Patronsuz Medya

Güle güle meleğim!

Necdet Şen - 17 Ağustos 2001  


Koşuşturan, hırslı, bencil kuru kalabalığın bir parçası olamayacağıma karar vermiştim; küskündüm; eski "dostlar telefonlarıma bile çıkmıyordu artık; "konu neydi?" diyen sekreterler açıyordu telefonları; inzivadan başkası iyi gelmiyordu incinmiş ruhuma; odama kapanmıştım.

Ölüm haberlerini işitiyordum bir bir plaza binasındaki eski koridor komşularımın.

Davudî sesli, üzgün bakışlı dostum Yavuz Gökmen'in öldüğü günlerde belirmişti penceremde bu dünya sevimlisi sarman kedi. Balkona koyduğum süt ve yemeklerle yetinmemiş, illâ içeri girmek için kapıları zorlamış, olmadık cilvelerle baştan çıkarmıştı beni. Dünden razıydım zaten kedinin en suratsızına bile, ama bu kedide o güne kadar rastladıklarımın hiç birinde olmayan bir sevimlilik, zekâ ve munislik vardı.

Dostum Yavuz'un mutsuz ölümünün sarsıntısını onunla atlattım. Yavuz'un yazılarında sık sık andığı, doğumu sırasında ölen annesinin yerine kendisini büyüten ve uzun yıllar öz anne sandığı büyük annesinin adını verdim tatlı kızıma. Adını bir o nedenle Melek Hanım koydum, bir de melek gibi iyi huyuna ve her sokak kedisinin ve köpeğin aslında ayak altında dolanan kuyruklu melekler olduğuna olan inancıma binaen.

Benimle birlikte yaşadığı son üç buçuk yıl içinde hiç hamile kalmadı Melek; hiç eve çişini kakasını yapmadı, ne kadar sıkışırsa sıkışsın, benim ya da annemin uyanıp ona balkon kapısını açmasını bekledi.

Kendi kelimelerini öğretti bana o incecik, ahenkli sesiyle. "Yapma" deneni yapmadı, "gel" dendiğinde uykuda bile olsa kalkıp geldi, "oraya oturma" dendiğinde kalktı, masa üstlerine zıplayıp yemek aşırmadı, mama seçmedi, önüne konan her şeyi yedi.

Bana öyle büyük bir sıcaklık ve sevgi sundu ki, bütün yaralarımı sağalttı neredeyse. Sadece bana değil, eve gelen herkese aynı konukseverlik ve sevecenlikle davrandı. Boşuna söylemiyorum "çok iyi huyluydu" diye, kedi sevmeyenler bile onu tanıdıktan sonra evlerine kedi arar oldular.

Sırtı tarçın turuncusu, karnı krem karamel sarısıydı kızımın; kuyruğunun ucu rakun gibi çizgiliydi; patilerinin içleri pembe pembe. Ne zaman kanepeye uzanacak olsam, yattığı yerden kalkıp gelir, göğsümün üzerine kurulurdu kalp pili gibi. Ağzından mutluluk salyaları akıta akıta göğsüme masaj yapardı. Sonradan öğrendim, meğer kedinin süt emme hareketiymiş bu, çok mutlu olduğunda bebeklik günlerindeki anne memesi emdiği anları hatırlar ve o an onu emziriyormuşuz gibi haz duyarmış.

Bir arkadaşımın hediye ettiği minik çıngırağını şıngırdata şıngırdata ortalıkta dolanırdı. Bazen bir kuş yakalayıp getirirdi balkona; her seferinde kızar, azarlar, kuşu elinden alıp, götürür penceremin karşısındaki dar toprak şeride gömerdim.

Salondaki büyüteçli aynada kendi dev görüntüsüne şaşkınlıkla bakarken bulurdum onu zaman zaman. Son birkaç gündür balkonda konuk ettiğim kirli sokak itine de şaşkınlıkla bakıyor, ama hiç kıskançlık belirtisi göstermiyordu.

Eve beş dakika önce bile gelmiş olsa, ben çıkarken benimle birlikte çıkar, sokağa yeni çıkmış bile olsa, ben eve girerken yine benimle -ya da annemle- içeri girerdi. Çok severdi ana kapıdan girip çıkmayı, oysa balkon kapısı daha kestirmeydi onun için.

Bazen komşularla birlikte apartmana girer, sonra da bizim zili çalmalarını rica ederdi onlardan.

Gülmeyin, resmen çaldırtırdı zili. Kapıyı açtığımızda karşımızda tanımadığımız birini görürdük, "galiba bu kedi sizin kediniz, zili çalmam için ısrar etti" derdi yabancı.

Evden her çıkışımda benimle birlikte antreye gelir, ben ayakkaplarımı giyerken o eşikte taklalar atar, cilveler yapar, sonra ayakları havada, patileri kıvrık, göbeğini açardı mıncıklayayım diye.

Son kez dün akşam yaptı bu maskaralığını, beni evden her zamanki seremoniyle uğurladı ve birlikte sokağa çıktı benimle.

Dün gece iki arkadaşımla buluşup yemek yemiş, sohbet etmiş, eve dönüyordum. Apartman duvarının önünde, kaldırım kenarında yatan bir kediye ilişti gözüm. "Uyuyor mu, ölmüş mü?" diye eğilip baktığımda, boynundaki mavi renkli pire tasmasını ve ucuna asılı çıngırağı gördüm.

Bedeni şişmişti tatlı sesli güzel huylu kızımın, ağzında kan vardı, dili yandan dışarı sarkmıştı.

Tıpkı kanepenin üstünde mutlu mutlu uyuduğu anlardaki gibi patilerinin ucu içeri kıvrıktı yine. Daha katılaşmamıştı. Belli ki az önce vermişti son soluğunu. Belki hâlâ yaşıyordur umuduyla kalbini tuttum, ses geldi. Ama anladım ki o "pıt" sesi aslında bedeninde toplanan suyun çıkardığı bir ses. Belki de o minicik yüreğinin son atışıydı, bilemem ki.

Sohbeti biraz daha kısa tutsam, ona belki de sağ salim rastlayacaktım orada ve "mırrııyyyk?" diye sevinç nidaları atarak peşim sıra eve gelecekti. Belli ki uğursuzlar gece yarısı can almaya çıkmıştı. Kıl payı kaçırmıştım kızımın hayatını kurtarma şansını.

Zehirlenen bir hayvanın nasıl acılar içinde debelenerek can çekiştiğini hep duyuyordum. Oysa ben kucağımdan indirirken bile usulca bırakıyordum onu yere.

Melek nasıl öldü, bilemiyorum. Belki dost-düşman diye ayırmadan herkesin ayaklarına sürtünmesiydi ölüm sebebi. Belki hemen yanı başımızda yaşayan insan kılıklı sırtlanlardan biri basmıştı tekmeyi böğrüne. Ya da belki köpekler yesin diye sokağa atılan zehirli etlerden birine rastlamıştı.

Korkularından arınıp da sevmeyi öğrenememiş arızalı insanımsılarla doluydu ortalık. Arabaların direksiyonunda onlar vardı, bellerinde silâhlarla dolaşanlar onlardı, sokakta yaşama mücadelesi veren hayvanları belediyeye şikâyet eden de torbaya doldurduğu zehirli yiyecekleri dağıta dağıta dolaşanlar da onlar.

Sevgi minicik bir benek gibi kalıyordu bu bataklıkta.

Elimdeki hediye kutusunu ve anahtarlarımı kaldırımın kenarına bırakıp kendim de oturdum bir süre kızımın ölüsünün yanında.

Olup bitene inanmaya çalıştım.

Sonra onu uyuyormuş gibi usulca ve sarsmadan kucağıma aldım, yakaladığı kuşları gömdüğüm yere götürüp, içine rahatça sığacağı bir mezar kazdım.

Deniz kıyısına ya da bir parktaki çiçek tarhlarının arasına gömmek isterdim kızımı, ama hep gözümün önünde olsun istedim.

Ağlamayı arzuluyor, kilitlerimi kıramıyordum. Bir yanım odamın camında sırtı pencereye dönük mezar kazan beni izliyor, gördüklerini satırlara döküyordu siz okuyun diye. Beni anlayacağınız inancına tutunmaya çalışıyordum.

Bir süre daha oturdum kızımın başucunda, onu son kez seyrettim. Şişmiş bedeni ve kanlı ağzı olmasa uyuyor sanırdınız, öylesine güzel, öylesine masumdu.

Başında beklemekle diriltemeyecektim günahsız bebeğimi, son kez sonsuza dek uyuyacağı dikdörtgen çukura bıraktım usulca.

Üzerini topraklarla örterken gözyaşlarım boşandı (hâlâ ağlıyorum), ellerimle döktüm taşlarını ayıkladığım toprağı kızımın üstüne konfeti yağdırır gibi; kulağına ve açık kalmış gözlerine toprak girmesin diye zaten minicik olan yüzünü ufak bir yaprakla örttüm. Çukuru doldurup, toprağı ellerimle düzleştirdim. Sonra penceremdeki sardunyaların tepelerini kırıp kırıp onun üzerine diktim.

