var mışım gibi acı duyuyorum insanlık adına. Sosyologlarının acınacak derecede sığ ve yobaz olduğu bir memleketin bugününe ve yarınına dair hangi vicdan sahibi endişe duymaz?

Bu satırların ve Hızlı Gazeteci'nin yazar çizeri olan bendeniz necdet şen, işlemiş bulunduğum asıl cürümün ne olduğunu az çok kestirebiliyorum. Cihangir Kolonisi'nin bir parçası olmayı başından itibaren reddetmek ve ondan hep uzak durmak, bunlardan en vahim olanı galiba.

Kızımız Fransa'da master yaptığına göre şu Fransız darbımeselini de biliyor olmalı:

"Les absents on toujours tort."

Bilmeyenler için Türkçe mealini ben vereyim:

"Orada olmayanlar hep haksız çıkar."

O meyhanelerde, meşhur kişi cenazelerinde, kokteyllerde, panellerde, gösteri yürüyüşlerinde, adliye önlerindeki nümayişlerde, kültürel turlarda, Beyoğlu kafelerinde rastlaşılamayan biriyim. O zaman, düz bir mantıkla, bu koloninin ortak "öteki" si olmaya uygun bir adayım sanırım. Pınar Selek de aday olarak kendi kontenjanından beni öneriyor olmalı. Eksik olmasın.

Yalnız, -sanırım üzerine çökmüş bulunan toyluk ve cehalet nedeniyle- bilemediği şey, bu öneri daha önce de başkaları tarafından yapıldı. Birçok kez. Ama sanırım tutmadı. Bir dış düşman olarak bile elverişsiz, potansiyelsiz, silik biri olduğumdan olabilir. Sokakta, barda, kitap fuarında falan karşılaşılma ve saçı başı yolunma ihtimali çok zayıf biriyim. Sürekli akılda tutmak için uygun bir kişi sayılmam. Asosyalim. Tarif edilmesi güç biriyim. Kırmızı kaşkolum, küpem, at kuyruğum yok. Selek ailesinin en son sıra neferi Pınar Hanım, sanırım bunları idrak edemiyor.

Adieu Pınar. Yazı bitiyor. Seni bir kez daha ilgi alanımdan çıkarıyorum. Samimiyetimize binaen "sen" dedim, umarım kusuruma bakmazsın. "Sen de beni unut" diyemeyeceğim; çünkü unutamayacağın belli oluyor. Bu fakiri neden bu kadar takıntı meselesi yaptığın da seninle psikoterapistin arasındaki bir sır olarak kalacağa benziyor. Ben sadece uzak geçmişten, ilk genç kızlık çalkantılarından aklında kalmış bir figürüm. Nevrozunun sebebi ben olamam, bu mantıksız. Bu marazî ilgi, biliyorum ki aslında bana yönelik değil, senin seksenli yıllarındaki sevilme ve onaylanma ihtiyacına dönük bir déja vu; bence hepsi bu.

Yani tabii ki emin değilim de, öyle tahmin ediyorum. Kafadan sallıyorum. Bilmeden, manevî yönden pederin Alp Bey'le arana girmiş olabilirim. Yani, özlemle beklediğin "aferin" i geciktirmek bağlamında. Örnek vermek gerekirse, Timur Selçuk'un o kimsenin anlam veremediği grotesk asabiyetinin arkasında anıtsal pederi Münir Bey'den bir türlü alamadığı "aferin" i hissediyor oluşum gibi.

Pek beceremedim galiba anlatmayı. Ne yapayım, tahsilsizim, ezik bir insanım, tumturaklı cümle kurayım derken çuvallıyorum böyle sık sık.

Yani, demek istiyorum ki, taşra kökenli, otodidakt, gösterişsiz, ezik büzük bir çocukçağız olduğum, Alp Selek gibi boylu poslu, yakışıklı, karizmatik, saygı uyandıran bir adamın kerimesi olmadığım için, o yıllarda Hızlı Gazeteci'yi ailece lânetleme girişimin sırasında yakın çevrenden (farzımuhal babadan) onay alamadığında ne kadar sarsıldığını kavrama şansım pek yok. Bir genç kızın ruhunun derinliklerine nüfuz edebilmeye -müfredat eğitimi bağlamında- formasyonum yetmez.

