Patronsuz Medya

Cumhuriyet

Necdet Şen - 31 Ekim 2016  


Devamlı okurları arasına katıldığımda onlu yaşlarımın ortasına bile gelmemiştim daha.

Uzun yıllar boyunca da -başka bir sürü şey de okumakla birlikte- ilk tercihim hep Cumhuriyet oldu. Bu ülkede yaşayıp da şahsiyetinin hamuru solculukla yoğurulmuş hemen hemen herkes gibi.

Yirmili yaşlarımın sonuna doğru bu gazetenin çizerlerinden biriydim artık.

Sonra bir fırtına tuttu Cumhuriyet'i.

Kabuk değiştirmekte olan bir ülkede kuruluş ideolojisinden milim sapmak istemeyen yazarlarıyla değişen dünyayı anlamak ve ayak uydurmak gerektiğini savunan yazarları, önce alttan alta sonra açıkça, ayrışıp kavgaya tutuştular.

Bu kavga üst kattaki tanrılar arasındaydı, biz dış kapının mandallarıydık. Yine de suskun kalamadım, tavrımı tereddütsüz ve pervasız, "dünya değişiyor" diyenlerden yana koydum.

Gazete içindeki statüko yanlısı öncü kadronun hayatı algılayış şekline ve gücü ele geçirme şekline karşı ağır eleştirilerim oldu.

Tabii ki aforoz edildim. O bünyenin gözündeki en sevilmeyen kişilerden biri oldum. Hatta o hınç ortamında bana onlarla aynı şiddette kızmayanlar bile ufak tefek manevî bedeller ödemek zorunda kaldılar.

Zamanla Cumhuriyet de -biraz- değişti. Orada da "değişim" kelimesini "döneklik" ile eşdeğer tutmayan kalem sahipleri görünür olmaya başladı.

Doksanların başındaki kıran kırana kavgada didiştikleri esas hasımlarıyla bile arayı yumuşatmayı başaran Cumhuriyet bünyesinin bana olan bakışında bu zaman boyunca herhangi bir yumuşama gözlemlemedim. Belki yanılıyorumdur ama şu an onların başına gelen işlerin beş beteri benim başıma gelse, Cumhuriyet'te tek satır haber olmazmış gibi geliyor.

Sorun değil. Ülkenin içine sürüklendiği anaforda, muktedirlerin bilmemizi istemediği gerçeklerin duyulabileceği tüm mecraların üçer beşer karartıldığı bir dönemde, Cumhuriyet'e yapılan baskılara, susturma, çökertme girişimlerine kayıtsız kalmak gibi bir lüksümüz yok.

Bugüne kadar başımıza gelen tüm toplumsal ve siyasî belâlarda (askeri darbelerde ve sivil görünümlü baskı ve talan dönemlerinde) ilk gadre uğrayan, korkutulmaya, susturulmaya çalışılan, diz çökmekle yok olmak arasında seçim yapmaya zorlanan gazetelerin arasında hep Cumhuriyet de oldu.

Şimdi de gene rehin alınmış, sesi soluğu kesilmiş, şamar oğlanına döndürülmüş bu bahtsız ülkede neler olup bittiğini, hâlâ gazete olarak kalabilmeyi başarabilen Cumhuriyet'ten izleyebiliyoruz. Bu gazeteye yönelik onca eleştiriyi yapmış biri olarak ben bile, güne Cumhuriyet okuyarak başlıyorum artık. Çeyrek yüzyıl önce okumaktan vaz geçtiğim eski gazetemle yolum yıllar sonra bir kez daha -demokrasiyi sahiplenme paydasında- kesişti.

Cumhuriyet'e yönelik bugüne değin kaleme aldığım tüm eleştirilerim, yapılmıştır, bende -ve arşivde- saklıdır. Ama gün, örtbas edilmeye çalışılan hakikati öğrenme hakkımıza pısmadan, kıvırtmadan sahip çıkma günü. Gazetelerimize dokundurtmamalıyız. Onlar bizim aklımızın ve vicdanımızın son kaleleri.

Bir karar verdim; benim kişisel çabamla ne olur ki demeyeceğim ve gazetelerin kâğıt baskılarını satın almayı uzun zaman önce bırakmış biri olarak, birazdan gidip bakkaldan bir Cumhuriyet satın alacağım. Bunu daha sonraki günlerde ve haftalarda da sürdüreceğim. Ta ki Cumhuriyet düze çıkana, üzerindeki tasallut son bulana kadar.

* * *

(Yeri gelmişken, sadece internette yayınlanan bu iddiasız derginin, zorbanın dümen suyuna girmediği için susturulan, işsiz bırakılan tüm basın emekçilerine sonuna kadar açık olduğunu hatırlatmak isterim. Derkenar, adı üstünde, patronsuz ve kasasız bir medya. Patronu olmayanın diyet borcu da yoktur, arkasını kollamak zorunda bırakan serveti ve yatırımları da.)

Yorumlar

(9 gün sonra gelen ek açıklama…)

Bu sabah bakkaldan sadece simit aldım. Cumhuriyet almadım.

"Ne oldu, düze çıkana kadar alacağım demiştin ya" diyebilecekler için kısa bir açıklama yapayım.

