Patronsuz Medya

Kedi ve Çizgi Roman

Necdet Şen - 25 Ağustos 2008  


Yıllar önce Ertuğrul Özkök bu satırları karalayan hakir için "dünyada onun kadar güzel kedi çizen sanatçı azdır" diye övgü dolu bir ifade kullanmıştı.

Ama abartılı olmak şöyle dursun, gerçeği bile yansıtmayan bir cümle bu.

Çünkü ben kedileri ne kadar çok seversem seveyim başarılı bir kedi ressamı sayılmam.

Ve dünyanın en güzel kedi resmi bile gerçek bir kediyle güzellik yarıştıramaz.

Çünkü bir kedi, anlık bir görüntüden çok daha öte bir şeydir.

Ağırlıksız bir nesne gibi yürür. Havada asılı kalmış ve en ufak kıpırtıda dağılıp şekil değiştirecek bir buğu gibidir kedi.

Sadece burnunu kuyruğunu bıyıklarını patilerini renklerini desenlerini çizerek "kedi çizdim" diyemez insan.

Uyumun, kusursuzluğun, esnekliğin, an be an değişen sonsuz akışın görünür hale geldiği bir süreçtir kedi aynı zamanda. O hallerden hangisini çizersen çiz, sadece dapdaracık bir zaman aralığını dondurup kayda geçirmiş olursun.

Ve kıpırtılarından soyutlanmış bir kedi -resim ve fotograf- sadece basit bir kedi tasviridir, daha fazlası değil.

* * *

İşte çizgi roman da tam bu noktadan başlayarak anlatılabilir.

Birbirini izleyen yan yana iç içe resimler dizisi ve o resimlere gömülmüş kısa yazılarla bir olayı bir hali nakletmeye çalışırsın çizgi romanda.

Ama gazete sayfasındaki salatalık büyüklüğündeki yatay bir alana sığdırabileceğin resim sayısı ikiyi üçü geçemez.

Ak kâğıdı önüne koyduğun an fırtınaya tutulmuş kırlangıç gibi savrulursun.

Kâh at çizeceksin, kâh ağaç, kâh insan, kâh insanlar… Her biri başka tipte, başka karakterde, ifade yüklü insanlar. Kesintisiz akan bir sürecin içinden öyle anlar seçilip dondurulup arka arkaya dizilecek ki, olay akışı, açılar, figürler, lekeler, okurda uyandırılmak istenen dramatik ya da komik etki tam da tasarladığın kıvamda olacak.

Farklı algı kodlarına sahip bir sürü okurun kesişme noktasını çok önceden sezmiş yoğurmuş sindirmiş olacaksın ki, meramını yalın ve anlamlı bir sahne ile ifade edebilesin.

Yani eğer çizgi roman yapmak gibi gözü kara bir maceraya atılacaksan ve ıstampayla basılmış gibi tekrarlanıp duran yeknesak çizimlerle yetinmeyeceksen, çizgi roman lenduhasını yukarıda özetlemeye çalıştığım bu dolambaçlı yollardan her gün bir daha zirveye çıkarmayı deneyeceksin.

* * *

Hani çocukları resim çizmeye alıştırmak için hazırlanmış oyunlar vardır ya, hani noktalı yerleri birleştirirsin, ortaya bir resim çıkar…

İşte çizgi roman bunun tam zıddı bir iştir.

Eğer bu işi ciddiye alan biriysen her gün bir kez daha havada salınan buğuyu zaptedeceksin.

Çünkü karşında meydan okurcasına dikilip duran o ak kâğıdın üzerinde önceden belirlenmiş hiç bir kılavuz noktası yok. Bazen karşındaki bir modele, çoğu zaman da muhayyilenden çekip çıkardığın anı kırıntılarına bakarak ve beliren görüntüdeki sonsuz noktacıklardan sana en anlamlı gelenlerini tutup kâğıda dizer ve ortaya bir resim çıkarmaya çalışırsın.

Ve neye benzerse benzesin, bilirsin ki çizebildiğin o şey, çizilebilecek olanın ancak soluk bir gölgesidir.

Eğer bir gazete ya da dergi çizeriysen, dar vakitte elinden gelenin bu olduğunun bilinci ve arzuladığını yapamamanın sızısıyla bir sonraki kareye geçersin.

Ve bir kez daha havada asılı kalmış buğuyu zaptedip kâğıt üstünde dondurma çılgınlığına kapılır kendi iç anaforunla sürüklenirsin.

