Patronsuz Medya

Mülkiyet Hırsızlıktır

Necdet Şen - 5 Mart 2001  


Gün boyunca monitörün üstünden onları görüyorum. Hep oradalar; denizi bitmiş tekneler gibi pinekliyorlar 24 saat burunları duvara dönük. Onlar, tıpkı çocuklarımız gibi, tıpkı bizler gibi, nefsine hakim olamamış yetişkinlerin bir hevesle edinilen ve sonra bir köşede unutuverilen günahsız kurbanları.

Zaman zaman sebepsiz ciyaklamalarla anımsatmaya çabalıyorlar kendilerini, ama yine de orada, yüzleri duvara dönük, lastikleri inik, çürümeye terk edilmekten kurtulamıyorlar.

Arabalardan söz ediyorum. Biz tüketim toplumu robotlarının şahsiyet satın aldığımızı zannederek satın aldığımız ve bazen apartmanların otoparklarına terk edip gittiğimiz otomobillerden.

Oysa şahsiyet satan dükkân yok; dost satan dükkân olmadığı gibi.

Her akşam arabanın sahibi, çizgi film adımlarıyla hımbıl hımbıl geliyor, otoparkta çürümeye terkettiği otomobilinin etrafında şöyle bir tur atıyor, lastiklerine bakıyor, kapılarını kontrol ediyor, bazen açıp içine giriyor, direksiyonda oturup bir buçuk metre ötedeki duvara bakıyor beş on dakika kadar, sonra dışarı çıkıp değerli mülkünün kapısını kilitliyor ve yine çizgi film adımlarıyla sallana sallana evine çıkıyor.

Alalı bir yıl oldu ama kullanmasını öğrenemedi bir türlü. Belli ki dolmuşla ya da servisle gidip geliyor işine, arabasız da yaşayabiliyor; ama yine de üç kuruş maaşından artırdığı paraları bağladığı o anlamsız metal yığınını elden çıkarmayı göze alamıyor.

Geçen yaz, günün her saatinde yerli yersiz çalmaya başlayan alarmıyla canımdan bezdirdi beni. Haber yolladım kapıcıyla onarması ya da kapatması için. Tınmadı. Tekrar uyardım. Gene tınmadı. Onu rahatsız etmiyor olmalıydı o histerik elektronik çığlıklar. Kapıcı "abi boşuna uğraşma, bütün apartman ricacı, ama herif duvar gibi duyarsız, umursamıyor bile" deyince tepem attı, fırladım sokağa, arabanın orasını burasını tekmelemeye ve "eğer on dakika içinde bu zırıltıyı kapatmazsa ilk gördüğüm yerde dövücem öküzü" diye bağırmaya başladım. Sağolsun, kibar adammış, uyarımı hemen dikkate aldı. Birkaç dakika içinde indi, kıstı Allah'ın cezası alarmın sesini. Kısış o kısış.

Şimdi monitörün üstünden görüyorum, ses telleri alınmış bir fino köpeği gibi, park lâmbalarını sessizce yakıp söndürerek hissettirmeye çabalıyor kendini terk edilmiş zavallı otomobil. Bu sessiz protestoyu bir ben görüyorum. Kişiliği güdük kalmış, araba sahibi olmaktan medet uman zavallı, işyerinde kapkaççı piyasaya sürülecek yeni paraları "kazanmakla" meşgul.

Bir diğer terk edilmiş otomobil, otoparkın diğer ucunda. Lâstiği üç yıldır patlak. Zamanını dolduruyor. Uzun süre gözümün önünde durdu. Sahibini tanımıyorum. Bekar bir bayanmış. Kapıcıya "git söyle, eğer beceremiyorsa lâstiğini ben tamir ederim" dedim, kapıcı "abi bu teklifi senden önce diğer komşular da yaptı ama kadın "amaan boşveer" diyor" dedi.

Herhalde hali vakti yerinde olmalı, milyarlarca lira saydığı arabayı ikinci gün hevesi geçip otoparkta çürümeye bıraktığına göre.

