Patronsuz Medya

Hayvanseverler "çatlak" mı?

Necdet Şen - 18 Ağustos 2002  


Tabii hayvanSEVER var HAYVANsever var; belki aralarında çatlaklar da vardır; hepsine kefil olamam.

Bir, birkaç, ya da birçok hayvanın iaşesini, "hanimiş a bidi bidi" ihtiyacını, hıfzısıhha sorunlarının izalesini yüklenmiş olmak dışında pek fazla benzerliği olmayan başka başka insanları aynı tarifin içine sığdırmanın zorluğunu baştan kabullenmek gerek.

Ama sanırım bir hayvanı sevmek demek, en azından SEVMEK demektir. Eh, bu da çatlaklıksa, o zaman hayvan severlere çatlak da diyebiliriz, zırtlak da…

Onları bazen ellerinde bir naylon torba, torbanın içinde kayıntı, "geeeh pisi pisi, geeeh kuçu kuçu" diyerek mahallenin açlarını beslerken görürüz, bazen uyuz bir sokak itinin kabuk bağlamış yaralarını tedavi ederken, bazen süslü fifisinin orta yere yaptığı kakayı bir yaprak ya da kâğıtla yerden almaya çalışırken, bazen damlarda ağaçlarda mahsur kalmış kediyi, sel sularına kapılmış yavrulu köpeği kurtarırken, bazen de -televizyon ekranlarında falan- cır cır cırlayarak belediye zabıtasını tepelerken…

Ve aklımızda en çok kalan da o sahne olur. Artık ne zaman hayvan severlikten bahis açılsa, zihnimizde tek bir prototip belirir: Şirret, bunalımlı, herkese (özellikle diğer hayvan severlere ve hatta en çok diğer hayvan severlere) karşı saldırgan, uzlaşmaz, ruhen ekşimiş kadınlar.

Bu saptamanın tek doğru tarafı, hayvan severlerin kahir ekseriyetinin sahiden de kadın oluşudur. Neden bilmem. Belki erkekler böyle şefkat mefkat gibi işleri "light" buluyordur. Şahsen, ben bulmuyorum.

* * *

Koşulsuz sevmeyi öğrenmeden bir üst sınıfa geçilebilir mi?

Ne yazık ki, nasıl feminizm denince akla birkaç tane mutsuz, saplantılı, erkek düşmanı -ve erkekten daha erkek- kadın geliyorsa ve bu aslında feminizmin değil de bahtsız ülkemizdeki medyatik feministin vesikalık fotografı ise, ekranlarda gördüğümüz o cırlaklar da anca çatacak insan bakınan tırnaklarını sivriltmiş cırlakların simgesidir; daha fazlasının değil.

Gerçek hayvan severleri pek öyle ekranlarda arbede yaşarken, adam yumruklarken, tepinirken, çemkirirken göremezsin.

Gerçek hayvan severler, bu tarz durumlarda zabıta dövmek yerine yalvarmak, şirinlik yapıp, ortamı yumuşatmak, bundan sonra da yan yana bir şeyler yapacakları o "hatalı" kişilerle diyaloğu tümden koparmamak, hiç değilse kötünün iyisini becerebilmek eğilimindedirler.

Gerçek hayvan severler, kentlerin uzak çeperlerindeki hayvan depolarına (barınaklara) tıkıştırılmış mutsuz ve ölmeye yatmış sokak hayvanlarının dışkılarını paklar, karınlarını doyurur, hastalıklarını tedavi eder, aşısını ameliyatını yapar, kulağına küpe takar, sokaklarda ısırılma tırmalanma riskini hiçe sayarak mağdur hayvan izi sürer. Sen onları televizyonlarda racon kesip korsan eylem koyarken göremezsin.

