Patronsuz Medya

Bak, gene Hasan Cemal'i yazdım

Necdet Şen - 12 Nisan 2013  


Fakat, ne yapsam bu konuya ilgi duymaktan kendimi alamıyorum.

- "Huuu komşuuuu, duydun mu, Hasan Cemal 'güneydoğu' bölgesinde dolaşıp gezi notları yazacakmış."

- "Ay, hakkatten mi? Hanki gastede?"

- "Yooooo, yazılı basında değil, internette…"

"Arkayı dörtleyelim beyler!"

Tesadüf mü tevafuk mu bilemiyorum ama her iki ihtimalde de hayırlı olsun… 13 yıldır internette mukim eski bir mesai arkadaşı olarak kendisine "hoşgeldin ağabey" diyorum.

Yalnız, onca senedir bu kaygan zeminin zahmetini çeken biri olarak, ona bazı elzem uyarılarda bulunmayı da kadim dostluğumuzun gereği sayıyorum.

Bak Hasan ağabey, bu internette adama öyle para-mara ödemezler. Ödeseler de fındık leblebi parası. Sen o parayla yelkenli teknenin varagele puntellerini parlatacak kavile bile güç yetiremezsin.

Tabii dünyalığını çoktan doğrulttunsa o başka…

"Para önemli değil, yeter ki göz önünde olayım, marka değerim devalüe olmasın" diyorsan, o konuda da büyük hayal kırıklıklarına hazır olmanı öneririm. Benim yaşım nispeten gençti, 13 yıl önceki travmayı (tramvay değil, travma) hafif sıyrıklarla atlattım, ama senin yaşın 70 olmuş, fena çakılırsın.

Ne mi olur meselâ?

Ne olacağının kısas yoluyla idrak edilmesi için, kendi deneyimlerimden bir tutam aktarayım en iyisi.

* * *

İlk haftalarda ve hatta aylarda medya -ve varsa hayranların- sık sık "Hasan Cemal ne yazmış bakalım" diye yazılarına göz atar. Hatta senden alıntı yapanlar da çıkar. (Bana öyle olmuştu. Hatta adının baş harfleri HC olan değerli bir insanın, gazetelerde fotograflarımı görünce telefonla arayıp "bu yürek susmayacak" diye iltifat ettiğini bile hatırlıyorum.)

Sonra?

Tısssssss… Kalabalık sıradaki diğer reklam kuşağına seğirtir, çevren tasavvur edemeyeceğin derecede tenhalaşır.

Tıvitır çağında yaşıyoruz Hasan ağabey. Sana üç ay veriyorum… O da maksimum… Sonra seni o yere göğe sığdıramayan, demokrasi kahramanı ilân eden kalabalık, tebahhur eyleyip kaybolur.

Biraz daha zaman geçer, sen umutla "gidenler döner" diye beklersin. Hatta arada bir kendi adını gugıla falan yazıp, basında, feyste, tvitırda, ekşili kılçıklı kârhanelerde falan senden bahseden birileri var mı diye bakar, hiç bir şey bulamaz, yalpalarsın. Derken, bir gün gelir, kızlarının, meyhane arkadaşlarının, eski kırıklarının bile seni değil de Ayşe Özyılmazel'i, Ömür Gedik'i okuduğunu, tutup bir de forward ettiğini görürsün, içine oturur.

Tabii bu şekilde olmayabilir de. Piyasanın eski kulağı kesiklerinden biri olarak, ne yapıp edip gündemde kalmayı da başarabilirsin. Ama gene de büyük düşler görme derim. Burada (internette) işler biraz değişiktir.

Özgürce yazma meselesi

Sevgili Hasan ağabey, bir de şu veciz lâfına çok takıldım. Gülsem mi ağlasam mı karar veremedim. Diyorsun ki; "İyi ki internet var. Çünkü ben de görüşlerimi orada özgürce yazma imkânına sahip olacağım".

İki gözüm Hasan ağabeyciğim, görüşlerini özgürce yazmayı istiyordun da bugüne kadar elini tutan mı vardı? Gazetede paşayken neden yazmadın? Mevzi kaybetme korkusu mu, maaşı kaybetme korkusu mu, gücünü kaybetme korkusu mu, yoksa hepsi birden mi? Ne tuttu elini? Dakika bir, kendi kalene gol bir; daha başlamadan, aslında düşündüklerini değil de sadece patronun izin verdiği kadarını yazabildiğini itiraf etmiş olmadın mı şimdi?

