Patronsuz Medya

Reklamsız bir dünyada yaşamak istiyorum

Necdet Şen - 4 Eylül 2008  


Gezegenin kaynakları hızla tükenirken kulağımıza daha da fazlasını tüketmemizi fısıldayan bir insan türü var:

Adı Reklamcı.

Elektronik neşriyatı, matbuatı, sokakları, otobüs gövdelerini ele geçirmiş. Kuralları o koyuyor.

Yüz yıl düşünsek eksikliğini hissetmeyeceğimiz bir yığın ıvır zıvırı, boyalı içecekleri, kozmetikleri, oluk oluk benzin yutan arazi araçlarını öyle bir allayıp pulluyor ki, en alık halkasından başlayarak tüm insanlık bu gaflet deryasında usul usul boğuluyor.

* * *

Bilinçaltımız reklamların saldırısı altında. Hipnotize ediliyoruz.

Dünyayı nasıl algılamamız gerektiğini, neyin eksikliğini hissedeceğimizi, kimi hangi kriterlerle beğeneceğimizi reklam kuşakları telkin ediyor bize.

Neredeyse tüm reklamlarda aynı toz pembe dünya tasviri; bonbon şekeri gibi kızlar ve oğlanlar, kusursuz bembeyaz dişler, hiç çalışmayan, sadece eğlenen kaygısız gençlik, spor ayakkabının ya da otomobilin markasına bakarak beğenilen karşı cins, en konforlu evlerde oturan, en leziz yemeklerle beslenen, üşümeyen, yorulmayan, itilip kakılmayan, ihtiyarlamayan, ölmeyen gül yanaklı masal insanları…

Mesaj hep aynı: "Bunu satın al, mutlu olacaksın."

Peki ya biz şimdi de mutluysak ne olacak?

O zaman müşteri olamazsın; git önce mutsuz ol.

Kıskançlığı, imrenmeyi, ezikliği, yoksunluk duygusunu tat.

Sonra buyur gel, mağazamızda sana uygun bir şeyler de bulunur.

Reklamlarda yaşayan insanların hiç derdi yok. Ne güzel. Varsa bile tek dert neşe hanımın kepek sorunu, şükran hanımın selülit sorunu.

O sorunlar da 10-15 saniyede çözülüyor. No problem.

Reklam ülkesinin insanları yiyor içiyor dans edip para harcıyor.

Gündelik hayatın kuruluğu içinde her şeye imrenen yoksun kalabalık için minik ekmek kırıntıları.

Kırıntıları takip edenlere şekerci dükkânının yolunu bulduruyor reklamlar.

O kadar sağanak halinde o kadar ısrarcı ki, sadece şu ya da bu ürünü satmakla yetinmiyor, gerçekte var olmayan ve olamayacak bir mutluluk yanılsaması yaratıyor.

* * *

Sabah uyanmadan önce gördüğümüz herhangi bir rüya bazen gün boyu kendimizi iyi ya da kötü hissetmemize neden olurken, bilinçaltımızı kesintisiz telkin altında tutan reklamlardan kalıcı olarak etkilenmediğimiz söylenebilir mi?

Zaten etki altında kalalım, yoğurulup şekillenelim diye değil mi şunca masraf ve tantana?

Bilinçaltımızın en bakir alanlarına yönelik sistemli bir istilâ değil mi bu?

Amaç, bizi iştahı kabarmış, memnuniyetsiz, açgözlü insanlara dönüştürmek, eksikliğini duyduğumuz doyumun parayla satın alınabileceğine inandırmak değil mi?

Cazibesiz biri olduğumuza inanmalıyız ki kazancımızın neredeyse tamamını giyim kuşama kozmetiğe harcayalım, mutluluk hayallerimizi lüks otomobillere, yatlara, villalara bağlayalım.

Kendimizi çok önemli bir şeylerden yoksun kalmış hissetmeliyiz ki şence budala gibi o etkinlikten bu etkinliğe seğirtip, yaşadığımız mekânın her metrekaresini müflisten mal kaçırırcasına satın alınıp oraya buraya tıkıştırılmış bir yığın ıvır zıvırla dolduralım.

Biz bu kadar uyuşuk zihinli bir toplum olmasak, arada bir "istiflediğimiz şunca şeyin hiç biri yokken neyimiz eksikti" diye sormaz mıyız?

* * *

Keşke reklamın ve reklamcının hiç olmadığı bir dünyada yaşamak mümkün olsa.

Bana göre reklamcı, yeteneğini, zekâsını, bilgisini piyasa düzeninin emrine sunmuş olan zararlı bir kişidir.

Dünyanın sonunu getirecek olan şeyin sorumsuzca kaynak israfı olduğunu bal gibi bilir. Ama gene de meslek icabı müsrifliği telkin eder.

İnsana "ben neye hizmet ediyorum" diye sordurtan vicdan eşiğinden çoktan atlamış, diğer tarafı seçmiştir.

Bundan sonrası, o seçimi kendisine ve başkalarına mazur gösterecek mavralar uydurmak ve müşterileri hesabına kolları sıvamaktır.

Tüm becerisini seferber ederek akıl çelmek, yapay ihtiyaçlar yaratmak, sıradan insanları soru sormaksızın alışveriş yapan birer otomata dönüştürmektir reklamcının işi.

Dünya baş aşağı giderken, o emrine amade olduğu sınıfın tahsis ettiği maddî olanaklarla burnundan kıl aldırmayan bir züppeye dönüşür.

Arada bir "çevreci-solcu" filmler falan yapar günah çıkarmak için.

* * *

Devir reklamcının devri. Kavramları belirleyen o.

Gazetelerin sayfa düzenini, çok satacak kitapları, televizyon yayınlarının formatını, yayından kalkacak dizileri, seveceğimiz yüzleri, tüketim alışkanlıklarımızı, zevklerimizi reklamcılar tasarlıyor.

Yazarın çizerin gazetecinin işi, reklamlardan arta kalan boşluklara kendi meşrebince üç beş satır karalamak.

Reklamcıların başrolde olduğu bir filmin yan rollerdeki oyuncuları gibiyiz biz aslında.

Bir çeşit dolgu malzemesi. Garnitür.

Mesleğimize ilişkin tüm o parlak söylevler, o büyüklenme, o dava adamı pozları, aslında bu durumumuzu bir nebze katlanılabilir kılabilmek için.

Yorumlar

Kızım geçen yıl ilk kez üniversite sınavlarına hazırlanırken, tercihleri arasında "reklamcılık ve halkla ilişkiler" de olduğunu görünce ne yalan söyleyeyim, bozuldum. Kendimi ihanete uğramış gibi hissettim bir an. Biz devrimci bir kuşaktık. Reklamcılık, bizim için ayıp bir şeydi. Küçümserdik. Şimdiki gençler biraz daha "değişik" .

Anlamaya çalışıyorum tabii ama itiraf edeyim kızımı gene de anlayamıyorum. Ama neyse ki o okula girmedi, veterinerlik okuyor.

Kerem - 25 Şubat 2010 (11:33)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

93
Derkenar'da     Google'da   ARA