Patronsuz Medya

Yayıncıya kitap beğendirme kılavuzu

Necdet Şen - 1 Kasım 2001  


Güzide yayınevlerimizden biri, kitap yazıp da basılsın diye getirenlere tek tek dert anlatmaktan gına geldiği için olsa gerek, kendi web sitesinde bu konuda uyulması gereken standartları öğreten bir kılavuz yayınlamış.

Bu yazıyı okuyunca, kendi çiçeği burnunda yazarlık serüvenimi anımsadım ve eksik bulduğum yerlere haddim olmayarak bazı ufak tefek eklentiler yaptım.

Umarım bu önemsiz karalama değerli yayın camiamızın hayatını kolaylaştırma konusunda karınca kararınca bir katkıda bulunur da, bendeniz şerefyâb olurum.

Önce yayınevinin çaylak yazarlara yaptığı som altın değerinde önerilere göz atalım:

Bir kitap yazdınız -öykü, roman, deneme, şiir, inceleme, araştırma vs- ve yayımlatmak istiyorsunuz, ama bunu nasıl yapacağınızı bilmiyorsunuz. Aşağıdaki öneriler, dosyanızı bir yayınevine sunma konusunda size bazı ipuçları vermeyi amaçlıyor.

El yazısıyla dosya göndermeyin!

Dosyaları inceleyip yayın kuruluna rapor hazırlayan editörlerin en sevmedikleri şeylerin başında, el yazısı dolu onlarca-yüzlerce sayfa okumak gelir. Şansınızı en baştan baltalamayın. Düzgün bir bilgisayar çıktısı (mümkünse lazer yazıcıdan alınmış olsun) size ciddi bir görünüm kazandırır. Göz alıcı fontlar kullanmaya hiç gerek yok - önemli olan sadelik ve kullanışlılıktır bu aşamada. Kağıdın tek tarafına yazdırın, geniş derkenar bırakın - editörün not almasını kolaylaştırın. Disket yollamanız gerekmez - ancak dosyanızın bilgisayarınızda kayıtlı olması, yayıncı için rahatlatıcı bir bilgidir, kitabın yayımlanması söz konusu olacaksa dizilmesi gerekmeyecek demektir bu.

Tanıtım mektubu eklemeyi unutmayın!

Bir sayfalık bir mektupta kim olduğunuzu, dosyanızın içeriğinin ne olduğunu kısaca ve çarpıcı bir şekilde anlatın. Unutmayın ki yayınevleri -özellikle büyük olanları- yüzlerce başvuru dosyası incelemek zorundalar, o yüzden de her dosyayı baştan sona okumadan önce değerlendirebilmek için onlara ne kadar yardımcı olursanız o kadar makbule geçer! Yazdıklarınızı uzun uzun anlatmanız gerekmez - önemli olan, kısa ve vurucu bir tanıtım yazısıdır. Size nasıl ulaşılabileceği konusunda bilgi vermeyi de sakın ihmal etmeyin!

Sabırlı olun!

Dosyanız, sizin için en değerli metinlerden biri olabilir, ama seçtiğiniz yayıncının, başka her şeyi bir kenara bırakıp dosyanızı okumasını ve ertesi gün size çiçek yollamasını beklemeyin. Türüne ve uzunluğuna göre değişmekle beraber, bir dosyanın ortalama değerlendirilme süresi bir aydır. Bu sürenin sonunda size bir yanıt verilmesini bekleyebilirsiniz.

Yayınevlerinin bu konudaki uygulamaları farklılıklar gösterse de, yayımlansın yayımlanmasın, incelenen dosyayla ilgili olarak yazara kısa da olsa yazılı bir mektup göndermenin uygar bir uygulama olduğu konusunda yayıncıların çoğu görüş birliği içindedir.

Dosyanızın iade edilmesini beklemeyin!

Eğer yayınevi dosyanızı yayımlayamayacağını bildirmişse, dosyanızı genelde elden geri vermeye hazırdır. Ama eğer dosyanızın adresinize postalanmasını istiyorsanız, üzerinde adresinizin yazılı olduğu, posta masraflarını karşılayacak tutarda pul yapıştırılmış bir zarfı dosyanıza eklemeniz iyi bir fikir ve şık bir hareket olur.

Çevirinin orijinalini ekleyin!