Artık bileceğim ki, o sardunyaların altında dünyanın gelmiş geçmiş en iyi huylu, en tatlı sesli, en güzel, en akıllı kedisi yatıyor. Her gün sulayacağım kızımın sardunyalarını. Ellerinde zehirli etlerle sokak sokak dolanıp can alan katilleri düşünmemeye çabalayacağım. Minicik bedenleri futbol topu gibi tekmeleyen vicdan yoksunu insanları da. Belediyelere telefonlar yağdırıp cinayet talep eden küspeleri de. Bilgisayarımdan başımı her kaldırdığımda kızımın yattığı yere takılacak gözlerim, onu sevgiyle ve şükranla anıyor olacağım.

Sen zaten melektin kızım, diyeceğim ona, artık baş melek oldun.

Teşekkürler sana; hayatıma kattığın güzellik için; inziva odama kendi bilgeliğini ve tevazuyu getirdiğin, sükûneti ve sabrı ve affetmeyi öğrettiğin için. Sen benim bulduğum -ya da beni bulan- en büyük hazineydin. Miyav sözcüğüne yüklediğin melodi kulaklarımdan çıkmayacak; bundan emin olabilirsin.

Senden öğrendiğim gibi: sevmekten vazgeçmeyeceğim.

Güle güle Melek.

Dersimi ezberledim; bana öğrettiklerini aklımda tutacağım.

Yorumlar

Çok üzüldüm. Senin için bir Ankara melezi yavru bulabilirim belki. Ne dersin? "Aslolan yaşamdır" deyip bu acımızı da yüreğimize gömelim! Sevgi ve dostlukla…

Akın Evren - 17/20 Ağustos 2001

Fantom ve ben, Melek Hanım'a sardunya kokularıyla dolu güzel uykular diliyoruz. O'nu tanımadan cok sevdik. Yazıyı okuyunca sanki bir yakınımızı kaybetmiş gibi üzüldük. Fantom diyor ki: "Ne istiyor insanlar bizden?" O'na bir cevap veremedim.

Sevgiler.

Nida Onay - 17/20 Ağustos 2001

Çok üzüldüm Necdet bey. Mail'iniz geldiğinde tam sizin siteyi açmış ve haberi okuyordum, ekranımda yeni posta aldınız mesajı çıktı. Her şeyi bizimle paylaşmanız çok hoş, onu ne kadar çok sevdiğinizi biliyorum, onun yerini tutmaz ama biz burdayız necdet bey, en azından ben hep burdayım size çok miktarda sevgi yolluyorum.

Binnur - 17/20 Ağustos 2001

Küçük Prens'den alıntılar:

Herkesin bir yıldızı var ama kimseninki birbirine benzemiyor. (…) Gelgelelim bütün bu yıldızlar suskundur. Yalnız sen, herkesten ayrı göreceksin onları.

Onlardan birinde ben oturuyorum, ben gülüyorum diye geceleri gökyüzüne baktığında sana bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Gülmeyi bilen yıldızların olacak senin.

Bir gün üzüntün geçince (çünkü zamanla geçmeyecek üzüntü yoktur) beni tanımış olduğuna sevineceksin. Hep dostum olarak kalacaksın. Gülmek isteyeceksin benimle birlikte. Koşup pencereyi açacaksın. Gökyüzüne gülerek baktığını gören dostların şaşacaklar. Onlara diyeceksin ki, Evet, ne olmuş, yıldızlara bakarken gülerim ben! (…) Sanki sana yıldız yerine gülmeyi bilen bir sürü çan vermişim gibi. (…)

Acı çekeceksin. Ölmüş görüneceğim, gerçekte ölmeyeceğim oysa. Anlıyorsun değil mi? Yol uzun bu bedeni taşıyamam. Çok ağır. Bırakılmış eski bir deniz kabuğu gibi olacak kalıbım. Eski deniz kabuklarına acınmaz ki.

Bak, ne güzel olacak! Ben de yıldızlara bakacağım. Bütün yıldızlar çıkrığı paslı birer kuyu olacak. Hepsi taze su sunacaklar bana. Göreceksin ne eğleneceğiz! Senin beşyüz milyon çanın, benim beşyüz milyon çeşmem olacak.

Fersan - 17/20 Ağustos 2001

Necdet, Melek Kedi'nin ölümüne çok üzüldüm. Ben, senin hayranlarından-geleceğin çizgi romancısı- oğlum Can ve kedimiz Fındık Mürüvvet baş sağlığı diliyoruz.

Buket Uzuner - 17/20 Ağustos 2001

Merhaba dostum…

Uzuntunu hafifletecek bir soz var mi bilemiyorum, umarim Melek'in uzuntusunu unutturacak dostunu en kisa zamanda bulursun. Biliyorsun ben de kedi dostlari olan insanlardanim artik, onlara Melek Hanim'i anlatacagim ve onlari butun gucumle koruyacagim, dilerim boyle bir kiyima bir daha hic kimse ugramasin. Sevgilerimle…

Aydan - 17/20 Ağustos 2001

Melek'e ben de çok üzüldüm. Bu arada sitenizin geldiği çizgi ve kaliteyi de içtenlikle kutlarım. "Eski Devrimci" yi de bu arada -tiksintiyle- okudum. Saygı ve sevgiyle.

Avniye Tansuğ - 17/20 Ağustos 2001

Abiciğim, sana bu maili çok acilen internet cafeden yazıyorum. İnan şoktayım.

Annem Erdemli öğretmenevine çay içirmeye götürmüştü az evvel, masada Sabah gazetesi vardı öylesine bakarken hönk! kaldım… Nasıl üzüldüm, ilk defa bir kedi için ağladım. Melek hanım nasıl ölür ya…:(

Ne diyeceğimi bilemiyorum canımcım. Başın sağolsun. Hala inanasım gelmiyor. Telefon numaran yanımda olmadığından arayamadım. İnternet cafede aldım soluğu… Sabır diliyorum abimcim.

Dönüşte görüşmek üzere. Babay…

Azra Sevdir - 17/20 Ağustos 2001

Meleginizi kaybettiginiz icin cok uzuldum. Acinizi paylastigimi bilmenizi istedim. Benim de kedilerim var, benimki de mutluluk salyalarini akitir. Belki de onlar kedilik gorevlerini tamamlayip aramiza insan olarak donecektir. Belki Melek de gorevini tamamlamisti… Basiniz Sagolsun.

Meltem Ersoy - 17/20 Ağustos 2001

Sevgili Necdet Şen, merhaba.

Bilgisayarı açtığımda, güle güle meleğim başlığını görünce gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Bir yandan da 'belki düşündüğüm gibi değildir' diye okumaya devam ettim… Gözyaşlarım ikiniz içindi. Teselli sözcüklerinin anlamı olur mu bilmem. İnanıyorum, sevgili meleğiniz çok şanslı bir kedicikti. Yaşarken sevgi dolu yüreğinizi paylaşması az şey mi?

Sevgilerimle.

Güner Erdeniz - 17/20 Ağustos 2001

Kahretsin! Beni de ağlattın ofisin orta yerinde. Üzgünüm…

Figen - 17/20 Ağustos 2001

Kedin için çok üzüldüm. Kediler için başsağlığı dilendiği çok görülen bişey değildir ama çektiğin acıyı tahmin edebiliyorum. Ailenden birini kaybetmekten hiç de farklı değil. Kedim Halide kaybolduğunda yaşamıştım bunu. Çok fenaydı. Başın sağolsun.

Resul Ertaş - 17/20 Ağustos 2001

From: nereye@veezy.com
To: erussecil@hotmail.com
Subject: HIZLI Gazeteci'den haber var!
Date: Fri, 17 Aug 2001 09:50:12 - 0400

* * *

Çok üzgünüm. Sizinle paylaşmak istedim. Güle güle Meleğim →

Nereden tanışıyoruz ki bana çok üzgün olduğunuzu belirten bir ifade ile hitap ediyorsunuz… Ve nereden meleğiniz oluyorum… Adresimi bilmeniz bana istediğiniz şekilde hitap etmenizi gerektirmiyor… Bu hususta da bir açıklama bekliyorum sizden… Çünkü hesap vermem gereken insanlar bu hitap tarzını anlamıyor ve anlamakta da zorluk çekiyorlar…

Seçil Erus - 17/20 Ağustos 2001

Sevdiğim insanların üzülmesine dayanamam. Belki ilk gençliğim büyük ve dayanılması zor üzüntülerle geçtiği içindir.

O üzüntülerden geriye kalan, asla ama asla unutulmadıkları, buna rağmen yaşamın eskisi gibi devam ettiği. Neden hiç bir şey değişmez diye düşünüp durdum o her şeyi bildiğini zanneden çocuk aklımla. Neden devam eder yaşam, biliyor musun? İnsan amip gibi bir yaratık da ondan.

Her türlü şeye alışıyor, her türlü acıyı göğüsleyip, beyninin bir kenarında taşıdığı üzüntüden ölebilecek haldeyken, beyninin diğer tarafıyla sevmeye, komik bulmaya, acıkmaya, sevişmeye, flört etmeye devam edebiliyor.

İnsan çok güçlü de ondan. Sen de güçlüsün. Hiç unutmayacağını biliyorum. Ama aynen dün olduğu gibi yine sokak köpeklerini koruyup kollamaya, haksızlıklara kızmaya, seni beğenen kadınlardan utanıp cool davranmaya ve benim çok keyifle izlediğim ve sitende yer alan o harika şeyleri üretmeye devam edeceksin.

