Patronsuz Medya

Bu sofradan sana kırıntı düşmez

Necdet Şen - 30 Ocak 2017  


Daha önce de değinip geçmiştim, "adına Devlet dediğimiz yapı, köken itibariyle evrimleşmiş, resmiyet kazanmış bir organize suç şebekesidir" diye.

Olası tüm rakiplerini ve ahaliyi zapturapt altına almış olan Devlet, sokaktaki insanın itaatini zor kullanarak sağlar, toplumsal yapıya kendi şartnamesini dayatır.

Bu dayatmanın bedeli olarak Devlet'in sokaktaki insana sunduğu konfor, gasp ve darp tekelinin tek merkezde (kendisinde) toplandığı, bunun bir kontratla sabitlediği ve başka hiç bir gücün onunla bu konuda rekabete girmesine izin verilmeyeceğinin garantisidir.

Yani Devlet, tebaasının kulağına "yalnız benim ol, el yüzüne bakma sakın sen" şarkısını söyler, alkış ister.

* * *

Ecnebi filmlerde sık sık rastlanan klişe bir sahneyi anlatarak örnekleyeyim:

Hani filmin yakışıklı jönü bir nedenle hapishaneye düşmüştür. Hapishane de hapishane ama. Daha ilk günden it kopuk taifesi musallat olur adama. Sadece gasp ve darp değil, aynı zamanda cinsel tasallut altında olduğunu hemen anlar kahramanımız.

Ve bir gün duştayken olan olur. Bir grup hırt herifin fiili livatasına maruz kalır. O noktada hapishanenin katı gerçeği kafasına dank eder. Ya bu felâketi -ve belki daha da beterini- daha sonra da tekrar tekrar yaşayacak ya da kendisini bu uğursuz tiplerden koruyabilecek çok güçlü bir çetenin himayesine sığınacaktır.

Çaresiz ikinci şıkkı seçer ve işin başında kendisine yeşillenmiş iki metrelik dev zencinin kapatması olur. Artık sadece ona metreslik yapacak ve bunun karşılığında voltada, duşta, ranzada güvenlik içinde olabilecektir.

Tabii ki gerçek hayattaki Devlet'in, bu metafordaki gibi zührevî talepleri yok vatandaşından. Sunduğu koruma kalkanı ve asgarî konfora karşılık, sorgusuz sualsiz itaat -ve yeri geldiğinde fedailik- bekler. Kazancımızın ne kadarına el koyacağını, sofra artığının ne kadarını geh geh diyerek önümüze atacağını, ne zaman angaryaya (vatani hizmete) koşacağını, ne zaman konuşturup ne zaman susturacağını belirleyip tebliğ eder, hepsi bu.

Kahir ekseriyetimiz bu cefaya dayanabilmek için sırt üstü uzanıp zevk almaya çalışırız. Pencerelerden sarkan bayraklara bak, anlarsın ne demek istediğimi.

Devlet'in temel iştigal alanı, üretim tüketim ticaret çarkında oluşan devasa ekonomik varlığın kimler arasında hangi oranlarda pay edileceğini belirleme işini ihaleye çıkarmaktır. İhaleyi kazanacak olan taşeronu lutfedip bize seçtirir. O kadar da alicenaptır. Tabii ki ihaleye girebilmenin ilk şartının ihale sözleşmesine uygun bir aday olmaktan geçtiğini milletçe biliriz.

* * *

Kıraathane mavrasını bu kadarla bırakıp hali hazırdaki durumumuza bakalım.

İhaleyi birkaç dönemdir tekrar tekrar kazanan taşeron firma, hamlıktan mı aç gözlülükten mi bilmem, elinin altındaki serveti har vurup harman savurmuş durumda. Paranın büyük bölümünü eşiyle dostuyla kırışmış. Büyük kısmıyla getirisi olmayan, gösterişe göz boyamaya dönük lüks harcamalarla ya da komşunun evini başına yıkmaya soyunmuş sergerdenin mühimmat ve iaşesi için saçmış savurmuş. On beş yılın sonunda gelinen noktada, borç denizinde boğulmakta olan, iflâsın ve çöküşün eşiğinde bir Devlet tablosu çıkartmış ortaya.

(Ne kadarını kendi zulasına yığmıştır bilemiyoruz; sormak yasak.)

