Patronsuz Medya

Türkü barları, kebapçı dükkânları ve çiğ köfte "kültürsüzleşme" midir?

Necdet Şen - 10 Ocak 2003  


Offf, offff, nedir bu hazin tablô monşerciim? Nedir bu sucuk-ekmek, şalgam suyu kokusu? Necip milletim birayı şişeden içiyor, darbuka çalıyor, göbek atıyor; gün geçtikçe daha da bir kültürsüzleşiyor. Nedir bu tezek kokulu türküler, türkü barları, elektro bağlamalar, memleketimin bütün tersanelerini ve televizyon kanallarını istilâ etmiş olan bu taşralılık?

Offf, aman! Nedir hakikaten bu köylülüğün tahakkümü? Deyişler, semahlar, kemençeler, kabak kemanîler, zurnalar, horonlar falan?

Bir de matah bir şeymiş gibi etnik kimliklerin altını çizmeler, mikro milliyetçilik, cemaatçilik furyaları…

Yahu, illâllah be! Şunca yıl sınıfsız imtiyazsız, tarikatsız, cemaatsiz, sadece Türk olarak yaşadığımız memlekette artık herkes ya çerkes, ya lâz, ya kürt, ya arnavut, ya alevî, ya ermeni, ya sûfî, ya mevlevî, ya neyzen, ya da anasının örekesi! Türk olmak, doğru olmak, çalışkan olmak neyine yetmiyor senin kerata? Ne çabuk unuttun varlığının Türk varlığına armağan olması gerektiğini?

Bal gibi yeni sağcılık bu. Etnisite. Bölücülük. Yobazlık. Tarikatçılık. İrtica. Fitne. İlkellik.

Kültürsüzleşmenin yetmiş yedi kılıfından bazıları da bunlar.

Hatırlar mısın, bizim çocuk olduğumuz yıllarda, örneğin bir düğün olduğunda, gelinle damat Komparsita eşliğinde açılışı yapar, gece boyunca vals, tango, tvist, çaça, rumba gibi danslara takılırdı. Şimdi artık açılışta usulen bir dans edilse bile, hemen ardından arabesk, halay, göbek havası, tililili tililili zılgıt çekmeler… Peeeh! Pespayeliğin dik alâsı!

Artık kentimin sokakları lâhmacun kokuyor, isot kokuyor, şalgam suyu, çemen kokuyor. Kuyruk yağı kokusu anemon kokusunu bastırıyor! Bu ne kepazelik be?

Bana üç telli cura değil, piyano gerek! Bana kemençe değil, stradivari gerek! Batı'nın armonilerine alışmış olan kulağım, dümteka dümtek gürültüsüne talim etmek istemiyor! Jesus Christ Superstar ve Lüküs Hayat müzikalleriyle, Bolero'yla, Karmina Burana'yla cilalanmış olan kulaklarımız şimdi Vicdansız Sabuha ve Haydar Haydar ünlemelerine katlanmak zorunda olmamalı!

Peki ama neden? Ne oldu da Cumhuriyet rejiminin değerleri, 80 yıllık çağdaşlaşma çabasına rağmen, sadece toplumun minicik bir kesiminin değerleri olarak kaldı? Niçin geriledik? Niçin 1930'lu yıllarda modern bir görüntü arz eden ülkem, 2000'li yıllarda Ortadoğulu bir ülkeye dönüştü? Nereye kayboldu çocukluğumun tangoları ve nereden çıktı bu ter kokulu bozlaklar?

Sadece müzik, edebiyat, yeme içme, yaşamın gustosunu yakalayamama konularında mı? Değil! Hayatımızın her alanında bir köylüleşme ve kültürsüzleşme bizi dört bir yandan kuşatmakta. Buna karşı ne yapılabilir, bilemiyorum.