Çünkü onların kendilerini reklam edecek ne vakitleri vardır ve ne de israf edilecek enerjileri. O televizyon böcükleri hayvan sever değil kameraseverdir aslında. Nerede medyatik bir olay var, oraya koşarlar. Günün birinde bir yerli dizide rol kaptıkları anda ne hayvan severlik kalır ne cevvallik. Sorun çözülmüştür.

Gerçek hayvan severlere bazen tesadüfen sokağında rastlarsın. Diğer insanların görse bile "vah vah" deyip yanından geçtiği yaralı hasta aç hayvanlarla ilgilenmektedirler.

Onları bizden ayıran fark da budur zaten. Çok yalın bir farktır bu:

Onlar, nerede olursa olsun, mağdur ve muhtaç bir canlıya ilgisiz kalamazlar.

Tanrı tarafından emaneten verilen canı "insan canı, hayvan canı" diye sınıflandıramazlar.

Onlar bilirler ki, ister postla kaplı olalım, ister pamuklu giysilere bürünmüş, hepimizin derisinin altında pıt pıt atan bir yürek, damarlarımızda akan kırmızı bir kan, göz kapaklarımızın arkasında farklı farklı da olsa rüyalar, her baharda ya da kendi biyolojik takvimimizin emrettiği dönemlerde çıldıran aşka susamış hormonlar, merak, heves, şaşkınlık, ilgi, açlık, korku, güven, sadakat ya da bağımsızlık gibi duygular vardır.

Kediler sanıldığı gibi nankör değildir. Onlara nankörlük yaftasını yapıştıran şey, aslında bizim bir başka canlıyla koşulsuz ve beklentisiz sevgi üzerine de ilişki kurulabileceğini henüz öğrenememiş oluşumuzdur. Her şeyin alınıp satılacağını telkin eden düzenin buyruklarının gözlerimize indirdiği perdedir. Budur belki kedinin itaatini iki avuç mamayla satın almak istememizin ve alamayınca da suçlayışımızın arkasındaki neden.

Köpekler önüne geleni ısıran canavarlar değildir. Onları en zor durumda kaldıkları anlarda bile ısırmamak için ne gerekirse yaptıklarını, isterlerse feleğimizi şaşırtma gücünü haiz oldukları halde bizi efendi gibi, hatta tanrı gibi görme eğiliminde olduklarını, ama genlerine işlemiş acı tecrübelerin onları korkak ve kuşkucu yaptığını, ister insan ister köpek olalım, korkan ve güvenemeyen canlıların bu korkuyu saldırgan bir tavırla maskelediğini çoğumuz bilmeyiz. Bilmediğimiz için de korkarız köpeklerden.

Fareler kötü yaratıklar değildir; böcekler de, kuşlar da, timsahlar da, yılanlar da, akbabalar da, sırtlanlar da kötü değildir.

Bizim kendi kurgu dünyamızda yarattığımızın dışında, kadim ve sahici bir KÖTÜ yoktur zaten; yanılsama ve öteki vardır. Öteki diye bellediğimize uygun gördüğümüz düşmanca sıfatlar vardır.

Sevemediğimiz o hayvanlar, aslında sadece açlıktan midesi kazınarak dolanan, ıstırap çeken, midesinin kazıntısını dindirebilecek iki lokma ot çöp bulabilmek umuduyla etrafa bakınan, merhametimize sığınmış canlılardır. Çoğu daha bebekken açlıktan ölür. Hayatta kalanları ise tahminlerimizin ötesinde zor bir süreç bekler. Onları koruyan ne yasalar, ne mahkemeler, ne kolluk kuvvetleri, ne sivil toplum örgütleri vardır. Sadece yaratıcının ve daha güçlü olanların şefkatine emanettir hayatları. Ya açlıktan ölürler ya hastalıktan ya da daha güçlü bir aç hayvana ziyafet olarak.

Bizi onların ıstırabına karşı duyarsız yapan şey de bilinemeyene karşı her canlıda var olan korku duygumuzdur.

Budur işte gözlerimizi kör eden şey.

