Patronsuz Medya

Medya'da yükselmenin altın kuralı

Necdet Şen - 8 Eylül 2008  


"Yaşama Dönüş operasyonu adı altında cezaevlerine operasyon yapıldı. CNN Türk'ün helikopteri de çekim yapıyordu. Panik halindeyiz. Çok kötü görüntüler var. Hepsini veremiyoruz. Metinler baştan yazılıyor. Görüntüler kesilip biçiliyor. Helikopterden çektiklerimizin dışında Jandarma'dan da görüntüler geldi. O gün ben nöbetçiyim. Haberi sunmaya hazırlanıyorum. Birand 'ben sunacağım çabuk kalk oradan' dedi. Kopuk kollar, kan revan içinde görüntüler. Birand nasıl bir heyecan duyuyor. Ağzının suyu akıyor onu anlatırken. Benim yüreğim acıyordu."

* * *

Yukarıdaki cümleler ekranın "tutunamayan"larından haber spikeri ve programcı Ayşenur Yazıcı'ya ait.

Yıllarca ATV'de ana haber bültenini sundu. Kaliteli programlara imza attı. İşinin ehliydi ama yaptığı iki program da farklı zamanlarda palas pandıras yayından kaldırıldı. Hem de hiç bir gerekçe gösterilmeden.

O da haklı olarak isyan ediyor şimdi bu hoyrat tutuma.

Zaman'a verdiği mülâkatta "bizde anchorman denilen kişiler hükümetle patronlar arasındaki ilişkilerde kendi kelâmlarını kullanarak düzgün yollar inşa etmeye çalışırlar; hükümetle patronları arasında arabulucu gibidirler" diyor.

* * *

Otuz beş yılı bulan matbuat hayatımda kişisel olarak tanık olduklarım da bu yargıyı doğrular nitelikte.

Bu zaman zarfında şu soruya hep cevap aradım:

Nasıl oluyor da basın ve televizyon mesleğinde çömez bile olamayacak bazı kişiler oldum bittim zirvedeyken, işini doğru düzgün yapan başkaları, bırak yükselmeyi, meslekte tutunmayı bile başaramadılar?

Hele medyadaki önem piramidinin en tepesinde mıhlanmış kıpırdatılamayan anchorman elitine baktığımda kafam adam akıllı allak bullak oluyor.

Belki de soruyu bu kadar sivrilterek sorduğum için bulamıyorum cevabını. Bulunduğu noktaya bileğinin hakkıyla, kazıya kazıya gelen insanlar da var medyada, kerameti kendinden menkul ayak oyunları ve pistonlarla gelenler de.

Belki şaşkınlığımın nedeni kimi medya starlarının çömezlik günlerini bilecek kadar "eski" oluşumdan kaynaklanıyordur.

Düşünsene, 25-30 sene önce gazetenin birine baba dayı enişte torpiliyle falan kapağı atmış, müdür çantası taşıyarak protokole sığışmış bazı insanların zaman içinde kıvrak bir ivmeyle en üst basamağa zıpladığına tanık olsan sen afallamaz mısın?

Kalibresi onlardan çok daha yüksek bir sürü insanın milim milim ufaldığına, unutulduğuna, yok olduğuna da tanık olmuşsun üstelik.

Akıl erdirebilir misin bu amerikan rüyasına?

Hem de kimlerin hangi ayak oyunlarıyla hangi koltukları kaptığı, kimlerin hangi pis işlerin taşeronluğuna soyunduğu mahalle kahvelerinde bile konuşulurken…

* * *

Biliyorum ne söylense biraz eksik kalır, ama yine de bir tespitim var bu duruma ilişkin.

Otuz beş yıl önce matbaa mürekkebi kokusuyla ilk tanıştığım günlerde gazeteler çekirdekten gazeteci olan aileler tarafından çıkarılırdı.

Zamanla medyanın sermaye yapısı değişti.

Son gazeteci kökenli patron da yarıştan çekildiğinde basın yayın katarı kütürtüyle makas değiştirdi.

Artık gazeteler ve televizyon kanalları, başka sektörlerde kazandığı parayı daha da büyütmek için (kuvvetli bir baskı aracı olarak) münhal medya bakınan yeni kuşak sermayedarlar tarafından yönetiliyor.

Böyle bir sermaye yapısı da gazetecilikten başka marifetleri olan ve asıl o marifetleriyle patronun gözdesi olabilen yeni bir medya yöneticisi tipi ortaya çıkarıyor.

O tip yönetici, kavruk bir taşra kasabasından gelen ve her nasılsa orta yaşlarına doğru paranın efendisi olmuş olan patronunun "yaşamın gustosu" konusunda kursağında kalmış heveslerine usulünce servis yapabilecek "rafine" adaylar arasından seçiliyor.

Yurt dışı gezilerine birlikte çıkıyor patronla yeni tip medya yöneticisi. Ankara'ya uçmak gerekiyorsa birlikte uçuyor.

Gazeteyi mutfaktaki birileri pişiriyor nasıl olsa kör topal.

Ama yeni tip medya yöneticisi mutfaktaki yamaklarının elinden gelmeyen bir şeyi çok iyi beceriyor.

Bir nevî güllâbîcilik bu.

Kişiye özel turist rehberliği.

Ya da hosteslik.

En kaliteli şaraplar, en havalı eğlence mekânları, en asude tatil beldeleri nerelerde, o biliyor.