Bana ikinci kez hatır gönül bilmez bir üslûpla saldırıyorsun. Bu saldırılarında her nedense, gölge boksu yapan bir çocuğun şımarık cüretkârlığını görüyorum. Belli ki Cihangir Kolonisi nezdindeki yüksek itibarının verdiği sosyal statüye çok güveniyorsun. Onların ne kadar kaypak ve hercai olduğunu şimdilik kavrayamamış olduğunu zannediyorum. Seni ilk fiyakasız çıkışında nasıl yüzüstü bırakıp ortadan toz olacaklarını sezebilmeni isterdim. Bu desteği tapulu mülkün sanmaman gerekiyor. Ama böyle şeyler en iyi yaşayarak öğreniliyor tabii ki.

Bence hata ediyorsun sevgili Pınar. Yukarı çıkan her asansör er geç tekrar başladığı noktaya iner ya, sosyal hayatta da böyle oluyor. Bu dediğim, sosyoloji kitaplarında yazar mı bilemiyorum. Çok fazla ders kitabı okumadım. Ve güç, insanı sinsice bozar. Farkına bile varmadan karşıtına dönüşüverir insan. Bir bakarsın, canı yanan mağdur konumundan can yakan zalim konumuna geçivermişsin. Hiç kimse ruhunun derinliklerinde hangi ihtirasların yattığını taa en baştan bilemez. Sen de dahil.

Yine de sana -ve benzerlerine- karşı en ufak bir düşmanca duygum yok. Yaşam deneyimine (yani maruz kaldığın hoyratlığın tortularına) saygı duyuyorum. Senin şahsında aslında hepimize yapılmış olan hukuk dışı ve gaddarca oldu bittileri asla içime sindiremiyorum. Sağduyu taşıyan her türlü hareketinde hiç karşılaşmamış olsak bile seni destekleyenlerden biri olacağımı ve ne kadar çocuklaşırsan çocuklaş, sana karşı kişisel husumet beslemeyeceğimi de bilmeni istiyorum.

Seksenli yılların sonlarına doğru Duygu Asena'ya gidip "biz Necdet Şen'i döveceğiz, bize medya desteği ver" diyen ve mukabilinde "sittirin gidin" diye kovulan ve de geçtiğimiz günlerde ağızlarında sigarayla onun tabutunu omuzlayan hesapçı ve iki yüzlü cadıların arasında sen de var mıydın bilemiyorum, ama "dövmek" fiilinin ister erkek olsun ister kadın, insanın insana reva göreceği en aşağılık işlerden biri olduğunu, dayağın dövülenden ziyade döveni aşağıladığını bir feminist olarak en iyi bilenlerden biri olmalıydın diye düşünüyorum. O nedenle bu "dövmek istiyordum" sözünü de maksadını aşan bir dil sürçmesi olarak algılamak istiyorum.

Bu çocukça gaflarının ve şımarık çıkışlarının de ileride durulacağını, gezindiğin semtteki kitapçılardan hiç değilse Bacı'nın olduğu kitapçığı satın alıp -şimdiki aklınla- okumanı ve düşünmeden sarf ettiğin o yakışıksız sözleri bir daha, ama bu kez sosyolojinin disiplinine bağlı kalarak gözden geçirmeni ümit ediyorum.

Bir Hızlı Gazeteci kitabına para ödemek ağırına gidiyorsa, Galatasaray'daki Aznavur pasajının alt katındaki Parantez yayınevine uğrarsan, öyle sanıyorum ki oradan yayınlanmış bütün kitaplarımı sana parasız hediye edebilirler. Olmazsa ben de gönderebilirim. Sen Pınar Selek'sin. Millî Mağdure. Sosyolog kökenli, kabile azizesi. Kitaplarımın bir sosyal bilimci tarafından dikkatlice incelenmesi bir sanatçı müsveddesi olarak gururumu okşar. Ama berrak zihinli bir sosyolog tarafından okunması tabii ki; sığ ve ezberci biri tarafından değil.

