Patronsuz Medya

ABD Sineması ve Kültür Emperyalizmi

Necdet Şen - 20 Aralık 2009  


Günümüzde artık sinema yazarlığı, uluslararası film şirketlerinin taşra bayiliği gibi oldu. Bir çeşit goygoyculuk yani.

O zevatın yazdıklarının ciddiye alınabilecek hiç bir tarafı var mı dersen, bence yok. Filmleri tanıtırken bile "şurası hoş, burası orijinal" demiyorlar, "şu kadar zamanda bu kadar hasılat yaptı" diyorlar.

Gerçekten sinemaya meraklı birisinin bu tür yazılara hiç bakmaması en hayırlısıdır. Yoksa mutlaka manipüle edilirsin. Berbat çıkacağını bildiğin filmlere bile parayı bastırıp gider, sonra da vah benim parama ve heba olan iki saatime diye hayıflanırsın.

* * *

Holywood'un tekrarlamaktan asla bıkmadığı aksiyon klişeleri vardır. Birkaç tanesini sayalım:

Zaman ayarlı bomba konulmuş bir binadan son saniyede fırlayan -yakışıklı- oğlanla -güzel- kız, kendilerini yere atarken, arkadaki bina saniye farkıyla patlar. Biz tabii kaz olduğumuz için, "Ulan bu çatapat mı be, o büyüklükteki bina birkaç metre arkanda berhava olurken yere yatarak kurtulmak mümkün mü?" diye sormaz, kös kös seyrederiz.

Her aksiyon filminde mutlaka otomobille takip (ya da aşırı hız) sahnesi vardır ve mutlaka birkaç otomobil takla atar, patlar, haşat olur. Ama içindekiler her nasılsa dışarı çıkar ve kovalamaca devam eder.

Filmin sonunda mutlaka art arda birkaç final yaşanır. Kötü Adam uzun uğraşlardan sonra bir biçimde tepelenir. Bitti sanırsın. Oğlanla kız romantik romantik sarılmaya başladığında anlarsın ki bitmemiş. Öldü sandığımız kötü adam boğulduğu sudan veya düştüğü çukurdan veya uçurumdan tekrar fırlar. Oğlan -ya da az önce yaralanan iyilerden biri- tarafından son kez tepelenir. Bu sefer sahiden ölür.

Bir diğer eskitilemeyen klişe de, arzın merkezi Los Angeles klişesidir. Uzaylılar dünyayı işgal etmeye hep Los Angeles'dan başlarlar. Kıyamet Los Angeles'da kopar. Amerika Başkan'ına suikast düzenlenecekse, Başkan mutlaka stüdyoların yakınında bir yerlerden geçer, suikast orada olur. Seri katillerin yolu mutlaka Sunset Bulvarı'ndan geçer.

Kıyamet ve felâket senaryolarının en baba klişelerinden biri de dağ yamacına dikilmiş olan Holyywood yazısının yerle bir olmasıdır.

Tabanca mutlaka çift elle ve omuz hizasında dimdik tutulur. (Artık bizim dizilerimizde bile öyle oluyor.) Bunu hangi koreograf icat ettiyse, aklıyla bin yaşıyor olmalı.

Erkeklerin hepsi herkül vücutlu, kadınların hepsi sıfır beden ve köfte dudaklıdır. Anlarız ki ABD'de hiç gebeş yoktur. Çirkin de yoktur. Varsa da mutlaka "kötü" biridir.

Kısacası, dünya Holywood'un birkaç kilometrelik cıvarında döner. Geri kalan her yer uzaydır zaten.

* * *

Bir de bizim buralara özgü bir klişe vardır ki tadından yenmez:

Bir insan Amerikalıysa, hele bir de Türkçe öğreniyorsa, kesin casustur. Bir film Holywood yapımıysa kesin emperyalisttir. Sadece Holywood filmleri seyredip anti emperyalist takılmaksa, cihanşümul bir refleks.

Örnekler çoğaltılabilir…

* * *

Diğer yandan, "Hollywood = emperyalizmin ta kendisi" tespitine bir noktaya kadar katılırım. Bir yaşam tarzı (daha doğrusu, bir tüketim kısır döngüsü) ancak bu kadar beceriklice sokuşturulabilir tüm dünyaya.

Hollywood bizi ve tüm gezegeni -zor kullanmaya gerek kalmadan- küresel sermayenin köpek gibi çalış, para kazan, arsızca harca buyruğuna seve seve boyun eğecek biçimde yeniden formatladı kuşaklar boyunca.

Ne var ki, hiç bir şey zannedildiği (veya arzulandığı) kadar pürüzsüz ve kurgulanabilir olamıyor. "Emperyalizmin ta kendisi" olan bu Holywood, kendi antitezi olan fikirleri de ister istemez paşa paşa pazarlıyor dünyaya.
Kıyamet veya İnce Kırmızı Hat gibi filmler de Holywood sermayesiyle çekilip tüm dünyaya pazarlanıyor.

Bu belki onun en zayıf noktası.