Su gibi Fransızcasıyla patronuna tercümanlık yapıyor.

Çatal bıçak tutmayı öğretiyor belki. Giyinip kuşanmayı. Sanat siyaset felsefe üzerine üç beş basmakalıp söz söyleyebilmeyi…

Resmî bir pürüz varsa, onları da hallediyor.

Bir telefon… "Korum ulan senin orana!" Pıhtı çözülüyor.

Sayesinde her yer holding için "ulaşılabilir" oluyor.

İşte o zaman da gazete yöneticisinin ağırlığı gazeteciliğiyle değil, devletin ve hükümetin en kilit noktalarıyla kurmuş olduğu "sıcak" ilişkilerle ölçülüyor.

Ecirle müdür arasındaki farkı belirleyen hassas ayar da burada ortaya çıkıyor işte.

Bu ince ayrıntıyı göremeyen (ya da görüp de o terazide tartılmayı izzeti nefsine yediremeyen) medya çalışanının kuru maaşa talim edip susmaktan ya da paketlenip şutlanmaktan başka seçeneği kalmıyor.

Yorumlar

Medya'da yükselmenin altın kuralları arasına jandarmanın Jitem'in falan medyadaki truva atı olmayı da eklemek gerekiyordu. Unutmuşsunuz.

Ersöz-Balbay görüşmesinin en kritik konusu ise Cumhuriyet gazetesi. Üçlünün üzerinde anlaştığı plana göre önce Cumhuriyet gazetesinin tirajının arttırılması gerekiyor. Hedef 100 bin. Bu amaçla "Aydınlanma Kitapları" projesinin yeniden canlandırılması düşünülüyor. Bunun için Oyak Bank sponsor olacak, sponsorluk bedeli de sadece 100 milyar lira. Balbay'a göre gazete 100 bin satarsa "Gündemi bir başka etkileyecek". Balbay'ın bu fikrini Em. Tuğ. Levent Ersöz biliyor olmalıydı ki, Jandarma Genel Komutanı Em.org.Şener Eruygur'a bundan bahsetmişti bile. Eruygur ve Ersöz ikilisi bir de plan geliştirmişti. Buna göre "eğitim birlikleri, askeri okullar, bölge komutanlıkları ve karargâhlara" talimat verilecek, Cumhuriyet temsilcileri bu komutanlıkları ziyaret edecek, gazeteyi 200 bin liradan satmayı teklif edecekti. Gazetenin satış ve gerçek fiyatı arasındaki farkı Jandarma Genel Komutanlığı karşılayacaktı.

http://habermerkezi.wordpress.com/2008/08/14/firari-general-levent-ersoz-makamina-gelenlerle-sanki-roportaj-yapmis/

Can Özdemir - 10 Şubat 2009 (09:31)

Sadece medyada değil, hayatın tüm alanlarında, üniversitede, iş hayatında, siyasette, hatta aile içinde de yükselmenin altın kuralı aynıdır: Şark dalkavukluğu.

Atatürk Türkiyesi'nin eğitim kurumları, seksen senedir otoriteyi sorgulamayan kuşaklar yetiştirdi, yetiştiriyor. Sorgulayanların akıbeti ise (lütfen yanlış anlamayın ama) sizin gibi olur Necdet Şen. Belki takdir edilirsiniz ama asla taltif edilmezsiniz.

Bu düzenin adı Kifayetsiz Muhterisler Cumhuriyeti'dir. Bu düzende iyi bir insanın kazanabileceği en büyük ödül, düzenin aforoz ettiklerinden biri olmaktır. Ben öyle biriyim. Eminim ki siz de. Bunun için gurur duymalısınız.

Seçkin Taner - 2 Mayıs 2009 (11:23)

Evet bu her meslek grubunda böyle. Çömez bile olamıyacak kişiler ne yazıkki oldum bittim zirvede, İşini doğru dürüst yapanlarsa meslekte tutunamıyorlar ne yazıkki. Her zamanki gibi hocam güzel bir konuya neşter atmışsınız. Sizi kutluyorum.

Melahat - 27 Nisan 2011 (14:07)

Seçkin Bey bende düzenin aforoz ettiklerindenim. Yorumunuza canı gönülden katılıyorum. Evet iş hayatında yükselemedim. Çünkü çalıştım, çok çalıştım, çalışmaktan başka bir yol bilmiyordum. Ama ne yazıkki olmadı. Hiç çalışmayan…. Çocukları baştacı olurken ben aforoz edildim. Biliyormusunuz bundan 4 yıl önce bir kadınla çalışıyordum. Kadın çok kibirli adi şerefsiz biriydi. Babası bundan on yıl önce sahibi olduğu benzinlikte çalıştırdığı çocuklara tecavüz etmişti. Bunu tüm memleket biliyordu. Hemde arkadan ve önden. İşte böyle bir babanın kızı olan o kadın yerini muhafaza ederken ben çok çalıştığım halde benim yerim değişti. Tecavüzcü coşkunun kızı bir numara oldu. Bu toplum neden böyle. Nolur eğer cevabını biliyorsanız hemen söyleyin.

Melahat - 27 Nisan 2011 (14:17)

Neden aforoz edildiğimiz için gurur duyalım seçgin bey. Benim anlamadığım ben niye onlar gibi olamıyorum.

Melahat - 27 Nisan 2011 (14:19)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

99
Derkenar'da     Google'da   ARA