Dur bakiiym, Jean Jacques Rousseau bu konuda neler söylemiş? Eeeemmmm, hımmmm… Dur bi de Shakespeare'e bakiiym… Eeeemmmm, ımmmmm… Belki Voltaire bi şey yumurtlamıştır…

I-ıh, yok, bulamadım. Dur bi dağlara taşlara, kale burçlarına, memleketimin tüm resmî noktalarına kazınmış Kemalist mahyalara bir göz atiim; belki Atatürk bu konuda bir şey söylemiş olabilir.

O da söylememiş. Dur bi de çocuk kitaplarına bakiiym.

* * *

Breeeh!

Dedem Korkut geldi, boy boyladı soy soyladı, görelim Hân'ım ne söyledi?

Aydur:

* * *

Çağdaşlaşma dedikleri aslında nedir?

Batılılaşma olmasın?

Batılılaşma dedikleri aslında nedir?

Kendi köklerinden ve kültürel devamlılığından kopma, kimliksizleşme, yabancılaşma, soysuzlaşma olmasın?

Kara Afrikalı'ya şanson dinletir, kolalı yakalı gömlek ve frak giydirirsen bir anda Fransız mı olur?

Kara Afrikalı olmak ayıp mıdır? Yoksa aslında kara derili olduğu halde, sırf şanson dinlediği, frak giydiği, yani istilâcının giyim-kuşam, yeme-içme, oturma-kalkma alışkanlıklarını taklit ettiği için kendini Avrupalı, soydaşlarını da yamyam olarak görmek midir asıl ayıp?

Peki ya, binyıllardan bu yana buralı olduğu halde, bir zamanlar tekmeyle kovduğumuz (söylenen) Fransızın, İtalyanın, İngilizin yaşam tarzına hayranlık duyan, onları taklit ederek, kolonyalist Avrupalı'nın buradaki kan kardeşi olduğu hüsnü kuruntusuna kapılan ve bu kuruntuyu, sırf toplumu yönetme ayrıcalığı kendisinde diye herkesin yanılsamasına dönüştürmeyi devrimcilik sanan, kendi soysuzluğunu, köksüzlüğünü, yapaylığını kültür, atalarının süzülmüş, incelmiş, hani neredeyse kusursuzlaşmış göreneğini de ilkellik olarak gören biri olmak mıdır ayıp?

* * *

Pardon sayın Dede Efendi, ne dediğinizi anlayamadım. Biraz açar mısınız?

* * *

Açayım:

Sen hiç semah dinledin mi? Hiç cem ayini izledin mi sen? Horon'daki dudak uçuklatan mükemmelliği görebilmen için hangi üniversiteyi bitirmen, hangi proftan diploma alman gerek?

A benim salak sarsak evlâdım, kel oğlum keleş oğlum, hacı cavcavım, sana kim söyledi çok sesli Batı armonisinin müziğin tek ve değişmez gerçeği olduğunu? Matematik denklemi mi bu? Hani, ruh neresinde müziğin? Mektepte ezberlediğin yedi nota ve bunun farklı dizilişleriyle açıklayabilir misin bir uzun havanın ya da mahur bestenin yürek kıpraştıran iç dinamiğini?

Sana kim söyledi rostonun dönerden daha asil ve çağdaş olduğunu?

Sana kim söyledi karmakarışık bir hayat diyalektiğinin ezberlenmiş bir "çağdaşlık" terminolojisinin içine hapsedilebileceğini?

Eğer benim Yunus Emre'mi, Ali Ekber Çiçek'imi, Mustafa Kandıralı'mı, kokoreçimi, curamı, sabah ezanlarımı, türkü barlarımı, göbek havalarımı, yemenimdeki haremi, yüreğimdeki yaremi, dane dane benlerimi, kınalı ellerimi "çağdaş" bulmuyorsan, al o "çağdaş" kelimeni ve de onunla kastettiğin her şeyi, kafana çal.

Sen benim ruhumu ve onun bileşenlerini "çağdaş" bulmadın diye oturup ağlayacak mıyım yani?

* * *

Öhöm! Sayın Hoca Nasreddin Bey, biraz nobran mısınız ne?

