Son günlerde artan "eğitim" tartışmalarını okuyunca, beş altı sene evvel ısrar üzerine üye olduğum bir mail grubunu hatırladım.
Türkiye'nin ünlü bir üniversitesinin mezunlarının ABD'ye kapağı atmış mezunlarının kurduğu / üye olduğu bir gruptu bu. Ben "misafir" kabilinden oradaydım.
Bir süre yazışmalara göz atmış, -deyim yerindeyse- dehşete kapılmıştım. Neden dehşete kapıldığımı izah edebilmek için, önce bu grupla ilgili gözlemlerimi özetlemekte yarar var.
Son söylenecek sözü en baştan söyleyeyim, lâf uzamasın; ben hayatımda o kadar pespaye tipi bir arada görmedim.
Çoğunluğu, sadece okumamış insanları değil, diğer üniversitelerin mezunlarını bile hakir gören bir anlayış içindeydiler. Mezunu oldukları üniversitenin şöhreti, onlarda en ilkelinden bir klan ruhu yaratmış gibiydi.
Neredeyse tamamında bu "çok özel" üniversiteyi bitirmiş -ve "büyük" ülkeye kapağı atabilmiş- olmaktan kaynaklanan hastalıklı bir kibir vardı. Yazışmalarında gülünç derecede züppe ve saldırgan bir dil kullanıyorlardı. Özellikle de grubun erkek üyeleri arasındaki testesteron yarışı pankreas güreşçilerine bile pes dedirtecek düzeydeydi. Yazışmalarda genel olarak aralara bolca ingilizce kelime sıkıştırılmış bir bohçacı kadın kavgası hüküm sürüyordu aslında.
Ve bu kişiler kendilerini ya çok seçkin kişiler zannediyorlardı ya da öyle görünmeye çalışıyorlardı.
Birçok grupta olduğu gibi bu grupta da öne çıkmış, iddiacı, dominant, herkese lâf yetiştiren, ortaya attığı ve uzattıkça uzattığı tartışmalarda "benimle baş edemezsiniz, çünkü rezilleşme konusunda sınır tanımam" mesajını veren, kendi kişisel sorunlarını (cinsel açlık, nevroz, kompleks, vd) oradaki herkesin sorunu (ödevi) gibi gören tipler vardı.
* * *
"Eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır" sözü ne yazık ki gerçeği tam yansıtmıyor, çünkü eğitimin cehaleti aldığı falan yok. Tam tersine, -eğer kişinin mayasında efendilik yoksa- bu cehaletin üstüne bir de lâf ebeliğini ve kendini bilmezliği ekliyor.
Anlaşılan o ki; eğitim, bu tür kişilere "madem ki eğitimliyim, o zaman tavuğun budu benim hakkım, geri kalanlar xıçımı yesin" zihniyetini nakşediyor olmalı. Bu yanılsama, bencilliği ve çiğliği kendini "mezuniyet" ile edinilmiş "kariyer" üzerinden meşrulaştırıyor.
Ve en önemlisi, bu tür bir bozulmanın doğal sonucu olarak, diploma ile liyakat birbirine karıştırılıyor. Bir işi kendisinden daha iyi yapanları "ben üniversite mezunuyum, bir ilkokul mezunu nasıl benden çok para kazanır ya?" diye hakir görme hakkını kendilerinde bulabiliyorlar.
* * *
Ha, sonra ne mi oldu? Hiiç. O kadar ifrazatı midem kaldırmadı, çıktım gruptan. Şu yukarıda yazdıklarımın çok çok azını (tek cümle halinde) söyleyerek çekip gittiğim halde deliye döndüler; ne puştluğum kaldı ne hazımsızlığım. Bir müddet benimle uğraşmayı kendilerine iş edindiler. Ve bu arada "yav bu kadar da olmaz artık, arkadaşlar, kantarın topuzunu fazlasıyla kaçırdık" diyen bir tek kişi çıkmadı içlerinden. Çıktıysa da ben tanık olmadım.
