Patronsuz Medya

Yol Yorgunu

Necdet Şen - 1 Kasım 2000  


Onu Hızlı Gazeteci ismiyle okuyup benimsemiştiniz. Yirmi sene evvel ilk kez bir dergide çıkmıştı karşınıza.

Sonra bir günlük gazetede her gün tefrika edilmeye başladı; aldığı pek çok övgü ve üç beş sövgüyle kendi yolunda yürüdü gitti.

Ve yıllar sonra günün birinde ansızın ortadan kayboluverdi. Uslu uslu oturup maaşını almak ve "köşesini" kimseye kaptırmamaya çalışmak yerine, zorba'ya "sen zorbasın" demişti Hızlı Gazeteci ve soluğu kapının önünde almıştı. Eline geçirdiği imtiyazları içtenlik adına elinin tersiyle itenlere pek alışkın olmayan şarklı kalem erbabı için bu yol, aklın yolu değildi.

Sonra başka bir gazetede Değişim Rüzgârı logosu altında yeniden ortaya çıktı. Para eden bir markaya dönüşen adı, "avanak" yaratıcısı tarafından kırpılmıştı. O çizgi romancı ki, uğraştığı işi asla bir "meslek" olarak görmedi ve menfaat adına davranmayı hep utanılacak bir tavır olarak algıladı. Hızlı Gazeteci, onunla toplumsal hayat arasında duran iğreti bir asma köprüydü sadece, bir ticarethane değil.

Dedim ya, avanağın tekiydi bu herifçioğlu. Marketing uzmanlarının büyük sanatçıdan sayıldığı, sahici sanatçılarınsa ancak ölümünden sonra hatırlandığı pazar yerinde, çoğu zaman meteliksiz dolandı durdu, ama yine de gittiği her yere davet üzerine gitti. Ve nerede olursa olsun, hep sokakları özledi.

Hızlı Gazeteci'nin yazar-çizeri, yani ben, biraz tuhafım galiba. Sanatın neyin nesi olduğu konusunda kafası fazlasıyla bulanık olan, ama yine de "ben sanattan anlamam; aslında hiç bir halttan anlamam; sadece köşe yazarlarını okur, o günkü dersimi ezberler ve her fırsatta car car öterim" diyebilecek medeni cesareti taşımadığı için "mış gibi" yapan ve bu yüzden de "sanatçı-y-mış gibi" poz kesen şarlatanlar tarafından aldatılmaya açık bir seçkin camia arasında kendimi her zaman Boyalı Kuş gibi hissettim.

Tüketim Toplumu'nun buyruklarının tanrı buyruğu gibi algılandığı bugünün dünyasında, ortada fol yok yumurta yokken ve astronomik maaşlı medya cengaverleri patron hesabına kelle kopartırken, bir çizgi romancının el üstünde tutulduğu bir yerden pılını pırtısını toplayıp sessizce kaybolmasının altında bir çapanoğlu aramak gerekirdi. Acaba ne olmuş olabilirdi kapalı kapılar arkasında?

Ben de sana soruyorum işte, bu uzun yazıyı okuma sabrını gösteren görünmez dostum; hayatında hiç "bu koşuşturma, bu hırs ne için, ben kimim ve nereye gidiyorum?" sorusuna hazırlıksız yakalandığın anlar olmadı mı? Hiç her şeyi yüzüstü bırakıp, derviş Yunus gibi "asıl adresini" aramak için yollara dökülmeyi arzulamadın mı? Emin misin daha pahalı bir araba, mobilyalar ve güney kıyılarında boş duran bir yazlık villaya "sahip" olmanın hakikat denen nesneden daha değerli olduğuna?

Bir daha düşün istersen… Bakışlarını kendi gurbetine (bedenine) çevirmeyi, tüm elektrikli araçların kapalı olduğu boş bir odada ya da bir ağaç altında yirmi otuz dakika kadar sessiz sedasız oturup, kendi soluğunu dinleyerek içindeki gizli bilgiyi, yani "kapalı kapılar ardında" olup biteni hissetmeyi göze alabilir misin? Kafana tıkabasa doldurduğun sıradanlığın buyruklarından, adını "bilinç" koyduğun bu hurafeler silsilesinden, bu konformist zırhından soyunmayı, yapışıp kaldığın şu mercan kitlesinden kopup "tek" olmayı, akıntıyla sürüklenmeyi göze alabilir misin?

Zor değil mi? Haklısın… Aslına bakarsan, herkes biraz yol yorgunu. Sessizlik korkutucu. O halde, vur patlasın, çal oynasın! Aç şu televizyonun sesini sonuna kadar. Bütün boş vakitlerini bir şeylerle doldur. Ki kendindeki gerçek kendini dinlemeye vakit kalmasın.