* * *

Nobranım, kıroyum, çarıklı erkân-ı harp'im. Darbuka, tef çalıyor, ney üflüyor, nargile fokurdatıyor, potur şalvar giyiyorum. Dahası, ekmeği elimle bölüyor, soğanı yumrukla eziyorum. Ne olmuş?

Kâh çıkıyorum gökyüzüne, seyrediyorum alemi, kâh iniyorum yeryüzüne, seyrediyor alem beni. Bir itirazın mı var?

Pala Remzi, Çakıcı, Emmoğlu, Eşref, Sabuha, Zühtü ve diğerleri kan kardeşim olur. Ekmeğimi onlarla bölüşür, rakımı onlarla içerim. Ya da belki kafama göre takılırım.

Belki ben de en az senin kadar soysuz ve yabancılaşmış biriyimdir; belki ben de İdil Biret dinliyor, Ciguli'ye burun kıvırıyorumdur.

Ama yine de içimden bir ses diyor ki, o küçümsediğin türkü barlarında senin kısır çağdaşlık terminolojinle açıklanamayacak bir mucize gerçekleşiyor olabilir. Belki seksen yıllık Cumhuriyet düzeninin yaratmak istediği "çağdaş yurttaş" prototipine uymayan, ama hayatın militarist kafaya sığmayacak diyalektiği uyarınca kendi mecrasında akıp giden bir toplumsal etkileşim olup bitiyordur.

Dipçik zoruyla sindirilmiş ve kendi kabuğunda uykuya çekilmiş olan bin bir kimlik, aidiyet, kültür, görenek, türkü, deyiş, hissiyat, artık uyanış zamanı geldiği için, birer birer filizlenip gün ışığına çıkıyor, adına "buralı" diyebileceğimiz bir enfes karışımın ilk adımlarını atıyor olabilir.

Sen bunu ister anla, ister lânetle, ister efkârlan, kime ne?

Kim demiş, kılıç zoruyla edindiği mal varlığını teknolojiye, teknolojiyle edindiği üstünlüğü propagandaya, propagandayla edindiği hipnotizma gücünü bizi robotlaştırmaya seferber edenler bizden daha uygardır diye?

Kim demiş, uğradığı her kuytuda o havalinin tüm nüfusunu soysuzlaştıracak yerel cizvit papazlarını yetiştirenlerin yaşam tarzı tek ve biriciktir diye?

Kim demiş, sığlığın ve damak zevksizliğinin ürünü olan kusmuksu hamburger köftesi kültür sayılacak ve benim lezzetli kokoreçim çağdışı sıfatıyla damgalanıp betona gömülecek diye?

Dedem Korkut der ki, yurdumun dört bir yanına serpiştirilmiş ecnebî kolejlerde ve zabit mekteplerinde beyni yıkanıp robotlaştırılmış olan bu kaymak tabakanın kültürsüzleşme diye karaladığı gelişmeler, aslında dipçik ve desise yoluyla dışlanmış, dağlara, yaylalara sürgün edilmiş olan hakiki kültürün geri dönüşüdür. Kültürü piyanoya, koleksiyona, soya sosuna, sanatçıların şatolarda yaşatılmasına, alaturkanın yok edilip, alafranganın üniformalaştırılmasına indirgemiş olan kof tabaka ne yazık ki memleketimin tüm tersanelerini, kışlalarını, matbaalarını, reji ve rektör odalarını ele geçirmiş ve oradan adına medeniyet denilen, ama aslında emperyalizmin sokuşturması sayılabilecek bir safsatayı mütemadiyen tekrarlamaktadır.

Dünyanın en ücra köşelerine kadar nüfuz etmiş olan kültürel emperyalizmin Batılılaştırdığı, yani köklerinden koparıp budadığı, kimliksizleştirdiği toplumlarda, bu kültürsüzleşme ve robotlaştırma saldırısına karşı en uzun süre dayanabilmiş olan şey, yine de türkülerimizdir.

