Bir deli bir kuyuya bir boş lâf atmış, kırk akıllı kopyalayıp yapıştırmış mıydı, neydi, öyle bir lâkırdı vardı galiba.
Web sitelerinin -en başta da popüler haber kanallarının- yazar ve editörleri ve konukları sadece kendi ahbap mecralarını ve aynı kulvardaki muadil yayınları okuyor, ana dillerini ve kavramlar setini bu şekilde ezber ediyor olabilir mi?
O kadar çok göz tırmalayan yanlış kullanımlar var ki, bir kenara not edip tek tek yazmaya üşeniyor insan.
Yaşlı amca kontenjanından paylamak geliyor bazen içimden, size hiç kimse öğretmedi mi ağzınızdan, klavyenizden çıkan sözleri azıcık tartmayı, akıl irfan süzgecinden geçirip ondan sonra kullanmayı, ne zaman bu kadar ezberci ve yalapşap oldunuz
diye.
Teşbihte hata bal gibi olur, üzerinde üç beş saniyecik de olsa düşünülmeden ödünç alınıp ortalığa boca edilen kalem sürçmeleri ve sallama malûmat kırıntıları ışık hızıyla yayılıyor ve gerçeğin yerini alıyor.
Örnek mi? Çok aslında. Aklıma hemen gelen birkaç tanesini sıralayayım:
* * *
Muhafazakâr kesim
Bu aslında başka -ve kapsamlı- bir tartışmanın konusu ya, gene de ucundan kıyısından değinip geçelim.
Bakıyorum, hemen herkes muhafazakâr
denen bir yurttaş türü olduğunda ve bu kesin inançlı kitlenin iktidardaki malûm partilerin seçmeni olduğunda hemfikir. Yani sanki bir insan ya muhafazakâr
ya da modern
olmak zorundadır ve bu iki zıt anlamlı kategori zinhar bir araya gelemez, aralarında geçişkenlik ya da biraz o biraz bu
seçeneği mevcut değildir.
Her şey bu kadar net ve berrak olunca, hikmetinden sual olunamayan bir memleket büyüğünün de zamanında buyurduğu gibi, ne mozayiği lan, mermer mermer
evsafında bir toplumsal yapıyı ön kabul olarak bir yere not ediyor ve piramidi onun üzerine bina ediyoruz. Bu netlik ortamında tabii ki geri sar makinist
diye şarkı yazan ilerici
olabildiği gibi, müesses nizamı bükmeye, kanırtmaya, tepip yıkmaya ve başka neyi tepetaklak etsem
diye sağa sola bakınana da muhafazakar
denebiliyor.
Kelimeler ve kavramlar (en genel anlamıyla KÜLTÜR) bizim tapulu arazimiz olduğuna göre onu nasıl tadil ve tebdil edeceğimiz tamamen keyfimize kalmış.
Dediğim gibi, bu hamur çok su kaldırır ve kısmetse başka bir emekli amca gevezeliğinin konusu olarak dürüp büküp bir kenarda muhafaza edelim. Hatta bakarsın, yanına mütemmim cüz kabilinden, sağın ve solun kemikleşmiş oy oranı
konusunu da iliştiririz.
* * *
Türkiye'de sol sağdır sağ da sol
Bunu söyleyenler belli ki İdris Küçükömer'in Düzenin Yabancılaşması
kitabını okumamış; ama her halde mavradan geri kalmak da istememiş. İdris hoca o kitapta -özetin de özetini yaparak geçiyorum- Türkiye'deki sağ partileri (DP, AP, YTP, MP, vd, yani bahse konu kitabın yazıldığı 1967 yılında ve evvelinde hangileri var idiyse onları) kast ederek sağ partilerin dünyanın diğer yerlerindeki sağ partiler nasılsa öyle (yani bildiğin sağ) olduğunu; ama kendini ortanın solunda
diye takdim eden İsmet Paşa'lı CHP'nin bu sağ partilerin daha da sağında, hatta aşırı sağda, tekçi otoriter bir parti olduğunu; bu yüzden de ilk paranteze giren sağ partilerin -durdukları yer esasen SAĞ olduğu halde- gene de göreceli olarak CHP'nin solunda kaldığını söylüyor. Yani ille de bu tespiti dillendirecek ve üzerine ahkâm inşa edeceksek, hiç değilse şöyle söyleyebiliriz:
İdris Küçükömer der ki, Türkiye'de sağ sağdır, o dönemin (1967) CHP'si ise aşırı sağ.
Tabii ki vakti zamanında devlet aklına uyup solun arsasına kaçak yapı kondurmuş olan CHP'nin, o günden bu güne geçen 55 yıllık süreç içinde hiç değişmeden kalabilmesinin gayrı mümkünlüğünü, özellikle Bay Kemal döneminde dönüşmekte olduğu yeni hali bu tanımın neresine oturtabiliriz, oturtabilir miyiz, orası artık bizim insafımıza, ferasetimize kalmış.
Neyse, geçelim, uzamasın.