Yorumlar

Sevgili Yol Yorgunu, uzun yillar haber alamadigi cok sevdiği bir dostunu, yok artık gitti o diye uzulurken birdenbire sans eseri buluvermesi gibi buluverdim seni…

"Teknolojik buluslari yok edin/ yok edin kanli ego sayfalarini…" diyen siirleri herkese yazdigim -ustelik teknolojik bir bulus olan- bilgisayar ve internet sayesinde hem de… Ama ulasmak kolay olmadi "sayfa goruntulenemiyor" yazisini 2 gundur ezberledim. Sanirim fisilti gazetesi iyi calismis, sevenlerin artmis olacak ki, kalabaliktan giremedim sayfana… Eee ama inat ettim, ne yani yillarca goremedigim sevgili arkadasima merakli kalabalik yuzunden erisemiyecek miydim? Iste bulustuk:)

Sayfana girelim diye ugrasirken diger tarafta bir arkadasla ICQ'da sohbet ediyorduk… Bkz… Asagida.

Ne kötü degil mi? Sadece yasamsal giderlerimizi karsilamak ugruna emegimizi satmak icin buldugumuz/yaptigimiz isler yasamımızın ana amacı haline geliyor…

Evet maalesef öyle, ve beni kahreden de bu, bazen her şeyi ama her şeyi bırakıp kaçasım geliyor, inan son dönemde artık kusasım geliyor yaptığım işten.

Evet bir şey yapmalı… Bir şey yapmalı…

Sırt çantalarımızı alalım karayolundan Orta Asya'ya gidelim:)

Trenlerde uyuyalım… Dağlarda yürüyelim:)

Düşlemek yetmiyor hocam ben yaşamak da istiyorum şimdi:)

Canım fena halde resim yapmak istiyor… Uzaklara gitmek istiyor.

Trenlerde yolculuk etmek dağlarda cadır kurmak… Doganın kucagında uyumak, derelerin buz gibi suyunda yıkanmak… Ahh…benim canım neler neler istiyor…

Senin için acır mı bazen? Benim içim acıdı şimdi.

Gidelim desek… Hemen… Hadi desek… Ne tutuyor ki bizi?

Bilinenin sağlamlıgı mı? Cebimizdeki anahtar mı? Nufüs kütügü mü? Kariyer mi? Cüzdanımız mı?

Tavır almak yeter mi? Karsı durabiliyor musun? Gidebiliyor musun? Anı yaşayabiliyor musun? yıkabiliyor musun köprüleri? Zor zenaat be hocam!

Kim yazmış bu hayatı? Kim proglamış hayatımızı? Hangi alçak? Hangi alçak bizi hapsetmiş daracık alanlara? Kim sokmuş kafamıza mülkiyet duygusunu?

Arınmalıyım… Arınmalıyım… Söküp söküp atmalıyım içimden bana ait olmayan seyleri…

Güzellikleri göstere göstere yaşatmayan, farkındalığımızı esir alan her şey amaa her şey yıkılsın isterim insanlık adına…

Yıkılsın… Defolsun gitsin aklımızdan iligimizden damarımızdan. Düşünmeyi yok edememişler ama… Cesaretsizligi aşılamışlar işte:)

Buna karşı bir aşı, panzehir filan biliyor musun?:)

Bilsem önüme gelen herkese dağıtmaz mıyım, çoğalmak adına…

Necdet Sen sayfa yapmis gördün mü? okudun mu?

Hayır görmedim, adresi ne?

Çok sağol hemen bakıyorum.

Tam da bizim duygularımızı yakalayan bir sayfa…

* * *

Lutfen artik bir yere gitme orada kal:) Cogalalim…

Gorunmez Dostlarindan biri…:)

Figen - 18 Ocak 2001 (23.00)

Sevgili Necdet Abi, söze nasıl başlanır, nasıl bağlanır uç uça kelimeler pek bilmem. Ama tam o anda hani vardır ya kopmuşsundur bir an, yığılmıştır sanki dünya kucağına işte o anda bu güzel yazınızla karşılaştım. Eminim herkes düşünmüştür kaçıp adresini aramayı ama hiç birimiz Yunus olamamıştır. Anlatmak istediğim o ki hiç birimizde o şey yok.

Teşekkür ederim güzel bir ışık gönderdiğin için.

Lale - 12 Temmuz 2011 (12:56)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

66
Derkenar'da     Google'da   ARA