Acını paylaşıyorum. Kendine dikkat et.

Dilek - 17/20 Ağustos 2001

Dostum; Hafta sonu burada yoktum, Aci haberi gec ogrendim. Soylenecek pek bi sey bulunmaz bu durumlarda. Bence Melek hanim, Melek hanim teyze ve Yavuz agabey ile birlikteler ve bi yerlerden seni izliyorlar. Sabir dilemekten baska bisi gelmiyo elimden… Sevgiyle kal.

Sukru Aksu - 17/20 Ağustos 2001, Niagara Falls / CANADA

Sayın Şen, bu hayvan sevmeyenler ülkesinde doğduğu için her gün acı çeken bir SEVERim ben. dünkü sabah gazetesi, zaten pek de sevmediğim pazartesi gününü bana zehir etti. ne muhabbetler ne de gittiğim film, Melek için akıttığım gözyaşlarına mani olabildi.

doğduğumdan beri her zaman evin içinde ve dışında hayvanları olmuş biriyim. şu anda da Mümtaz, Balkız ve Ksuki adında 3 kedimle birlikte yaşıyorum. ev hayvanları küçük dostlarımızla ilgili 1-2 şey paylaşmak isterim.

1. Onlar 'ev hayvanı' yani sokağa çıkmayı sevseler de, bu ülkede sokağa bırakmamayı tercih ederim,

2. biri öldüğü zaman, hem acımı hafifletmek hem de yeni bir evsizi mutlu etmek için, hemen yeni birini eve alırım,

3. Kaçmalarını önlemek içinse, sizin tam aksinize üst katlarda yaşamayı tercih ederim,

4. sokakta da baktıklarım var, yemeklerini posta kutumda bırakıp, düzenli olarak beslerim ve onları hem kısırlaştırıp hem de aşılarını yaptırırım.

Acınızı yüreğimin her köşesiyle paylaşıyorum. sizin gibi duyarlı, nazik, sevecen, hisseden insanların varlığı, en azından yalnız olmadığımı hatırlatıyor bana ve mutlu oluyorum.

Sevgiyle, sonsuz saygıyla…

Billur Kalkavan - 17/20 Ağustos 2001

Sevgili Necdet Şen; kedinizin kaybından doğan üzüntünüzü satırlarınızdan gayet net şekilde izah etmişsiniz… inanın belki gözyaşı dökemedim okurken ama içimde kaybın burukluğunu hissettim… Bu vesile ile benimde ilk duyduğumda şaşırdığım bir kısa öyküyü anlatmak istiyorum, Allah acınızı unutturmasın…

İki eski dosttan biri arkadaşının iş kazasında ayağını kaybetmesinin ardından hastaneye koşar. "Allah acını unutturmasın" tavsiyesinde bulunup odadan çıkar. Aradan aylar geçer fakat bu ilginç temenniye muhatap olan, aklına takılan bu ifadenin ne manaya geldiğini bir türlü anlayamaz… Bir süre sonra karşılaştığı dostuna selâm dahi vermeden sorar temenninin ne anlama geldiğini…

"Allah acını unutturmasın" demek, daha büyük bir acıyla tanışmaman için benim içimden gelen bir temenniydi…" sözü rahatlatır eski dostu… Allah acını unutturmasın sevgili dostum…

Aytekin Gezici - 17/20 Ağustos 2001

Sevgili Necdet, yazıyı okuduğumda inan ki kahroldum. MELEK için hakikaten çok üzgünüm…

Benim de bir kedim var. Adı LOTUS. Uzakdoğu'da kutsal beyaz bir çiçek biliyorsun. Ona LOTUS dedim çünkü bana göre hakikaten kutsal bir kedi. O da tıpkı MELEK gibi en acılı günlerimde acılarımı dindirdi. Depremden sadece 1 ay önce hayatıma girmişti, avucum kadardı ve depremde annemi kaybettiğimde gözyaşlarımı yalayarak kuruttu. Senin de dediğin gibi bunların hepsi kuyruklu melek.

Kendimi senin yerine koydum, bununla başa çıkamadım. Yaşadığını anlıyorum demek istemiyorum. Ne bugün ne de yarın bunu anlamak durumunda kalmak ta istemiyorum. Belki o yüzdendir LOTUS asla evden dışarı çıkarılmıyor. Bu ülke insanına güvenmiyorum çünkü. Sokaklara zehirli et atacak kadar adi ve alçak olan sistemlerin içinde yaşıyoruz.

Üzülme demek anlamsız ama şunu düşün. MELEK çok şanslı bir kediymiş. 3, 5 yıllık hayatında onu çok ama çok seven, hayata veda ettiğinde arkasından gözyaşı döken, mezarına sardunyalar diken bir dostu olmuş. Bu kaç kedinin yakalayabildiği bir şans ki?

Sana sevgilerimi gönderiyorum. Bir süre sonra evini, yüreğini yeni kedilere mutlaka açmalısın…

Sevim Yazıcıoğlu - 17/20 Ağustos 2001

Merhaba Necdet Abi, Bundan iki yil oncesine kadar hayvanlara bu kadar sevgi besleyenleri, onlari arkadas gibi dusunenleri, onlara sarki yazanlari agit dizenleri anlamazdim. Iki yil oncesine kadar.

Esim "Umit, hadi bir kedi alalim" dediginde de uzun sure direnmistim. Bir apartman cocugu olarak buyudum ben, bilirsin. Kedimiz, kopegimiz yoktu. Sagolsun annem ve babamda da boyle bir ilgi yoktu. Kedisiz kopeksiz buyuduk, hayvanlardan korkmaya alistirildik ve bu yasa geldik.

Buna ragmen benim ortanca biraderde acayip bir hayvan sevgisi peydah oldu. Bu ona nasil geldi, nereden geldi bilmiyorum ama o zamanlar onu anlamakta zorluk cekiyordum. O, kucucuk bir cati katinda ya da iki odali bir apartman dairesinde uc kedi ve bir kocaman German-Sheppard'la birlikte yasardi. Evlendi. Bebek oldu, yasamini yine boyle devam ettirdi. Hatta ac kalir ama kedilerinin yemegini hic unutmazdi. Kendi yemegini paylasirdi onlarla.

Biz, klasik muhalefetimizi yaptik dogal olarak. Yok efendim bebek icin sakincaliymis, yok efendim hayvanlarin killari dokuluyor, ev pis pis sidik kokuyormus falan filan… Zaten insanlarin yasamasinin epey guc oldugu Turkiye de bu kadar hayvanla ev bulabilmek de gercekten guc oluyordu onun icin… Zaman sonra Avustralya ya yerlestik, esimle birlikte… Burada hayvanlarin da, insanlar kadar degerli oldugunu ogrendik. Burada sokak kedisi, sokak kopegi kavramlarinin olmadigini gorduk. Burada her mahallede bir veterinerin oldugunu, butun hayvanlarin birer nufus kagidina sahip oldugunu ogrendik.

Simdileri microchip diyorlar. Her neyse lâfi uzatmayayim, bundan 20 ay kadar once, bir arkadasimin kedisi dogurdu. Dort adet minik kedicik. Ben de esime soyledim, o da "acaba birini bize verirler mi?" diye sordu hemencecik. Verdiler…

Uzun tuylu, kaplumbaga kabugu renkli, minnacik bir yavru kedi… Adini Zarife koyduk, cunku cok zarifti yavrucak… Ilk gunler nasil korktum kucucuk kediden, aslinda korku degil, bir garip tedirginlikti benimkisi… Ama sonra… Sonrasi herkesce malum… Bu kedi benim kizim oldu… O kadar baglandim ki, o kadar cok sevdim ki… En az senin kadar, en az digerleri kadar…

Buyudu, cok guzel bir kedi oldu. Bizi kendisi gibi sanır, ya da kendisini biz gibi gorur. Miyavlamasini bile bilemez. En azindan 15-20 kelimeyi anlar. Disari cikmak istedigini, susadigini, aciktigini, oynamak istedigini, sIkIldigini, uykusunun geldigini soyler bize… Biz onu anlariz, o da bizi… O benim ve esimin biricigi, evin nese kaynagi… O geldikten sonra esimle tartismiyoruz bile. Bir yere gidecek olsak once Zarife'yi dusunuyor, onu emniyete aldiktan sonra yapiyoruz planlarimizi…

Bundan 8-9 ay once Zarife 28 saat ortada gorunmeyince cok telaslandik. O gun ise guce gitmedik. Mahallede Zarife yi aradik, bulamadik. Agladik karsilikli esimle… O an, Zarife nin yasamimizda ne kadar onemli bir yeri oldugunu, onu ve diger hayvanlari ne kadar sevdigimi ve Zarife nin bana sevgiyi sevmeyi ogrettigini ya da bende karakter degisikligini Zarife ile olustugunu anladim. O 28 saat son yillardaki en bunaltici anlardi…

Gece yarisi, son bir kez disarida "Belki gelir" diye bakinan esimin ayaklarina surundugunde esimin cigligi ile uyandim.