* * *
Seçim sathı mahalli
Sağır işitmez uydurur, diğer sağırlar da bakmadan etmeden papağan gibi tekrarlar. Özetle, satıh yüzey
demek genç arkadaşım, mahal ise yer, yöre
. Bir de ma'il
var, uzun a ile söylenen, meyilli, eğik
anlamında (ma'il yazarken oraya aksanı ben koydum, kural değil, doğru okutma denemesi). Bu kalıbın aslı seçim sathı maili
, yani seçime giden eğimli zemin
, yani o an içinde bulunulan ve seçimle sonuçlanacak olan süreç.
* * *
İlliyet bağlantısı
Eski dilden gelen bu kalıbın orijinal hali illiyet rabıtası
, günümüz türkçesindeki muadili nedensellik bağlantısı
. (O da şu anlama gelir diye kafa şişirmek istemem, gugıl orada.) Fakat son zamanlarda adeta konfeksiyona dönüşmüş bir şekilde bu ifade yarı türkçe yarı arapça bir melez yavru doğurmuş, aslına uygun haliyle ya da türkçeleştirilmiş haliyle kullanmak varken biraz ordan biraz burdan yapıp ara başlıktaki formda söyleniyor (illiyet bağlantısı). Bir gün de birisi dili sürçüp nedensellik rabıtası
dese bari, dilimiz daha da renklenirdi.
* * *
Bir kişinin keyfiyetine bağlı olarak…
Eski dilden gelen keyfiyet
sözcüğünün günümüz türkçesindeki karşılığı nitelik
oluyor. (Bir de kemiyet
var, o da nicelik
demek.) Yalapşap entelijansiyasının konuşkanlarının bu kelimeyi (keyfiyet) keyfine göre
gibi bir anlamda kullandığını ve bu yanlış kullanımın artarak yaygınlaştığını görüyorum.
Genç kuşağın osmanlıcaya aşinalığının biz dinozorlara göre daha az olmasında fazla acaiplik yok belki, ama ilk kez karşılaştığı bir kelimeyi araştırıp doğrusunu öğrenmeye çalışmak yerine malûm mıntıkasından anlam atayan bu münevver zevat, insanı acı acı gülümsetiyor. Buna gene de kibarca karineden çıkarmak
diyelim; yani bilmediği bir kelimeye rastlayınca karında (sözel arşivde) bulunan benzer bir kelimeyi referans kabul ederek tahminde bulunmak. Ama artık yapay zekâ hatta metaverse çağındayız, hayatın anlamı, hatta simülasyon cennet bile bir tık ötede. Tamam, biz gene fikir jimnastiği kabilinden karineye başvuralım ama akabinde bir de gugıllasak daha iyi olmaz mı teyit açısından?
* * *
Giderek…
Benim gençliğimde bu kelime (ay pardon, sözcük) tu kaka osmanlıcanın tozunu gübürünü sözlükten ayıklayıp yerine öztürkçe (yani çağdaş
) sözcükler atamayı dava edinmiş TDK tarafından hâlâ
kelimesinin yerine önerilmişti. Ama tencere kapağını anten, telsiz antenini de kulak kaşımak için kullanabilen biz bura ahalisi, o kelimeyi de aldık ve zaten türkçe olan gitgide
kelimesinin üstüne yapıştırdık etiket yeniler gibi. Helâli hoş olsun, alan razı kullanan razı, bize uzaktan nazar eylemek düşer.
* * *
Organize Suç Örgütü
Pek çoğumuzun az biraz da olsa batı dillerine aşinalığından güç alarak, organize
kelimesinin aslında örgütlenmiş
anlamına geldiğini karineden çıkarabiliriz. Bu durumda otomatik pilota bağlanıp kanepede şekerleme moduna geçmiş olan entellektimizin bize örgütlenmiş örgüt
dedirttiğini uyku mahmurluğuyla fark edemeyebiliyoruz.
Hatırlıyorum, biz çocukken cenaze gördüğümüzde ölü ölmüş
derdik. Çocuktuk işte. Doğal olarak, papağandık. Neyse ki o zamanlar televizyon ve internet yoktu, bu naif gaflara sadece kişisel belleğimiz tanık oluyordu. Şimdi cümle alem duyuyor görüyor, ama ne gam… Sosyal medyadaki takipçi sayımıza bak sen.
* * *
Gelişmişülkeler ve biz
Çok sık kullanılan ve kişinin sathî özgüvenini yansıtmak dışında pek bir manası olmayan genellemelerden biri de bu. Seçkinlerin dünyasına ışınla beni Skati
demenin kestirme yolu belki; takvim arkası felsefesi, kuşaktan kuşağa aktarılan folklorik bir söylence, şıklığımızı pekiştiren kullanışlı bir aksesuar... Ama fikir değil. Hangi ülkeler gelişmiş ülkedir, diye sormak da gereksiz, ağzının çalımından anlayabiliyoruz: Batı ve Kuzey Avrupa, Kuzey Amerika, kısmen Okyanusya... G-20 diyelim, el sıkışalım. Niye? Öyle... Malum, Trump moğol, polisin yere yatırıp boğarak ya da kafasını kaldırım taşlarına çarparak öldürdüğü siyah tenli yoksullar buralı, o polisler de. Hiroşima, Nagazaki, Zyklon B, bisküvi markaları. Hitler, Mussolini, LöPen, Buşt, Çeyni, Dahmer, Breivik, onların hepsi taklamakan çölünde yaşıyan keçi çobanları; sadece bizim buralarda bulunur onlardan, gelişmiş ülkelerde bulunmaz.