Çok sevdiğim bir arkadaşım, şovmenlikten kazandığı parayla Amerika'dan Corvette (astronomik fiyatlı spor otomobil) getirtmişti. Son görüşmemizde "biniyor musun arabana" diye sormuştum, "İstanbul yollarında nerede bineceksin, garajda duruyor, köpek kulübesi oldu" demişti. Ölen köpeğinin yerine alınan (o da marka tabii) yavru köpek, bütün gün garajda hapsedilmenin sıkıntısıyla arabanın boyalarını kazıyormuş.

En aklı başında gibi görünen dostlarıma bile "Mülkiyet Hırsızlıktır" diyen Proudhon'u neden haklı bulduğumu anlatamamanın sıkıntısını yaşamıştım bir kez daha.

İki yıl geçti bu konuşmanın üstünden; köpek büyümüş, araba boyanmış olmalı. Arkadaşım çok meşgul biri, iki yıldır görüşemedik. Mutlaka birkaç Corvette parası daha kazanmıştır bu zaman zarfında.

Haa, ben mi? Ben duvarların eskiyişini seyrettim son dört yılda. Kolay yollara sapmadan, beynimi kazırcasına, nereden gelip nereye gittiğimi, kim olduğumu düşündüm. Bir tek şey içimi çok acıttı; ganimet değil de borç olarak algıladığım yeteneklerimin zekâtını insanlığa geri ödeyemedim o zaman zarfında. Esirgediğimden değil, yüreğime kan oturmuştu, bunca bencilliği, aç gözlülüğü, sevgisizliği anlayamıyor, içime sindiremiyordum. Bir cevap bulmam lâzımdı.

Şimdi delirmiş gibi çalışıp çabalıyor oluşum ondandır; eksiğimi kapatmaya, hayata borcumu ödemeye çabalıyorum.

Para pul mu? Aman eksik olsun! Fazlasıyla "zengin"im; daha dağıtacaklarım bitmedi.

* * *

Hepimiz bu soygun ahlâkının içinde doğup büyüyor, düzenin değerlerini tanrı buyruğu gibi algılıyor, "neden diğer insanlarla ve tüm varlıklarla aramızdaki bunca ayrılık gayrılık?" sorusunu belki bir kez bile sormadan süremizi doldurup, fiyatı serbest piyasaya göre belirlenen mezarlarımıza uğurlanıyoruz.

Öyle ya, dünyada bunca insansızlık, duyarsızlık, üzüntü varsa var. Açlık ve itlâf kıskacında sıkışmış bunca kuyruklu evliya, bunca yokluk yoksulluk varsa var; kimin umurunda? Ziyadesiyle içselleştirmedik mi piyasa ahlâkını? Her koyunun kendi bacağından asılacağını, sağ gözün sol göze faydasının dokunmayacağını söyleyen buyruğa biat etmedik mi hep birlikte? Bize erdemli olmayı değil, birinci sperm olmayı aşılayan aile ocağında almadık mı ilk hayat derslerimizi? İkiyüzlülüğün ve duyarsızlığın mektebinden birincilikle mezun olmadık mı pek çoğumuz?

Geceleyin uykularımızı bölen, piç eden araba alarmları hangi hastalıklı duygularımızın cisimleşmiş hali dersin? Bizi insanlığımızla, karakterimizle değil; ama arabamızın markasıyla, paşa dedemizin ihsan edilmiş asaletiyle, hormonlu gıdalarla besleyip manken yaptığımız kızımızın televole orospusu olmasıyla övünür kılan hastalıklı benmerkezcilik hangi sürecin devamı?

Bazen yolun ortasında durdurup yakasına yapışmak istiyorum insanların, şöyle adam akıllı sarsıp dilimin ucuna gelenleri art arda sıralamak…

* * *

Sen, Tüketim Toplumu Robotu! Hiç sordun mu kendine, "ihtiyaç" adını verdiğin şeylerin kaçta kaçı sahiden ihtiyaç?