Hissettiklerini anliyorum. Hayvan sevmeyenlerin, insan sevmediklerini dusunuyorum. Zaten, Turkiye'de insanin ne degeri varsa hayvanlarin da o kadar degeri var. Insani zehirleyenlerin hayvanlari katletmesi garip degil. Nefret, illet ve sirret bir durum. Acinilasi insanciklar…

Hissettiklerini anliyorum, acini paylasiyorum. Basin sagolsun Necdet abi…

Ümit Önder - 17/20 Ağustos 2001

Merhaba, yazinizi okuyunca benim de aklıma kızım Kalinka geldi. hikâyemiz o kadar ortak ki paylaşmak istedim. başınız sagolsun

M. Emin ARI - 17/20 Ağustos 2001

Sevgili Necdet, ne diyeceğimi bilemedim. Böyle zamanlarda birşeyler söylemek öyle zor ki. Çok mu yaşlıydı, ya da hasta mıydı? Gerçi artık anlamı var mı bilmem. Kaç zamandır beraberdiniz kimbilir. Biliyorum onun yeri başka ama, umarım tez zamanda yeni bir can dostun olur. Geçmiş olsun dileklerimle çok çok sevgiler.

Ayşe İmeryüz - 17/20 Ağustos 2001

Ben onları görünce hep 'kedi kardeş' derim, belgesellerdeki kocamanları bile hep kedi kardeştir, ve ne yazık ki her karşılaşmamızda içim cız eder, evleri yemekleri olmadığı için. Siz kardeşlik görevinizi yapmış, onu mutlu yetiştirmişsiniz. meleğin kardeşi olmaya devam edin. Belki sardunyalar bugüne kadar hiç açmadıkları kadar çok açarlar… Başınız sağ olsun.

Ece Esmer - 17/20 Ağustos 2001

Sabah gazetesinde bugün yazınıza rastladım. Bir yabancının siz ve Melek arasındaki birebir ilişkiyi bilemeyeceği gerçeği ile birlikte "acınızı paylaşıyorum" deme gafletinde bulunduğum için lütfen beni yanlış anlamayın. Ancak o kadar tanıdık kelimelerdi ki. Zamansız bir ayrılığın ardından yaşanan "keşke"ler ve zamanı geriye döndürebilmiş olmayı istemenin sonuçsuz yankıları…

Çok uzun yazmayacağım, çünkü fazla söyleyebileceğim bir şey yok. 1, 5 ay önce annemi kaybettim. Cuma günü de Bidon'u (o da benim kızım). Bidon ve Meleğin ayrılış hikâyeleri aynıydı. Cümleleri okudukça uzun süredir ifade edemediğim duygularla karşılaştım.

Ne derece mantıklı kelimeler kullandığımı bilemiyorum. Ardarda gelen kayıplar beni biraz yordu. Yazınızın son cümlesinde yazdığınız gibi verdiğimiz sözleri tutmamız gerekiyor. Umarım Meleğin sevgisi size kuvvet verir.

Sevgiyle kalın.

Selin Işın - 17/20 Ağustos 2001

Merhaba, Sabah gazetesi'ndeki yazını okudum. "Sen" diye hitap etmem umuyorum irrite etmemiştir. Çünkü yazıyı okuduktan sonra bazı insanların asla anlayamayacağı şeyleri ortak hisseden kişiler olarak, doğuştan tanıdık olduğumuza inanıyorum.

Öncelikle başın sağolsun. Melek'e de ailecek bir öpücük yolladık. Alır o eminiz kediler cennetinde. Benim de bir kedim var. Adı Mojo, bir siyam kedisi. Bir dişi.

Ömrüm boyunca hep kediler arasındaydım. Annem de benim gibi kedilere tapar. Hep minik tüylü dostlarımız vardı evde, hep patır patır koştular, purrladılar, oynadılar.

Onları biz de kaybettik. Her seferinden sonra boşluk doldururdu içimi. Onlar da yaşadılar ve gittiler işte, biz insanlar kendimizi hep büyük puntolarla yazar, tüm evreni sahipleniriz ya, onlar da diğer canlılara ayırdığımız ceplerde yaşayıp gidiyorlardı işte…

Benim için böyle değildi oysa. Asla evcil hayvanım olmadı benim. Hayvan dostlarım oldu. Şimdi Mojo'ya ihtimam gösteriyorum. Yaşım 21, çok şey yaşadım, ama önceki kedi dostlarımda daha küçüktüm, çocuktum… Belki koruyamadım. Ama şimdi gözetiyorum onu.

Yazını eleştiremem, duygulara ise tek kelime söyleyemem. Kutsal hepsi. Sadece annemden ve benden bir teşekkür sana. Ve bir başsağlığı…

Kendine iyi bak,

Sevgiler.

Ali "NingaubLe" AKSÖZ - 17/20 Ağustos 2001

Necdet bey, uzunca bir süreden beri sitenizi izliyorum. Kedinizin ölümüne üzüldüm, Allah başka keder vermesin. Tabi ki bu zehirleme olayları insanlık dışı, başka bir medeni ülkede bu yöntemin uygulandığını zannetmiyorum.

Lakin sokaklarda toplu halde gezen başıboş köpekler -sizin sitenizde belirtildiği gibi kuduz olmasalar bile- yine sokaklarda bulunan insanlar için bir tehlike teşkil ediyor.

Benim 10 yaşında bir oğlum var, geçen sene sabahları okul servisini beklerken sokakta bulunan başıboş ve aç olan köpeklerin saldırısına uğradı.Şimdilerde sokakta veya dışarıda yemek yerken dahi bir köpek görse korkudan neredeyse kriz geçiriyor, tüm ikna çabalarımız boşuna.

Tabi ki zehirleme bir çözüm değil, bence belediyeler tarafından kurulacak ekiplerle düzenli olarak başıboş köpeklerin toplanıp bu köpekler için yaptırılacak barınaklara yerleştirilmesi lazım. Belediyeler bu işe zaman, eleman veya ödenek ayıramıyorlarsa hayvan severlerin dernekler aracılığıyla oluşturacakları gruplar vasıtasıyla bu sorun halledilebilir. Sözüm ona sorunu kökten halletmeye yönelik gayrimedeni yöntemlerden vazgeçmek gerekiyor.

Saygılar…

Murat Ruben - 17/20 Ağustos 2001

Ne yazacağımı bilmiyorum… Telaşla sitene girdim… Bizler galiba komşu gibi olduk… Çok üzüldüm… Bir gün sevgisizleri yeneceğiz umuduyla hayata devam ediyorum…

Mesliha Yılmaz - 17/20 Ağustos 2001

Sevgili Necdet, televizyonda gördüğüm kedin miydi? Herhalde oydu, hangisiyse hangisi, hepsi aynı karın ağrısı.

Sana ne diyeyim, zor, katlanmak da tesellisi de.

İki yıl önce dünya çirkini marsık beş yıllık kedim bir biçimde kayboldu. Milyonlarca kedi hikâyesinden bir tanesi.

Neco, ne diyim ölüsünü görmek ayrı zor, ne olduğunu bilmeden günlerce sokak sokak aramak, çaresizlikten kıvranmak, kendini suçlamak, hayvanı niye ameliyat ettirmedim eve hapsetseydim filan…

Hayvanlarda da kaderi kabul ettim. Türkiye'de, onların bir sonraki güne başlama olasılığı benimkinden çok farklı değil. (Hatta bir veteriner arkadaşım Türkiye'de hayvanların insanlardan iyi bakım gördüğünü düşünüyor). Gözünü sevdiğimin memleketinde bok yoluna gitmek an meselesi.

Sardunya konfetili meleğin mezarına bakmak mı özlemini azaltır, benzerlerini görünce çocuğunu görmüş gibi mi olursun bilemem. Bağımlılık zor iş. Sevgi bağımlılığı, sözsüz birliktelikler yeğdir diye düşünüyorum diğerlerine.

Ne yapıcaz Neco. Geçen eylülde beş yıldır çalıştığım kurumun erkeklerden müteşekkil kamera servisinde kısmetime üç aylık bir dişi kedi düştü. Aldım getirdim, artık sokaklarda aranacak halim kalmadı. Üzgünüm evde çiçekli balkonumda vaziyeti idare ediyor.

Gidenin yerinin dolduğu filan yok da hayat devam ediyor. Ben de "terkedildin özge" diyorum, n'apıcan bir biçimde terkedildin. Terkedilmenin erkeni geçi olmuyor.

Seni öpüyorum. Son olması dileğim. Sevgiyle kal.

Özge Akkoyunlu - 17/20 Ağustos 2001

Melek hanımın ölümünü duyunca gerçekten üzüldüm. Yalnız üzülmedim, bir de müthiş öfke duydum. Birkaç gün salak gibi gezdim. Çevremdekilere, "bi arkadaşın kedisini zehirlemişler" falan dedim ama herkes "aaa, vah vah" diye yuvarladı muhabbeti. Resmen çatacak adam aradım sokakta. Yazıdaki depresiflik bu yüzdendi. Tabii ciddiye alırım.

Ali Türkan - 17/20 Ağustos 2001

Keske Melek'le tanisabilseydim. Basin sag olsun. Benim Ugur'um gittiginde ben de onu bahceye gomup basina iki gul dikmistim, uc gun durmadan aglamistim. Dokuz yil gecti, icimden cikmadi.