Gruptan çıkışım öyle pek kolay olmadı tabii ki. Tüm uyarılarıma rağmen mail kutum onların sakil yazışmalarıyla dolup taşmaya devam ettiği, yani listeden -inatla- çıkartılmadığım için, grubu spam gönderdiği konusunda Yahoo'ya bildirdim.
Bir süre sonra gelen mailler -nihayet- kesildi. Daha sonra ne oldu bilmiyorum. Grup halen devam etmekte midir, yoksa dinmek bilmez negatif enerjileri ve garezleriyle birbirlerini kesip doğramaya ve bin parçaya bölünmeye devam ediyorlar mıdır, hiç haberim yok.
Belki bazıları evlenip çoluk çocuğa karışmış ve en azından cinsel açlıktan kudurarak ortalığı salyaya sümüğe boğanlar, gruptaki dişilere sarkıntılık edenler bir miktar azalmıştır.
Bana gelince, bu kısa mail grubu maceram sayesinde almam gereken dersi aldım sanırım. O gün bu gündür hiç bir mail grubuna üye olmuyorum. Bu tür davetleri de tereddütsüz spam olarak işaretliyorum.
"Öyle meşgulüm ki başımı kaşıyacak zamanım yok" diye yakınan birilerine rastlayınca da, içimden, "vah vah, acaba kaç tane mail grubuna üye" diye sormaktan kendimi alamıyorum.
Yazıda sözü edilen grubun bir üyesinin "Kudret Hojam" diye hitap ettiği bir kişiye hitaben yazdığı, ama aynı anda -herhalde bu yazının yazarı da "okusun şişsin" düşüncesiyle- Derkenar'a gönderdiği bir mektup; hemen altta…
Büdütör - 17 Şubat 2002
Kudret Hojam, senin gibi ben de Necdet Sen'i yaklasik 15 senedir cizdiklerinden tanirim. Bu tartismalar baslamadan once "Nereye" isimli kitabini okuyordum. Senin yazin uzerine, necdetsen'in cevabi geldi. Kitapta soyle bir bolum vardi:
"Yolda gene acikinca ve yiyecek baska bir sey bulamayinca ilk molada mecburen gene lop yumurtalara talim ettim. Bu arada satici kadina verdigim on Nepal rupisini yirmi rupi sanip "ver paranin ustunu sahtekar" diye bir guzel cazgirlik ettim. Bu kez dil ustunlugu bende. Kadincagiz el kol hareketreliyle tanesi bes rupiden iki yumurta aldigimi, hesabin tamam oldugunu anlatmaya calisiyor, ama ben "hayir yirmi verdim salak yerine koyma adami, on rupi vereceksin" diye diretiyorum. Oyle bir caz yaptim ki seyirci avantajini da elde ettim. Zavalli sonunda caresiz kaldi, para kutusundan on rupi cikarip uzatti.
"Tam muzaffer bir edayla on rupiyi alip cuzdanima yerlestirirken bir de ne goreyim? Cuzdandaki diger yirmi rupiler aslinda onluk degilmiymis? Nepal alfebesinde BIR'in bizim ikiyi andirmasi sonucu yanilmisim. Kadincagiz hakliymis. Ama, orada, yabanci sahada, hem de o kadar esip gurledikten sonra, "ay yanilmisim, luzumsuz yere tantana yapmisim" dersem utancimdan o otobuse bir daha binemem duygusuna kapildim. Tum yolcular izlemisti ben hiddetle bagirirken. Ciglimi daha bir gosteriyle ortbas etme yolunu sectim, elimdeki on rupiyi "al lanet olsun" diyerek kadina firlattim ve kendimden nefret ederek uzaklastim oradan.
"Hiyarligin yasi yoktur ki."