Ya da kitlelerin gazını alan zekice ayarlanmış bir süpab.

Galiba bütün bu olup bitenlerden sonra anlamamız gereken şeylerden bir tanesi de, emperyalizm gibi bir olgunun şu ya da bu ülkeye şu ya da bu sektöre indirgenemeyeceği gerçeği.

O nedenle, duvarlara, tren istasyonlarına falan yazılan o kahrolsun Amerikan Emperyalizmi gibi sloganları görünce siz hâlâ annenizin deterjanını mı kullanıyorsunuz? Diyeceğim geliyor.

Eğer "Emperyalizm = ABD" ise, her kış Washington sokaklarında soğuktan donan onca evsiz barksız neyin nesi?

Ya şu anda üzerinde oturmakta olduğum Vietnam malı rejisör koltuğu neyi temsil ediyor?

* * *

Tüm bunlara rağmen, Holywood sineması tabii ki anti emperyalist olamaz. Fıtratına aykırıdır. Neden olamayacağı da şu yazıda kısa ve net bir dille anlatılıyor:

"Amerikan ordusunun Holywood ile sıkı fıkı ilişkiler kurduğu öyle çok bilinmeyen bir şey değildir. Büyük bütçeli savaş ya da aksiyon filmleri çekecekseniz onlardan alacağınız ekipmanlara, personele, kimi zaman da çekim lokasyonlarına ve eğitime muhtaçsınızdır. Hiç bir stüdyonun deposunda filmlerde kullanılmak üzere tanklar, savaş uçakları, uçak gemileri, denizaltılar, helikopterler ve son model silâhlar oluşan bir stok yoktur. Ya da askeri bir tesiste bir sahne çekmek öyle herkesin alabildiği bir izin değildir. Silahlı kuvvetler Holywood'un bu yöndeki isteklerini karşılamak konusunda oldukça isteklidir. Üstelik bunun karşılığında ya çok az bir meblağ talep ederler ya da hiç etmezler. Yapımcının milyonlarını kurtarmasını sağlayan bu anlaşma Pentagon için önemli bir propaganda fırsatıdır çünkü. Yapımcıyı zengin etme karşılığında senaryo üzerinde istedikleri değişiklikleri ya da eklemeleri yapacak yetkiye kavuşurlar. Dahil oldukları bir projede ordunun imajına zarar verecek bir şeye izin verecek halleri yoktur. Özgürlükler Ülkesi ABD'de, Kuzey Kore hükümeti gibi halka gösterilecek her türlü medyada kesin bir kontrol sahibi olmaları mümkün olmadığından, tüm dünyayı gezecek bu filmlere istedikleri gibi şekil vermeleri onlar için bulunmaz bir fırsattır."

Sonu gelmez bir aşk: Holywood ve Pentagon (Landlord - Ters Ninja)

İlle de hem anti emperyalist olsun hem de iyi olsun diyorsan, 1979 yılında Cuppala'nın yaptığını yapacak, aptala minnet etmek yerine o güne kadar kazandığın her kuruşu harcayacak ve tabii ki hayat boyu sürecek büyük bir ekonomik yıkıma uğrayacaksın.

Çünkü silâh lobileri ve Pentagon ve de onların medyadaki borazanları, o filmin gişede iki seksen yatması için ellerinden geleni ardlarına koymayacaklardır.

Geri kalanı, yakışıklı ve kaslı oğlanlar ve onların yakışıklı silâhları ve o filmlerdeki tek varlık nedenleri o yakışıklı oğlanlar tarafından gebertilmek olan kara kafalı tipsiz herifler… 32 kısım tekmili birden.

Buna galiba "rıza üretmek" diyorlar güzel türkçemizde.

Yorumlar

Seyrettiğimiz filmler falan hep iyi ile kötü arasında sanki bakar bakmaz ayırt edilen şaşmaz bir fark varmış gibi kazır ya kafamıza… Dolayısıyla oğlan yakışıklıysa ve kaslıysa kesinlikle iyidir ve ne kadar zalimlik yaparsa yapsın mutlaka haklı bir sebebi vardır ya hani…

Halbuki hayat hiç de öyle değil. Tavukları kesen o kişi aynı zamanda çok iyi niyetli, sevecen, hatta yufka yürekli biri de olabilir. Bazen 10 kişiyi kıtır kıtır doğrayan biri de lokmasını yavru bir kediyle ya da serçeyle paylaşabilir.

İnsanoğlunu anlamak kolay değil doğrusu.

Sema Demir - 21 Nisan 2010 (22:23)

Cahilliğime verin. Burada sözü edilen Cuppala kimdir? Coppola'nın nesi olmaktadır?

Silly Billy - 10 Ekim 2014 (13:17)

Ben de Susan Sarandon'un ketum bir iç çamaşırı markası olduğundan şüpheleniyorum ama cesaretim yok ki soramıyorum.

Ebru Lee - 10 Ekim 2014 (19:02)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

82
Derkenar'da     Google'da   ARA