Yok, illâ bana karşı düşmanlık güdeceksen, hiç olmazsa düşmanını tanımaya çalış. İşkembeden sövüp saymak senin kalıbındaki birine yakışmıyor.

Deyimin bütün anlamlarıyla, yaşadığın her şey için sana "geçmiş olsun" diyor, uzun, sağlıklı ve dingin bir hayat diliyorum. Gezindiğin sokaklar güllük gülistanlık olsun Pınar. Herkes sana her yaptığın şey için "aferin" desin, büyüklerin her daim başını okşayıp sırtını sıvazlasın. Sevenlerin eksilmesin, daha da artsın. Sadece Cihangir Kolonisi değil, tüm dünya seni öve öve göklere çıkarsın. Ve insanlık seni gelecekte bir demokrasi kazasının şımartılmış rol modeli olarak değil de, değerli bir sosyal bilimci olarak hatırlasın.

Amin.

* * *

Pınar Selek'in yazısı: İlhan Selçuk ve "Hızlı Gazeteci" →
Yobazlığın Sosyolojisi →

Yorumlar

Hanımefendinin bir kitabı çıkmış. Kendisiyle yapılan röportajda şöyle bir şey diyor:

"Ailenin ayakta durması ulusun ayakta durmasıyla bağlantılı, ulusun ayakta durması milletin ayakta durmasıyla bağlantılı." (İçimde ağlayan bir erkek var → Taraf)

Sosyolog olmadığım için bu cümlenin künhüne vakıf olamadım. "Millet" ve "Ulus" zaten aynı şey değil mi?

Necdettin Şallak Mallak - 15 Kasım 2008 (21:01)

Neden mi siz? Çünkü "Bacı" da kendini bulmuş olmalı. Çünkü psikolojide yansıtma diye bir şey var ya hani… Yani kısaca "yarası olan gocunur" da diyebiliriz bu takıntılı duruma. Ya da "Bacı" tam 12'den vurmuş da diyebiliriz. Ayrıca çok da güldüm okurken. Keşke daha önce okusaymışım… Çünkü yıllardır neden bu tiplerle bir türlü bağdaşamadığımın; ne kadar dernek, toplantı vs varsa, hepsinden köşe bucak kaçtığımın yanıtı bu yazıda harfiyen var. Birşeyler yapılması gerektiğini düşünüp düşünüp de bu tipleri görünce neden içimi bi tiksintinin kaplamış olduğunun yanıtı bu yazıda… Valla teşekkür etmeliyim size. Kaleminize sağlık… Allah Beyin takımlarınıza zeval vermesin!

Asosyaliye - 27 Aralık 2008 (00:12)

Pınar Selek ismi ne zaman gündeme gelse, ben de adlandıramadığım bir rahatsızlık duyardım. Bir tür samimiyetsizlik mi var acaba sezgisi. İnternette arama yaparken bu yazıyı buldum okudum, taşlar yerli yerine oturdu.

Sizinkiyle benzerlikler taşıyan bazı tespitlere de bu yakınlarda Ekşi Sözlük sitesinde rastlamıştım. Bunu da paylaşmak istedim.

Not: Ekleyince bir uyarı yazısı çıkıyor, "1500 vuruşluk limit doldu" diyor. 2 parti halinde ekleyeceğim, siz birleştirirsiniz artık.

Alıntı:

Amargi calisanlari uzerinde, o cok elestirdigi iktidarin kendisi oldugunu, 'ozel bir kadin'ligindan ziyade patronicelik sularinda yuzerken gordugum sosyolog…

Iktidar elestirisine ve cesaretine gelince; bu ulke insaninin akli cok karisik, kavramlar da hayatlari gibi allak bullak. Pinar selek de bu allak bullak zihinleri etkilemenin yollarini bulmus, 'ozel'ligin, 'cesur'lugun, -bence feminist popstarligin- ekmegini yiyor. Ne yerse yesin derdim degil, sadece iktidar elestirisi yaparken, omrunu buna adamis gorunurken, cezaevinde "kogus agasi" oldugunu da soylesin…

Onun hikâyesine anlam kazandiran bizleriz, oylesi bir haksizliga isyan etmekle coktan kendi acisini unutup baska sulara yuzen hanfendiyi elestirmek arasinda fark oldugunu da belirtmeme gerek yok sanirim.