Oryantalizm
dediğin de bir meyve kokteyli zaten kankacığım; içince serbest uçuşa geçiriyor.
* * *
Daha yığınla örnek var bu yalapşap dil kullanımına ve kulaktan dolma tespit sallamalara dair, sahra çölü
ve umman denizi
gibi. Oysa sahra zaten çöl, umman da zaten deniz, çift dikiş yapmaya ne gerek var? Ha, bir de bunalım
dururken depresyon
, kuşak
varken jenerasyon
demek neyin nesi? Ya naif
ile nahif
i, söylem
ile söylev
i birbirine karıştırmalar? Ya Mualla'yı sandala atıp ruhumda hicranım
ı söyletmeler? Say say bitmez bu tür inciler de bunaltmadan tadında bırakayım en iyisi.
Bu emekli amca gevezeliğini -şaşıp yanılıp yolu buradan geçmiş- okurun orasında burasında açılmış ısırık izleriyle bitirmeye gene de gönlüm elvermez. O nedenle konunun bir diğer yönünü de -es değil- pas geçmeden hatırlatmakta yarar var.
Üzülsek de sevinsek de kendi şahsiyetimizi ilmek ilmek örmekle mükellef olduğumuz hayat boyu seçim
sathı mailinde, işimiz önceki kuşaklara nazaran hem daha zor hem daha kolay. Anadilimize karşı takındığımız bu özensiz tutum, dileriz ki vakayi adliye
olmasın (ki onun doğrusu da zaten adliye
değil adiye
).
ZOR; çünkü beyinlerimiz kaldırabileceğimiz ve lâyıkıyla işleyebileceğimizin kat be kat fevkinde uyarana maruz kalıyor. Neredeyse kesintisiz yayında olan ve sesini/görüntüsünü kısmayı pek beceremediğimiz elektronik araçlardan üstümüze sağanak gibi bilgi
yağıyor. O yığının içinden bize sahiden lâzım olanla çerçöp kabilinden olanı ayırmak çoğu zaman mümkün olamıyor. Eskiden -bazılarımız- gazeteleri atamaz, yatak altında biriktirirdi, zaman yetiremediği için ertesi güne ve sonrasına devreden yazıları belki bir gün okurum, belki üç beş kupür kesip arşivlerim diye. Devran ve teknoloji değişti, önümüzden hızla akan yorucu bir gündemi kaçırmayalım telâşıyla ekranlara tutsak olduk. Kafamızda biriken, bizi ahmaklaştıran onca yığıntıya geri dönüp bahar temizliği yapmaya ne vaktimiz var ne mecalimiz.
KOLAY; çünkü bu işlenmemiş malûmat seline kapılıp kapılmamak son tahlilde gene bizim seçimimize bağlı. O cihazın kapatma tuşu hemen oracıkta, parmağımızın ucunda. Elimizi tutan mı var manevî oburluğumuzun ve kalabalığa yamanma zaafımızın dışında?
Vira bismillâh!
Necdet Şen neler yazdı?
Necdet Şenin Bacısı gibi(14 Ağustos 2015)
Çatlakhayvan severin bir günü (27 Eylül 2012)
malmı
canmı? (9 Şubat 2010)
Rütşvet davası'nın iddianaseminde…(28 Ağustos 2008)
gıcık olduğunusöyle bana, kim olduğunu söyleyeyim sana (6 Ağustos 2008)
Suçlusun, çünkü az önce seni suçladım!(14 Temmuz 2008)
Dünyadan bîhaber kabilelerve bizim uygarlığımız (4 Haziran 2008)
Bir Koy Beş AlHolding'in satış temsilcileri (26 Ekim 2007)
Kötünün kaç çeşit tarifi var? (8 Kasım 2004)
Psikolojikman(21 Temmuz 2003)
yazarhaaa? vay canına! (11 Nisan 2003)
Ama ürünü tanıtmak lâzım(29 Eylül 2002)
çatlakmı? (18 Ağustos 2002)
huysuzgeliyor! (30 Temmuz 2002)
Ofis basmasıyıllarının fikir hayatı (20 Nisan 2002)
halk anlamazsafsatası (28 Mart 2002)
Şişmanlar ve
şişmanlara düşmanlar (23 Mart 2002)
Hızlı Gazeteci'yi bedavaya versene(11 Şubat 2002)
Film Gibi(1 Şubat 2002)
yobaza karşı (5 Kasım 2001)
Bana onun kellesini getirin!(30 Mart 2001)
Solcu Müslüman olmaz(7 Ekim 1989)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.