Onlar bizi vuramaz, zehirleyemez, çöp kamyonlarının presleriyle ezemez. Zulüm dengesi bizden yanadır. Bazen geceleyin havlayıp ciyaklayıp uykumuzu kaçırırlar. Ama kötü ve vahşi olduklarından değil; çöp tenekelerindeki kokuşmuş gıda artıklarımıza bile fit olmuşken ve o kokuşmuş artıklarla, hatta onların paketlerine bulaşmış kırıntılarla doğru dürüst doyamazken, kendi bölgelerine yeni yeni açların gelmesi onlar için hayat memat meselesi olduğundan.

Bil ki, geceleri havlayan köpekler, o bölgeye yaklaşan başka köpeklere havlar. Rastlaşırsan korkma, yürü git. Ya da elinden geliyorsa, yiyebilecekleri iki lokma bir şey at önlerine. Boş bir yoğurt kabına su koy ve bırak. Zehirlemeyi, vurmayı, katillere havale etmeyi ise asla düşünme.

Tuhaf olanın, hayvanları (yani can taşıyanı) sevgiyle ve acıma duygusuyla kollayıp gözetmek değil, onların sefaletine duyarsız kalmak olduğunu bil.

Hayvan sevmemenin bir tercih değil, kişiyi içten çürüten bir hastalık olduğunu bil.

Sevginin bölümlere ayrılamayacağını, sevgide tarafgirlik olamayacağını, sevginin bir aydınlanma olduğunu ve içimizde VAR ya da YOK olduğunu bil.

"Sevmiyorum" sözcüğü ne zaman ağzından çıkıverse, bu sevgisizliğin -ve korkunun- kaynağını araştır. Mümkünse "sevmiyorum" sözünü sil lûgatinden. Sevgini çocuğunla, cemaatinle, futbol takımınla, yaşam tarzınla, milletinle, dininle sınırlama; tüm kâinatı sevmekten başka sevgi türü olamayacağını anla.

O zaman o kâinatı içindeki hayvanlarla, taşla toprakla, sana bu dünyevî hayatı veren ve vakti gelince alacak olan mücizeyle birlikte seversin.

Keşke, o ekranlardaki saç baş yolan çileden çıkmış orta yaş bunalımı kurbanları da dahil, biraz daha empati duygusuyla ve hoşgörüyle bakabilsek hayvan severlere. Onların da aslında bizim gibi insanlar olduklarını, bizimkine benzer evlerde oturup, bizim seyrettiğimiz televizyon programlarına baktıklarını, ama işte o hassas noktada, yani bir başka canlının acısına duyarsız kalamama noktasında bizden daha ileride olduklarını, bizi esir almış olan körleşmeden kısmen de olsa sıyırtabildiklerini bilebilsek.

Bir de "o kadar insan açken hayvanlar mı kaldı" gibi lâfların ucuz demagoji olduğunu…

* * *

Mamafih, seni de anlıyorum. Ben de hayata içimizden bazılarının baktığı noktadan baksaydım, hayvan severleri "çatlak" olarak görürdüm. Ama görmüyorum.

Dahası, sadece o bazılarının değil, hayvan severlerin de zaman zaman birbirlerini "çatlak" olmakla, "sersem" olmakla, "şarlatan" olmakla, ya da en azından "kendisi kadar esaslı bir hayvan sever olmamakla" falan suçladıklarını, onların da çoğunun diğerlerinin hayvan sevme şeklini beğenmediğini, bunun neredeyse hepimize bulaşmış olan OAO (olumsuz ayrıntılara odaklanma) hastalığının sonucu olduğunu unutmasak.

Keşke şu millî illetimiz haline getirilmiş olan düşmanlık kültürü yerini sevgi kültürüne bıraksa.

* * *

Ne dersin, dünyayı düzeltmeye kendimizden başlayalım mı?

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

77
Derkenar'da     Google'da   ARA