Görüşlerini özgürce yazmak isteyen, hangi mecrada olursa olsun, yazar. Çok çok da yazısı sansür edilir, dövülür, topuğuna sıkılır, işten atılır, çevresi ıssızlaşır, görünmez adam olur, unutulmaya terk edilir, toplumsal bellekten silinir. Bunu göze alabilen -ki entellektüel duruşun olmazsa olmaz şartıdır- her zaman özgürdür zaten.

Özgürlük lûtfedilen bir şey değil, uğruna ödenecek bedel her neyse ödenip elde edilen şeyin adıdır. Hayatının ilk 70 yılını risk almaktan kaçınarak ve lâfı ağzında geveleyerek geçiren kişinin, o yaştan sonra -artık internette yazmaya başladı diye- bir anda sözünü esirgemez, gözünü budaktan sakınmaz biri olacağını mı umalım şimdi?

Madem onca yıldır özgür değildin, dilinin altındakileri yazamıyordun, internet hemen şurada bir tık mesafesindeyken neyi bekledin? Özgürce yazabilmek için ille de medyadan kovulman ve o saltanat günlerinin artık kesenkes bittiğini idrak etmen mi gerekiyordu?

* * *

Bir de tutmuş tıvitırdan hesap falan açmışsın. Kim çeldi aklını bilmiyorum ama büyük risk almışsın. Bir araştır bak, Corc Kluni ne demiş bu konuda, neden tvitır hesabı yokmuş? Aman haaa! Sen bu temiz kalplilikle oralarda çam üstüne çam devirirsin, iptal et o hesabı, sadece editörü olan mecralarda yaz.

Gün gelir hatırlarsın bu sözümü, lâkin vakit geçmiş olur. Yazık edersin onca yıllık kariyere ve getirisine.

* * *

(Not: Derkenar gibi sapa ve zırzıppa mecralarla işinin olmadığını bildiğim için, bu uyarımın da senin açından davulcu yellenmesinden farksız olduğunun bilincindeyim. Yaptığım, aslında tarihin kıyısına bir kertik atmak. Ya da ana akım tantananın kenar boşluğuna minik bir not düşmek, diyelim. Galiba buna güzel Türkçemizde "derkenar" deniliyor.)

(Soru: Bil bakalım, neden "patronsuz medya" yazıyor 12 senedir Derkenar logosunun hemen üstünde?)

Yorumlar

Bazı insanlar vardır evinize geldiklerinde rahatsız olursunuz. Kendinizi mekânınızda eğreti hissedersiniz. Kimileri de yüzünüzde güller açılmasına vesile olur. Rahatsız edenler genellikle her hareketini kontrol eden, kendini asla salıvermeyecek kişilerdir. Sizi de kendi alanlarına çekiverirler.

Bu insanları düşündüğünüzde, sağlam bir makadi gaz çıkarttığını, husyelerini kaşıdığını, geğirdiğini, şöyle kapkalın bir defi hacet ettiğini falan hayal edemezsiniz. Mutlaka pırt yaparlar, tıss ederler, donun üzerinden dokunmaksızın malzemeyi rahatlatırlar.

Hasan Cemal de, hal ve hareketi ile bende bu steril adam hissini uyandıranlardan. Maalesef bu adamlar beni çok rahatsız ederler ve ne kadar delikanlıca yazarlarsa yazsınlar, ne kadar meydan okurlarsa okusunlar tıss gelir pırt gider.

Ahmet Faruk Yağcı - 17 Nisan 2013 (09:15)

Doğrusu çok merak etmiştim Hasan Bey'in yazılarına nerede devam edeceğini. Çok şükür öğrendik bu vesile ile. Neyse neyse, internette blog yazacakmış. Ayrıca röportajlarını da bir internet gazetesinde yayınlayacaklarmış.

Bu arada Türkiye'nin ilk "canlı blog" yazarı olacakmış kendisi. (Sahi bu ne anlama geliyor bilen var mı? Diğer blog yazarları cansız mı?)

Uzunca bir zaman önce bu sitede bir yazı okumuştum (Yemen'deki arılar internetteki bala gelir mi?).