Resimler çıkar ortaya. Siler, tekrar çizer, gene silersin.

Zaman daralmaktadır.

Önceden tasarladığın ve kim bilir kaç kez beğenmeyip bir kez daha kafa patlattığın hikâyenden bir lokma daha sığdırırsın o üç beş resimlik diziye.

Dikkati son derece dağınık olan günlük gazete okurundan senin dün ne çizdiğini anımsamasını ve bugünkü halkayla birleştirip kafasında bir zincir yaratmasını beklersin.

O kadar çok uyaran vardır ki okurun ilgisine talip olan, bu kadar dağınık zihinli insanları ne yapıp yapıp cezbetmek ve tiryakin yapmak gibi imkânsız bir işi başarmaya soyunursun.

* * *

Pestilin çıkmıştır. Sekiz yavru doğurmuş tıfıl bir kedi kadar bitkin ve mağrur, ikide bir tepene dikilip "nerede kaldı" diye sıkıştıran sayfa sekreterine uzatırsın çizgi romanını.

Suratı bir karış, mutsuz, düşmansı biridir belki de. Çok çalıştığı ama kıymetinin bilinmediği duygusuyla doludur. Göz nurunu elinden söver gibi alır.

Ertesi gün gazeteye bakarsın, renkler kaymış, mürekkep bulaşmış, çizgi romanının en güzel yeri sayfanın kat yerine denk gelmiştir.

Daha da acısı, orijinalini geri aldığında görürsün ki üstüne tükenmez kalemle ve kaba saba harflerle ölçü falan yazılmıştır.

Geri alabilirsen tabii.

Bazen de çöp tenekelerinden toplarsın onları.

Yavruları sokaklarda araba altlarında ezilip yamyassı olan kedi ne hissederse sen de o an onu hissedersin.

Ama elinden hiç bir şey gelmez. Çünkü çizgi roman, galeri duvarlarında sergilensin ve fahiş fiyatlarla satılsın diye değil, ertesi gün atılacak olan ucuz bir gazetede yayınlansın diye çizilir.

Gün gelir bıkkınlık çöker üstüne. Hoyrat bir oğlan çocuğunun sapanla vurup öldürdüğü son kelaynak gibi sessizce kaybolursun ortalıktan.

Buğu boşlukta asılı kalır.

Yorumlar

Ortaokul üçüncü sınıfta resim hocamız, aralarında benim bir pastel resmimin olduğu bazı resimleri, sergiye dahil edeceğini söylemişti. Nasıl sevindiğimi anlatamam. Resmim sergiye alınmıştı. Düşünsenize!

Hatırlıyorum. Bir halk oyunları ekibi resmiydi: Yan yana oğlanlar, kızlar, davulcu, zurnacı, seyirciler. Sakın bir "başyapıt" hayal etmeyin. 13 yaşında bir çocuğun kalitesiz yağlı pastellerle yaptığı sıradan bir resim. Ama teorik zemini mükemmeldi. Ufuk çizgisi kâğıdı ortalamıyor, perspektif hissi var, kâğıtta pastelin değmediği hiç bir yer yok. Işık ve gölge - eh işte - elden geldiğince hissettirilmiş.

Resmim 10 gün filân kaldı sergide. Her sabah okula girerken, teneffüslerde ve okuldan çıkarken resmin asılı olduğu panoyu tavaf ediyordum. Evde anneme, babama da anlattım. Başım okşandı. Sırtım sıvazlandı. Her şey mükemmeldi. Ta ki resimler bize geri verilene kadar.

Hoca, resimleri bir müstahdem ile göndermişti. Sevinçle elime aldığım resim kâğıdının orta yerinde, tam halk oyunları ekibinin üzerinde çamurlu bir bota ait olduğunu tahmin ettiğim kocaman bir ayak izi vardı. Ayrıca bir alanda da bir çay bardağının tabanı kullanılarak, dökülen çayla baskı yapılmış gibiydi. O anda hissettiklerimi anlatmam mümkün değil.

Çizgi roman sanatçısının emeğini, bir çocuğun resmiyle karşılaştıracak kadar kendini bilmez değilim elbette, ama hissiyatı tam olarak anladığımı ifade etmek için yazdım bunları.

O olayla ilgili en önemli pişmanlığım, o resmi her şeye rağmen saklamamış olmamdır.

Melih Özel - 24 Mart 2012 (15:42)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

96
Derkenar'da     Google'da   ARA