Her fırsatta modelini yükselttiğin araban mı? En pahalı kolejlerde okuttuğun ve çocukluğunu yaşatmadığın, kendin gibi bir sustalı maymuna dönüştürdüğün çocuğunun yüklü "formatlama" giderleri mi ihtiyaç? Güney kıyılarında satın aldığın, içini döşediğin ama gidip oturmadığın yazlık villâlar mı? Aylığını alır almaz hipermarketlere karfurlara ikealara seğirtişin mi? Durup dinlenmek bilmeden mülk edinmeye çalışman mı ihtiyaç? Her bayram tatilinde leylekler gibi iç göç kervanına katılışın mı? Televizyonda, gazetede, orda burda gördüğün her zırıltıyı masraf listene ekleyişin mi?

Her devalüasyondan sonra siyasetçilere sövüyorsun, büyük vurguna alet ve belki ortak oldukları için. O vurgunun en önemli ayağı sen değil misin, bir koyup bin kazanma hırsınla? Kim kaptırdı bankerlere, borsaya, tefeciye, uyanık müteahhite, dalavereciye, vaybabamcıya o paraları? Ne hesaplıyordun çıkınını onlara emanet ederken? Açık olsana, vurgundan kendi payına düşeni almak değil miydi amacın? Yüzde bilmem kaç kazandıran gecelik repoya, dolara, altına, faize hücumlar, nerede beleş kazanç varsa orada konuşlanmalar…

Hükümetin ahlâksızlığı mıydı sadece, yoksa sen de bir parçası mısın bu vurgun ekonomisinin?

Hem de en olmazsa olmaz parçası; ekonominin motoru, ortadirek, yani aç gözlü uyanık kerizler güruhu…

Sen kazığı yedikçe ve ne zaman işin ucu kendine dokunsa feryat ettikçe bıyık altından gülüyorum. Seni gidi kendini alemin akıllısı zanneden çarıklı erkânıharp seni! Seni gidi çakal!

Şahsiyetini geliştirmek için harcamadığın çabayı "diğerlerini" dirseklemek için harcarken kendi berbat Karma'nı oluşturduğunu anlayamamıştın değil mi? Akşam yediğin hurmaların sabah basurunu tırmalayacağını belli ki düşünememiştin. Yoksulluğa sırtını dönüp, hanlarda konaklarda sefa sürecektin.

Pahalı şeyler satın alarak adam sırasına karışacağını hesaplamıştın sanırım. Sağ gözden sol göze fayda yoktu ve sen de herkesi -özellikle de, eğer azıcık sevebilseydin birçok güzelliği birlikte yaşayabileceğin en yakınındaki insanları- dirsekleyerek kazandığın paracıklarını poka püsüre yatırıp, onları gardroplarda, yatak altlarında, dolap arkalarında, apartman otoparklarında çürümeye terk ederken düşünmekten kaçınmış, hayatın fısıltısına kulaklarını tıkamıştın sanırım.

Sanırım sevmeyi öğrenememiştin.

Sevginin sadece adını biliyor ve bu yuvarlak sözcüğü parayla satın alınamayacak şeyleri ele geçirmek için kullanıyordun.

* * *

Ama bizden önceki sayısız insan silsilesi gibi biz de günü gelip "emaneti" asıl sahibine teslim ettiğimizde, geriye yalnızca yapıp ettiklerimizin tortuları kalacak. Etlerimizi kurtçuklar yiyecek. Kendi hesabıma, afiyet şeker olsun, diyorum; hiç bir itirazım olamaz, ayrı gayrı değiliz. Ama biz menfaat ve mülk peşinde koşarken farkına varmasak da, kediler bin yıl sonra da bugünkü gibi eşsiz güzellikte uyuyacaklar. Bulutlar yine şekilden şekile girecek. Kuşların cıvıltısı, beynindeki kuru gürültüyü susturabilmiş insanların kulaklarına kadar ulaşabilecek. Ilık bir meltem esecek belki ve hep var olan sevgiyi bir yerden alıp bir yere, gönül gözü kapanmamış olanların yüreklerine taşıyacak. Betonun üstündeki pati izlerine sevgiyle bakmasını becerebilenlerle kulağına yapışık telefona kilitlenmiş olanlar sahilde yan yana geçişecek.