Meraklısı zaten okumuştur. Tembellik edenler için bir iki cümle alıntı yapmak isterim:

"İnternet… Geleneksel medyadan daha büyük bir ivmeyle kirlenen, çürük ilişkilerin, barbarlığın, cehaletin daha da kontrolsüz ve korkutucu boyutlarda kol gezdiği bir yer oldu. Hem de küstahlığın, kadir kıymet bilmezliğin, densizliğin bir "tık" mesafesine indiği, heves kaçırıcı, nadan, tatsız bir ortam. Yeni fikirlerin değil eski saplantıların ortalıkta dolandığı, safsataların ve iftiranın daha da çapsız kişiler tarafından, üstelik de takma adlarla, hiç bir sorumluluk almadan tekrarlanabildiği, insanların yine bildik saflaşmalar içinde gruplaşıp hırlaştıkları ilkel bir boğazlaşma, çakalların kurt postunda gezindiği bir leş didikleme ortamı."

Hasan Bey demiş ya "taşın altına elini sokmak gerekir" diye. Elini sokmaya kalktığı yer "taş altı" mı bilemem, ama internette yazılanların bazen suya yazılmış gibi olduğunu da hatırlamak lâzım.

Bırak yabancıları, eş-dost-akraba, hatta kardeşlerin okumuyor bazen internet ortamına yazdıklarını. Okuyucu kitlesinin olduğu gibi basılı kâğıttan internete geleceğini düşünüyorsa, bence çok iyimser.

Melih Özel - 17 Nisan 2013 (10:52)

Tekrar edeyim, Hasan Cemal'e karşı hiç bir şahsî garezim, çekememezliğim, gıcığım yok. Onun kurgulanmış "mağduriyeti" ve "asaleti" üzerinden yırtıcı bir reklam ve marka pazarlaması yürüten t24 sitesine de…

Ama bu kadar iddialı "ahlak, fazilet" ve "siz sıçıp batırdınız, biz kovalarla temizliyoruz" mavrası da kabak tadı verdi.

Siz arş-ı alâdan paraşütle mi indiniz kardeşim? Yakın zamana kadar bu "sıçıp batıran" gazetelerin üst düzey yönetiminde değil miydiniz? Oralarda işiniz tıkırındayken basın çok hijyenikti de siz ayrılınca mı pisliğe battı?

Biz mi çok saf görünüyoruz, yoksa siz mi "yerler nasıl olsa" kurnazlığındasınız?

Daha düne kadar çıplak avrat resminden geçilmiyordu web siteniz, bugün de "iktibas edilmiş" içerikten geçilmiyor, size mi kaldı kovalarla temizliğe girişmek?

Hasan Cemal'in şu yaşında bile kenara çekilmeyi egosuna yediremeyişini, esas oğlanlığı ölene kadar sürdürme hırsını, allayıp pullayıp bize "gazetecilik destanı" diye sunmak da neyin nesi?

Bu ucuz reklam ve pazarlama taktiklerine gerçekten ihtiyacınız var mı?

Lütfen, lâf kalabalığına boğmadan dürüstçe cevap verin: Hasan Cemal bugüne kadar daha önce söylenmemiş ne söyledi? Okuduğu romanlardan alıntı olmayan, "damardan" diyebileceğimiz bir tek cümlesini bulup gösterebilir misiniz bize?

Yok efendim, "kendini dürüstçe" eleştirirmiş…

Zaten aileden zengin olan, gazetecilikten de servet yapan, işsiz kalır kalmaz ya İspanya'ya ya İsviçre'ye uçup lüks otellerde manzara seyrederek kendine acıyan bu üstadımızın Kemalettin Tuğcu tadındaki cümleleri mi özeleştiri?

Bu körler sağırlar birbirini ağırlar kurnazlığınızı bize "etik" diye pazarlamayı daha ne kadar sürdüreceksiniz?

Adam "hırslı" olduğunu bizzat kendi ağzıyla söylüyor, başka kimse kalmadı mı "bilge gazeteci" rolünde istihdam edilecek?

Kaldı ki, bütün bu argümanlara gerek bile yok aslında. Bir insanın bu medyada uzun süre köşesini koruyabilmiş olması bile, onun düzenle tam anlamıyla uzlaştığını kanıtlamak için yeterli değil mi?

Ne yapsam? Gidip hırdavatçıdan bir kova ve arap sabunu mu alsam? Madem zaman ortalığı temizleme zamanı, ben de işin bir ucundan tutayım bari.

Necdet Şen - 17 Nisan 2013 (17:15)

Öncelikle tasarımcı ekibi olan portalların %1'inde bile görülemeyen yayın kalitesinden ötürü sayın Necdet Şen'e teşekkür ediyor ve saygılarımı sunuyorum.