Son cumleye aynen katiliyorum. Bundan sonra onu da o gozle okumaya devam ederim…
Sevgi ve saygilarimla…
Osman Erdal Erkul - 17 Şubat 2002
Sayın acemi demagog. Keşke siz de benim yapabildiğimi yapıp kendi içinize bakabilen ve benim kadar maskesiz konuşup yazabilen bir insan olabilseydiniz.
İnsanlara adanmış onca birikimi es geçip, bütün yazılanlar arasından sadece özeleştirileri cımbızla ayıklayan ve sanki kendi buluşuymuş ve sözümona bir "açık" yakalamış gibi, bu insanî ayrıntıyı kullanmaya çalışan aşağılık solucanlara malzeme vereceğinizi bile bile saydam olmayı sürdürebilseydiniz keşke.
Belki o zaman siz de kendi hayat hikâyenizi yazar ve bir yerlerde kendinize dönüp "gergedanlaşmanın yaşı yoktur ki" diyebilirdiniz.
Anlayabilen için, serbest okuma parçası: Düşmanlığın kime?
Necdet Şen - 17 Şubat 2002 (18:26)
O sozunu ettiginiz pespaye grup halen devam ediyor. Esekligi degil, geyikligi baki kilan bu grup sanirim insanlarin birbiri ile siyaset yuzunden kavga etmedigi, goruslerini sifir sansur acikliyabildigi tek gruptur. Orada kantarin topuzu hep kaciktir, zaten amac da hicbir zaman soz ozgurlugunu kantara vurmak olmamistir.
Tahsin Candas - 9 Mart 2010 (14:01)
Ben de mail grupları üzerine iki lâf etmek isterim. Maceram 13 sene geriye, soc. Culture. Turkish isimli newsgroup taki yazışmalara dayanıyor. Yukarıda yazılanlara bizatıhi şahidim. Bir başka dikkatimi çeken konu da genel mail gruplarındaki "devlet vazifelisi" yoğunluğu. Emekli üniformalılardan, halen memuriyeti devam edenlere kadar bir dünya görevli buralarda kalem oynatıyor. Bir zamanların İşçi Partisi mensupları da ortamı domine etmede çok ustalar.
Bir başka ismini vermeyeceğim genel bir gruba da ısrar ile üye oldum. Halis niyetle kurulmuş sivilleşme esaslı bir gruptu. Çoştum, yazdıkça yazdım. Saldıranlar, destekleyenler… Adrenalin hep yüksek seviye. 2002 senesinde grubun moderatörlerinden birinin daveti ile bir yemekte 12 kişi buluştuk. Kalıbımı basarım ki dört tanesi devlet görevlisiydi. Beni gözlerinde büyütmüşler, hangi teşkilata hizmet ettiğimi merak etmişlerdi. Feraha erdiler. Hatta birisi sonrasında hastam oldu senelerce geldi gitti. Benim mail grupları maceram ise biri hariç (Cerrahpaşa 1986 mezunları grubu) 2002 senesinde bitti.
Yazının müellifinin tahsil ile cehaletin gitmediği aksine daha küstah bir havaya büründüğü, böylece de eşekliğin katmerlendiği mealindeki görüşüne şapka çıkartıyorum. Elhak şahidim.
Ahmet Faruk Yağcı - 9 Mart 2010 (21:29)
Ülkemizin en uzun süreli "tahsilini" yapan bireylerinin, bu uzun süre sonunda "tahsil" edebildiklerinin boyutu yazık ki içler acısı.
Böyle bir meslek grubundan birisi olarak, bunca yıl yalnızca öğretim yapıldığını ama insanların bir kısmının bir türlü eğitilemediğini görmek beni nasıl üzüyor, anlatamam. Üstelik bu "tahsil" sürecinde katkısı olması gereken bir "eğitici" sıfatına da sahip olmam bu üzüntümü katmerli hale getiriyor.