Eğer bir çeviri yapmışsanız ve bir yayınevine bu çeviriyi öneriyorsanız, metnin orijinalini dosyanızla birlikte verin (fotokopi de olur). Zaman tasarrufu sağlamış olursunuz.

Taciz etmeyin!

Bir ay geçmeden, "Bizim bir dosya vardı da, ne oldu diye soracaktım, " yollu telefonlar etmeyin. Bu süre dolmadan ikide bir yayınevini arayıp telefon sapığı muamelesi görmenize yol açmayın. Dosyanızın yayımlanamayacağı söylenmişse, bunun kısaca nedenini öğrenmek tabii ki hakkınız. Ama kimsenin size yazarlık ya da yaşam konusunda ders vermesini beklemeyin, ayrıntılı metin çözümlemesi hayali kurmayın. Unutmayın ki yayımlanmış kitaplar hakkında bile pek az şey yazılıyor bu ülkede. Herkesin işi gücü var.

Arkadaşlarınıza güvenmeyin!

Kitabınızı yayımlamayı kabul etmemiş bir yayınevini, "Benim çevrem çok geniştir, sırf tanıdıklarım alsa kitap beş bin satar, " sözleriyle ikna edebileceğinizi düşünmeyin.

Yanlış torpil kucağınızda patlar!

"Araya adam sokmak" denilen yöntem bazen işe yarayabilir - Salman Rushdie'den referans mektubunuz varsa romanınızın yayımlanma şansının yüksek olduğu söylenebilir. Buna karşın örneğin Papa'nın referansı, şiirlerinizin yayımlanmasını sağlamayabilir.

Metanet yâ resulullah!

Ve şimdi de bendeniz cennet kuşunun bu "kullanma kılavuzuna" acizane katkısına kulak kabartalım:

Kitabınız yayınlanmadan önce arkadaşlarınıza okutmayın.

Kitabınızı bir yayıncıya götürmeden önce yakın arkadaşlarınıza okutup ufak çapta bir kamuoyu araştırması yapmayı düşünmüş olabilirsiniz. Bunu sakın yapmayın. O ana kadar size çok sempatik davranmış olan bu dostlarınızın bir anda nasıl da düşman kesildiklerini, en olmayacak satırları "Burada beni kast ettin değil mi?" ya da "Benim annenle bir olup babanı öldürdüğümü mü ima ediyorsun? Güya anlamayayım diye kimliğimi Danimarka Kralı olarak değiştirmişsin!" gibi gerekçelerle size küstüklerine, ya da kitabınızın tek orijinal nüshasını aylarca geri vermeyip, aylar sonra utana sıkıla hatırlattığınızda da, "Haa, o mu? Henüz okumadım. Acaba neredeydi? Dur, ben sana bulunca haber vereyim." diye kayıtsız bir ifade takındıklarına tanık olup incinebilir, daha en baştan tüm isteğinizi yitirebilirsiniz.

Gerçek kimliğinizi saklayın.

Eğer ünlü olmanın bir yazara yayınevi kapılarını ardına kadar açacağını sanıyorsanız fena halde yanıldınız demektir. Tam tersine, tanınmış ve çok okunan bir yazar olmak, çok sayıda gizli/açık düşman sahibi olmak demektir. Eğer o güne kadar bol bol övgü aldınızsa, yazıp çizdiğiniz her şey gündem yaratıyor, ses getiriyorsa, muhakkak kimliğinizi saklayın ve örneğin, "Emine Acar" gibi takma bir ad uydurup, dikkat çekmeyen bir ahbabınızdan Emine Acar rolü oynamasını istirham edin, yayınevine onu gönderin. Kitabınızın bir kazaya kurban gitmeme olasılığını artırmış olursunuz.

Tanıtım mektubu eklemeyi unutmayın.

Cemaatlerle içli dışlı olun.

Yalnız insanlar takdir edilir ama sevilmez. Dahası, tüm klan ve grupçuklar tarafından tehdit olarak algılanabilir. Mümkünse ulaşabildiğiniz her türlü cemaatin içine sızmaya, seçkin çevrelerde hazır ve nazır bulunmaya özen gösterin. Kokteyllerde ve partilerde kurulan dostluklar, kültür ve sanat dünyasında parlamak için bulunmaz fırsatlardır.