Ben saniyorum ki, o aci haksizligin-komplonun icinden cikmis birinin meseleleri daha doğrudan olur, yani pinar selekin feministligi, travesti hakki, sokak cocugu hakki, magdur kadin hakki vs… Haklar onun cesaretine degil kendi yasaminda hedef saptirdigina isaret ediyor.

Bu ay mesele dergisinde pinar selek sever birinin yaptigi roportaj var. Tamamini okuyamadim. soyledigi siirsellige yasaminda asla erisemeyenleri midem kaldirmiyor…

Bir insan o kadar slk masal gibi yasamaktan bahsederse bilin ki masalin cok uzagindadir… Ki onun cevresinde yasadigim deneyimler de bunu doğruladi benim icin. Roportajda, kiz kardesi icin ikide bir "yavrum" diye bahsetmesi de onun yine ve hâlâ kardesi uzerinde gizliden -veya doğrudan- kurdugu antigonist iliskiye delalet ediyor. Yani yine iktidarli olmaya…

Bir de bu kulaktan dolma bilgilerle insanlara roportaj veren kisiye birileri cehaletini animsatirsa kendini daha az rezil edecektir kanimca.

Roportajdaki yanlislik sudur: "emma goldmanin dedigi gibi bir cok hayatlar yasadim…" diye baslayan bir cumlesi var.

Bu cumle 'emma goldman a degil alexandra kollontai'a aittir…

Hayat degisir, durumlar baskalasir, insanoglunun evrim gecirmeyen tek durtusu-ozu icguduler olarak kalir.

Pinar selek, misir carsisi -hakli- magduriyetliginden patronicelige terfi ederek, iktidarli olmaya can atan insansoyunun orneklerinden biridir.

Elestirdigi iktidar, oykundugu masal kahramanlarina baskin cikmis bir patronicedir.

(tavus, 09. 01. 2010 12:03 - 03. 12. 2010 17:09)

Kaynak: Ekşi Sözlük (Pınar Selek maddesi, 6. sayfa)

Firuz Ata - 4 Ocak 2011 (15:19)

Bu yazınızı yeni gördüm Necdet bey.

Ne kadar isabetli yazmışsınız. Heyecandan gözlerim doldu okurken.

Orada ismi geçen herkesle ilgili -ve fakat esasen bizatıhî kendinize dair- son derece doğru ve haklı betimlemelerinizi gıpta ile okudum.

Tabii insan en iyi kendisini tanır/bilir; ama onca iyi bildiği kendisini kolay kolay -bu sizin yaptığınız gibi- ortaya koyamaz.

Binaenaleyh, sadece belâgatinizi değil, hakikaten yana davranışınızı da tebrik eder, keyfinizin daim olmasını dilerim.

Hamiş: Tek anlayamadığım, Pınar hanım kızımızın ailesiyle ve ismini bilhassa andığınız babasıyla ne alıp veremediğinizdir. Alp bey, düşman edinme konusunda sizinle kıyaslanması bile mümkün olmayan eski TiP'li bir avukattır nihayetinde.

Veli Netameli - 28 Aralık 2014 (19:05)

Değerli Veli Bey, ben yazılarımı birilerine çakmak için yazmam. Söz konusu yazının esbabı mucibesi olan Pınar Selek ile ve babası Alp Selek ile hiç bir kişisel sorunum yok. Niçin olsun?

Pınar hanım kızımızla -bildiğim kadarıyla- hiç karşılaşmadım, ama babası Alp Bey ile ilk yazıdan sonra birkaç dakikalığına da olsa tanışma fırsatım oldu. Ağırbaşlı ve zarif birine benziyordu.

Hamiş: Gerçi hiç sorun değil ama isminiz bana "müstear" gibi geldi. Gerçek kimliğinizi saklamak gibi bir niyetiniz olmadığını, yaşadığınız duygu seli nedeniyle gözleriniz buğulandığı için klavyedeki yanlış tuşlara bastığınızı zannediyorum.

Nejdet Tukaka - 28 Aralık 2014 (21:14)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

136
Derkenar'da     Google'da   ARA