Toplumun iletişim becerisinin, bileşik kaplar yasası benzeri, her iş kolunda, her sosyal katmanda üç aşağı beş yukarı aynı olduğunu bilmek de pek yarar sağlamıyor o üzüntüyü hafifletmek konusunda. Bu ülke, karşısındakinin sözünü kesmeden 5 dakikadan fazla dinlemeyi beceremeyen, ama adlarının önünde ne ünvanlar taşıyan insanlarla dolu. Akademisyenler, siyasetçiler, yazarlar, çizerler, hukukuçular, sağlıkçılar, artistler, neler neler!
Özeleştiri, biz Türkler için, başkaları yaptığında takdir edilen bir davranıştır. Kendimize uygulanması caiz değildir. Eleştiri ise biz yaptığımızda "tadından yenmeyen", bize yöneldiğinde yöneltenin "berteraf edilmesi gereken" bir eylemdir.
Karşısındakini eleştirirken gerekirse kızan, bağıran, hararetle tartışan ama efendiliğini bozmayan eleştiricilerle, bu eleştirileri dinlerken gene gerekirse kızan, bağıran, çağıran ama efendiliğini bozmayan eleştirilenleri bir arada görmek ne yazık ki çok zor.
Kim demiş, bilmiyorum; ya da birisi demiş mi, onu da bilmiyorum ama kulağımda kalan bir söz var: "Ahlâki açıdan yeterince işlenmemiş, olgunlaşmamış insanlara iyi bir tahsil yaptırılması, bunları toplumun başına dert haline getirir" mealinde. Ne çok örnek var böyle, değil mi? Oysa "dolu başağın boynu bükük olur" diye biliriz.
Ooof of!
Sevgili Necdet Şen, ayna tutmuş yüzümüze; bakınca üzülüyor insan.
Melih Özel - 9 Mart 2010 (23:11)
20 yaşındayım. Edirne'de, işletme bölümü 2. Sınıfta okuyorum ve yurtta kalıyorum. Bu okumak istediğim bölüm değil ama alternatifim yok denecek kadar az. Ve yapmak istediğim işler arasında hesap kitap muhasebe yok. Hatta bunlar hiç ilgimi çekmiyor.
Meslek lisesinde okul öncesi öğretmenliği bölümünü bitirdiğimde anaokul öğretmenliği gibi bir iş yapmak istedim ama sınavda istediğim yeri kazanamadım.
Kendimi gelişmemiş ve boş hissediyorum. İlgi alanlarımla uğraşmak içinse ya para yok ya baba baskısı var. Yine de kendime nefes alma alanları açmaya çalışıyorum.
Etrafımdaki herkes bu okulu bitirmem gerektiğini öğütlüyor. Bunun gerçekçi olduğunu biliyorum fakat kendimi de sıkıştırılmış hissetmekten kurtulamıyorum.
Tuğçe - 5 Nisan 2010 (15:40)
Beynimizin tozlarını silkeleyen yazılarınız için teşekkürler Necdet Bey. Ben de buna benzer (çok da benzer olmayan) bir konuyu dikkatlerinize sunmak isterim. Bahsetmek istediğim konu, milletin sosyal paylaşım sitelerinde (Facebook, Twitter vb.) birbirine amansızca gönderdiği ama hep başkalarına ait olan fikirler ve düşünceler. Bu durum, her gün karşılaştığımız bir husus.
Şöyle düşünüyorum da; düşünürler, filozoflar ve değerli insanlar iyi ki zamanında güzel sözler söylemiş, vecizeler oluşturmuş ve değerli kelâmlar etmişler, yoksa bizim milletin Facebook, Twitter ve benzeri platformlarda birbiriyle paylaşacağı hiç bir şey olmayacakmış.