Türkülerimiz hayatta kalmayı başarmış ve yaralanıp berelenerek de olsa kırlardan şehirlere inmiştir. Türkülerimizde saklı olan ruhumuzdur bize kim olduğumuzu hatırlatacak olan.

Hiç bir kültür yoktur ki diğerinden etkilenmesin ve bir başkasını etkileyip dönüştürmesin. Batı'nın teknolojisi bize elektro bağlamayı dayattıysa, biz de onlara o tınıya bandırılmış olan köklü mazrufumuzu ikram eder, çorbaya tuzumuzu katarız. Kültür denen lâf kalabalığını da yedili akorlara, yağlıboya tablolara, salata sosuna indirgeyenlere gülüp geçer, tu kaka edilmiş zenginliğimizi idrak etmeye çalışırız.

Kültür dağlara sürülmüştü. Yıldırılmış, sindirilmiş azınlıkların, cemaatlerin içine hapsedilmişti kültürümüz. Şimdi onca zaman bastırılmış, yeraltına itilmiş olan o sahici birikim, boşnağı, tatarı, alevîsi, çerkesi, kürdü, lâzı, çeçeni, levanteni, rumu, mevlevisi, nakşibendisi, melâmîsi, kâfiri, mecusîsi ve daha bin bir rengiyle sürgün edildiği kuytulardan sökün ediyor ve kötücül amaçlar için değil, bu gökkuşağına kendi rengini vermek için hayatımıza karışıyor.

Tabii ki buna "kültürsüzleşme" diyen birileri çıkacaktır. Dert etmeyin ve kanmayın onlara. Hatta tartışmaya bile değmeyeceğini bilin. Üç beş tane küspeleşmiş, gâvurlaşmış, zavallılaşmış niyet tavşanından ibaret olduklarını ve zaten zamanın ruhunu anlayamamak ve değişime direnmek gibi hazin bir kaderi yaşadıklarını ve kendi yanılsamalarının yarattığı mutsuzluk içinde yüzdüklerini bilin.

Onları bu mutsuzluktan isteseniz de kurtaramazsınız. Beyin damarları kireçlenmiş o bağnaz insanlarla kaybedeceğiniz zamanı daha anlamlı uğraşlarla değerlendirin derim.

Nasıl mı?

Türküleri saygı duyarak dinleyin. Onların kıymetini bilin.

O türkülerimiz ki, kültürel istilâya direnebilen belki de en son kalemizdir.

Kültür'ün ve kültürsüzleşmenin adını doğru koymakta yarar var. Propagandaya kanıp esas kültürümüzü kurda kuşa yem etmeyin.

Yorumlar

Alaçatı ve civarında hâla devam eden ancak etrafa pek çaktırılmadan yenen bir yemek var.

Adı Karavoli, bildiğimiz salyangoz. Geçenlerde bir misafirimiz yemek kitabında bu tarifi bana gösterdi ve "Ay inamıyorum bu hayvancağızı mı yiyorsunuz" diye bana garip baktı. Kızın gözlerinin beyazları gözüktü ve ağzından aynen şu söz çıktı: "İvreeenç!"

Ne demeli diye düşündüm. Senin yediğin hormondan şişmiş garip bir yaratık haline gelmiş dana etinden çok daha temizdir bu minik hayvan. Bak telefonunda internet bunu da sor bakalım dedim. Lütfen Levent bey dedi, bir kelime daha etmeyin bu sümüklü hayvan hakkında, midem çok kötü oluyor cevabından sonra ilâve etti. Ben Alaçatı'lıları daha modern bir insan olarak düşünmüştüm demek ki yanılmışım.

Ya sevgili dostlar salyangoz yemek çok kötü bir şeydir. İstanbul'lu güzel kızımıza atalarının at eşek ne bulursa yediklerini söylemedim. Demek Nişantaşı'nda yaşamak böyle bir şey.

Neyse "ne yerseniz yiyin ama kendinizi yemeyin…

Levent Bozkurt - 23 Ekim 2015 (18:09)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

87
Derkenar'da     Google'da   ARA