Patronsuz Medya

Kem alât ve Kemalât

Necdet Şen - 15 Nisan 2012  


"Hayvanseverler çatlak mı?"

10 yıl önce yazdığım yazıdaki bu soruya daha hâlâ tatminkâr bir cevap bulabilmiş değilim.

Sık sık bazı "hayvanseverler" için (yaptıklarını görünce) "çatlak ne kelime, sıfır numara manyak bunlar" derken buluyorum kendimi. Sonra yakın çevremden tanıdığım iyi yürekli ve cefakâr hayvan dostları geliyor aklıma, bu kestirme yargımdan dolayı mahçup oluyorum.

Galiba adam olmanın en zor eşiklerinden biri, koşullar nasıl olursa olsun, efendiliğini koruyabilmek. Ortalıkta sıklıkla gördüğümüz, her türlü linç girişimine paça kasnak dalan, yargılama, hor görme, lânetleme, aşağılama konularında ağzını korkak alıştırmayan internet cengâverlerinden biri olmamak. Ya da kendi kibarlığımızı onlara bizim yerimize de sövme vekâleti vererek garantiye almamak.

Bir insan türüne rastlıyorum birçok kez: Kendi içsel defolarını bazen "hayvanseverlik" bazen "devrimcilik", bazen "ülkücülük", bazen "feministlik", bazen "milliyetçilik" ya da "çağdaşlık", "dindarlık", "mevlânacılık", "oshoculuk", "ateistlik" gibi cilalı aidiyetler arkasına zulalayıp gözlerden kaçırmaya çalışıyorlar.

Hiç bırakmadıkları kutsal bir kâse var ellerinde. Bunun içini bazen şununla bazen bununla doldursalar da, değişmeyen tabldot, hep birilerini ya da bir şeyleri ötekileştirerek aşağılamaları.

Bu türden birçok insan için asıl maksat, çemkirmek, sövmek, hakir görmek, suçlamak, dışlamak ve bu suretle kendini -ötekileştirdiklerinden- daha değerli hissetmek… Ya da en azından, buna kendi inanmasa bile, dışarıya karşı öyle göstermeye çalışmak.

* * *

Bu karamsar düşünceler nereden aklıma geldi şimdi durup dururken?

Durup dururken değil aslında. Bu aralar mecliste görüşülmekte olduğunu sandığım "2/366 nolu yasa değişikliği teklifi" hakkında koparılan "yetişin ey ümmeti vicdanîyyun, bunlar hayvanları kolayca itlâf etme yasası çıkarıyorlar, şu bildiriyi sen de forward et, içini rahatlat" türü internet hoppalıklarına bir sürü yerde rastlayınca bir baktım ki tepemin tası atıvermiş.

Ne çok maraz var yav etrafta "hayvansever" kisvesiyle dolanan!

Şimdi bir de internetleri, o internette bir de feysbuukları tvitırları var ya, tut tutabilirsen. Her biri birer halk kahramanı; kesiyor, doğruyor, uğur dündar gibi kapıları omuzlayıp merdiven altı imalâthanelerini teşhir ediyor, fatma girik gibi "haak tuu" yapıyor.

Bu şirret taifesi, bugünün kükreme ve cırmalama vesilesi olarak, dört elle sarıldıkları ve otomatik bir refleksle cihad bayrağı açtıkları o yasa değişikliği teklifinin tek bir paragrafını okumuş mudur acaba?

Sanmam…

Üşenir çoğu.

Bu yaygaracı ve refleksleri otomatiğe bağlı müdahil kalabalığın twit twitlemekten okumaya vakitleri var mı, pek o kadar emin değilim. Her gün posta kutularına düşen yüzlerce forward edilmiş maili onlar da adres listelerindeki, feysbuuk profillerindeki, tvitırlarındaki bir sürü kankaya yallah edip egolarını köpürtmek varken, bir de oturup uzun uzadıya yazılmış kanun taslaklarını kim okuyacak? Delilik ayol! Hem, televizyondaki dizi de başlamak üzere…

Ama ben üşenmedim, okudum. Halihazırda sadece bir "değişiklik teklifi" bile olsa, sanki komisyonda ve mecliste aynen kabul edilmiş gibi mutluluk duydum. Kedilerime müjde verdim. Belki bazı eksiklikleri, ufak tefek dil sürçmeleri, "şimdilik bu kadarı da bir şeydir" kabilinden ortayolcu eğilimleri olsa bile, hayvanlar ve yürekleri kanayıp duran gerçek hayvan dostları için gayet olumlu bir adım. Devamını dilerim.

Eksiklerini gediklerini müzakere etmek tabii ki boynumuzun borcu, ama bunu şirretlik boyutuna vardırmadan, mümkünse.

Bana gelince, şahsen, o tarz dalaşma bağımlısı insanlarla teşriki mesaimi uzun zaman önce kestim, rahata erdim. O insanlardaki insaniyet kisvesine bürünmüş kötücül enerjiyle ne baş edecek mecalim ne de sokağa atılacak zamanım var çünkü.

Bir de şunu anladım: Güya savunulan (bence arkasına saklanılan) kavramlar ne kadar "asil" ve yapılan eleştiriler ne kadar "doğru" olursa olsun, kişinin meramını ifade edişindeki çiğliğin arkasında durmamak, ince bir mevzu, hassas bir vicdanî sorumluluk. Beğenilmeyen konuşmacıya atılan yumurtalar, karşıt fikri savunanlara yapılan hakaretler, fiziki saldırılar, olur olmaz her vesileyle ve kolay yoldan "halk kahramanlığı" taslamalar… Bunları çok ama çok ayıplıyorum, değer vermiyorum.