Benim Hasan Cemal hakkında detaylı bilgim maalesef mevcut değil. Yine de ses vermek istedim. Bazı yazılarına kızar, bazılarına katılırdım. Benim için bir köşe yazarını okuyor olmamın kriteri basittir. Ara ara bana "A evet bu işin bir de bu boyutu var, ben düşünmemiştim." dedirtiyorsa o köşe yazarını ben fırsat oldukça okurum.

Hasan Cemal'in Kürtler kitabını okumuştum. O kitabın bana çok faydaları olduğunu söyleyebilirim. O kitabı alıntılarla mı yazdı bilemem ama kendisine o kitabından dolayı müteşekkirim. Sanıyorum o zaman için cesur sayılabilecek bir kitaptı.

"Hasan Cemal'in şu yaşında bile kenara çekilmeyi egosuna yediremeyişi" ifadesi bence kime yazılmış olursa olsun saygısız bir ifade olmuş. Etrafımda yaşlanan (artık çoğusu hayatta değil) akrabalarımdan, tanıdıklarımdan gözlemlediğim; insanlar yaşlandıkça hayata daha da sıkı tutunmaya çalışıyorlar. Sebebi ise bence çok basit bir içgüdüye dayanıyor: Hayatta kalmaya çalışma içgüdüsü, bizim deyimimizle canın tatlı oluşu. Bir insan yaşlandı diye niye sağlığı yerinde olmasına rağmen kenara çekilsin ki? Son nefesine dek yapmak istediği şeylerle uğraşması onun en doğal hakkı değil mi?

Bir de son olarak şu ihtimal yok mu? Hasan Cemal belki de ilk kez düşündüklerini yazamamış olamaz mı ya da yazmış ama yayınlatamamış? Eskiden ama gazetesinin paşası olduğu için, ama zaten ülke iklimi istediği gibi olduğu için belki de isteyerek yazdıkları yayınlandı. Ne zaman ki son yazısı reddedildi, bu onun için bir ilk olmuş olabilir. (Şark kafalı toplumlarda bir gün herkes sansürü tadacaktır.)

Son olarak Ece Temelkuran, Nuray Mert gibi çok önemsediğim yazar ve fikir insanlarının kuytu köşelere iktiredildiği bir dönemde sevilsin sevilmesin sembolik bir isim olan Hasan Cemal'in de sansürleniyor oluşu önemli bir konudur.

Sağın sola, solun sağa fark etmez. Sansür kötü değil midir?

Eralp Yavuz - 19 Nisan 2013 (10:41)

"Hasan Cemal'in şu yaşında bile kenara çekilmeyi egosuna yediremeyişi" ifadesi bence yerinde bir eleştiri. Hayata tutunma çabası haklı olabilir ama olgunluk gibi, kanaatkârlık gibi en azından arkadan gelene yer açmak gibi erdem saydığımız tavırların yerine geçince pek takdir edilesi bir şey olmuyor.

Başka bir açıdan, Türkiye'de köşe yazarlığı -ana akım tabir edilen medya için söylüyorum- şu haliyle içinde iktidar olan parlak bir kariyerdir. Misyonu insanları oyalamak, eğlendirmek, bilgilendirmek ve yeri gelip gazını almak olan planlı programlı bir meslek. Reytinginiz yüksekse ve toplumla, yani müşteriyle etkileşim içinde olmanın getirdiği risk işveren tarafından kabul edilebilir sınırlar içindeyse iki taraf için de getirisi yüksek bir ilişki söz konusudur.

Başka bir deyişle, gazetecilik (ana akımda), ham madde olarak kullandığı haberin zenginleştirilip müşteri devamlılığını sağlamaya yönelik kurgulanması üzerine kurulu bir iş koludur. Köşe yazarları ise, belirli bir otonomiye sahip olmakla birlikte, som tahlilde çıkan ürüne edebi ve entellektüal bir lezzet katmakla yükümlüdür.

Bu camiada birinin yetmişinde bile harıl harıl gazeteye yazı yetiştirmesine şaşmamak gerekir. Neticede the show must go on. Keza başka birinin X gazetesini bırakıp Y'ye geçmesi de bence Acun'un Show Tv'yi bırakıp Star'a geçmesiyle aynı şeydir.

Yalçın Şahin - 21 Nisan 2013 (15:44)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

82
Derkenar'da     Google'da   ARA