Taşeron, bu zaman zarfında öyle yoldan çıkmış durumda ki, artık ne ihaleyi vereni ne de sırada bekleyen diğer adayları iplemiyor. Yaptırdığı sarayın yasaya aykırı olduğunu ve yıkılması gerektiğini söyleyen yüksek mahkemeye "sıkıysa gel yık" diyebilecek kadar kanundan nizamdan uzaklaşmış. Kötülüğün tadını almış, işi çiğliğe ve edepsizliğe dökmüş iyice.

Bu durumda yukarıda kaba tarifini verdiğim Devlet hâlâ var mı, yoksa ufalanıp kabileler toplamına mı dönüştü, sorulabilir.

* * *

Peki, resmi mühürü bir kere kapıp yerini sağlamlaştırdıktan sonra ihale sözleşmesini yırtıp atan ve menfaatine nasıl geliyorsa öyle hareket eden bir şirket -ya da kabile- yönetimi, icraatını bu minvalde sürdürmek varken neden yeni bir ihale sözleşmesi yazdırıp bunu ahaliye onaylatmak ister ki?

İlk akla gelen ve galiba doğruya en yakın cevap, demek ki eninde sonunda bu saltanatın elinden gideceğini biliyor ve kıyamet sonrasını minimum hasarla atlatabilmek için herkesin elini bağlayacak yeni bir kontrat onaylatmaya çalışıyor.

E peki, onaylatabilirse ne olur, onaylatamazsa ne olur?

Onaylatabilirse eli rahatlar. En azından şimdilik. Zaten öncelikle buna ihtiyacı var. Kazandığı mevzileri tahkim edip, sonrasına hazırlanmak için.

Onaylatamazsa? Tabii ki fıtratı gereği çamura yatar. Arızaya bağlar. Oluşan iradeyi yok sayar. O iradenin önünü kesmek için elinden gelen ne varsa ardına koymaz. Zimmetine geçirdiği ve tadına doyamadığı darp ve gasp tekelini sonuna kadar kullanmaktan geri durmaz. Zapt ettiği mevzileri terk etmemek için her yolu dener. Kurdun dişine kan değmiş artık, kötülüğü nereye vardırır bilinmez.

Peki ne yapmalı? Pısmalı mı? Hayır! Sıvışmalı mı? Hayır! Onurumuza, ekmeğimize, özgürlüğümüze sonuna kadar sahip çıkmalı. Yüz kere yere yıkılsak da yüz birinci kez kalkıp gene dimdik durmalı. (Cool Hand Luke filminde iri yarı George Kennedy'den yediği onca dayağa rağmen her seferinde ayağa kalkıp gardını alan Paul Newman'ı hatırlatıp geçelim.)

Yalnız şunu unutmamalı: Güzel günler için sadece bizim direncimiz ve irademiz yetmeyebilir. Şu an için "bu bolluktan bize de bir şeyler düşer elbet" umuduyla taşerona kredi açmayı sürdüren cezbedilmiş kalabalığa da bolluğun bittiğini net sözcüklerle anlatmak zorundayız.

* * *

Fikrimi soracak olsalardı o insanlara şunları söylerdim:

Dostum, biliyorum demokrasi, hukuk, insan hakları falan senin ilgi alanına pek girmez. Bunu karnı tok entellerin gevelediği bir sakız olarak görür, umursamazsın. Kendince haklısın. Ekmek derdindesin. Sırtını dayayacak sağlam bir kayaya, senin de sebeplenebileceğin genel bir refaha ihtiyaç duyarsın.

Bunun için seni kınayamam; oyunu bir koli kömüre sattın falan da demem. Ama bil ki o zenginlik, masaldan ibaret.

Senin maslahatınla gerdeğe girildi. Sınıf atlama hayallerini harlandırmak için ortak servetimiz çarçur edildi. Hesapsız kasap gibiyiz; borç içinde yüzüyoruz. Alacaklılar akbaba gibi tepemize üşüşecek. Hazinedeki tüm altını toplayıp ellerine saysak bile, birikmiş borcumuzun faizini zor öder. Yarınımız, çocuklarımızın gelecekteki hayatı, bu borca karşılık ipotek altına alındı. Çoğu sıkıntı çekerek yaşayacak.

Para bitti para. Anladın mı, para suyunu çekti. Rüya da bitti. Uyan artık. Yarışta geriye düştün, ganimet kapanın elinde kaldı. Sen zengin olamayacaksın. Bırak zengin olmayı, bugünkü durumunu bile belki koruyamayacaksın. Hazine yağmalandı. Toprak yağmalandı. Dereler, göller, madenler yağmalandı. Karavanayı dağıtan zevatın midesi öyle geniş ki, bu sofradan sana ve senin gibilere kırıntı bile düşmez artık.