Şahin Artan - 17/20 Ağustos 2001

Merhaba Necdet Bey, Başınız sağolsun. Hayvanların sorumluluğu bulunmadığı için müteveffaya rahmet dileğinde bulunmuyorum. İhtiyacı yok zira. O zaten cennette. Ama sizin sevdiğinizi kaybetmiş olmanızdan ötürü üzüntünüzü anlayabilmeyi, hissedebilmeyi, paylaşabilmeyi istiyor ve Allah'tan sabır ve metanet diliyorum.

Rifat Yılmaz - 17/20 Ağustos 2001

Merhaba Necdet Bey, Melek'i hiç tanımasak da çok sevdik. Aslında ben evimde hiç hayvan beslemedim, severim ama çeşitli sebeplerle evde beslemek hiç kısmet olmadı. Acınızı içimde hissettim. O artık rahat uyuyacak ve rüyasında hep sizi görecek, ben buna inanıyorum.

Kendinize iyi bakın, siz iyi oldukça Melek de rüyasında sizi mutlu görecek.

Sevgiyle…

İnci Başpınar - 17/20 Ağustos 2001

Merhaba… Öncelikle kedin için gerçekten üzgünüm. Başın sağolsun.

Bu zamansız mektubum için de özür dilerim. Fakat yazdığın bir cümle beni o kadar duygulandırdı ki, sana yoğun bir yazma isteği duydum. Umarım bu yaptığım bencillik olmuyordur. Bunu tartabilmekten yoksun bir dönem geçiriyorum bu aralar;çok karışığım.

Sitende, Hızlı Gazeteci bölümünde basmamamızı söylediğin yere bastım ve ardarda mesajlar açılmaya başladı. Açılan mesajlardan biri, yüreğimin en hassas yerlerinden birine dokundu; bizi, yani okurlarını tanımanı istediğini söyleyen mesajdı bu. Tanımaktan ne kastettiğini bilmiyorum. Ben en geniş anlamıyla düşündüm. En geniş anlamıyla düşününce duygulandım zaten. Bir insanı tanımak istemek; onun anlattıklarını -seni rahatsız etse bile- can kulağıyla dinlemek (sadece tanımak ve anlamak için), onun seninle paylaştıklarının senin için bir anlam ve değeri olması. Kısacası o insana değer vermek!

Kim gerçekten birbirine değer veriyor? Yoksa insanlar arası ilişkiler bazı ihtiyaçları doyurmaktan öteye geçmiyor mu? Kim gerçekten birbirinin umurunda ki?

Çok mu karamsarım? Veya kalıpçı? Ne olduğumu inan bilmiyorum. Hâlâ arıyorum. Bildiğim tek bir şey var: biriyle bir şey paylaştığım zaman, tepkisiz kalması beni çok üzüyor. Yokluğa düşüyorum sanki. İyi ya da kötü, neden hiç bir tepki gelmiyor? Hiç mi değeri olmuyor paylaştıklarımın onun gözünde. Kendimi, bomboş salona gösteri yapan palyalço gibi hissediyorum; taklalar atıyorum, binbir türlü numara yapıyorum fakat kimsenin umurunda değil. Anlamıyorum. Ben… Çok üzülüyorum… Paylaşımdan başka bir şey istemiyorum… Ama kim benim onunla paylaşmak istediklerimi önemsiyor ki…

Bazen kendimi o kadar zavallı hissediyorum ki… Ben ne yapıyorum bu garip yaratıklar arasında? Yazmaya başladım. Ciddi ciddi yazıyorum artık. Kendimi paylaşmak istiyorum. Her yönümle. Fakat nerde o meraklı insanlar… Bir iç dökme mahiyetinde olan bu mektup içini kararttıysa üzgünüm. Veya rahatsızlık verdiyse. İlla cevap da beklemiyorum. Gerçekten istiyorsan cevap yaz lütfen.

İşte, sadece içimi dökmek istedim. Okuduğun için teşekkürler. Karşımda beni dinlemiş gibi oldun:)

Yarattıkların çok güzel… Lütfen bırakma… Ben meraklı okuyucularından biriyim… Doğanın ve doğallığın güzelliği üstünde olsun…

Elif - 17/20 Ağustos 2001

Merhaba… Size öncelikle baş sağlığı dilerim. Ben kedigen.com'un üyelerinden Esi Taviloğlu. 14 yaşındayım. Ve Melek Hanım'ı sevgi ve saygıyla anıyorum.

Benim de bir dostum vardı. Ama maalesef onu böbrek yetmezliğinden kaybettik. Onu kaybedeli henüz 3 ay oldu. 3 aydan beri yatmadan önce resmine önce "pisi pisi, Panta Panta aşkım iyi geceler" der, sonra da kafasına bir öpücük kondururum. Henüz 2 yaşındaydı… Panta'da Melek Hanım gibiydi… O da usluydu, o da şefkatliydi… o kadar günahsızdılar, o kadar masumdular ki haksızlık bu kadar erken gitmeleri! Onların yerine gidecek o kadar insan var ki!

Hepimiz çok üzüldük diye annem bu acıyı tekrar yaşamak istemediğinden yeni bir kedi istemiyor. Ama sonu yok ki! Eninde sonunda bir gün tekrar kucağımda bir kedi çıkacağım annemin karşısına. Kim o masum yüzü geri çevirebilir ki!

Sizin yerinizde olsam bir an durmaz bir muhtaç kediye daha kucak açardım. Elbette Melek Hanım bir tane, bam-başka. Evinize getireceğiniz yeni bir dost biraz olsun acınızı hafifletebilir. Bakarsınız bir gün o, aynı koltukta Melek Hanım gibi yatmış, o zaman Melek Hanım'ı tekrar sevgiyle anarsınız…

Yazınızı hıçkırıklara boğularak okudum. Ne var ki hayvanlar ne işe yarar diyen komşularımız için bu tür yazıları büyüttürüp, evimizin önüne asarak meraklarını gidermiş olmakla kalmayıp, vicdanları varsa vicdanlarını da sızlatacağız. Ama böyle insanlarda vicdan ne gezer!

Karşımdaki insan karamsar olunca bende gelecek ve bugün üzerine hiç umut kalmaz, o yüzden iyimser olmaya çalışıyorum. Acınızı tüm içtenliğimle paylaşıyorum. Başınız sağolsun…

Esi Taviloğlu - 17/20 Ağustos 2001

Aktüel dergisinde 8.sayfada (527/2001) Can Dündar "Kuyruğu dik tutmak" adlı makalesinde senin "Güle Güle Meleğim" başlıklı yazındaki bir cümleye takılarak değişik bir yorum getirmiş. Ben beğendim. Tavsiye ediyom…

Yıldızının hiç barışmadığı:

GüLCe - 17/20 Ağustos 2001

Merhaba!

Ben ve yakın zamanda yitirdiğim ağabeyim Cumhuriyet gazetesinde uzun zaman sizi izledik… Ağabeyimle "Fazilet" i tartışırdık…

Sonra yurtdışına gittim, Cumhuriyet okuru olmaktan vazgeçtim ve izinizi kaybettim… Bugün sizi yeniden bulmak beni öyle mutlu etti ki, ağabeyimi ve henüz umutlarla dolu, bir gazetecilik okulu öğrencisi olduğum günleri andım…

Teşekkürler Necdet Şen.

Emire - 17/20 Ağustos 2001

Ne demek istediğinizi anlamadım. Ayrıca benim Hızlı Gazeteci'yi (N.Sen'i) okuduğumu nasıl farkettiniz? Bunu da anlamadım.

Saygılar.

Soner Kara - 17/20 Ağustos 2001

Sevgili Necdet Şen… Kendini bildi bileli 'kuyruklu melek'lerle yaşamış, hayatının son gününe kadar da yaşamaya devam edecek olan bu ruh, sanki Necdet Şen'inmişcesine Meleğin'e gözyaşı döküyor.

Sabahın dokuzbuçuğundan beri, bakmaya zaman bulamadığım için günlerden beri masamda kalmış olan Sabah gazetesini elime almayla başlayıp, internet sitenle devam eden derin acının etkisiyle saklayamadığım gözyaşlarım, odama giren elemanlarımın 'herhalde çok sevdiği birini kaybetti' diye düşünmelerine neden oluyor.

Aslında haklılar… Allah acını unutturmasın.

Vedat İplikçi - 17/20 Ağustos 2001

Selâm, meleğin "baş melek" oluşunu önce posta kutuma attığınız kısa mesajdan öğrendim. acıyı paylaşmak için gönderdiğiniz kısa bir nottu bu. sonra "güle güle meleğim" başlıklı yazınızı okudum.

şimdilik yalnızca ağlıyorum… başka bir şey söylemek gelmiyor içimden… meleğine, gözyaşlarından ebedi bir istirahatgah kuran "insan" yürekli insana da bin selâm…

ömrüm derkenar.com'u tıklamakla nihayet bulacaktır…

Ahmet Çınar - 17/20 Ağustos 2001

Sayin Necdet Sen.

Bir haftta evvel tatile giderken, gazetede kediniz Melek icin yazdiklarinizi okudum ve son derece etkilendim. Bu gun ise basladim ve hemen size yazmak istedim.