"Bebek dillenecek, güçsüz hallanacak,
sis kalkacak İsfendiyar başından…"

Yeni araba modelleri çıkacak, reklamcı denen uğursuz yaratık bizi, eskisini elden çıkarıp piyasaya yeni sürülenden alırsak daha çekici olacağımıza inandırmak için türlü çeşitli yalanlar icat edecek. Ruhunu patronuna satmış yeni yazar ve çizerler eskilerle yer değiştirip, toplumu "kapitalizmin aslında tarihin sonu, yani insanlığın ulaşabileceği en yüksek toplumsal ilişki biçimi" olduğuna inandırmak için lâfazanlık yapacak.

Ve bu palavralara inanan yeni koyun sürüleri yeni model arabalara ve yeni harcama kalemlerine para yetiştirebilmek için işyerlerinde abus suratlı, belkemiksiz şeflere ve patronlara domalmaya devam edecek.

Bu "saadet" zinciri belki böyle sürecek, belki kopacak. Ama içimizden bazıları daha yaşarken ölmüş, belki de hiç bir zaman tam anlamıyla doğamamış olacak.

Söylemeye dilim varmıyor, ama gemi azıya almış şişkin benliklerimizden geriye iz kalmayacak. Silinip gideceğiz hayal perdesinden.

Yorumlar

Bize anne ve babalarımız, televizyonlar, gazeteler, öğretmenlerimiz bambaşka şeyler söylüyor, siz bambaşka. Fena halde kafam karıştı.

Nedret Güler - 3 Kasım 2007 (1:07)

Hocam haklısınız. Araba kullanmayı bilmeyen insan neden araba alır anlamış değilim inanın. İnsanlar neden ihtiyaçları olmayan şeyi alırlar, bence hava atmak için. İnsanlar iğrenç insanlar, lan kilonuz kaça sizin. Ciğerinizi versek köpek bile yemez adına insan denilen yaratıklar. Şeytana pabucu ters giydirirsiniz. Şeytan siz yeryüzündeyken dolaşmaya utanıyordur, insanoğlu beni geçmiş diye.

Melâhat Erdoğan - 20 Nisan 2011 (11:38)

Melâhat Hanım, biraz frene bassanız diyorum. Yorumlarınızda iyisiniz hoşsunuz da, insanı eleştirirken biraz ağırdan alsanız, sonuçta siz de bir insansınız. Yani bu dünyada iyisi de var kötüsü de var demek dururken, böyle veryansın etmeseniz, daha az kırıcı, daha çok yapıcı olmaz mıydı? Yine de siz bilirsiniz tabii. Saygılar.

Nuri - 20 Nisan 2011 (14:17)

Nuri Bey benim yazdıklarım az bile. Yediğim kazıkları anlatsam ciltler dolusu ansiklopedi olur. Biz 3 bayan aynı odada çalışıyorduk. Bir tanesi yeni gelmişti. Ben ona işi öğrettim. Onu bir profesyonel yaptım. O ne yaptı biliyor musunuz odadaki diğer ciğeri beş para etmez kadınla samimi olup beni dışladı. Birlikte beni müdüre şikâyet edip şubemi değiştirdiler. Ben o iki ……yı Allaha havale ediyorum. İşte böyle nuri bey kimseye iyilik etmemem gerektiğini çok acı bir şekilde öğrendim.

Melâhat Erdoğan - 20 Nisan 2011 (14:59)

Hay çok yaşayın siz Nuri Bey! Ağzınızdan bal damlamış. Frene basma konusunda iki kere hem fikirim.

Sabriye Sabırtaşı - 20 Nisan 2011 (16:28)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

82
Derkenar'da     Google'da   ARA