Daha da önemlisi, yukarıda da öğütlediğim gibi, her türlü cemaate yamanmaya bakın; Mason locasından, Yehova Şahitlerine, Sabetaycılardan Fethullahçılara, Kemalistlerden Liberallere, hayfaycılardan yatçılara, altılı ganyancılardan futbol fanatiklerine kadar her tarafa mavi boncuk dağıtın; çelişkiye düşme, madara olma endişesi taşımadan her doktrinin yandaşına sevimli gelecek kalıp sözler kullanın; yakanızda Atatürk rozeti, cebinizde Kuran, kitaplığınızda Karl Popper, Karl Marx, Francis Fukuyama, Jack Seguela ve hatta İlhan Selçuk kitapları, Lonely Planet gezi rehberleri, Rock, Jazz, Classic CD'leri, Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı biyografileri, okumasanız bile Umberto Eco ve Orhan Pamuk külliyatı yan yana bulunsun.

Kendinizi Amerikalı gibi, İsveçli gibi, İsrailli gibi hissedin.

Heybeliada'da bir kahvede otururken bile kendinizi bir New Yorker gibi algılayın ve bunu alâkalı lobilere alenen ve ilânen duyurun. Heybeliada'da kahvede oturanlar pek roman satın almaz ama Amerika'daki büyük yayın tröstleri ile bazı cemaat ve lobiler önünüzü açabilir, kitaplarınız Migros'larda kasanın yanında, jiklet ve prezervatiflerle birlikte sergilenebilir, okunmayan best-seller yazarı olabilirsiniz.

İyi yazara sadece birkaç edebiyat tarihçisi -o da ölümünden çook sonra- sahip çıkabilir ama cemaat üyesi ve gizli din mensubu yazara birden fazla yayınevi "yürü yâ kulum" diyebilir.

Budizm, Kabala, Mitoloji, Tasavvuf, Tarikat gibi konularda oryantalist 'malzeme' avına çıkın.

Dünyadaki her felsefe ve inanç birikimi, üzerinde yüzeysel gezintiler yapıp, içlerinden cımbızla "çok sattıracak" paragraflar ayıklama bostanıdır. Milli Mücadele tarihinden Hindu tanrılarına, Osmanlı padişahlarının harem hayatından Türklerin neden alık bir millet olduğuna, mapushane çeşmesinden kadın ruhunun gizli sırlarına kadar her konuda az malûmat üstü bol melodramla ticarî harikalar yaratma devridir; furyayı kaçırmayın.

Editörün nabzına göre şerbet verin.

Empati yeteneğinizi açık tutun; kısa boylu editörün karşısında ayakta dikilmeyin, oturun, hiç değilse süklüm püklüm durun; şişman editörün yanında veremli rolü oynayın; evli editörün yanında bekâr oluşunuzu övmeyin; alkolik yayıncıya alkolü, şam budalası editöre karınızı övün.

Özgüven iticidir; kasten kekeleyin, topallayın, şaşı bakın, sarsak ve aptal görünün, "otur" denmeden oturmayın, yayıncının gözlerinin içine bakmayın.

Çok ama çok sabırlı olun. Sabır taşını çatlatın.

Her ne kadar normal kalınlıkta bir kitabın okunma süresi normal bir insan için birkaç gün, normal bir yayıncı için birkaç hafta ise de, siz kitabınızı verdikten aylar sonra bile "ne oldu" diye sormayın. Unutmayın ki, bir yayıncının kapısında bir sürü yazar beğenilmek için boynu bükük beklemektedir. Yayıncıyı yazarlara efendilik taslama zevkinden mahrum etmeyin.

Kitabınızın tek nüsha orijinalini kaybetse bile yayıncıya kızmayın, oturup yeniden yazın. Çeviri yaptınızsa orijinal nüshayla birlikte verin. Böylece yayıncıya her ikisini birden kaybetme ya da mundar etme şansını sağlamış olursunuz.

Edebiyat tarihinin kalın kafalı, anlayışsız ve kompleksli yayıncılar tarafından yıllarca bekletilip epey sonra lütuf kabilinden basıldığında efsaneleşen, "kült" sayılan kitaplarla dolu olduğunu bilin, ama kaç tane değerli yapıtın çapsız yayıncıların barajından geri dönmüş ve yok olmuş olabileceği konusunu hiç kurcalamayın.