Ben ve esim aynen sizin gibi hayvanlari cok seviyoruz ve bakiyoruz. Evimizde iki tane kedimiz var. Buyuk kedimiz - ismi Koca Kuzu - 9 sene evvel sokaktan yarali olarak alindi. Cok seviyoruz. Isim bulmaya calisirken yere oyle bir uzandi ki ben "ay bu aynen kuzuya benziyor dedim ismi Koca Kuzu kaldi.

Ikinci kedimiz ise bir senedir bizimle. Ona da iki senedir sokakta bakiyorduk. Ne zaman gece bir yerden donsek muhakkak bir arabanin altindan cikarak bizi karsilardi. Bir gun kayboldu. 3-4 gun ortalarda gorunmeyince mahallenin altini ustune getirdim. En sonunda bizim kalorifer dairesinde ezilmis ve agir yarali olarak bulundu. Ameliyat olduktan sonra o da bize geldi. Bizim Koca Kuzu kiskanclik krizine girdi. 6-7 ay ayri yerlerde tuttuk. Neyse simdi alistilar ve ahbap oldular.

Aksamlari kapimin onunde 15 kedi, gozleri yukarida, beni bekler. Sizi ancak heyvanlari cok seven kisiler anlayabilir. Fakat onlari ortada dolasan melekler diye tanimlamaniz bana cok tesir etti.

selâm ve sevgilerimle…

Dilek Arkun - 17/20 Ağustos 2001

Geçmiş olsun melek hnm. için çok üzüldüm. Benim de bi kedim olduğu için nasıl bişey olduğunu tahmin edebiliyorum.

Hazal Özcan - 17/20 Ağustos 2001

Merhaba…

Kendine de bana da cektirme… Duyarsiz deme bana lutfen ama belki de gizi ayriligin su dizelerinde sakli Orhan Veli'nin:

Olum Allahin emri, Ayrilik olmasa…

Saglicakla kal…

Cenk Soyluoğlu - 17/20 Ağustos 2001

Sevgili İstanbul'dan neden kaçtığımı anladın mı?

Şimdi İzmir'den de kaçıyorum. Foça-Bağarasında aldığım 6 dönümlük küçük tarlamda zeytin fidanlarım, meyva ağaçlarım, çiçeklerim, kuşlarım, kedilerim, köpeklerim, eşim ve o biricik oğlumla "barbarlar" dan uzak ÜRETİM yapacağım.

Esra, Barbaros ve ben çok üzüldük, sevgili sarmanın toprağı bol olsun. "Varlık olarak" sevgiler!

Halid Özkul - 17/20 Ağustos 2001

Sevgili Necdet Şen, son günlerde kitabınızı okuyup sizi düşünürken (gerçekten enfes bir kitap; Nereye?) bugün Sabah gazetesinde kahredici haberi gördüm ve içim burkuldu.

Yıllar önce ben de Cafer'ciğimi kaybetmiş ve o kimselerin anlayamayacağı acıyı çok uzun bir süre yaşamıştım. Üstelik Cafer'im zehirlenerek değil eceliyle ölmüştü, ama 9.5 yıl benimleydi, benim canımdı. Sokaklarda, caddelerde haykıra haykıra ağlıyarak dolaşıyordum.

Şöyle sahneler oluyordu:

- "Hayrola doktor hanım, bu ne hal?"

- "Kedim öldü."

- "Öyle mi? Aman canım neyse, biz de ÖNEMLİ BİR ŞEY ZANNETTİK halinizi görünce. Üzülmeyin bu kadar, YENİSİNİ ALIRSINIZ."

Bu son lâfı duyunca karşımdakini tokatlamak için şiddetli bir istek duyuyor ya da "ÇORABIM KAÇTI DEMEDİM, BENİM KEDİM ÖLDÜ" diye bağırarak yürüyüp gidiyordum.

Şimdi aradan 15 yıl geçti. Cafer'in acısının küllenmesi 10 yıl kadar sürdü. Artık sokakta her kedi görüşte gözyaşlarına boğulmuyorum, o çok severdi diye 9-10 yıl yemediğim kaşar peynirinin sert kısmı ve çevirme piliçleri yiyebiliyorum.

Kedisi ölenlere şunu diyebiliyorum artık: uzunca bir süre geçip bu acıyla birlikte yaşamayı öğrenince (unutmak diyemiyorum tabii) yeni bir hayvan edinin. Gidenin yerine koymak, onun yerini doldurmak için değil. Bizler gibi hayvanlarını, doğayı seven kişilerin, birlikte yaşadığı hayvanı kendi canıyla eşdeğer tutabilecek kadar sevenlerin (Cafer'in yaşaması için ömrümden on yılı verebilirdim) bir başka dünya tatlısına sevgi, sıcaklık, yuva verebilmesi gerek de ondan.

Madem bu varlıkların yaşam süresi bireylerin 6'da, 7'de biri, hiç olmazsa (bu acımasız toplumda) bunlardan 5'ini, 6'sını mutlu etmeliyiz yaşamımız süresince. Birini diğerinin yerine koymadan. Her birinin anılarını bellegimizde ayrı ayrı saklayarak. Tabi bunu düşünebilmek için aradan (benim için) 15 yıl geçti. Belki başkaları için daha kısa olur, belki de hiç olmaz.

Acınızı elle tutulabilecek kadar somut hissediyorum ve paylaşıyorum. Bu gün kendi hesabıma Meleciğin anısına sokaktaki bir aç kediye hamburger ısmarlayacağım. Size kucak dolusu sevgi ve selâmlarımı iletiyorum.

Hoşçakalın.

Dr. Meltem Altınörs - 17/20 Ağustos 2001

Sevgili Necdet Şen… Bugün önce Sabah gazetesinde sonra bu İnternet sayfasında gözyaşlarımı tutamadan, boğazımda düğümlenen acıyla okudum "MELEĞİM" i.

Başın sağ Olsun. Şu anda bu satırları yazmak geldi içimden, o yaşadığın acıyı kendi içimde hissederek ve hâlâ gözyaşlarıma hakim olamayarak…

Çünkü ben ve ailem de anlatılmayacak kadar fanatik düzeyde hayvan hastasıyız, özellikle de kedi ve köpek, çünkü ancak onlara çok daha kolay ulaşabiliyoruz çevremizde olduklarından dolayı… Senin yaşadığın acıya benzer acıları maalesef bir çok kereler ben de yaşadım. Benim evimde iki tane kedim var, ikisi de bebekken sokakta bulup eve getirdiğim kediler, ama dünyanın en tatlı en güzel en huylu kedicikleri bana göre.

Bir kedim de babamda; onu da yıllar evvel yine o küçücükken sokaktan almıştım. Adını KIZIM koydum, (ben de Meleğe hep "kızım" derdim - Necdet) bana göre dünyanın en asil ve en karakterli kedisi, iki yıl kadar benimle yaşamıştı, sonra babam yalnız diye üç yıl önce ona verdim, şimdi babamın en iyi arkadaşı oldu evde, her an onunla birlikte ve çok mutlu…

Benim evimdekiler ise iki erkek, SİMBA ile BADEM. Biri üç buçuk yaşında diğeri ise yaklaşık on aylık. Ne tesadüf ki ikisi de birbirinin aynısı, ikisi de beyazlı tekirli, hiç bir kan bağları yok, belki de vardır, çünkü aynı mahallenin kedisi ikisi de, kuşak farkıdır büyük bir ihtimalle, ama birbirlerine nasıl düşkünler, nasıl güzel anlaşıyorlar, nasıl güzel oynaşıyorlar, anlatamam. Onları oynaşırlarken, güreşirlerken seyretmek bana çok ama çok büyük bir haz veriyor.

Geceleri benim yanımda yatıyorlar, hatta bir tanesi insan gibi horluyor. (Melek de horlardı: - Necdet)

Onlar benim için çok ama çok değerli, marka kedilerden çok çok daha değerliler. Sokak kedileri çok daha akıllı, çok daha insana yakın oluyorlar, çünkü onlar sevgi yoksunu yaratıklar.

KEDİLER için NANKÖR hayvanlar derler, ben asla inanmıyorum ve kabul etmiyorum, NANKÖR ve CANİ OLAN İNSANLAR!

Bundan yıllar evvel yine başka bir kediciği çok minikken sokakta bulmuştum, yağmurlu bir gündü, hasta ve ölmek üzereydi, Maçka'daki ofis binamızın önünde, belki 1-2 saat geç görmüş olsaydım ölmüş olacaktı, hemen aldım, veterinere götürdük, tedavi doping derken yıllar geçti muhteşem bir güzel bir yaratık oldu. Bizimle beraber Maçka ofisimizden Levent'e yeni binamıza birlikte taşındı.

Ama maalesef ki 1999 yılı 23 Martında kaybettik. Bir gün akşam saat 18.00 sularında ofisin ön bahçesinde ölü bulundu, zavallıcık ancak oraya kadar gelebilmiş ve birkaç dakika içinde ölmüş, ağzından kan geliyormuş, anlayamadık neden öldüğünü hiç bir darbe izi yoktu, belki araba çarptı, iç kanamadan öldü.

Ben daha o gün o ölmeden 15-20 dakika önce onu görmüş, sevip okşayıp, ofisten ayrılmıştım. Benim için büyük bir şok oldu, akşam 18.30 civarında evime haber gelince, inanamadım, yanılıyorsunuz, belki ölmemiştir, bayılmıştır diyordum. Ama maalesef ölmüş, gidip görmedim, görmek istedim KONTES Kızımı, hep o sağlıklı, tombik, sevimli haliyle hatırlamak istedim.

