Patronsuz Medya

Yeter ki kafana koy, tahtayı delersin

Necdet Şen - 2001

Künye - Sabriye Tenberken, Yolum Tibet'e Düştü, Çeviri: Berrin Ağaran, 208 sayfa, Parantez yayınları  


Haftalardır "ha yazdım, ha yazıcam" derken, necip Türk medyası bombayı patlattı: "Kör Türk kızının Tibet macerası! Dünya onu konuşuyor!"

Aslında 26 yaşında bir Alman kızı olan Sabriye'nin bu azim ve inanç öyküsü, tek başına Tibet'e gidip, köy köy dolanıp kendisi gibi kör çocukları araması bulması ve onları Tibet'in başkenti Lhasa'ya inmeye ikna edip, orada envai çeşit zorluğun ve engellemenin üstesinden de gelerek bir körler okulu açıp çocuklara körler alfabesini öğretmesinin hikâyesi. Ama değerli medyamız gelenek olduğu üzre, adından yola çıkarak Sabriye'yi "Türk kızı" yapıvermiş.

Daha önce de kimleri Türk yapmamışlardı: Isabelle Adjani'den Freddy Mercury'ye, Elvis Presley'den Tansue Chiller'e kadar muhtelif meşhurların "gizli Türk" oldukları haberleri birer ibret vesikası olarak, yine matbuatımızda bol bol işlenmişti. Biliyorsunuz, onlar Türk olunca, bizim de milletçe boyumuz uzuyor.

Gene de biz, medyamızın ve serada yetiştirilmiş kavruk "aydın" ımızın Batı karşısındaki geleneksel aşağılık kompleksine fazla takılmayıp, Sabriye'den söz edelim:

Daha yirmili yaşlarda bir üniversite öğrencisiyken (şimdi 31), hiç bir mesleki kariyer ve kazanç kapısı vaad etmeyen Tibetoloji'yi kendisine dal olarak seçiyor Sabriye Tenberken, öğretmenlerinin tüm uyarılarına rağmen. Bununla da yetinmeyip, Batılıların kullandığı altı noktalı kabartma kör alfabesini Tibet gramerine uyarlıyor.

Ve sonra pek "akıllı" işi gibi görünmeyen bu projesini çevresindekilere açıyor: Tibet'e gidip, oradaki kör çocuklara okuma yazma öğretmek.

Annesi ve babası sanırım pek itiraz etmiyor, ama başta sevgilisi, yakın arkadaşları, hocaları ve diğerleri "manyak mısın kızım, bu kör halinle" biçiminde özetlenebilecek veciz vazgeçirme çabalarına yoğunlaşıyor.

Ama Sabriye, "ben körüm, felek beni bağrımdan vurdu" gibi kendine acıma triplerine girmek yerine, kendi sınırlarını keşfetmek ve hayatın içine bodoslama dalmak eğiliminde olduğundan, bu "akıllı uslu" önerilerin hiç birine kulak asmıyor. Bastonuyla bastığı yerleri yoklaya yoklaya, sesleri dinleye dinleye, Çin üzerinden Tibet yaylasına vasıl oluyor.

Hep duyarız ya "Almanlar şöyle disiplinli, böyle prensip sahibi, öyle ciddi" diye, siz onu bir de Sabriye'ye sorun; kendi çabalarıyla bulduğu tüm maddi/manevî imkânlar Almanya'daki bürokrasi çarkının içinde öyle bir gâvur eziyetine dönüşüyor ve buralarda da çok iyi tanıdığımız vasatistan tabloları orada da onu öyle canından bezdiriyor ki, insan kitabı okurken bile hop oturup hop kalkıyor.

Aynı yiyiciler ve dediğiyle yaptığı birbirini tutmazlar güruhu tabii ki Tibet'te de ayağına dolanmaktan geri durmuyor, ama ne Doğu ne de Batı ile kaim olmayan insancıllık ve yardımseverlik de en pırıltılı örnekleriyle karşısına çıkıyor. Tibet'te rastladığı Hollandalı Paul, ona önce yol arkadaşı sonra da aşık oluyor. Kovboy filmlerine taş çıkartacak serüvenler yaşıyorlar birlikte. At üstünde dağ tepe aşmalar, uçurumların üstüne konmuş kalaslardan yürüyüp karşıya geçmeler, dağa tırmanmalar, tek başına karanlıkta ıssızda kaybolmalar ve daha neler.

Kör olduğu için lânetlenmiş sayılan ve çoğunlukla kulübelere hapsedilen, hatta bazen bağlanan o çocukların içindeki pırıltı bir bir açığa çıkmaya başlıyor, bir mucize Sabriye'nin inadı ve özgüveni sayesinde gerçek oluyor. Pürüzleri tek tek aşıyor, kendisini ve projesini dünyaya kabul ettirmeyi başarıyor genç Alman kızı.

Bu kitaptan şunu öğrendim: "Hele bir kafana koymayagör, neler neler yaparsın."

Ben bunu bilmiyor muydum? Biliyordum netekim; ama bunu başkalarının da bildiğini bilmiyordum. Kitabı okuduğum günden beri, benim gören gözlerimle Hindistan'lara gitmeme, sefil otellerde falan uyumama pek şaşan ve "ben bunu asla yapamam" diyenlere bu kitabı okutmayı arzuladım.

Ah, bir de çevirmenin o bozuk, yalapşap Türkçesi ve bir de kitabın pat diye bitiveren, bitmemiş izlenimi uyandıran çalakalem final bölümü olmasa tadından yenmeyecek lezzette bir öykü Sabriye'nin öyküsü. Bakar körlerle gönül gözü açıklar arasındaki farkı gayet güzel öğretiyor.

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

86
Derkenar'da     Google'da   ARA