"Ne yersen o'sun" diyor ya veganlar, ben de bazı dostlara "ne okursan o'sun" diyorum.

Sadece sevgi ve edep yoksunu kimi "hayvanseverleri" kastederek söylemiyorum bunları. Aklının ve sağduyusunun vanasını "sakın yerde 25 kuruş görürsen almak için eğilme Bekir" türü çiğ, pespaye cümleler kurabilen yazarlara emanet edebilen, onları "huysuz abi" olarak görüp o dile sempati duyan hüsnü niyetli dostlarımı da başka bir "huysuz abi" olmak hasebiyle uyarıyorum. Tarz ve üslup da fikir kadar önemlidir. Hatta fikri taşıyan, bizzat dilin kendisidir. Şirretliğe prim vermemek de, şirretlik etmemek kadar önemlidir. Eskilerin "kem alâttan kemalât olmaz" sözünü hatırlatırım naçizane.

Kendi sözümü ölçüp biçip tarttığım kadar, kefil olduğum ve olacağım insanlara da o ölçüde titizlenmek zorunda hissediyorum kendimi. Vardır belki de bir bildiğim…

* * *

Bahse konu 2/366 nolu yasa değişikliği teklifi   (Format: PDF - Boyut:1.95 MB) →

Yorumlar

Bravo Üstadım, ne de güzel tercüman olmuşsunuz hislerime…

Öyle bir insan tipi var ki, belirleyici özelliği, içinde taşıdığı sınırsız nefret ve öfke. Neye veya niye bu kadar hiddetli olduğunun önemi yok, kendisi de pek bilmiyor, zaten esen rüzgâra göre de değişiyor bu öfkenin hedefi. Ama onun hayatını anlamlı kılan tek eylemin, bu öfkesini kusma, aşağılama, hakaret etme, insanların kötü, ama çok kötü olduğuna herkesi ikna etme faaliyeti olduğunu söyleyebiliriz.

Hatta protestolarına yol açan şeyler aslında hoşlarına gidiyor. Futbolseverin final maçının yolunu gözlemesi gibi, bunlar da bir sonraki, "şenlik" için birilerinin kötülük etmesini bekliyor adeta. "Bakın ben bunların ne kadar adi olduğunu söylemiştim zaten" demek o kadar tatlı ki, işlerin iyiye gitmesini istediklerinden şüpheliyim. Şikayet edecek bir şeyler ekmekten elzem bir ihtiyaç.

Bu insan tipi cennete gitse ne yapar çok merak ediyorum. Oradaki huzur ortamı onları boğar gibi geliyor bana.

Emre Sermutlu - 17 Nisan 2012 (16:10)

Bu çalışmayı, az çok kanundan anlayan herkesle birlikte biz de kalabalıkça bir grup hayvan ve yaşam savunmaya çalışanlar olarak baştan beri onaylamadık.

Bu kadar güçlü bir rüzgâr estirmiş, Meclistekilere ceylan derisinde oturmalarına rağmen "Hayvan Hakları" dedirtebilmişken, köpeklere su, kedilere yuvadan daha fazlasını talep etme zamanı olduğunu düşünüyoruz.

Harika gibi sunulan düzenlemede "hayvanların deneyle, avla, ötanazi denilen bilimsel öldürmeyle" yok edilmesini baştan kabul edip, bunun ayrıntılarını tartışmayı reddettik.

Bir hayvan koruma kanununda, hayvan çevreye zarar verirse nasıl bertaraf edileceği anlatılabilir mi? Bu zaten var olan onlarca başka kanunun konusudur. Koruma kanunu tüm diğer mevzuata rağmen de "koruma ve yaşatma" lâfzıyla yapılmalıdır. Çıksın da ne çıkarsa, az da olsa başardık diyebileceğimiz bir mevzu değil bu.

Tartışmaların belli bir bilinç yükselmesine sebep olarak en azından bu şekilde faydalı olmasını umuyorum kendi adıma. Hayvanları korumak için bir düzenleme yapan yetkililer, bu niyetlerinde samimi iseler, hayvanları, "Kat mülkiyeti hükümlerine, Çevre düzenlemelerine, Kuduz yönetmeliğine, ötanaziye, deney mevzuatına, av hükümlerine" kısacası zaten hayvan yaşamını yasal olarak tehdit eden her şeye karşı koruyan bir kanun için çalışmalıdır. Ya da kanunun adı; "bir iki köpek ve sevimli kedilerle tavşanları sevelim, sonra gidip kuzu yavrularını ya da ormanda vurduğumuz keklikleri yiyelim" kanunu olsun daha iyi.

Çok sevdiğim bir dörtlükle bitirmek isterim; bir mücadeledeki samimiyetin ve açık hedefin ne kadar önemli olduğunu anlatan sevgili E. Sofya'nın dizeleri:

"Hangi kavgaya girsek
Bileğiniz kırılgan ve kaypak
Hangi ölüme karşı dursak
Midenizde kuzular kuşlar"

Biz işte tam da bu nedenlerle vazgeçmeyeceğiz çabalamaktan, anlatmaktan, mücadele etmekten. Yeryüzünde tek hayvan kalana kadar olsa da. Yazmalarımız, çizmelerimiz, tartışmalarımız da bu yüzden biraz. Kiminle güvenerek yürürüz bunu bilmeye çalışmak.

Hülya - 14 Haziran 2012 (15:11)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

292
Derkenar'da     Google'da   ARA