Patronsuz Medya

Bir millet doğuyor!

Necdet Şen - 23 Mart 2003  


Ordular talan amacıyla kurulur. Barış zamanlarında devlet bütçesini, savaş zamanlarında başkalarının evini barkını sokağını talan eder.

Ama yine de onlara sığınırız daha büyük talan ordularının hışmından korunmak için.

Olağan zamanlarda doğal kaynaklarımızı vergilerimizi tırtıklayıp devasa savaş makinesine yatıran ve uzak istilâcılara karşı duyduğumuz korkunun üzerinden iktidar sahibi olan savaş profesyonellerinden medet ummakla geçer hayatımız. Gelecekteki kötü günler adına beslediğimiz özel muhafızlarımızdır çünkü onlar.

Oysa cephelerde karşı karşıya gelen, kan ve ateş deryasının içine sürülüp cinayete koşulan askerler çoğunlukla yoksul çocuklarıdır. Onlara sorulmaz "savaşmak ister misin?" diye; evlerinden tarlalarından koparılıp kıyametin içine gönderilirler.

Artık füzeler ve mermiler asker-sivil ayrımı yapmaksızın yağıyor gökyüzünden. Makro hedefler bağlamında sadece birer sayısal değeriz biz. Ordular kimi korumak için kurulup istihdam ediliyor, emin değiliz. Emekli olur olmaz büyük holdinglerin yönetim kurulu üyeliklerine kapağı atan samur kaşlı generallerimize bunu sorabilecek cesaretimiz de yok üstelik.

Ne güzel, telkin ve propagandayı odamıza kadar taşıyan televizyonlarımız var. Tellâl bağırtmaya gerek kalmadı. Artık savaşlar ve kitle kıyımları video-klip estetiğinde evlerimize konuk oluyor. Yemeğin altını karıştırırken, komşu ülkede evleri başlarına yıkılan kardeşlerimizi ezen dev savaş ekonomisinin uçak, tank, füze defilesini izlemek zorunda bırakılıyoruz.

Bir silâh ya da savaş taktiği en az enerjiyle ne kadar çok tahribat yaparsa, ölüm endüstrisinin cici oyuncaklarına o derecede hayranlık duymak üzere "eğitilmiş" emekli subaylar, televizyon stüdyolarında ordugâh kurmuş, katliamı meşrulaştırmak için yarışıyorlar.

Ne kendi devletimiz ne de devletimizin hasımları, kırılan gururumuzu, sızlayan vicdanımızı, isyanımızı, endişelerimizi dikkate almak istemiyor. Devlet politikalarını dev şirketler ve onlarla iç içe girmiş politikacılar, yüksek bürokratlar, muktedir generaller belirliyor.

Devletler yurttaşlarına "savaşmak ister misin?" diye sormuyor; tutuyor kulaklarımızdan, "yürü savaşa!" diyor.

Ama dünyanın her yerinde hayatlarımız üzerinde kurulan kirli iktidarlara karşı anlamlı bir ses yükseliyor. Kartellerin hükümetlere soktuğu emir kullarına, en yüksek mekanizmaların kilit noktalarını ele geçiren megapol patronlarına ve onların bize biçtiği kara yazgıya karşı duyduğumuz öfke ve isyan, ortak bir ses halinde dile geliyor. Dünyanın her yerinde, mazlumun feryadını içinde hisseden başka başka insanlar, meydanlarda toplanıp tek ses halinde ortak arzumuzu haykırıyorlar: "Savaşa hayır!"

Aptal kutusu diye bildiğimiz televizyonun ekranları dünyanın farklı köşelerine dağıldığı halde aynı moral değer üzerinde fikir birliğine varmış milyonları görünmez bir bağla birbirlerine bağlıyor.

Hiç bir kuruluş bildirgesine ihtiyaç duymadan kendi kendine oluşan doğal bir millet beliriyor tarih sahnesinde.

Eskiden Türk'tük, Yunan'dık, İspanyol'duk, Arap'tık, Japon'duk, sağcı, solcu, modernist, muhafazakâr, ılımlı ya da köktenciydik. Artık savaş karşıtıyız. Dünyanın en zengin ve güçlü ülkesini içeriden zaptetmiş olan haydut şebekesine karşı duyduğumuz tepki, bizi dinsel inancımızdan, ideolojimizden, etnik kimliğimizden daha fazla bağlıyor.

Bu tepki şu veya bu millete değil, bizzat savaş mekanizmasına karşı duyulan bir tepki, bunun bilincindeyiz. Alın terimizden kısıp "devletimize" ödediğimiz vergilere el koyan acımasızların teknolojiyi alet ederek ortaya çıkardıkları pahalı cinayet makinelerin cakası aklımızı çelmeye yetmiyor. Bizler artık aynı manevî atmosferi soluyan ve -şimdilik- dünya haritasının üzerinde minicik benekler gibi görünsek bile er geç çoğunluğu oluşturacak olan doğal bir milletiz.

Kuruluş ideolojimizin ilk cümlesini ilân ediyoruz: Savaşa hayır!

Bu milletin bir toprağa, bayrağa, orduya, parlamentoya da ihtiyacı yok üstelik. Dünyadaki hiç bir ordunun ablukaya alamayacağı, hiç bir akıllı füzenin vuramayacağı, hiç bir süper gücün üzerinde hükümranlık kuramayacağı kadar güçlü bir zeminde duruyor, hiç bir propagandanın bulandıramayacağı bir moral çekirdek etrafında varlık buluyor.

Çıkmaza girmiş devasa tüketim ekonomisinin lordları, ikna edici bahaneler öne sürmeye gerek bile görmeden, sahip oldukları dünyevî kudretin şımarıklığıyla mazlumun tepesine bomba yağdırıyor. Ama bu yine de beni karamsarlığa sürüklemiyor. Biliyorum ki bu talan imparatorluğu, elinin altındaki mega cirolu beyin yıkama endüstrisine rağmen, biz insanları daha uzun süre uyutamayacak.

Sesli düşünelim, Amerika Birleşik Devletleri mi daha kalıcı, yoksa Amerikalı'ya bile "bu kirli savaşa hayır!" dedirtebilen manevî aidiyet mi?

Bugün var olan ulus devletlerinden hangileri yarın ayakta kalacaktır bilemiyorum. Ama öyle hissediyorum ki yarının dünyasında çocuklarımız, ordusu, bayrağı, yönetim eliti bulunmayan, ama hepsinden daha değerli bir şeyi, yüksek ahlâkî değerleri olan muazzam bir milletin doğduğunu, tarih sahnesinde gün be gün serpilip devleştiğini görecek. Marxist, Liberal ya da apolitik olmak engel teşkil etmeyecek bu milletin bir ferdî olmaya. O millet vicdanlarımızdan aldığı kadim enerjiyle büyüyecek.

Sizler, mutlu olun kardeşlerim! Tarihin hızlandığı bir zaman dönemecinde yaşıyorsunuz. Ve bu soylu milletin belki de ilk kuşağısınız.

Biliyorum, şimdilik azınlıktayız; ama yarın çoğunluk olmayacağımızı kim söyleyebilir?

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

99
Derkenar'da     Google'da   ARA