Adını KONTES koymuştuk, çünkü kontes gibiydi, asildi, ne öğretildiyse onu yapardı. Şirketin maskotuydu, ofiste herkes o kadar çok sever ve ilgi gösterirdi ki, herkes onunla konuşurdu, o da neredeyse mırlamalarıyla, o güzel incecik sesiyle bizimle konuşurdu sanki… Üç renkliydi, üç renkli kediler çok nadir olur genelde. (Necdet'in notu: üç renkliyse mutlaka dişidir; nedenini bilemiyorum ama ikiden fazla rengi olan bütün kediler dişi oluyor).

Ben 3 gün boyunca ofise gelemedim, ofiste çok uzun bir süre nereye baksam onu görür gibi oldum, en çok benim odamdaki kanepelerde yatardı, zaten bu yüzden de kanepelerim hep tüy içindeydi. Hâlâ yokluğuna alışmış değilim, neredeyse 2 yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen ölümünün üstünden bazen gözlerim onu arıyor, ofisin bir köşesinden çıkacakmış, o güzel miyavlamasıyla gelecekmiş gibi geliyor bana.

Şimdi ofisimizin bahçesinde bir köşede yatıyor, o çok sevdiği, kelebek kovalayıp, kertenkelelerle oynadığı, çiçeklerin arasında, çimlerin üzerinde yuvarlandığı bahçesinde uyuyor ve ebediyen uyuyacak… O hep bizimle orada!

Ama ben hâlâ bilmiyorum, bahçenin hangi köşesinde yattığını ve bilmek de istemiyorum, çünkü o hep var olacak, bahçenin her köşesinde…

23 Mart gününden itibaren onun adına bir hatıra defteri açtım kendi kendime hergün bir satır birşeyler yazıyorum KONTES'ime (güzel bebeğime).

Buna benzer birkaç olay daha yaşadım, çünkü ben sürekli sokaktaki kedi ve köpeklere sahip çıkmaya çalışıyorum, ya eve/ofise alıyorum, ya da civarımdaki sokak kedi ve köpeklerini beslemeye çalışıyorum. Birkaç tane sokak köpeğine (mahalledeki) kuduz iğnesi yaptırıp, kısırlaştırma operasyonunda bulundum, tasma taktım ve bunlar içinden iki tanesinin belediye tarafından (bir kaç yıl evvel Levent'te bir katliam yapmışlardı) zehirlenme olayına sonradan tanık oldum. O yaşadığım acıyı hatırlamak istemiyorum, günlerce haftalarca kendime gelememiştim.

Ayrıca iki tane terrier cinsi köpeğim, onlar şimdi annemle yaşıyorlar: Biri doğuştan genetik olarak sağır, onu veterinerden almıştım daha iki aylıktı, sahibi sağır diye bırakmış, ben de bile bile aldım, şimdi on yaşında oldu, bir gözü mavi diğeri kahverengi, duymuyor ama yıllardır o kadar iyi anlaşıyoruz ki, sağlığı da çok iyi çünkü çok iyi bakılıyor, sevgi ile. Adını PONY koymuştum.

Diğerini ise yıllar evvel Levent'te sokakta yürürürken buldum, daha iki buçuk aylık falandı, ya kaybolmuş ya da atılmış bilmiyorum, sahibini araştırdım o civarlarda kimseyi bulamadım, tabii ki sahip çıktım hemen. O da şimdi yedi yaşına geliyor, adını TOPAK koymuştum, televizyonda yabancı bir dizi vardı bir zamanlar, bir köpek sahibini arıyordu sokaklarda bir sürü maceralar yaşıyordu, çok tatlı çok akıllı bir köpekti, adı da Topak'tı. İkisi de birbirine arkadaş oldular yıllar boyunca, inşallah daha çok yıllar yaşarlar…

Daha önce de vardı köpeklerimiz evde, ama maalesef kaybettik zaman içinde ikisi de veteriner kurbanı oldular, yanlış tedavi sonucunda.

Ben kendimi bildim bileli, hep hayvancıklarımız vardı ve ben ölene kadar da olacaklar hayatımda. Çünkü onlarla çok mutluyum, çok şey veriyorlar bana, yumuşacık tüylerine dokunmak, minicik pembe patilerini öpmek, o çizilmiş dudak ve buruncuklarını öpmek çok ama çok mutlu ediyor beni. Yalnızca ben değil tüm aile fertlerimiz için geçerli bu, annemin, babamın ve kardeşimin evinde birer ikişer kedi ya da köpek var.

Hayvanları sevmeyen, onlara acı çektiren insanlardan nefret ediyorum. Zaten doğayı, hayvanları sevmeyen insanları nasıl sevsin. Sevgi doğayla başlar, doğadaki tüm canlılarla başlar.

MELEĞİM için gerçekten çok ama çok üzüldüm, çünkü aynı acıları çok kere yaşadım, bence bir kedicik daha edinmelisin, elbetteki hiç biri birbirinin yerini tutmuyor, çünkü hepsi bambaşka bir karakter, bambaşka bir güzellik, bambaşka bir sevgi yumağı, bir MELEĞİM olmaz tabi kii, ama olsun aynı sevgiyi o da verebilir.

Ben artık evdeki kedilerimi sokağa bırakmıyorum gezsinler diye, işte bu acı olaylardan dolayı, işte bu cani insanlardan dolayı. Ama ne kadar kedi/köpeğe ne derece sahip çıkabilirim, etraf bunca canavar ruhluyla dolu oldukça?

Eğer çok zengin olsaydım, ben de sokak hayvanları için bir çiftlik kurardım, hepsini toplardım, gerçi bir iki tane var ama yetersiz tabii ki.

MELEK KIZIN sardunyaların altında RAHAT UYUSUN, unutma ki o şimdi CENETTE ve bu dünyada olduğundan çok daha MUTLU ve HUZURLU!

Bir hayvan dostu…

Ayşıl - 17/20 Ağustos 2001

Günaydın arkadaşım…

Melek Hanım'a çok üzüldüm… Tabi benim bu üzüntümü ifade etmem senin için anlam taşıyacak mı emin değilim…

Seni aramak istedim, ama sonra vazgeçtim, arasam, ne konuşulabilir ki diye. En son, bir kaç gün sonra bir mektup yazarım diye karar verdim…

Çok üzgünüm… Böyle şeyler o kadar çok olmaya başladı ki, zaten insanlara karşı karamsar bir tavrım vardır ve gitgide kızgınlığım artıyor.

Daha önce sana kısaca bahsetmiştim sanırım; yan apartmanda yaşayan insanlık dışı bir varlık, ağlayan küçük bir köpeğin kafasını taşla ezerek öldürmüştü… Adama benim gücüm yetmeyeceğinden, bir takım yerlere şikâyet ettim… Hiç bir sonuç çıkmayacağını bile bile hem de… Bana verdikleri cevap: "Böyle şeyler çok sık gerçekleşiyor hamfendi, kanunda da bir şey yok, çok üzücü ama n'apalım" demek oldu…

Hayvanlar konusunda hassas olduklarını söyleyen cemiyetlerden ise hiç bahsetmek istemiyorum…

Sonra ben bu adamla uğraşmayı bir süre ertelemek zorunda kaldım… Bir mide kanaması nedeniyle…

Bahçemizde yaşamaya başlayan 4 adet çok sevimli kedi yavrusu var, onlar hemen benim kedilerim oldular tabii.:)

Sonra önceki akşam çok yağmur yağıyorken onları eve almak için bahçeye indim, kömürlüğe saklanırlar genelde… Karanlıkta, gök gürültüsünden ödüm kopa kopa, kömürlüğe girdim… Pisi pisi pisi, ses yok. Karanlıkta bir tüy yumağına değdi elim, önce fare ölsüdür diye düşündüm, haylazlar yakalayıp bırakmışlar buraya diye düşündüm kendi kendime… Sonra olmayacak deyip evden bir fener aldım geldim… Yavrularımın hepsi üst üste yatıyorlar orada, hepsi zehirlenmiş, biri de onları kömürlüğe atmış üst üste…

Kıçının üzerine düşen çocuklar gibi, toprağa oturdum kaldım, sırılsıklam ağladım bir süre… Apartmanın diğer sakinlerini (!) sorguya çekmeye başladım, en son kim yemek verdi bu çocuklara diye… Sıkı bir araştırmadan sonra yan apartmandaki insan benzeri yaratık çıktı olayın sorumlusu…

Yavruları bahçenin köşesine gömdüm… Sonra yine şikâyetlerimi dile getirdim yetkili mercilere… Olmuyor, olmuyor olmuyor… Bunu suç olarak bile kabul etmiyorlar…

Bu noktadan sonra belki de yanlış bir şey yaptım… Bir takım insanların, serseri, it kopuk dediği insanlardan bir kaç arkadaşımı arayıp, telefonda ağlaya ağlaya, salya sümük olanları anlattım… Onlar da biz ilgineriz dediler…

Bu sabah adamın yüzü bakılmayacak haldeydi… Hiç bir vicdan azabı duymuyorum, içimde hiç bir pişmanlık kırıntısı dahi yok o insana karşı… Sabah gördüğümde sadece bir gülümseme dolaştı yüzümde, hatta biraz daha hırpalayabilirlerdi diye düşündüm… Ölse dahi üzülmezdim biliyor musun?