Bir Allah'ın kulu da demiyor ki: "Yahu ben de kendimden bir kelime edeyim, bir fikir söyleyeyim." Yok. Varsa yoksa Mevlâna şöyle demiş: "Bana lâf söyleyenin önce lafına bakarım sonra da adama bakarım acaba iskarpin mi giyiyor yoksa evden yalın ayak pijamayla mı fırlamış", Hz. Ali bunu demiş, Ralph Waldo Emerson şu kelâmı etmiş, Konfiçyüs sabah kahvaltısını yapmadan evden çıkmış da karısı ona bin bir beddua etmiş: "Herif, herif! Yine aç çıktın. Gidip paraları McDonalds'larda yiyeceksin. Allah'ından bulasan Konfi" demiş, bilmem daha neler.
Kardeşim fanus içerisinde mi yaşıyorsunuz? Hiç bir hayat tecrübeniz yok mu? Kendinizi bu kadar mı soyutladınız hayattan? Elbette ki hayat tecrübeniz var ve isterseniz yazarsınız da, ama üşengeçlikten bir harf tıklamayı bile azap gibi görüyorsunuz.
Başkalarının fikirlerinin hamalı olmaktan bıkmadınız mı? Hep böyle mi olacak?
Ben, herkesin bir hikâyesinin olduğuna inanan biriyim. Aksine, millet sadece "Armut piş, ağzıma düş" pozisyonundan çıkmak istemiyor. Hatta bu sözü şöyle de değiştirebiliriz: "Sevgili armut! Oldukça açım. Pişmeni bekleyemem. Sana koordinatları veriyorum. Direkt mideme git."
Durum, hal, vaziyet böyle Necdet Bey.
Konferans bitmiştir. Hepinize teşekkürler ve saygılar. Lütfen salondan birbirinizi ezmeden çıkınız.
Müdüriyet.
Saim Yardımcı - 9 Kasım 2012 (10:11)
Sayın Saim Bey…
Yorumunuza hak vermekle beraber, sosyal ortamlarda kendilerinden "kelam" etmeyenleri hatta edemeyenleri anlayışla karşılamamız gerektiğini düşünüyorum. Zira "bilgelik" denen kavram, her yaşam deneyimini paylaşmak olsaydı, bugün hepimiz birer "bilge" olurduk. Lakin, bilgelik bu kadar basit olamıyor işte.
Bir de, özlü sözleri söyleyenlerin üslupları önümüze daha edebi bir şekilde sunulunca bize de onları olduğu gibi yazıp söylediklerine katılmaktan başka uygun göreceğimiz bir çözüm kalmıyor.
Alakasız olacak belki ama aklıma Cem Yılmaz'ın bir gösterisinde ele aldığı 1, 5 dakikalık "10 adımda Anadolu Rock nasıl icra edilir?" konulu bölümünde bahsettiği bir nokta geldi.
Cem Yılmaz, birçok Anadolu Rock şarkısında hep bir "Karacaoğlan", "Dadaloğlu" gibi Anadolu Türk edebiyatının önemli kişilerine atıfta bulunulma kalıbını kaba bir tabirle "Abi, hani beni dinlemedin, iplemedin, neyse. E al Karacaoğlan, Dadaloğlu. Onları da mı umursamayacaksın?" gibi komik ama gerçeğe vurgu yapan bir şekilde tanımlıyor.
Ayrıca, özlü sözleri olduğu gibi paylaşmak kolaya kaçmak gibi görünse de bazıları için hissettikleri ama tanımlayamadıkları duygu ve düşüncelerin başkalarının sözcüklerinde hayat bulduğunu görmenin heyecanını aktarma girişimi olarak da görebiliriz.
Uzun lafın kısası, bu konunun hükmünün bence bu kadar da kolay olamayacağıdır.
Saygılarımla…
Teşkilat
Metin Tokatlı - 17 Aralık 2012 (11:09)
Dünya artık o kadar büyük bir ahlâkî ve fiziksel kirlenmeye doğru gidiyor ki; gün gelecek, yağmurlar bile yağmaya korkacak, bu pisliğe bulaşmamak için.
Saim Yardımcı - 4 Nisan 2013 (10:45)
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.