Bu ziyafetin faturası sadece pek sevemediğin ötekilere değil aynı zamanda sana da çıkarılacak. Yediğin ekmekten yaktığın kömüre, elektriğe benzine sigaraya kadar her şeye yansıyacak. Çiğnediğin her lokmada hissedeceksin bunu. Birilerinin (keferenin şunun bunun) büyüyen Türkiye'yi kıskandığına, çelme taktığına inanmak karnını doyurmayacak.

Yoksuldun; daha da yoksullaşacaksın. Küçülen piyasada belki sen de işsiz kalacaksın. Bu fırtına en çok sana hasar verecek. Ne kıldığın namazın ne de dünyaya hükmetme hayallerinin soğuk kış günlerinde evini ısıtmaya yetmediğini göreceksin.

Elindeki o bir tek oy, seni o yağmaya ortak etmeyecek. Çünkü beslenme zincirinin en alt halkasısın. Üstelik bu sefer kurulan sandık, elindeki o son kozu da senden almak için kuruluyor. Sağlam kazığa bağlanmaya çalışılan o sıkı düzende senin oyun ve desteğin kıymetini yitirecek. Kalan ganimet seninle değil, seni coplayacak ve dipçikleyecek olanla paylaşılacak; sen havanı alacaksın.

Keşke tek başına köşeyi dönmeye değil de, refahı en yoksuldan başlayarak tüm topluma dağıtmaya meyleden bir siyasete verseydin desteğini. Daha yaşanılası bir dünyanın ilk adımını hep birlikte atmış olurduk.

* * *

Toplum içine karışan, teşriki mesai yapan birisi olsam bunları söylerdim öncelikle. Benim kanaatimi paylaşmıyorlar diye insanlara "bidon kafalı" demekten daha efendice olurdu.

Yorumlar

Toplumu kamplaştıran herkesin bu gelinen durumda az çok payı var. Kendi çevremden biliyorum, herkes bir sloganın ucundan tutmuş, çekiştir babam çekiştir. Neyi paylaşamıyorsak…

Komik olan da şu ki, bu tartışmaları aynı sahana kaşık sallarken yapmaları. O kadar körleşmişler yani.

Neyse, sel gider kum kalır, gene birbirimizin yüzüne bakarız, tabii bakacak yüzümüz kalmışsa.

Ali Kemal Yılmaz - 10 Şubat 2017 (12:51)

"Kapitalizm, yöneten sınıfın meşru çetesidir" demiş zamanında Al Capone…

Ben de "ha şöyle, dürüst ol ciğerimi ye" diyorum.

Kültür Tava - 10 Şubat 2017 (15:46)

"…refahı en yoksuldan başlayarak tüm topluma dağıtmaya meyleden bir siyasete…"

Bu şiarı benimsemiş bir siyaset anlayışı memleketimizde hiç var olmadı. (50 yaşındayım) Belki "sosyal devlet" faaliyetlerini ziyadesiyle uygulamaktan bahsedilebilir ki onda da "diktatör(!)" açık farkla önde.

Hal-i pür melâlimiz…

Rifat Yılmaz - 6 Mayıs 2018 (15:45)

Başını kaçırdım, "diktatör(!)" kim?

Ay, yoksa?

Haşa huzurdan ve de rabbim kuru iftiradan esirgesin… Demokrasi havarisine böyle bir lâkırdı… Pes! İnsaf! Ne istediler de vermedi? Ahaliye…

Şaka bir yana, adalet başka kalkınma başka klientalizm başka şeylerdir efendiler, bkz vikipedya,,, diyecektim ki dilim yutağıma kaçtı. Oraya bakamayız, zira demokratik bir şekilde yasaklı.

Ziyanı yok, hepimiz imam hatipiz, şakır şakır arapçamızla suudi vikisine bakar öğreniriz.

(Arapçası yetersiz olanlar için kabataslak izah: Klientalizm, yandaş kayırmacılığı. Nepotizmle, yani eş dost akraba kayırmacılığıyla amca çocuğu oluyorlar.)

Rafet El İnsaf - 6 Mayıs 2018 (21:08)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

349
Derkenar'da     Google'da   ARA