Dün gece de çok gök gürlüyordu, çok yağmur yağıyordu… Ve o korkumun arasında bana tek yakınlık gösteren Tırmık'tı… Geldi saçlarımın arasında yattı, yanaklarımı yaladı…

Necdet, artık çok kızmaya başladım insanlara çok… Seni arkadaşım bellediğim için kendi kendime, canının çok sıkkın ve üzgün olduğun şimdilerde senin için bir şey yapabilir miyim ki acaba diye düşünüyorum… Senin için yapabileceğim bir şey varsa söyle olur mu?

Kendine iyi bak,

Sevgiler.

Nuray - 17/20 Ağustos 2001

Çok üzüldüm ve artık böyle şeylere daha ne kadar dayanacağız diye soruyorum.

Antipatim yoktu elbette ama benim kedilerle pek yakınlığım yoktu. Taa ki Habitat toplantısı döneminde Ortaköy'de camiye yakın olan yeşil tepedeki çay bahçesinde, çay servisi yapan çocuğun minik ve çok şeker bir yavru kediye Habitat diye seslendiğini duyana kadar.

Çok ilgimi çekmişti ve neden bu ismi verdiğini sormuştum. O da 'annesini Habitat toplantısı olacak diye, gördükleri her kediyi köpeği toplayıp vuran belediyeciler öldürdüler, ben de bu ismi taktım' demişti.

O günden sonra daha sık gidiyordum oraya ve saatlerce kucağımda oturuyor veya uyuyordu.

Sadece sizler sağ olun diyebiliyorum ancak yazık ki. Sabırlar. Yazılacak çok şey var bu konuda, üzgünüm ki çıkmak zorundayım, aksi halde Yeşilköy'den Ortaköy'e dönüşüm çok zor.

Görüşmek üzere. Sabırlar!

Neriman Özkarafakilioğlu - 17/20 Ağustos 2001

Sevgi, acıyı en çok çekenindir derler ama… Satırlarını okuyup Melek Hanım'ı sevmemek onun gidişine üzülmemek elde değil. Acını nasıl paylaşabilirim bilmiyorum ama satırlarını okudukça içim buruldu. Sanki her şey yolundaymış gibi bir de sevdiklerimiz böyle kötü, sevimsiz ve yaralayarak bizden alnınca söylenecek söz kalmıyor sanırım… Melek Hanım'ın toprağı ve senin duyduğun acı için birkaç damla gözyaşı yolluyorum…Elimden başkası gelmiyor… Dostçakal…

Cahit Yerdelen - 17/20 Ağustos 2001

Sevgili Necdet Bey…

Melek Hanim'in hikâyesini okurken gözyaslarimi tutamadim. çok çok üzüldüm. size kendi adima ve kedigen ailesi adina bassagligi dilerim.

duygularinizi cok iyi anliyorum. artik benimle birlikte olmayan iki kedimi gömerken ben de benzer duygular icindeydim… sitenizdeki melek hanimin resimlerinden, sizinle ne kadar mutlu ve huzurlu yasadigini görebiliyorum. yumusacik turuncu göbegini size acmis uyurken, ne kadar güzel görünüyor.

inanin diyecek bir sey bulamiyorum, ama duygulariniza ortak oldugumu bilmenizi isterim. Çakir'imi ve Zeytin'imi kaybettigimde, kedi cennetinden, onlari mincikladigim zamanlarda takindiklari haylaz suratlariyla, mutluluk salyalarini akitarak beni izlediklerini düsündüm hep. hâlâ öyle düsünürüm. baska hiç bir canlinin veremeyecegi bir sey verdi onlar bana: kosulsuz sevgi…

En azindan kisacik ömürlerinde bunu benimle paylastiklari ve benim içimde yeni bir kapi actiklari icin onlara minnettarim.

Size bassagligi diliyorum. güzel Melek Hanim, seyrediyor bizi simdi…

Konusan kedi:

Elif Soyer - 17/20 Ağustos 2001

Başın sağolsun, "sen" kısmı da önemli ama esas önemli olan bu şeylerin bu "cennet vatan" da olması ve "ilahi adalet" in kendini nedense bir türlü göstermemesi.

Aynadaki aksim kadar bana benzeyip benim aynım olan bir insana bile şu anda sana fikren yaklaştığım kadar yaklaşamazdım herhalde, acın benim de acım, ben de hâlâ ağlıyorum. Güçlü ol dostum, ve "güzel insanlar" düşünerek gardını düşürme bu lanet olası memlekette, "güzel insanlar" cennette sefa dostlarımız değil, günbegün olan savaşımızda siper arkadaşlarımız.

Başı sonu olmayan bu mail'de yazdıklarım beni "dinsiz" ya da "vatan düşmanı" ilan ediyorsa etsin, beni bu tip güruhlara dahil edemezler, benim ait olduğum topluluk senin gibi insanlardan oluşuyor, daha fazlasına ihtiyacım yok, yakında acı bir şekilde öğrendiğin gibi hayat da kısa. Almanya'da bir arkadaşımın kedisi 17 yaşında felç olunca uyutuldu, çok ağladık, benim şu anda hâlâ ağladığım gibi, ama 17 yıl süren güzel yaşamını ve onu tanıyanlara verdiği arkadaşlık ve mutluluğu düşününce acı çekmiyorduk, sadece bir dosta hüzünlü vedaydı o.

Ben hâlâ bu lanet olası ülkede bir hayvana öyle veda edemedim çünkü ya arabalar, ya belediye, ya da benim bela halkımdan birileri onlara erken ölümü lâyık gördü. Gömdüğüm bütün hayvanlar, uzaktan veda ettiğim diğerleri, Melek, hepsi, şu anda bize bakıyorlar ve o sakin yüz ifadeleriyle bizim onları fani hayatlarında tanıdığımız gibi sevimli ve majestikler.

Ama onlara özgü derin hissetme becerileriyle, o sakin ifadenin arkasında bize acıyorlar, bu sürdüğümüz zavallı hayattan ve onlar kadar adil ve mükemmel olamadığımızdan dolayı.

A. Giray Ertaş - 17/20 Ağustos 2001

Acilari gormeye ve yasamaya yasimizla birlikte alissak da; kalkanlarimiz olmadan onlara katlanip birseyler ogrenilecek tecrubeler oldugunu anlasak da yine o yurek acisi her defasinda sanki ilk kezmis gibidir. Paylastikca acinizin azalmasini dilerim.

Gamze Alarslan - 17/20 Ağustos 2001

Kuyruklu kızım Melek'in ölümünden sonra üzüntümü paylaşan herkese çok teşekkür ederim. Başından beri altını çiziyorum; bu konunun "ben" kısmı pek önemli değil, o benim kişisel meselem; ama hiç değilse kızımın ölümü bir işe yarasın istiyorum. Hayvanlardan korkmak, onların yaşama haklarını yok saymak için gerekçe olmamalı, bunu anlatmaya çabalıyorum. İnsan olmanın yolu, bence, akrepin hayatına da saygı duymaktan geçiyor. Kaldı ki, gözümüzden esirgediğimiz evlâtlarımız, evlerimizdeki ve sokaklardaki o günahsız kuyruklu melekler…

Necdet Şen - 20 Ağustos 2001

Harikulade bir yazı. Kaleminize sağlık sayın şen. Meleğin başına gelenlere üzüldüm. Keşke insanlarımız hayvanlara karşı daha merhametli olsalar. Tatile gitmiştik didime. Apart evlerde kalıyorduk. Siyah renkli bir köpek her akşam geliyor kapımızın önünde yatıyordu. Adını karabaş koyduk. Çocuklarım onu sabah akşam besliyordu. Arabayla bir yere giderken bizi takip ediyordu. Onu çok seviyorduk, alışmıştık. Aileden biri gibiydi. Tatil bitti. Biz memlekete döndük. Çocuklar karabaştan ayrılırken çok ağladılar. Memlekete dönerken uzunca bir süre karabaş bizi takip etti. Sonra bir baktık yok. Sanırım didime geri döndü.

Melâhat Erdoğan - 20 Nisan 2011 (09:05)

Okurken yanımda, Ankara'da yağmurlu bir günde hayatlarımızın kesiştiği Çakal; bahçe yavrusu Alaca, yaşlı kızım Floryalı Şirin, kargaların gagasından hayata düşüp gelen Sarışın, uslu Paşa, mahallenin eskisi Zebercet ve henüz adını belirlememiş (kediler kendi adlarını belirliyor, yaşayanlar bilir) iki yeni yavru vardı.

Hepsine tek tek sarıldım, gözlerimi kapatıp onlara zulmedilmeyen bir hayat düşledim.

Bir kaç dakika bile nasıl iyi geldi.

Kaybettiğim Hüzün kedimi hatırladım. Bocimi, Çakimi.

Hayvanlara kötü davranan, onları terk eden, zulmedilmesine duyarsız kalan insanlara karşı öfkemi kontrol etmekte bazen epey zorlanıyorum. Yine de sabırla çabalamak gerekiyor onlar için.

Hülya Yalçın - 29 Ağustos 2015 (00:29)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

570
Derkenar'da     Google'da   ARA