Cumhuriyet'in son 10 günlük yayınına bakınca, haberleştirmeye değer tek konunun Cumhuriyet Vakfı'nın mülkiyeti, Cumhuriyet çalışanlarının yiğitlikleri ve Cumhuriyet'e verilen desteğin büyüklüğü olduğu, dünyada ve Türkiye'de bahse değer başka hiç bir konu olmadığı izlenimine kapıldım.

Yani meğer bilmeden zaten moral ve özgüveni zirvede, günlerini birbirlerini ve Cumhuriyet markasını cilalayıp yağlayarak geçiren, şarkılar türküler tiradlar eşliğinde iktidara "acımadı ki" nispeti yapan gayet seçkin ve tuzu kuru bir kabileye destek olmaya çalışmışım.

Bu kertede kurumsal narsizm ve algılarımıza tüm cüssesiyle abanan fırsatçılık bende gaz yapıyor. Tüm bu reklam kampanyasına rağmen -örneğin- Hikmet Çetinkaya'yı bir demokrasi anıtı gibi görmeyi başaramıyorum. "Nagehan" konusunda sergilenen sakarlıktan ve bunu hasır altı etme kurnazlığından ise hiç söz etmemeyi yeğlerim.

Yine de bu on gün içinde "destek" diye harcadığım 15 liramı onlara helâl ediyor ve iyi eğlenceler diliyorum.

Dünyada neler olup bittiğini de artık başka gazetelerden öğrenmeye çalışırım.

Necdet Şen - 9 Kasım 2016 (08:47)

Kapitalist ve güç odaklı bir sistemde zaten ne kadar doğru haber yapılabilir ki zaten. Patronlara göre haber niteliği taşıyan, gündemde en çok kalacak haberdir ki en çok parayı onlar getirir. Para geldikçe kurumsallaşırsın, gündemi artık sen belirler hale gelirsin. Yani büyük bir gücün olur. Sonra zaten önüne gelenle yetinen insanların duygularıyla, vicdanlarıyla, coşkularıyla oynarsın. Bir yerden sonra ise daha büyük patronlara hizmet etmeye başlarsın ki zaten pastanın tamamı neredeyse onlarındır. Ama habercilik bu değildir. Sadece kurumsallaşmak değildir, sadece para değildir, Sadece gündemi desteklemek ya da gündemdekileri konuşmak değildir ya da işine geldiği gibi gündemi değiştirmek de değildir.

Nasıl bu işe bir idealle başladıysan o idealle köprüleri birbirine bağlamaktır. Geçmişi, şimdiye; şimdiyi geleceğe taşımaktır. Kıyıda, köşede kalmışları, unutulmuşları, unutulanları suyun üstüne çıkarmaktır. Fakat etrafımıza sadece duvarlar ören bu sistemde gazeteci bile ekmek derdinde!

Muhammed Salih Beşikci - 19 Aralık 2016 (15:45)

Aynı fikirde ve meşrepte olmasak bile demokratik değerler adına elden geldiğince geniş ve kapsayıcı bir alanda buluşmak ve başımıza musallat edilmeye çalışılan faşist rejime karşı kararlı ve sağlam bir cephe oluşturmak zorundayız.

Buluşabilecek miyiz?

Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı'nın kendisiyle aynı gazetede yazan Nuray Mert'in -tek cümlelik Kemalizm eleştirisi yaptı diye- işten atılmasını isteyen sözlerini okuduğumda, kendime bir kez daha "Tamam, destek olalım da hangi Cumhuriyet'e? Farklı düşüneni susturmak için linç çağrısı yapan bu tip despotların Cumhuriyet'ine mi, işten kovulması istenen Cumhuriyet'e mi?" diye sormak zorunda kaldım.

Bu gibi adamların kelle isteyecek kadar şımarabildiği bir gazeteye mecbur muyuz?

Şu işe bak; tam da "katı olmamalıyım" deyip tekrar Cumhuriyet almaya başladığım günlerde bir kez daha bıraktırdı gazeteyi bana bu çiğ zihniyet. Artık sadece Evrensel ve Birgün alacağım destek için. Cumhuriyet'i de Orhan efendinin muhipleri alsın, kaç kişiyseler.

Necdet Şen - 18 Ocak 2017 (19:03)

Orhan Bursalı denen zat-ı muhterem yüzünden başladığım protesto bu kez iki gün sürebildi. Baktım gene Cumhuriyet alıyorum bakkaldan.

Zira ilk andaki tiksintim geçince şunu fark ettim: Zaten bu şahıs ve türdeşleri okur nezdinde ve kültürel habitatta sinek mesabesinde yer kaplamıyor olduklarını bilmenin hiddetiyle böyle üst perdeden esip gürlüyorlar. Biz muhalif medyayı işletim sistemi Commodore 64 seviyesinde kalmış bu gibi arkaik tipler için mi destekliyoruz, yoksa "kovulsunlar" diye yırtındıkları zihin açıcı kalemler için mi?

Hızını alamamış hazret, bugünkü gazetede meramını daha da açık etmiş. Mealen; "aslında kızgınlığım o yazardan çok onları işe alan gazete yönetimine, istifa etsinler" diyor.

İşten atılmaları için bir yerlere fitlediği kişilerin tamamının aylardır tutsak olduğundan hiç söz etmiyor.

Orhan'daki cibilliyet böyle bir cibilliyet.

Necdet Şen - 22 Ocak 2017 (13:02)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

509
Derkenar'da     Google'da   ARA