"Konu neydi?" diye soran sekreterlere kitabınızın içeriğini bir cümleyle özetleyebilme becerinizi geliştirin. Onuncu arayışınızda bile telefonunuza çıkmayıp "yok" dedirten yayıncılara kırılmak yerine, sebat edip siz de bir yayınevine editör olarak postu sermeye bakın.

Dosyanızın iade edilmesini tabii ki beklemeyin!

Çünkü dosyanız kaldırılıp bir köşeye atılmış, postada kaybedilmiş, yeğen, öğrenci, çaycı vs türünden birine "bir göz at" diye verilmiş ve unutulmuş olabilir. Ambalajı güzelse, o ambalaj başka bir dosyaya transfer olmuş olabilir. Size gösterilen güleryüz (o kadar şanslıysanız tabii) dosyanız teslim alınana kadar olup, aynı dosyayı geri alma aşamasında (geri alabilirseniz tabii) artık kapıcılarla ya da danışma memurlarıyla muhatap olacağınızı, yayıncının ve editörün çook meşgul (muhtemelen TOPLANTIDA) olduğunu baştan bilin, şaşırmayın.

O kitabı yazabilmek için verdiğiniz emek, çektiğiniz acı, döktüğünüz ter, yayıncının değil sizin sorununuz olup, bu konuda -minimum düzeyde dahi olsa- zarafet ve nezaket beklemeyin.

"Herkesin işi gücü var"

Askerliğimi muhripte yapmıştım. Orada bir doktor teğmen vardı, bütün gün boyunca geminin kıç üstünden denize olta sallar balık tutar, akşamları da kızartır, millete kokuta kokuta yerdi.

Bir gün astsubayın teki bayıldı, revire getirdiler, revirci er kıç üstüne doktoru çağırmaya koştu, biraz sonra alı al moru mor geri geldi. Sinirlenmiş bizim doktor:

"Başlatmayın ulan!" demiş askere, "bu gemide hastalanan bana geliyor, rahat bırakın da biraz balık tutalım!"

Demek ki neymiş? Siz siz olun, kitap yazdığınızda bir yayıncıya götürüp onun gündelik işlerini aksatmayın. Onların da özel hayatı var. Eserinizi okutmak için yayıncının boş bir zamanını kollayın.

Doğru torpil kucağınızda patlamaz.

Kitabınızı götürmeden önce yayıncının hangi yazarı beğendiği, hangi din adamına kıl olduğu konusunda sondaj yapın. Mümkünse -ve tabii yazmışsa- onun tüm kitap ve makalelerini hatmedip, notlar alıp öyle gidin.

Doğru torpillerin neler olabileceğine de yukarıda kısaca değinilmişti zaten. Ayrıca, torpilli yazarları dikkatle inceleyip feyz almaya bakın. Örneğin kim bilir hangi lobilerin torpiliyle "Nobel adayı" yaftasına hak kazanmış yazarlarla şahsî dostluk kurun. Sizi de kendi kontenjanından "uluslar arası bestekâr" yapabilirler.

Çok satışlı gazetelerin köşe yazarları, banka ve holding üst yönetimleri ve yayınevi editörlerinin zevceleri de doğru torpiller sayılabilir; onların hangi bohem çevrelerde dolandığını ve ne tür şahsî zaaflara sahip olduğunu (bu kolay aslında: erkekse kadın, kadınsa erkek, tekerlekse tekerlek; ve tabii ki şan, şöhret, para; ve kudret; ve iktidar) keşfedin.

* * *

Eh, bütün bunlara kafa patlatmaktan kitap falan yazmaya vakit ve enerjiniz kaldıysa, sakın duyarlı olmayın, pişkin olun; çünkü o güne kadar tahmin bile edemeyeceğiniz derecede şımarık, kaba ve saygısız bir büro aydını profiliyle tanışma vaktiniz gelmiş demektir.

Belki de size acı veren anılarla hesaplaşmak, bir parça huzura kavuşmak için onca emek verip bir yapıt ortaya koymuştunuz, ama asıl acı ve travma dönemi şimdi başlıyor. Artık kitapçı dükkânlarından içeri girmenin, raflarda dizili yüzlerce, binlerce çeşit kitap arasında kendi eserinizi görememenin azabıyla tanışmak üzeresiniz.

Metanetinizi yitirmeyin. Bu dünyada sağduyusunu koruyabilmiş yayıncılar da var; bir gün tesadüfen onlardan biriyle rastlaşmayı umut edin.

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

95
Derkenar'da     Google'da   ARA